SANATÇI HİSSİ SAVAŞÇI HİSSİ
En derinlerinde hissettiğini anlamlandırabilmek muazzam bir güç ister; yoksa gerçek sizi öldürür. Şiyar Malatya, gerçeğin bizi öldürmemesi için iki biçimde savaştı; bu savaşların birini silahıyla, diğerini sanatıyla verdi. Kürt gerçekliğine böyle bir ölümsüzlük sundu.
"Onu yalnızca dokunarak, yalnızca koklayarak bile tanırdım; kör olsam bile nefeslerinden, ayaklarının yere vuruşundan tanırdım. Ölmüş olsam bile, dünyanın sonu gelmiş olsa bile tanırdım onu"
Akhilleus’un şarkısı
Kaybı yazmak, anlatmak ve anlamlandırmak gerçeği görmek ve kabul etmektir. Kabul edemediğimiz bir gerçek var hayatımızda. Bu gerçek, kaybı kabul etmemek, edememektir. Bu bir rettir. Ama çok önemli, tüm gerçekleri alt üst edecek, yeniden dönüştürmemizi gerektiren bir ret. Yazamamak, anlatamamak, dokunamamak bundandır, bilememekten değil. Kabul edersek, işte o zaman kaybedeceğimizi düşünürüz. Bu nedenle hala biz söylenmesi gereken sözü söylemedik ve gerçeği anlamaya çalışıyoruz. Ancak, bin yıllar önce sanki heval Şiyar için de söylenmiş bu cümleyi şimdilik yazabiliriz buraya: "Kör olsam bile… Ölmüş olsam bile onu tanırdım." Öyle biridir Heval Şiyar, kör olsanız da tanırdınız onu. Onun ardından hala bu dünyayı yıkacak kadar bağıramadık elbet. Ona "Gitme, bizi kendinden eyleme, canı candan etme" demedik ve birçok giden için yaptığımız gibi erteledik bunu. Onlar bunu hissediyordur, biliyoruz. Hakikaten biliyoruz, hissediyoruz.
Hisleriniz olmazsa, gerçek sizi öldürür;
Önderlik, rasyonalizmin yok ettiği insan metafiziğinin büyüsel değerini ısrarla anlamamızı ister ve bunun için "Anlamın ve hissin yarattığı insan" tanımını yolun başlangıç noktası olarak işaretler. Heval Şiyar’ı da burada arayabilir ve bulabiliriz. O baştan sona anlam ve hissin insanıydı çünkü. Hisleriyle yaşamasını bilmek çok zordur. Başlı başına sanatsal bir durumdur. Acıyı, sevinci, gerçeğin her halini duyumsamak ve yönetebilmek alanıdır bu. Diyebiliriz ki Heval Şiyar, tıpkı antik çağ ozanları gibi, sanat ile acıyı yönetme yeteneğini gösterebilmiş biridir. En derinlerinde hissettiğini anlamlandırabilmek muazzam bir güç ister; yoksa gerçek sizi öldürür. Şiyar Malatya, gerçeğin bizi öldürmemesi için iki biçimde savaştı; bu savaşların birini silahıyla, diğerini sanatıyla verdi. Kürt gerçekliğine böyle bir ölümsüzlük sundu.
Hissiyatını Karadeniz gerillacılığı yaptığı döneme ait anılarını anlatırken kendisi şöyle tarif etmişti: "Biliyor musun heval, savaşçı hissi diye bir şey var; nasıl oluyor ben de bilmiyorum ama hiçbir somut gözlem olmamasına ve her şey yolunda gidiyor gibi görünmesine rağmen bir anda bir his düşer kalbine 'yolunda olmayan bir şey var, bir şey olacak' diye. Dur bir örnekle anlatayım sana. Üç gün aralıksız yürümüştük. Durmadan dereleri, sık ormanları geçtik ve ancak 3 dakika mola verebiliyorduk, çünkü alana yeni girmiştik ve geçtiğimiz her yere kısa süre sonra düşman geliyordu. Bu aralıksız uzun yürüyüşten sonra son derece korunaklı bir noktaya gelebilmiştik. 3 aydan sonra ilk defa ayakkabılarımızı çıkarmış, sırt çantamızı indirmiştik. Çoraplarımız çürümüş, ayaklarımız buruş buruş olmuştu. Mola verdiğimiz alan sakindi, deşifre değildi. Tam suyun kenarına ineceğim sırada bir an durdum ve uzaklara baktım. Bir an o sessizlik, o ıssızlık içinde bir şeylerin olduğunu, bize doğru geldiğini hissettim. His işte, görünürde yaprak bile kıpırdamayacak kadar bir sakinlik vardı. İşte bu sakinlik beni huzursuz etti. Arkadaşların yanına geldim ve 'bir şey olacak, bence etrafımız kuşatılmış' dedim. Önce inanmadı kimse ve ısrarla 'Toparlanmalıyız' dedim tekrar. Daha çantalarımızı yeni sırtlamıştık ki silahlar patladı. Etrafımız sarılmıştı ama düşman sık ağaçlardan grubumuzu tam gözlemleyemiyordu. O an çok az ilerideki dere gözüme ilişti ve iki arkadaşla dereye bıraktık kendimizi. Sazlıkların sık olduğu yere doğru çekildik. Yanı başımızda saatlerce araziyi yokladı düşman. Hiçbir sonuç alamadan geri çekildiler. İşte savaşçı hissi böyle bir şeydir. Hissedersin o kadar. İnsanı ve hayatı derinden hissediyorum. Her şeyi önce hislerim söyler bana."
Heval Şiyar savaşlarını, zaferleri, yenilgileri ve ölümü de anlatırdı ama yoldaşlarıyla yaşadıklarını, insan hikayelerini anlatmayı daha çok severdi. Dersim gerillacılığını anlatırdı en çok. Nöbetlerde nerdeyse kucağında taşıdığı yıldızların sayısını bilecek kadar gökyüzünü, ayın an be an tüm hallerini çok büyük bir sevgi ve heyecanla anlatırdı. "Bak heval, ayın çevresinde kırmızı bir hale oluştuğunda kar yağacak. Ben nöbetlerde gökyüzünü izlerken yeryüzünü tanıdım. Şimdi tek tek her yıldızı ve zamana göre aldıkları konumu biliyorum" derdi. Bunu derken gökyüzünü izlerdi. Sanki yıldızlar gözlerini yurt edinmişti onun, ışıl ışıl parlardı gözleri. Uğradığı Dersim köylülerini, cem ve divanlarını, saz ve sözlerini... Çok severdi insanları ve onların hayatlarını; bağlanırdı onlara.
Nereden geldiğiniz değil, Nerede olduğunuz önemli;
Şimdi esas konuya gelirsek; çoğu zaman şehit bir arkadaşın nereli olduğu, nasıl bir hayatı olduğu, gerillaya ne zaman katıldığı sorulur bize. Duruyoruz orada, hiçbir zaman bu sorulara tam cevap veremiyoruz. Aynı sevincin çiçekleriyiz, aynı acıda perişan olmuşuz, aynı hayalin ışığına doymuşuz, aynı ayrılıklarda üzülmüş, aynı kavuşmalarda coşkun sel olmuşuz, aynı işkencelerden geçmiş, aynı onurun namlularını taşımışız. Ölüme birlikte düşmüş, yaşama birlikte koşmuşuz. Belki de bir yerden sonra birbirimize dönüşmüşüz ama kimlik bilgilerimizi hiç önemsememişiz. Önemli midir? Değildir. Bilemediğimizden değil, tanımak bizde burada gerçekleşmediği içindir. Nerden geldiğimiz değil, nerde olduğumuz önemli. Oysa bir görevdir yapabildiğimiz kadar şehidi anlatmak. Bir istek sadece. Bu görevi yerine getirirken, yaşadığımız sadece bu anlatabilmek sıkıntısının bilinmesidir, o kadar.
Heval Şiyar 4 Ocak 1977 Malatya Yazıhan doğumludur. Dirêjan aşiretindendir. Biri erkek, biri kız olmak üzere iki kardeşi var. Babası memur olduğu için aile bir çok ilde ikamet eder ve Heval Şiyar da öğrenimini farklı illerde görür. Ancak Yazıhan kültürü ve yurtseverliği Heval Şiyar’ın karakterini belirleyen başat noktadır. Yurtsever ve direnişçi kimliğiyle bilinen Dirêjan Aşireti'nin çok sayıda şehidi vardır. Bunun yanı sıra Yazıhan sünni ve Alevi Kürtlerin iç içe olduğu bir yerdir. Ancak Yazıhan’da dikkat çekici olan asıl şey, mezhepsel bölünmenin derin olmadığı, Kürt kültürünün orijinini koruduğu ve bunun buradaki Kürtleri birbirinden keskin çizgilerle ayrışmadan koruduğudur. Özel bir vurgu olmasa sünni Kürtlerin sünni inancına sahip olduğunu fark edemiyorsunuz bile. Alevi Kürtlük hakim kültürdür ve hoşgörü burada en çok göze çarpan özelliktir. Ozanlık, saz ve söz burada Heval Şiyar’ın ruhunu şekillendirmiştir. Heval Şiyar, 1996 yılında Dicle Üniversitesi hukuk fakültesini kazanır ve Amed’e yerleşir. Üniversitede gençlik çalışmalarında yer alır. Bu yıllar gençlik örgütlenmesinin en güçlü olduğu yıllardır. Önderliğin Türkiye’ye teslim edildiği 1999 yılı Heval Şiyar için bir dönüm noktası olur. Bu süreci hayatının en önemli süreçlerinden biri olarak görüyordu ve anılarında en fazla bu sürece yer verirdi. Onun dilinden aktaralım: "Önderliğin teslim edildiğini duyduğumuzda soluğu partide aldık. Ne yapacağımızı tartıştık 'hiçbir şeyimiz olmayabilir, silahımız yok ama bu dünyayı yakacak öfkemiz var. Ateşten bir çemberle Önderliği ve mücadeleyi koruyacağız. Artık konuşacak bir şey kalmadı, bu dünyayı ateşe vereceğiz' kararına vardık ve tüm paramızı toplayıp benzin aldık. İlk eylemi o gün Amed’de başlattık. Devlet kurumlarına molotoflarımızla saldırdık, gösteriler düzenledik. Zaten daha sonra eylemler çığ gibi büyüdü. Bu durumda okul okumak benim için anlamını yitirdi ve gerillaya katılma kararı aldım."
"En derinlerinde hissettiğini anlamlandırabilmek muazzam bir güç ister; yoksa gerçek sizi öldürür. Şiyar Malatya, gerçeğin bizi öldürmemesi için iki biçimde savaştı; bu savaşların birini silahıyla, diğerini sanatıyla verdi. Kürt gerçekliğine böyle bir ölümsüzlük sundu."
Bilincine vardığın gerçek, hakikattir;
Önderlik "Hakikat gerçek olmayıp, uykudaki gerçeğin uyandırılmış halidir. Hakikat uykudaki gerçekliğin uyandırılmış halidir" der. Yani bilincine, anlamına vardığın gerçek hakikattir ve bu anlamı, bilinci edindiğin surette sen gerçekliğin gücü olmaktasın. Gerçeğin kendisinden çok, hakikat savaşçıları olmak bu neden ile esas alınır. Hakikat arayışçılığı bu durumda gerçeğin nasıl yorumlanacağı ve anlamlandırılacağı konusudur. Yorumladığın, anlamlandırdığın oranda, yani hakikatini bildiğin oranda gerçek sana dönüşmektedir ya da sen gerçeğin kendisi olmaktasın. Heval Şiyar’ı bu bilgi içinde tarif edebiliriz. Hakikatin bilgisiydi o. Heval Fuat "Hakikat bir bütündür, parçalanamaz" der. Kafka, "Gerçek bölünemez, böldüğün durumda bir yalan olmak zorundasın" der. Bu hakikat bir deyişte "Kim sorarsa dal bizdedir. Bahçe bizim, gül bizdedir" biçiminde dile getirilmiştir. İşte Heval Şiyar’ın savaşçılığı ve ozanlığını bu bilinç içinde yorumlayabiliriz. O, dal değil ağaç, gül değil bahçenin kendisiydi. O bütünsel hakikatti.
Silahı kadar sazını konuşturan, eylemleri kadar türkülerini dillendiren, ölüm tarlası içinde yaşamı çağıran, aşk içinde her şeyi yaşayan Heval Şiyar, sıra dışı değildir. Gerçekte en normal insan gerçeği olduğunu, yani bütünsel hakikat olduğunu gösteriyor. Ezilen bir ulusun üyesi, ozan ya da avukat, şair ya da zanaatkar, işçi ya da köylü, kadın ya da erkek, hiçbir sosyal farklılık sahibi olamazdı. Her farklılık sonuçta tek bir gerçekte buluşuyordu: Hepimiz köleyiz. O halde yapmamız gereken tek gerçek şey olacaktı: Özgürlük için savaşmak. Bu durumda anormal veya normal olan nedir?
İnsan ve toplum gerçeği fazlasıyla parçalanmış, küçültülmüş ve dağıtılmıştır. Sömürge sistemi içinde kendisine bahşedilen kölelilik statülerinin görece farklılıklarını edilgenlik ve pasifizme gerekçe yapmak bir ezilen ulus bireyi sendorumudur. Köleliğinin bilincinden kaçıştır bu. Aydın, sanatçı, siyasetçi kimlikleri ardına saklanan muazzam bir kölelik ideolojisi bulunmaktadır. Gramsci bu nedenle zindan hayatının çoğunu aydının görevleri üzerine yoğunlaşarak geçirmiştir. Fanon adeta kendini de mahvedecek yoğunlukta ezilenlerin psikolojisini çözümlemeye adamıştır kendisini. Çünkü ezilenlerin gerçeği dağıtılmıştı ve hakikati parçalanmıştı. Bütünsel bir hakikat ortaya çıkarmak için aydın, sanatçı ve siyasetçi önce büyük savaşçı önderler olmalıydı. Ya da tüm bu kimlikler özgürleşmek için anlam kazanmalıydı.
Halkının acılarını sanat ile anlatmak;
Heval Şiyar işte bu noktada aydın, hukukçu ve ozan kimliğini savaşçı ve komutanlık kimlikleriyle tamamlamış, hakikat birliğini kişiliğinde sağlamış biridir. Belki de onun videoları izlendiğinde çoğu kişi "Keşke sadece sanatını icra etseydi" diyordur. Der insan, çünkü sazı bu denli kıyılamaz güzellikte seven, sözü kalpten çıkıp nefes olan kim var ki? Ancak o dağların savaşçısı olmasaydı, nice canın acısını tatmasaydı, her hakikatin arayış olduğunu bizzat yaşamasaydı o türküleri, stranları nasıl söyleyebilirdi ki? O her sazın teline vuruşta giden şehidin acısı vardır, o her iç çekişte ayrılığa ağıt vardır, o titreyen seste umuda yakarış vardır, o yürekte Kürdistan hayali vardır. O ses dağın sesidir. O tüm bu gerçeklerin bütünü olmasaydı, herkes bu kadar sever ve bağlanabilir miydi ona? Bütünsel gerçekliği kavramak ve bütünsel bilincini yaşayarak temsil etmek budur işte.
Işıl ışıldı gözleri, orda güneş doğardı sanki. Neşe ve sevinç doluydu yüzü, sanki al al güller açardı orada. İlk bakışta neşesi, gülüşleri ve her anı keyifli yaşaması ile göze çarpardı ama gerçekte kalbi bin yılların keder ve acılarıyla doluydu. Sazı ve sözü silahı kadar sevmesinin nedeni, kalbine sığmayan kederi tutulamayan ırmaklar gibi salıverme isteğiydi ve bu onun gerçek ile bir savaşma biçimiydi. Nietzsche "Gerçekler yüzünden ölmemek için sanata sahibiz" demiş. Bu tespit muazzam bir hakikate işaret eder ve Heval Şiyar’ın ozanlığını tam da bu hakikat açıklayabilir. Gerçekler yüzünden ölmemek için sazı silahı kadar kullandı, savaştığı kadar türküler söyledi, aklı isyan ettiği ve direndiği kadar yüreği de her an bu isyanı sazı ve sözü ile dillendirdi.
Kafka "Sevdiğin her şey muhtemelen kaybolacak, ama sonunda sevgi başka şekilde geri dönecek" der. Öyledir. Heval Şiyar için sanat sevginin bir geri dönme biçimiydi. Ozanlığının savaşçılığı kadar büyük olmasının nedeni, ölüme karşı sevginin yaşama dönüşünü sesi ile sağlıyor olmasıydı. Onun söylediği her stranda, her türküde bir hikaye, bir yoldaş, bir keder, bir sevinç dile gelmiştir. Büyük bir sevgidir bu; sevdiklerine seslenmiştir hangi ayrılıkta olursa olsun.
Freud "Hangi insanın ruhuna yolculuk yaptıysam, oraya benden önce ayak basan bir ozanın ayak izlerine rastladım" der. Yani sanatın, sanatın metafiziğinin insanın en eski hakikati olduğuna işaret eder. Heval Şiyar, onu tanıyanlar için işte o ozandır. O, ruhumuza ayak basan ilk ozanın ayak izleridir ve bize bıraktığı savaşı ve sanatı ile her gün geri dönen sevginin ta kendisidir. O, sevdiğimiz her şeydir. Her yeni sevgide o vardır. Yoldaşlarını çok sevdi, çok sevildi.
O hala yolculanamayan biridir; yanımızdadır. Canımız, ciğerimizdir. Onu bırakamadık, bırakamıyoruz, bırakamayacağız da galiba…
Ne çok severdi Ciwan Haco’nun "Can" stranını söylemeyi. Söylerken nasıl da bir keder gölgesi düşerdi yüzüne. Yüzünde ne de güzel insanlar yürürdü o sıra…
"Can te çi ji min kir
Can te çi ji xwe kir"
Şiyar Harûn Meletî kimdir?
Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ndeki adı Şiyar Harûn Meletî olan Mehmet ASLAN, 4 Ocak 1977’de dünyaya geldi. Malatya Yazıhanlı ve Drêjan aşiretine mensup yurtsever bir Kürt ailesinin çocuğu olan Şehit Şiyar’ın Annesi Besê, babası da Şevki’dir. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okurken aktif siyasete katıldı. 1999’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük komplo döneminde Kürdistan İşçi Partisi (PKK)’ye katıldı. Karadeniz ve Dersim’de gerilla mücadelesinden Başûrê Kurdistan’da Medya Savunma Alanları’na, Bakur’a, Rojava Kurdistan’ına kadar Kürdistan’ın 3 parçasında fiili olarak yurt savunmasında yerini aldı. Rojava Kürdistan’ının Şehba Kantonu’nda şehitler kervanına katıldı...
STARA EZDA
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
YORUM GÖNDER