HAVRİTA: IRKÇI-TÜRKCÜ ZİHNİYETİN ANATOMİSİ
Farklı olanı yani varlığı ve düzeni için uygun görmediği her şeyi tehdit olarak kabul eden tekçi zihniyettir; bu zihniyetin tehdit olarak kabul ettiği her şeyi yok etme hakkını kendinde görmesidir.
Kendinden olmayan her şeye karşı nefretin, ayrımcılığın ve şiddetin ülkenin vasatı haline geldiği Türkiye’de bu zihniyetin son “oyuncağı” Havrita isimli bir uygulama.
Uygulamanın ne vaat ettiği zaten geliştiricisinin adından anlaşılıyor: “Başıboş Köpek Sorunu Platformu.”
Platform, güvenliği ve hijyeni kendi bedeninden başlayarak evde, mahallede, işte ve toplumdun her alanında bir takıntı haline getiren ve güvenliğine ve hijyenine tehdit olarak algıladığı her şeyi ortadan kaldırılması gereken bir olgu olarak gören modernist anlayışın tipik bir örneğidir.
Ve buna bağlı olarak da insanların, yerel ve merkezi iktidarların yanlış politikalarının sonucu ortaya çıkan sorunların arkasına sığınıp, insanlar ve diğer canlılar birbirlerine zarar vermeden nasıl bir arada yaşayabilir sorusuna kafa yormak yerine, sokakta yaşayan köpeklere karşı açık bir katliam çağrısı yapmaktadır. İnsanın yaşam alanlarında “doğru yeri” olmadığını düşündükleri bu canlılar için kafalarında tek bir “nihai çözüm” vardır: köpeklerin sokaklardan toplanması, adı “barınak” ama aslında birere toplama kampı olan yerlere konulmaları ve oralarda sistematik bir şekilde ortadan kaldırılmaları. 1910’da İstanbul’da toplanan on binlerce köpeğin Hayırsız Ada’da ölüme terk edilmesinde olduğu gibi.
Eğer bu mümkün değilse, çözüm köpeklerin sokaklarda arabayla, zehirle ve akla gelebilecek her tür yol kullanılarak katledilmesidir. Ki bugün Türkiye’nin dört bir yanında yaşanmakta olan tam da budur.
Kendi türünden (insan) başka her şeyi aşağı ve ona tabi gören türcü bir anlayış tarafından geliştirilen Havrita isimli uygulama işte tam da bunun bir aracıdır. Uygulamada, sokakta yaşayan köpeklerin yerleri fotoğraflarıyla birlikte harita üzerinde kullanıcılar tarafından paylaşılmaktadır. Sadece köpekler değil, sokaktaki köpekleri besleyenler de bu uygulamadaki paylaşımlarda hedef gösterilmektedir. Sonrasında ise bu uygulama ile hedef gösterilen sokakta yaşayan hayvanlar katledilmektedir.
Çok mu tanıdık geldi? Aslında anlatılan hikâye, özneleri ve nefret objeleri değişse de modernitenin kısa bir özetidir.
“İnsan olma” kibrinden yani türcü anlayıştan sıyrılarak düşünebilirsek, bugün “başıboş köpek sorunu” ve buna bağlı olarak söz konusu uygulama etrafından tartışılan konunun aslında modern dönemin ilk günlerinde “delilerin” toplanarak kapatılması ile başlayıp Nazi toplama kamplarına giden süreçten çok da farklı olmadığı görülecektir.
Tam da bundan dolayı bu konu sadece “başıboş köpekler” ile ilgili bir konu veya köpeklerden dolayı bazı kimselerin duyduğu kaygılar olarak alınamaz. Veya önerilenler bir sapma olarak görülüp göz ardı edilecek bir konu olarak kabul edilemez. Tersine konu tam da sistemin kendisini anlatan bir zihniyet sorunudur. Söz konusu olan, farklı olanı yani varlığı ve düzeni için uygun görmediği her şeyi tehdit olarak kabul eden tekçi zihniyettir; bu zihniyetin tehdit olarak kabul ettiği her şeyi yok etme hakkını kendinde görmesidir.
Türkiye’de olanlara bu çerçevede baktığımızda, bugün sokaklarda dolaşan köpeklerden rahatsız olanların aynı zamanda sokaklarında kendinden olmayanları, farklı halklardan insanları görmeye, farklı dilleri duymaya da tahammülü olmadığını görürüz. Köpekler karşısındaki bu “insan” olma kibrinin ne kadar çabuk başka halklar karşısında “Türk” olma kibrine ve oradan da ırkçılığa ve ayrımcılığa evirildiğine; köpekler için önerilen “çözümlerin” ne kadar kolayca farklı halklardan, inançtan insanlara dönük linçlere ve fiziki saldırılara dönüşebileceğine şahit oluruz.
Sonuç olarak, ortada iktidar ile ortaya çıkan ve modernite ile birlikte iyice pekişen bir paket vardır. Bu anlayış “insanı” üstündeki her şeyle birlikte dünyanın efendisi olarak görmektedir; her şey “insan” için vardır ve ona faydalı olduğu sürece bir diğere sahiptir.
Böyle başlayan hikayenin her adımında kimin “insan” olduğu yani kimin kendi dışındaki nesneler üstünde mutlak bir hakka sahip olduğu daralmaya başlar. İlk önce kadınlar, halklar, farklı kültürler, emekçiler (bugün mülteciler) adım adım “insan” kategorisinin dışına itilir. “İnsan” olma ayrıcalığını kaybedenler de her türlü haklarından mahrum bırakılıp adeta bir nesne düzeyine indirgenir.
Bir paket halinde gelen bu zihniyete karşı mücadele de bütüncül olmalıdır. Ama en önemlisi insan-doğa ve insan-insan ilişkilerinde iktidarcı zihniyetten kopuşu sağlayacak bir zihniyet devrimi yaratmalıdır. “Demokratik ekolojik cinsiyet özgürlükçü” yeni bir paradigma ortaya koymalı ve mücadelesini bu hat üzerinden vermelidir.
CİHAN DENİZ
YORUM GÖNDER