IŞILDAYAN GÖZLERDE SEN
Ş. Ekin Reşit yoldaşın anısına
Hikayeler bir varmış bir yokmuş ile başlar anlatılmaya. Ama bizim hikayeler anlatılmaya başlamadan önce anlatanın gözleri dalar. Geçmiş en güzel günlerine doğru dalar ve yüreği rehine kalır geçmiş zamanın ellerinde. O günlerden kendini alıkoyamaz ve kendine döndüğünde anlatıcı derin bir iç çeker. Etrafındakilerde birer parça arar ve herkeste birer parçasını bulur. İşte bu hikaye benim, yani kendini içinde bulmak isteyenlerin. Ve başlıyor anlatmaya yüreğim ve gözlerim takılı kalıyor. Her bir gerillanın bakışlarında, beni, seni ve yol göstericimiz Ş.Reşit’i bakışlarına doğru, yani çocukluk yıllarıma doğru götürürken, kendimi dünyanın hiçbir yerinde bu kadar güzelin bir arada olduğu görülmeyen kadınların gözlerinden, kendimi alıkoyamadığım bu zaman diliminde adın yemin oluyor ve dudaklarımdan süzülüyor “EKİN” diye ve sen oluyorsun “Cudi, Herekol, Ağrı”. Yani sen oluyor dağlarımız ve anamın ezgileri seni haykırınca bir kez daha yeniliyor tanrılar. Ve her bir sonbahar yağmur damlaları süzülürken ülkemin dağlarına binlerce “EKİN” tohumu ekiliyor torak anamın bağrına.
Şimdi Avaşin daha da bir hırçın. Cilo tüm zamanlara inat edercesine heybetli duruyor. Evet Ekinim tüm kadınlar senin zafer zılgıtlarına, ışıldayan gözlerle cenge dururken intikamını alma sözüyle sarılıyorlar silaha. Hepsinin gülüşlerinde senin bakışların gizleniyor. Zamanı bir flim şeridi gibi geriye çevirdiğimde ve bu güne döndüğümde “Bu kadar mı zaman hızlı geçti, bu kadar mı çabuk büyüdün?” diye düşünürken küçük Halime büyüyüp, tanrıçaların diyarı Zagroslarda EKİN oldu. Zagroslar nice tanrıçalara ev sahipliği yaptı. Tıpkı Rojinler, Dicleler, Beritanlar gibi Zagroslar bağrında taşıdığı kızlarını seviyor. Çünkü kızlarının yüzü hep güneşe dönüktür.
Ekin seni nasıl anlatmalıyım? Hangi kelimeler yetecek senin gözlerine yansıyan hakikat aşkını anlatmaya. Hangi ressam çizebilecek hakikate kanat çırpışındaki mutluluğunu? Söyle bana tanrıçam seni nasıl anlatabilirim ki? Gücüm yetecek mi seni anlatmaya? Çünkü sen öyle bir hakikati ortaya koydun ki ne bunu anlatabilecek nede dokunabilecek hadde sahip değilim. Ama yine de geçmiş günlere sığınarak yüreğimdekilerini birkaç kelimeyle de olsa birşeyler katabileceğime inanarak yazıyorum. Kalemi elime alıp heceleri kelimelere dönüştürme çabasında olurken birden ülkemin bağrındaki kadınların gözlerine takılı kaldı gözlerim ve hiçbir engel tanımadan aldı yüreğimi. Hiçbir sınır tanımadan uzandı yüreğim Halime’nin olduğu yıllara. Evet geç yürümeye başladığını annem hep anlatırdı. İlk yürümeye başladığında annem sevinçten gözyaşlarına hakim olamamıştı. Bu yürüyüşün hızlandı ve soluksuz koşar adımlarla yürüyordun artık. Geç yürümeye başlaman aslında büyük yürüyüşüne gebeydi. Zaman ve mekanı beklemendendi. Bu bekleyişin büyüyüp filizlendi zamanla. Artık zamanı gelmişti yürümenin ve artık ele avuca sığmayan bir çocuk olmuştun. Hiç unutmadığım anılarımızdan biri de çocukça oyunlarımız ve kavgalarımızdı. Bana hep nazını yapardın. Bu nazlarından biri de sen apandist ameliyatı olduğun zamandı. Aradan 3 ay geçmişti bir gün seninle kavga ederken sesimiz anamıza gitmişti. Annem eve girer girmez “We xêre denge we li ser dinyayê ketiye, ma keça min jiyan tû dizani xwişketê emeliyet buye te çıma lêxist?” Bunu duyar duymaz sen hemen ameliyat olduğun bölgeyi tutup çığlık attın ve “Ameliyatım ağrıyor” demenle birlikte her ne kadar sana fiziki bir şiddet uygulamadığından emin olsam da çok korkmuştum. Bu söylemine karşı kendimi ne kadar savunmaya kalksam da annem bana inanmadı ve annemin gazabından kurtulamadım. Annem beni cezalandırırken senin o göz altından bakıp gülümsemen geliyor gözlerimin önüne.
Çocuklukta olduğu gibi hedefinde ısrarlı oldun her daim. Bir türlü ne ben nede aile fertlerimiz sen ne yapsan da sana kızamıyorduk. Senin ve Ş.Reşit’in yeri her zaman ayrı bir yerdeydi. Şimdi o günler canlanıyor gözlerimin önünde ve çocukça bir gülümseme yansıyor hüzünlü gözlerime. Özgürlük arayışın çok erken başladı ve yüzünü güneşe döndüğün zaman artık sensiz kalmıştı ortak yatağımız. Ve artık çocukluk oyunlarını oynayamıyordum. Sen gittikten sonra metropoller boğuyordu beni ve sizlere olan özlemim dayanılmaz duruma geliyordu. Sizlerin ardından oyunlarımızı tamamlama hayalleriyle ben de koyuldum yollara. Artık büyümüştük, yani Jiyan ile Ekin olmuştuk. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra seninle ilk defa tanrıçaların taht kurduğu dağlarımızda senin kokunu yine soludum. Yine seninle çocuklukta olduğu gibi bu sefer dağlarda ve bir gerilla olarak yıldızların altında koyun koyuna uyuduk. Gecenin bitmesini hiç istemedik, zamanın durmasını diledik. O an bana sorsalardı dünyanın en mutlu anı ne zamandır diye: “İki kardeşin gerilla olarak koyun koyuna uzanması olarak” diye cevaplardım. Büyük bir buluşmanın başlangıcıydı gerillada olmak. Gerillada olmak seninle yarım kalan çocukluk oyunlarını tamamlamak ve oyuncaklarına kirli postallarıyla basan tanrılardan intikam almanın başlangıcıydı. Zamanın gidişatı daha da bir hızlanıyor ve ülkemin bağrında savaş acımasızlaşıyordu. Tüm dağlı çocuklar yüzünü Botan’a dönmüştü. Tıpkı Reşit yoldaş gibi. Bizden önce ulaştı Botan yolculuğuna. 2006 yılında yitirmiştik canımızı, yüreğimizi ve yüreğimizin yol göstericisini. Acısı ağırdı. Bu seferde düşman fazlasıyla acıtmıştı yüreğimizin bağrını. Çocukluk oyunlarımızı paylaştığımız hem yoldaşımız hem de abimizi. İkimizde aynı anda hissetmiştik canımızdan can koptuğunu. Acılara rağmen yine Viyanların mekanında buluştuk seninle. Bu sefer yüreğimiz titriyor göz pınarlarımıza hakim olabilmek için tüm gücümüzü kullansak ta fayda etmedi. Önce sarıldık sonra da göz pınarlarımızı saklamak için gökyüzüne bakıp durduk. Kelimeler tükenmişti adeta. Sanki o anda her şey dilsizliği oynarcasına suskundu. Tek konuşan yüreğimizin bağrındaki sessiz çığlıklardı. İkimizde de bu acılara sebep olanlardan intikam almak ant oldu. Evet yoldaş Reşit’in anıları yemin oldu yüreğimizde ve hakikat savaşında ışık oldu bize. Ve her bir gerillanın ağız dolusu gülebilen ve ışıldayan gözlerinde binlerce Reşit yeşerdi.
Evet tanrıçam şimdi sen de giydin hakikatin tacını, sen de Zilanlaştın. Tanrıçaların diyarı görkemli Zagroslar şahittir senin görkemli duruşuna. Ve daha da dik duruyor Zagroslar ve daha da büyüyor zafer yürüyüşümüz. Ülkemin gerillaları senin nakşettiğin güzelliklerle güzelleşiyor, çünkü savaşarak özgürleşeceğini biliyor dağlı çocuklar…
Can gerillam, senin gidişine evet ağladım. İsyan etti yüreğim. Acımasız adaletsiz bu düşmana lanet ettim. Anlatılmaz be yoldaş… Sen bilirsin bu acının tadını. Kolay değil ki canından bir parça kopuyor. Birlikte çocukluk oyunlarını, aynı yatağı paylaştığın, sonradan silah ve yolunun yoldaşı olanı kaybetmek kolay değil bilirsin. Anlatılamıyor yürekte yanan cehennem yangınlarından beter yanan yüreğin acısını. Bu tarifi zor acıları yaşarken düşmana olan öfkem daha da büyüdü. Günlerdir yazma cesaretini gösteremedim. Acısı ağır gerçeklerle karşılaşmaktan kaçıyordum. Senden aldığım cesaretle yazma kararını verdim. Seni rüyamda gördüm ve bir tepenin altındaydık ve yürümeye başlayacaktık ki sen “Jiyan beni sırtında taşıyabilir misin?” diye sorunca, bende, “Tamam Ekin hadi seni sırtıma alayım.” diyerek tepenin zirvesine kadar taşıdım. Tepede bir gurup kadın arkadaş vardı ve bize hayretle bakınca yoldaşlardan biri, “Acayipsin Ekin ne diye Jiyan’ın sırtındasın?” diye sorunca sende, “Jiyan’ın gücüne baktım ne kadardır? diye. Ve soluk almadan beni taşıyabildi.” diye cevapladın. Gördüğüm rüyayla anladım ki bana büyük sorumluluklar yüklüyorsun. İşte başlangıç olarak bu yazıyı yazma kararlılığını gösterdim. Senin ve Ş.Reşit şahsında tüm yoldaşlara olan sözümü yineliyorum. Bu yaşamda nefes aldığım sürece tek hedefim sizlerin hayalleri olan Önderlikle tüm ülkemin çocukları ve gerilları olarak Amed surlarında buluşma umudu ve inancıyla savaşacağım. Gözün arkada kalmasın ülkemin tanrıçası, her bir kadın gerillanın gözlerindeki parıltıda sen varsın ve bu gözlerde hep senin varlığını göreceğim…
JİYAN REŞİT
pajk.org
YORUM GÖNDER