BİLDİK BAKIŞLAR DEĞİLDİ 14 TEMMUZ
Gömleklerimiz yapış yapış. Terler boynumuzdan vücuda sızıyor. Vücut ısımız bize fazla. O bile rahatsız ediyor. Hey neredesin diye sorarlar belki. Haydi biraz tahmin yürütün. Beton duvara dokunmak fikri bile rahatsız edici. Sıcak çok sıcak. Yanıyor sanki vücutlar. Ölüm orucundaki yanma gibi. Hücrelerimiz yanıyor. Soluklarımızın esintisi buğulu, ılık. Bir Temmuz sıcağında AMED’deyiz. Yılını sormayın. Her Temmuz aynı. Tabi gölgede ya da serinliğin bir su kenarında olmak da var. Su yaşam kaynağı derler. Ama bazen sular da serinletmeye yetmez. Hele bu sular ılıklaşmışsa gel de serinlen. Yada suların akışı emir komutanın insafında bir yerde isen haydi iç bakalım. Neyse.
Herkesin aynı yerleri aynı zamanları yaşaması gerekmez. Yaşanılmayan yaşamları anlamak da kolay değil. Yaşam adına türlü hayaller kurulur. Tenhalıkta güzel kurguları yapılır. Tanımlarda öyle. Yada yaşam denince boş gözlerle, kıpırtısız donuk bir suratla bakanlar da olur. Tanımlar kalsın. Boş gözlerle sözleri de. Gözler vardı bir zamanlar. Fırıl fırıl. Seni kendisine çeken. Mevsimleri bir solukta yaşayan. Aşıkça bakardılar çevrelerine. Sanki ölüm hiç belleklerinde kodlanmamış gibi. Neyi beklerdiler bilinmez. Bekler miydiler? oda bilinmez. Aceleleri de vardı. Yerinde durmak bilmeyen.
Neydi o da bilinmezdi. Hem beklentisiz. Hem de aceleci. Hep bir şeylere bakan. Hep bir şeyleri gören. Görmek istediklerini de iyice seçen. Gördürmek içinde ne lazımsa yapan. Kimi ela. Kimi siyah. Kimi kahverengi. Kimi kapkara. Bakışlar söylerdi, söylemek istediğini. Söze ne hacet. Yaşam tarifi ararsan hah işte bu dediğin bakışlar. Belki de zamansız gelmişlerdi bu dünyaya. Belki de bu zaman erkendi. Yada zamanlarını yaratmaya akıl etmişlerdi.
Kendi zamanını yaratmak. Kendisinin mekanı ve zamanının olmadığı bir yaşamda. Yaşamlar vardır ardından sürünürsün. Yaşamlar vardır peşinden koşturursun. Yaşamlar vardır bilinmezliklerine çekip yutulursun. Yaşamlar vardır sensin. Sen çizersin güzergahını. Yaşam bir soluk alıp verme gibidir de. Biraz senden biraz ötekinden. Bazen yaşarsın. Bazen yaşatılırsın. Bazen de yaşatırsın.
Gel-git, med-cezir, soğuk-sıcak, güzel-çirkin, korku-cesaret, borç-alacak, yaşam-ölüm…. Hem onsuz hem de bunsuz olmayan. İç içe. Birlikte. Ve yalnızca. Yalnızcası tercih. Tercihler yalnızdır. Yada yalnızlık tercihtir. Yaşamda öyle. Yada nasıl yaşanmak istendiği… Temmuz günlerinden bir gün. 14 Temmuz sabahleyin korkular salmıştı sürüsünü sinelere. Tercihlerde sürmüştü yokuşa kendini. Tırmanabilirsen aşarsın. Yoksa ardından korku sürüsü seğirterek geliyor. Kaçmak çaresiz. Durmak çaresiz. Dönüp durdurmak gerekir belki. Tabi gücün varsa. Yoksa her halükarda bitiksin. Yaşamdan aldıkların var. Borçların. Ödemekte gerekir. Yaşamdan beklediklerin var. Gerçekleştirmekte gerekir. Yaşamdan beklentileri olanların var. Vereceksin. Tabi vermek isteyenlerden sen. Yoksa otur bir köşede ister sız ister boynunu bük.
Yok yaşamda deli dolu isen deli dolu tercihleri seçeceksin. Deli dolu kararlar vereceksin. Deli dolu bakacaksın. Deli dolu konuşacaksın. Deli dolu yaşayacaksın. Yaşamı hem de onun uğrunda ölecek kadar…. Her insanın tüm zamanlarda yaşayacağı, karşılaşacağı bir yaşam seçeneği de yaratılabilir… Temmuz bir yaşam seçeneği olabilirdi. Yani 14 Temmuz. Bir 14 Temmuz sabahı tüm zamanlara kendini tanıtabilirdi. Bir yaşam seçeneği olarak. Kendisince yaşama. Kendi zamanında yaşama. Kendisi olma. Ötekileşmeden. Ötekiyi de yadsımadan. Yaşam bir tercihti.
Asıl insanı zorlayanda yaşamda tercih kılmada ki kararsızlığı yada kendini koyu vermişliği olmuştur her zaman. İkilemle belirsizlik çürütücülüğünü hep göstermiştir. Yaşam tutkunları deli dolu olduğu kadar kılı kırk yarandılar. Yaşamı ayrıntılarda gören gözler hep özlenmiştir. Ölümde bile yaşamın ucunu kestiren gözler. 14 Temmuz’un gözleri derindi. Bakışları keskin. Ya da olması gereken kadar. İşte en güzeli de belki olması gereken kadarı gerçekleştirmek ve yaşamaktı. Olması gereken her zaman için güzelliğin bir tarifiydi. Olması gerekeni yaşamak. Ya da güzeli yaşamak. İnsanlığın yaşı kadar olan bir gizemdi: kendisince yaşamak, olması gerektiğine göre yaşamak.
Yine insanlığın yaşama dair ince sınırı bu olmaktaydı. Adını da koymuşlardı zaten: “ONUR” ince sınır. Onur, ince sınırıydı yaşamın. Öyle olmuştu bu dünyada. Bu sınırı uçsuz bucaksız ve özgür kılmak yaşamda ben de varım hem de bana göre demenin anı anına yaşanması anlaşılmalıydı. Onuru özgür kılmak. Özgürlüğün onurunu yaşamak. Yaşamda onurun özgürlüğünü tatmak. An da yaşamanın ince sınırında olmak. Kendisince yaşamaktı onur.
Bir 14 Temmuz sabahı ince sınıra doğru gittiler onur bakışlılar. Artlarına bakmadan. Seke seke çocuksu gülümseyerek. Bir öykü bıraktılar artlarından. Bir bakış. Bir yaşam bakışı. Görmek isteyenlere. Henüz görmesini öğrenmeyenlere. Korkuları da alıp götürdüler gözlerden. Öyle acele ettiler ki sır gibi kayboldular. Bir sırrı da çözdüler. Özgürlüğün içindeki onur sırrını. İnsanları sevdiklerini şiirce söylediler. Ve umut oldular umutlulara. Kısa selamlar ettiler. Kısa umutlar fısıldadılar. Kısa sözler ettiler. Kimi borçluyuz dedi. Kimi yaşamı seviyorduk dedi. Kimi de bizi unutmasınlar dedi. Her şey kısaca sürdü. Uzun bir ömüre kısa bir an sığdırıldı. An kısaca yaşandı. Hem de kendisince. Yaşam başka neydi ki: kendisince yaşamak değil miydi? Gerekirse bir an da. Bir günlüğüne bile olsa. Bundan ötesi değer miydi?
ARMANÇ HEVİ
YORUM GÖNDER