APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (47.BÖLÜM)
PKK’DE CANLANDIRILAN ÖZGÜRLÜK TARİHİ VE AYAĞA KALDIRILAN İNSANDIR
15 Ağustos Atılımı‟nın onuncu Ağustos zafer ayını da önemli gelişmelerle kapatıyoruz. Onuncu Ağustos zafer ayı, partileşme, ordulaşma ve savaşımın ulusal, toplumsal gerçekliğimizle devrimi ne kadar geliştireceğini gösterirken, aynı zamanda kazanmanın neyle mümkün olduğu kadar, kaybetmenin de hangi nedenlere dayalı olduğunu bütün açıklığıyla ortaya çıkarmıştır. Bu temelde kazanma gerekçelerine tüm gücümüzle yüklenmenin gereği çok açıktır. Aynı zamanda kaybetmenin nedenlerine de bir o kadar son vermenin yaşamsal önemi çok kesin ve emredici bir niteliktedir. Görüldüğü üzere, tarih sahnesine çıkmak isteyen bir güç başlangıçta ne kadar zayıf da olsa ve güçler ne kadar büyük bir dengesizlik içinde de bulunsalar -ki, bu karşısında tüm dünyanın da olabileceği çok küçük bir güç de olabilir, bir kişinin iradesi de olabilir- eğer bu güç kendini haklı temelde bu doğru yola ısrarlı bir biçimde verirse, bu ısrar ve yüklenme derecesi zaferi getirmeye yeterlidir. Geçen süreçte bütün bunları çok çarpıcı bir biçimde gösterdik. Bütün yıllar bu anlama geldiği gibi, bu onuncu Ağustos ayını da çok çarpıcı ve oldukça yaratıcı bir biçimde geçirdik. Denebilir ki, yaşamın tüm yönleriyle nasıl yenilenmeye ve yaşanmaya uygun hale getirileceğini, düşmanın dayattığı azgınca saldırılar karşısında olduğu kadar, özellikle şahadetlerde kendini gösteren yakıcı ve sonuçları hayli öfkelendirici zaaflarımıza yüklenmenin bir gereği olarak ortaya koyduk. Bu arada çok dar, fazla hareket olanakları olmayan ve her bakımdan oldukça da zorluklarla dolu yürütülen bir aylık çalışmaların bile çok kapsamlı ve özgürlüğü olan bir gelişmeyi nasıl sağlayabildiğini ortaya çıkardık. Tüm yönleriyle kazandırmanın nasıl gerçekleştirilebileceğini, özellikle yaratma yanı ağır basan ve kendini tekrarlamayan çabalarla bunun nasıl mümkün olduğunu, elinde fırsat, imkan olup da bunu kullanmayana bir cevap olsun diye, yine çok geniş alanlarda çalışma imkanlarına ve fırsatlarına sahip olduğu halde bunu değerlendirmeyenlere örnek olsun diye açıkça gösterdik.
Biz, sözümüzün eriyiz. Çoğunuzun yaptığı gibi kocakarı laflarıyla kendimizi aldatmaya izin vermiyoruz ve asla vermeyeceğiz. Bu süreçte kendimi ortaya koymaya ve yine sizleri de size tanıtmaya çalıştım. Düşkün kimdir, serseri kimdir, alçak kimdir, yaşamla oynayan kimdir, yaşama gelmeyen kimdir; en duygusal ve anlamlı ruhsal gelişmeden tutalım en çarpıcı ve emredici askeri gelişmeye kadar, hiçbir şeye gelmeyen kimdir, kocakarı kimdir, şerefsiz kimdir? Tüm bunları ortaya koydum. Bu arada güçlü kimdir, yetkin kimdir, başarılı olan kimdir, bunun tarzı ve temposu nasıl gösterilir? Bunu da bütün açıklığıyla gözlerinizin önüne serdim. Size kalırsa kocakarılığı, başarısızlığı, biçimsizliği yaşamak, gelişmemek, kellenizin vurulması ya da arkadan vurulmak bir kaderdir ve başa gelen çekilir! Size göre, kim sizi nasıl yaratmışsa öyle sürüp gitmesi kaçınılmazdır! Size göre düşmana güç getirememek, düşmanı nerede ve nasıl vuracağını kestirememek de yaşamın doğal gereklerindendir! Biz bütün bunları yerle bir ettik. Hiç de öyle olmadığını, kader denilen şeyin köhnemiş sömürgeci kalıntılarından başka bir anlam ifade etmediğini, bu anlamda düşman yaratmalarının onun ideolojik, siyasal, eğitsel, kültürel her türlü yöntemle üzerimizdeki hakimiyeti olduğunu çok açık bir biçimde gösterdik. Özellikle yaratmanın kenarından bile geçmeyen ve kendi başına bela olan kişiliğin düşmanın izini ne kadar esas aldığını, kurtuluş azminden ne kadar uzak olduğunu ve yaratma eyleminin ne kadar uzağından geçtiğini gösterdik. Son süreçteki faaliyetlerimiz bu anlamda zirvesel bir değere ve en kapsamlı değerlendirmelere tanık olmuştur. Bu süreçte yaşama yeniden nasıl başlangıç yapılacağından tutalım onun en sert, yoğun ve çarpıcı elde ediliş biçimlerine kadar; ruhun kazanılmasından tutalım askeri yaşamın edinilmesine kadar, hepsine açıklık getirdik.
Ölmüş, bitmiş bir ruhtan büyük tutkulu bir ruhun nasıl ortaya çıkacağını, yürümeyen ve yürütmeyen bir kişiliğin nasıl yürütülebileceğini, çok çirkin ve bıktırıcı yaşam biçimlenişinden son derece çekici ve sürükleyici bir yaşam biçimlenişine nasıl ulaşılacağını gösterdik. Size kalırsa başa gelen her şey çekilir; bana kalırsa çirkin olan, geri olan ve düşüren ne başa getirilebilir, ne de bir an bile onun sonuçları çekilir. Bunu açıkça gösterdik ve aramızdaki bu büyük farkı çok çarpıcı bir biçimde ortaya çıkardık. Yaşam ilgilerinize ve yaşam hızınıza bir bakın. Özellikle de devrimci bir hareketin kazandıran kişiliği ile kendi kişiliğinizi mukayese edin. Bunu çok dürüst yapın ve aradaki farkı anlayın. Kendinize buna göre bir biçim verin. Ben bu durumu bütün ayrıntısıyla göstermeye çalıştım. Hiç kimse kendi doğallığını devrimci hareketin fethedici doğallığı yerine koyamaz. Hiçbir kişi kendi bireysel özelliklerini, kendi tarz ve temposunu devrimci hareketin tarzı ve temposu yerine koyamaz. Bu biçimde devrimci hareketle oynama gafletine düşemez. Bu süreçte bunları göstermeye çalıştık. Eğer siz devrimci hareketin esenliği için, onun başarısı için, başarı kazanmasının gerekleri için özde olduğu kadar, biçimde de yaşamınızın özellikle fethedici sınırlarda seyretmesini sağlarsanız bu, dürüst olduğunuz anlamına gelebilir. Asker olmanın baş şartı budur. Siyasi ve örgütsel faaliyet içinde olmanın vazgeçilmez gereği de budur. Bunu mutlaka anlamalısınız. Çok köhnemiş, çok kocakarıca, çok düşkünce, çok yaramazca, çok kaybettiren, aslında nereden ve kimden geldiği bile belli olmayan, ne kadar düşmandan, ne kadar partiden olduğu ayrımının yapılmasında bile güçlük çekilen ve bununla da hiçbir yere varılamayacağı belli olan yaşam kalıplarınızı aşın dedik. Bu ayın herkes için şanlı geçmesi açısından böyle bir karar ve dönüşümün size ne kadar gerekli olduğunu ve bunun da mümkün olduğunu bütün gerekçeleriyle sergiledik. Bunu anlamazsanız hiçbir değeriniz olmaz.
Açıkça söylüyorum; bu ayın özetini yaptım, on yılın özetini yaptım, bütün PKK‟nin özetini yaptım. Bunun sonucunda kimin sözünün adamı olduğu ve kimin kazandırdığı hiç tartışma götürmez bir biçimde ortaya çıkmıştır. Buna dayanarak payınızı alın diyoruz. Bunu anlamayı bu sefer başarmalısınız. Hem inancınız ve güvenciniz tam gelişmeli, hem de bunun tarzını kendinize çok yakıcı bir biçimde yedirmelisiniz. Başka türlü ne yer, ne de gök sizi kabul eder. Tekrar söylüyorum; sorumluluğunuzu kaldırıyorum, ama bu çok ağırdır. Siz değil bir halka ve çalışma birimine, kendi kişiliğinize bile yüceltici tarzı kazandırmaktan acizsiniz. Kendinizi esenlikli tutmayı bile bilmiyorsanız, kendinize söyleyeceğiniz çok sözünüz olmalı. Herkesten ve her şeyden önce bu şerefi göstermelisiniz. Düşmanın sizi aldattığı gibi, sizin de beni aldatmaya çalışmanız yeter. Böyle esef verici ve hiçbir derde derman olmayan hastalıklı yaşamınızın size verdiği zarar kadar, genel anlamda bana da verdiği zarara artık yeter diyoruz. Biz artık bazı şeyleri ne dinlemek, ne de anlamak zorundayız. İçinde güçlü yaşam özelliği olmayan ve kazandırmayan, tersine nefret ettiren ve öfkelendiren neyiniz varsa yerin dibine gömün. Onları bize asla yakınlaştırmayın. Artık bu konuda bir yiğitliğiniz olmalı. Eğer biraz öncülük iddiasındaysanız, bu kadar şehidin anısına ve bu kadar ayağa kalkmış halkın talebine vereceğiniz kesin bir cevabınız olmalıdır. Ölünüzü istemiyoruz, ölünüz sizin olsun, biz yaşamı istiyoruz. Çirkinliğinizi istemiyoruz, onlar sizin olsun ve nereye satarsanız satın, ama bana satamazsınız. Hal ve hareketlerinizin öldürücü bütün özellikleri sizin olsun ve ne yaparsanız yapın, ama bunları bana dayatmayın.
Ben de kendimi ortaya koyuyorum, açık bir tarzım ve tempom var. Bunların ne kadar düşmana yönelik, ne kadar yaşamı fetheder, yerle bir edilmesi gerekeni ne kadar yerle bir eder ve insana yakışanı ne kadar elde eder olduğu ortadadır. İşte benim insanlara verdiğim söz de budur. Bunu sırf sizleri kazanmak için yapmıyorum, kendime verdiğim şeref sözünün de bir gereğidir. Çünkü kendine saygılı olmayanın başkasına saygılı olacağını sanmıyorum. Bütün hastalıklarını bir çocuktan bin defa daha beter bir saygısızlıkla, şımarıklıkla ve ısrarla dayatanlar saygıdan bahsedemez. Başarı noktasında seyretmeyen kişilik de kendisi için bir saygıdan bahsedemez. Ve her şey en azından bir çocuğun şımarıklığı biçiminde seyreder. O zaman bütün ısrarlarınız ve ucuz yaşam gerekçeleriniz ancak koca bir şımarıklıktan ibaret olur. Bunu da kimseye dinletemezsiniz, dinletmeye hakkınız da yoktur. Sizin hastalıklarınızı parti içinde kurumlaştırmaya ve bunlara tahammül etmeye mecbur değilim. Karmakarışık sesler, uygun olmayan adımlar, sağlıklı olmayan yer tutmalar, yetmeyen nefesler birer “kader” değildir. Asker olmanın, dinamik bir hareket olmanın başlangıcı bu söylediğim temel espriye bağlıdır ve hareket öyle gelişir. Çok köhnemiş, ne kadar askeri olduğu ve ne kadar siyasi olduğu belli olmayan kişilik alışkanlıklarınızı dayatmaktan kesinlikle vazgeçin. Bu anlamda biraz siyasi ve askeri olmayı artık öğrenin. Yine, yaşam tutkusu ve coşkusu olmayan, yaşama oldukça hakaret
eden, sevgiden ve saygıdan nasibini almayan ve bunu da en arsızca sergilemekten uzak durmayan yaklaşımlardan vazgeçin. Yaşamın saygı ve sevgi boyutunu ve onun bütün temel değerlerle bağlantısını kavrayarak, ölçüsünü ortaya koyarak kendinizde gerçekleştirmesini bilin. Bunlar hayatidir. Zafer ayı derken bunları kastediyorum. Ekmek su kadar, hatta daha fazla buna ihtiyacınız var. Çünkü yüzünüzden sandığınızdan daha fazla çaresizlik akıyor, çirkinlik akıyor.
Bitiksiniz, ölüden betersiniz. Çok ciddi bir moral durumunuz söz konusu değil, fazla umut vaat etmiyorsunuz. En çok becerdiğiniz husus ölümdür. Darboğazların, kritik süreçlerin yol göstereni, köprü kuranı olamıyorsunuz ve bunlar olmadan da kimse yiğitlikten dem vuramaz. Buna şiddetle ihtiyacınız var, başka türlü adam olunamaz. Hele yiğit gerillacılar, militanlar hiç olunamaz. Bu süreçte yine cephelerden gelen bütün haberlerin içeriklerine anlam vermeye çalıştık. Ne kadar hatalarla dolu, ne kadar esef verici kayıp nedenleri söz konusu, ne kadar görevlerden uzak yaşama var, ne kadar kazanma imkan dahilindeyken bunu başaramama var. Yine düşmanı neredeyse ölüm kalım sürecine sokan ve bizim için de her şey anlamına gelen adımlar atmak mümkünken, bunlarla ne kadar oynama var. Bunların hepsini gördük. Neden biraz anlaşılamadı, neden yüksek gayret gösterilemedi, anlayış derinliği neden insanın militan çabasıyla birleştirilemedi? Bu soruları herkes kendisine sormalıdır. Bunlar sizin için bir şeref meselesidir. Gereklerini yapmazsanız, o zaman bir hiçsiniz. Bunu anlamamakta ısrar etmeyin, çok ucuz ve yetersiz anlamalarla kendinizi aldatmayın. Ukalalığa da hiç gerek yok. Lafla, demagojiyle, bu işler asla yürümez. Bu işin doğru tarzı ve bunun için yeterli çaba gerekli, hem de çok akıllıca ve yerinde başlatmak çok önemlidir. Bu konularda tamamen bir yöntem sahibi olmanız gerekir. Kendinizi mutlaka kararlaştırmak durumundasınız. Başka türlü yaşam başınıza beladır. Bu halinizle parti içinde birer belasınız, özellikle Önderlik için daha da çekilmezsiniz.
Tüm dünya üzerimize yüklenirken ve oldukça ağır sayılabilecek iklim koşullarında bulunurken bile kendimizi tüm gücümüzle gelişmenin yoluna serdik. Gerektiğinde köprü olduk, gerektiğinde ruh, hız olduk, gerektiğinde tempo olduk, gerektiğinde usul olduk, yöntem olduk, gerektiğinde anlayış olduk. Bu konuda en ufacık bir gelişme karşısında bile kendini halden hale koyanlara örnek olsun diye kendimizi yaydıkça yaydık. Çünkü bazılarına göre ciddi gelişmeler mümkün değil. Onlara kalsa bu dünya nasıl gelirse öyle gider. Dolap beygiri gibi her gün boşa dönülür. Biz, bu çok köklü yazgıyı veya düşmanın dayattığı yazgıyı biraz boşa çıkartmaya çalıştık. Ve bunlar “iddialıyım” diyen herkesin sergilemesi gereken temel tavırlardır. Halen şaşıyorum, bu kadar ders görüyorsunuz, bu kadar savaşıyorsunuz, ama neden partileşemiyor, ordulaşamıyor ve en temel konularda nasıl ciddi bir birim çalışmasının üstesinden gelemiyorsunuz? Bunlar nefret ettiren, bıktıran hususlardır. İnsanın şerefine, yiğitliğine hiç yakışmaz. Benden daha fazla siz gelişmeye ve bunun için bazı görevlerde başarılı olmaya muhtaçsınız. Örgüt dili olmak, eğitsel ve eylemsel olmak sizin için çok gereklidir. Ben belki kendimi biraz kurtarabilirim, ama eğer siz bu tarzı tutturamazsanız düşmanın vahşeti altında ezilmekten kurtulamazsınız. Kendinize bu kadar azap vermeyin. Bunun için size kazanma gerekçeleri kesin olan bir yaşam gereklidir. Bu vahşeti önlemek için, başınıza çok kara bir belanın gelmemesi için, hazırlık düzeyinizi başarıyı mümkün kılan ölçülerde tutmak durumundasınız. Biz yaşamın özgürleştirici ve bizim için de gerçekten onun dışında nefes bile alınamaz durumunu mümkün kılmak için, hem de düşmanın artık “Tam neticeye gidiyorum” dediği bu ayda tempomuzu boşuna bu kadar yükseltmedik. Çok uzaklardan düşmanın nefesini hissettiğimizde, başa getirilmek istenen tehlikenin büyüklüğünü öngördüğümüzde kendimizi ayaklandırma gereğini çok derinden duyduk. Buna göre çalışma tarzımızın, sığdırılmamız gereken iş hacmimizin ne olacağını hemen hissettik.
Bunu hissetmeyen gafilin tekidir. Böylelerinin değil militanlıktan, bir de önderlikten bahsetmesi ancak aptalca bir davranış olarak görülebilir. Tarihin mutlak ve gayret dönemlerini, bu ayaklanma ve fırtınalaşma dönemlerini aptalca karşılayanlar, kesinlikle bir şeylerden bahsetmeye ve bir şeyler talep etmeye hakları olmayan kimselerdir. Herkes kendini bu temelde bir kez daha gözden geçirsin ve gelişmeleri nasıl karşıladığını açıkça görsün. Şimdi sizler gelişmeleri gerçekten militanca mı karşılıyorsunuz? Düşmanın nefesini ensenizde hissederek ve kendi görevlerinizin neler olduğunu çok önceden tespit ederek mi yaşama yaklaşıyorsunuz, yoksa gafilce mi? O zaman kendi hakkınızdaki kararı bizzat kendiniz vermelisiniz ve bu gereklidir. Bu konuda kimseyi uyutmayın, “kendimizi uyutmaya hakkımız var” diyebilirsiniz, ama bana göre bu da bir hak olamaz. Uyutma hakkından hiçbir zaman bahsedilemez. Hele de emrinizde bir birim, bir çalışma varsa, onu uyutmaya, şu veya bu yetersizlik içinde tutmaya asla hakkınız yoktur. Değil buna hakkınızın olması, mutlak başarma göreviniz vardır. Ben insanın çaresizliğine inanmadığımı, Önderlik çözümünün kesin bir çare olduğunu ısrarla vurguladım ve bu doğrudur da. Militan da bir önderdir. Militan olmak demek; çözüm demektir, yaşamın fethedeni demektir. Her koşul altında başarıyla ilerlemek, gerektiğinde düşmanı ustaca vurarak, gerektiğinde kendini biçimlendirerek, gerektiğinde ayrıntı kabilinde bir çalışmayı düzenleyerek, gerektiğinde en zor bir savaş planını geliştirerek ilerlemeyi bilmek, militanlık gereği, komutanlık gereğidir. Şimdiye kadar bunu ısrarla vurguladık. Eğer bunu başarırsanız ancak o zaman “PKK‟liyiz, ARGK‟de yerimiz olabilir” diyebilirsiniz. Artık bu kelimeleri, bunlara katılımı lafazanlıktan öteye bir anlama kavuşturun. Bizden değer vermemizi ve ilgi göstermemizi istiyorsunuz. Belki de “halen bu adam bizden ne istiyor” diyorsunuz.
İstediğim şey çok açıktır. Değere, ilgiye, saygıya layık olabilmek, bazı temel hususlarda gelişmeye bağlıdır; bazı temel hususları kendi gerçeğinize çarpmanıza ve onsuz yaşamamanıza bağlıdır. Bunu göstermedikçe size her zaman daha da amansız yükleneceğiz ve çok engel teşkil ettiğinizde ise adeta yok edilircesine çarpılacaksınız. Kendimize verdiğimiz bir şeref sözümüz var; partileşeceğiz ve savaşacağız sözü. Bunlar öyle sizin söylediğiniz gibi sözler olamaz. Yoksa bu sözü söyleyip de iki gün bile kendini yaşatamayana, söyleyip de çevresini bile düzeltemeyene, bir kişiyle bile yaşamı sağlıklı ilerletemeyene ne demeli? Bu lafazanlıktır, bu doğru bir söz verme değildir. Dolayısıyla saygılı olabileceğimiz bir tutum da değildir. Çocuklar gibi ilgi bekliyorsunuz, ama çocuk olmadığınızı bilmelisiniz. Yeniden neye bağlı gelişeceğinizi asla subjektif niyetlerinizle boğmamalısınız. Onun gerçekten nasıl elde edileceğini layıkıyla bilmelisiniz. Düşman halkı çocuktan da beter etmiş, her şeye muhtaç etmiş, her yerde gözyaşına ve diz çökertmeye uğratmış, gelene ağa, gidene paşam diyecek duruma getirmiş, artık her şeye “kaderimdir” diyor. Ama unutmayın ki, biz buna karşı çıkan şanlı bir hareketin öncüleriyiz. Ne gelene ağa, ne de gidene paşam deriz. Ne kaderdir, ne de başa gelen çekilir deriz. Hayır, gerektiğinde her şey yeniden yazılacaktır ve yeniden yapılacaktır. Artık bu gerçekleri anlayın. Sizi dövmüyorum, size ağır hakaret etmek de istemiyorum. Ama bu, benim çaresiz ve güçsüz olduğum anlamına gelmez, sizi başka türlü de terbiye edebilirim. Hele iyi asker olmaya gelince, daha da yakıcı eylem alanına inmeye gelince, orada her şey daha çok fırtınalaştırılabilir. Biz böylesine şerefli görevleri hepinize bıraktık, ama ne hale getirdiğinizin farkında değilsiniz. Büyük eylem adamı olma şansını nasıl kaçırdığınızın, büyük kadir ve kıymet toplayabilecek bir kişilikle nasıl oynadığınızın farkında mısınız? Kendi köhnemiş yöntemlerinize sarıldığınızda ve bu nedenle her şeyi nefessiz ve can
çekişir hale getirdiğinizde kendinizi ne kadar utanmaz durumda bıraktığınızın farkında mısınız?
Burada canlandırılan özgürlük tarihidir. Ayağa kaldırılan insandır, yürüdüğünde zaferi getirebilecek komutan kişiliğidir. İşte buna çok yüksek değer biçmelisiniz. Köhnemiş hal ve hareketlerinizle, kimden ve nereden miras kalmış yaramazlıklarınızla hangi tarihi yürüyüşü başlatıp başarıyla götürebilirsiniz? Bu konuda kendinize hiç mi bir sözünüz, bir yükleniminiz olmayacak? Her şey kaybettiriyor. Bunun nedenini hep başkasında mı arayacaksınız? Kılınıza hiç mi bir laf bile dokundurtmayacaksınız? Her şey alt üst edilirken bile kendinizi tanımaya gelmeyecek misiniz? Kendinizin tanımı kadar, yeniden yapılandırılacağını, gerekirse yeniden yaşama yüzünü çevireceğini görmeyecek misiniz? Hiç olmazsa bundan sonrası için, akıl ve mantık kadar, yüksek irade gücünü kazandıracak bir yürüyüşü gerçekleştirme sözünü vermeyecek misiniz? Böyle bir sözün gerçekten yiğit bir söz olduğuna dikkat etmeyecek misiniz? Edecekseniz bu, layıkıyla olmalı, etmeyecekseniz derhal yer yarılıp içine girmelisiniz veya sağa, sola kaçmalısınız. Ama bu çirkinlikle, bu düşkünlükle, bu oldukça kaybeder hal ve hareketlerinizle arz-ı endam etmemelisiniz. Biz halkımıza ve insanlığa karşı şeref sözünü veriyoruz. Bu çok önemli bir sözdür. Bu sözün gereklerine bağlı olmayı bilmeyenler en büyük gafil olurlar. Oysa siz sözün kenarından bile geçmiyorsunuz. O zaman sizi ne yapacağız? Ben halkımdan, dolayısıyla çocuklarından nefret etmek istemiyorum. İlgimi ve bağlılığımı doğru temelde sürdürmek istiyorum. Ama artık buna da layık olmanın, hiç olmazsa halkımızın gösterdiği saygı kadar saygılı olmanızın ne kadar önemli olduğunu anlamalısınız. Bu arada halkta fazla kusur bulmadığımı söylemeliyim. Kazandığımız halkımızın son derece saygılı olduğunu ve verilen bazı görevleri bütün yaşam ağırlıklarına rağmen yerine getirmeye çalıştıklarını gördüm ve buna büyük değer biçtim. Fakat aynı şeyi parti ve özellikle ordu bünyesi için söyleyemedim. Değerlerle oynadıklarını, çok rahat ve doğru tutumla kazanma imkanı varken bunu değerlendirememelerini ve özellikle de en yakınımızdakilerin bile bunu neredeyse bir alışkanlık haline getirdiklerini gördükçe esef ettim. Bir istismardan bahsettim.
Yüce yoldaşlık değerleriyle oynamayı ve onun üzerine ucuz yaslanmayı bir tarz haline getirmekle, kendilerine de, bize de en büyük kötülüğü yaptıklarını söyledim. Yine, partimizin şeref hanesine hakkı olmadan herkesin kendi ismini yazdırmaya çalıştığını, ona emekle, saygıyla, özveriyle bir katılımı esas almadan, demagojiyle, oldukça yanılgılı ve yanlışlıklarla örülü bir biçimde yer edinmeye çalıştığını ve hatta temel değerlerle oynayarak onları kendi hizmetlerine sokmak istediklerini, bunun da çok yaygın bir tutum ve davranış olduğunu, en önemli bir mücadelenin de bu süreçte bunlara karşı yapıldığını esefle ve büyük bir öfkeyle belirttim. Hiç kimsenin bizim parti yaşamımızı, parti işleyiş esaslarını böyle ele almaya hakkı yok, anlayış derinliği ve çaba yoğunluğuyla, eski, yeni ayrımını yapmadan herkesin bir yeri olabilir dedim. Buna özen göstermenin, nasıl öncü olmanın en temel vasfı olduğunu, bunun yerine “benim tarzımdır, üslubumdur, alışkanlıklarımdır” diyenin aslında sefilin, en temel gerçeklerimizle oynayan ve belki de kötü, bilinçli bir ajanın teki olduğunu, hatta ondan daha tehlikeli olduğunu gösterdim. Bizim hiçbir zaman partileşme değerlerine böyle katılmadığımızı, halen de partileşmeyi ilerletirken bir emekle, ona bir çözüm gücü olmakla bu rolümüzü layıkıyla yerine getirmeye çalıştığımızı herkes bilir. Bu temelde doğru bir partileşmeyi bile halen her yönüyle sağlayamamanın ve bunu da geçiştirmek için, hatta lafta başka türlü göstermek için farklı tavırlar sergilemenin gafilce olduğu, sahibine de hiçbir yarar getiremeyeceği bütün açıklığıyla ortadadır. Hele ordu gibi daha da emredici, daha da açık ve yüksek yeteneklerle sergilenmesi gereken bir çalışma en askerliğe gelmez ve en emir gereklerine ulaşamaz bir kişilik tarzıyla yürütülemez.
Hiç kimsenin, büyük tarihi rolün gerekleri şurada kalsın, güncelliğin gereklerini bile karşılayamayacak bir kişilikle ordulaşmaya yaklaşamaya hakkı yoktur. Kendim bile ordulaşmaya biraz hizmet ederken, onun tarzı ve temposuna nasıl dikkat ettiğimi, onun biçim sorunlarına nasıl bağlı kalmaya çalıştığımı göstererek kanıtlamaya çalıştım. Bu temelde ordu ve savaş alanına, onun her türlü sorunlarına ilişkin çözümlerin hızla üretilebileceğini, temsilin mükemmel yapılabileceğini tutku derecesinde sergilemeye çalıştım. Bütün bunlar, böylesine önemli bir savaş yılına ve onun da en sıcak ayına layık olmanın ve ona hakkını vermenin bir gereğidir. Yaşam buradan geçer, eğer yaşam böyle karşılanırsa bir halkın çok gerekli olan kurtuluşunda bunun kesin bir dönemeç teşkil edeceğini ve o halkın yaşamına büyük bir kurtuluş şansı verebileceğini bilerek bunun gereklerini yaptım. Bu anlayış derinliği ve bu çaba yoğunluğu kişiyi görev adamı yapar. Ve görev adamı olmak da kişinin yerini belirler, vazgeçilmezliğini, önemini açıkça ortaya çıkarır. Bunun neresi anlaşılmıyor, anlamamakta neden böyle inat ediyorsunuz? Bencillikle, kendi öznel niyetleriyle, partiden ve benden aldığı güçle kendini başka türlü dayatma ne anlama geliyor? Bu cüret kimindir? Ben bu kadar çalışacağım ve bu kadar önünüzü açık tutacağım, siz ise bu kadar çocuk şımarıklığıyla veya hırsız kurnazlığıyla yer işgal etmeye çalışacak, halen sağlam bir resmiyeti, onun sağlam bir ifadesini gerçekleştirmeyeceksiniz. Yoldaşça desteğimizi böyle yorumlamak kişinin yapabileceği en büyük kötülüktür. Özellikle bu değerlendirmelerin birinci dereceden muhatabı olan bir parti ve ordu, eğer bunun gereklerini yerine getiremezse o zaman ukala ve küstah lafına tanıklık etmeye devam edecek ve bundan zor kurtulacaktır. Umarım hepiniz bundan sonraki şansınızı doğru temelde değerlendirirsiniz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (47.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER