1 HAZİRAN HAMLESİ ULUSLARARASI KOMPLOYU YENME BİLİNCİ VE İRADESİDİR
1 Haziran Hamlesi yeni paradigma temelinde bütün ezilenlere kurtuluş yolunu gösterdi.
Yeni bir ‘1 Haziran’ sürecine girdik. Komplo karşısındaki kararlılığımızın, direniş hamlemizin göstergesi olan 1 Haziran’ın başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlara, halkımıza kutlu olmasını diliyoruz. Vıyan, Nuda, Sara ve Reşit Yoldaşlar şahsında tüm atılım şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz.
Bugünü daha doğru anlayabilmek ve doğru, yeterli bir gelecek öngörebilmek açısından buna büyük ihtiyaç var. Tarihsel görev ve sorumluluklarımızın gereğini yerine getirmeyi ifade eden hususların doğru anlaşılması ve çözümü açısından da bu yararlıdır. O halde bir bütün insanlık tarihini, Kürt halk tarihini, aynı zamanda özgürlük mücadelemizin tarihini doğru anlamak lazım.
1 Haziran 2004’te ilan ettiğimiz kararın bugün 17. yıldönümü, yine 1 Haziran 2010’da ilan ettiğimiz kararın 11. yıldönümü oluyor. Bütün kararlaşmalar neyi ifade ediyordu diye kendimize sorduğumuzda, kısa ve dar anlamda şunu söyleyebiliriz: Uluslararası komploya karşı komployu yenmek üzere mücadele adımı atmayı ifade ediyordu diyebiliriz. Böylece uluslararası komploya karşı mücadelenin atılımı olarak tanımlayabiliriz.
Dolayısıyla da 1 Haziran Atılımının gerçekliğini; komploya karşı mücadelenin teorisi, taktiği, politikası, örgütü olarak; ideolojik, politik, örgütsel ve eylemsel çizgisi olarak tanımlayabiliriz. Peki, ‘iki defa böyle bir hamle kararlılığına ulaşmamız neyi gösteriyor?’ diye sorarsak, aslında hamlenin gücünü gösteriyor. İdeolojik, örgütsel, politik, askeri bütünlüğünü gösteriyor. Bir de sürecin önemini, zorluklarını, ağırlığını, derinlik ve kapsamını ifade ediyor diyebiliriz. Demek ki öyle basit, dar, geçici bir olay değildir. O halde 1 Haziran Atılımı öylesine politik-taktiksel bir duruş değil, ideolojik ve stratejik kapsamı, derinliği önde olan bir tutumdur. Kuşkusuz hiçbir şey öyle anlaşılmaz, bilinemez, sonuç çıkartılamaz değildir. İsteyen ve çaba harcayanlar için kesinlikle doğru ve yeterli düzeyde anlamak, sonuçlar çıkarmak mümkündür.
Aslında az bir süreç değil, büyük mücadelelerin yaşandığı da bir gerçektir. Kuşkusuz bu mücadelelerin yarattığı önemli sonuçlar, kazandırdığı başarılar da var. Fakat yapılması gereken, imkân ve fırsat dâhilinde olan ama yapılamamış, gerçekleştirilememiş olan hususlar da çok fazladır.
1 Haziran Atılımı ideolojik, örgütsel, siyasi, askeri mücadeleye girmeydi
1 Haziran Atılımı diye ifade ettiğimiz süreci en dar anlamda, en kısa haliyle tanımladık: Komployu yenme iradesi ve bilinciydi. Uluslararası komploya karşı, onu yenilgiye uğratmak üzere mücadele adımıydı. Bunun için pratik üretmeydi, pratiğe yönelmeydi. İdeolojik, örgütsel, siyasi, askeri mücadeleye girmeydi.
Uluslararası komplonun da Kürt sorunu dediğimiz Kürt soykırımını gerçekleştirme saldırısı olduğunu biliyoruz. Aslında her ne kadar 9 Ekim 1998 tarihinde başladı dediysek de, komplo öyle tekil bir olay, öyle kendi başına ortaya çıkmış bir saldırı değildir. Tarihsel dayanakları, amaçları var. İdeolojik, siyasi, askeri hedefleri var. Bunun da Kürt özgürlük iradesini kırma, ezme, dolayısıyla Kürt varlığını yok etmeyi içerdiği tartışma götürmeyen bir gerçektir.
Dolayısıyla 1. Dünya Savaşıyla başlatılan, hatta 19. yüzyılın başından itibaren başlatılıp geliştirilen işgal, istila ve soykırım hareketinin Kürdistan’da Önder Apo ve PKK’ye yani yeni dönem Kürt özgürlük iradesine karşı geliştirilen saldırı biçimi olduğunu biliyoruz. Kürt varlığını ve özgürlüğünü ortadan kaldırmayı hedefleyen bir saldırı olduğunu, Kürt’ü yok etmenin de Mezopotamya’da, Ortadoğu’da, Anadolu’da dilleri, kültürleri, halkları yok etmek olduğu, bir soykırımcı faşist zihniyet ve siyaseti ifade ettiği açıktır.
Aslında Kürt’e dayatılan bu soykırım aynı zamanda kapitalist modernite sisteminin, ulus devlet düzeninin küresel bir hegemonya haline gelerek tüm insanlık üzerinde tam bir baskı ve sömürü diktatörlüğünü kurmuş olmasını ifade ediyor. Yani sadece Kürtlere saldırıyla sınırlı olan bir durum değildir. Bunun bölgesel ve küresel boyutları var. Tüm insanlığı ilgilendiren, etki altına alan bir durumdur.
Komploya karşı mücadele demek, Kürt varlık ve mücadelesini zafere götürmek demektir
O halde komplo en dar anlamda PKK’yi de değil, bir saldırı olarak doğrudan Önder Apo’yu hedefledi. Bu tarzda Önder Apo’yu hedefleyen bir saldırının Kürdistan ve Ortadoğu açısından, yerküre ve tüm insanlık için bu tarzda bir anlamı, tanımı vardı. Kürt gerçeği, Önder Apo gerçeği bütün bunların hepsini etkiler, ilgilendirir hale gelmişti. Komploya karşı mücadele demek Kürt varlık ve mücadelesini zafere götürmek demektir. Bu da tarihsel olarak oluşmuş olan iktidar ve devlet sistemine, onun son 500 yıllık kapitalist modernite düzenine son vermek demektir. Kesinlikle öyle dar ve basit bir amacı yoktur. Dolayısıyla anlamını bütün kapsamı ve derinliği içerisinde görmemiz gereklidir.
O halde 1 Haziran 2004 esas olarak böyle bir mücadeleye cesaret etme, cüret etme, karar vermeyi ifade ediyor. İşte en çok ve doğru biçimde anlaşılması gereken husus bu karar düzeyidir. Böyle bir kararın anlamıdır, içeriğidir. Tarihsel yanları bilmek bile çok şey öğretebilir.
2004 başında hareketin neler yaşadığını, hangi duruma geldiğini, nasıl bir dış kuşatma, boğmayla karşı karşıya olduğunu biliyoruz. İçte provakatif-tasfiyeci saldırılarla Önderlik çizgisini yok ederek hareketi küresel kapitalist sistemin, işbirlikçi ihanetin peşine takma saldırıları gündemdeydi.
Nisan’da ‘Bir Halkı Savunmak’ adlı kitabıyla Önder Apo’nun geliştirdiği müdahale Mayıs’ta Kongra-Gel 2. Genel Kurulunun yapılması iradesini ortaya çıkardı. Kongra Gel Genel Kurulunun sonucu olarak da ciddi hiçbir hazırlığa dayanmadan ancak 1 Haziran 2004’te bir basın toplantısıyla ateşkes durumunun sona erdirildiği söylenebildi. Öyle büyük hazırlıklar, güçlü eylemler yoktu. 15 Ağustos’ta bütün zayıflığına rağmen iki kasaba basılmıştı. Askeri boyutu öndeydi. Propagandadan askerliğe kadar bütünlüklü bir eylem girişimiydi. Ama 1 Haziran’da ateşkesi sona erdirme açıklamasını yapabilmek, o karara ulaşabilmek, çok zayıf bir biçimde olsa bile onu ifade edebilmek uluslararası komplo karşısında bir tutumu, duruşu gösterebilmeyi, yeni bir süreci ilan etmeyi içeriyordu ki tarihi anlamı, ideolojik-siyasi kapsamı, derinliği çok daha fazlaydı.
Yeni paradigmaya dayanıyordu. O da üçüncü partileşme döneminin ilanıydı. Üçüncü Önderliksel doğuşu örgüte ve eyleme dönüştürmeyi ifade ediyordu ki bu doğuş ulusal çitleri aşarak tıpkı Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin taşıdığı küresel boyut gibi Önderliksel duruşun da küreselleşmesini, evrenselleşmesini, bütün ezilenlerin kurtuluş iradesi, bilinci, çizgisi haline gelmesini ifade ediyordu. Anlamı bu kadar derin ve güçlüydü. Ona göre de gelişti.
Aslında daha çok siyasi mücadele ile gelişen bir süreç oldu. Biz yeterince bilince çıkartıp hazırlıklı olmasak da, örgütlü yürütmesek de düşman siyaset alanındaki saldırılarla önümüzü almaya çalıştı. Birçok oyuna başvurdu. AKP hükümeti 9 Haziran’da 10 yıldır hapiste tuttuğu DEP milletvekillerini bırakarak demokratik siyaset alanını, kitle alanımızı bölüp parçalama arayışına girdi. Partide yarattığı parçalanmayı, tasfiye sürecini kitle hareketini bölüp-parçalayarak bu şekilde tasfiye sürecini tamamlamak istedi. Ona karşı mücadele, gerillanın sınırlı bazı eylemlerle bu süreci desteklemesi, özgürlük hareketinin, mücadelesinin varlığını ortaya koyması, yeni hamleyi ortaya çıkartan uluslararası komploya karşı yeni bir mücadele sürecini başlatan, provakatif-tasfiyeci anlayış, tutum, eğilimleri etkisiz kılan, tasfiye eden, hareketin yeni paradigma temelinde yeniden yapılanmasını ve yeni bir mücadele sürecini başlatmasını sağlayan bir başlangıç oldu. Buradaki ideolojik-örgütsel derinliği, boyutu görmek lazım. Zaten üçüncü partileşme döneminin başlangıcıydı. Aslında siyasi-askeri eylemlilikten çok ideolojik-örgütsel eylemliliği, boyutu görmek lazımdı.
Nasıl ki 15 Ağustos bir heyecan, coşku veriyor, büyük bir çıkışı, başlangıcı ifade ediyorsa, aslında 1 Haziran’ın daha fazla öyle olması gerekiyordu. 15 Ağustos bir direnme iradesiydi, onun içinde de büyük, derin bir ideolojik-örgütsel duruş vardı. Yeni bir başlangıç, yeni bir partileşme ilanıydı.
1 Haziran Hamlesi yeni paradigma temelinde bütün ezilenlere kurtuluş yolunu gösterdi
Ama 1 Haziran yeni paradigma temelinde bütün ezilenlere kurtuluş yolunu gösteren, Önderliği evrenselleştiren bir çıkıştı, hamleydi, kararlılıktı. 1 Haziran’a ne kadar sahip çıkıyorsak yeni paradigmaya o kadar sahip çıkıyoruz. 1 Haziran’ı ne kadar anlıyorsak yeni paradigmayı o kadar anlıyoruz. 1 Haziran’ı ne kadar benimsemişsek yeni paradigmayı o kadar benimsiyoruz. 1 Haziran’ın anlamını ne kadar bilince çıkarmış özümsemişsek, yeni paradigmayı o kadar özümsemişizdir. Ölçü budur.
Bu geçen 17 yılın Kürdistan’da özgürlük mücadelesini geliştirmek için sunduğu imkân ve fırsatlar tarihin hiçbir döneminde olmamıştır. Dünya sistemi paramparçaydı, bölgede savaş düzeyinde çelişki ve çatışmalar sürüyordu. Küresel kapitalizmin önderliğine oynayan güçler bile yarının ne olacağını yeterince bilemeyen bir durumdaydı. Böyle bir durum Kürdistan’da mücadele etmek için müthiş bir imkân ve fırsatın ortaya çıkması, sunulması anlamına geliyordu.
Şimdi biz o büyük imkân ve fırsatlar içerisinde bugüne kadar geldik. Bazı işler yaptık. Onlara bakıp ‘bazı şeyler yapmışız’ diyoruz. ‘Biz de anlamışız, iş yapmışız’ diyoruz. Ama aslında yaptıklarımız yapmamız gereken ve yapabileceklerimizin çok az bir kısmıdır. Aslında koşullar uygundu, imkân ve fırsatlar çoktu, mücadele eden güçler çoktu. Halk direnişi çok güçlüydü. Gerilla bazı eylemlerle bu durumu destekleyince AKP yönetimini hemen çıkmazla karşı karşıya getirdi. TC sistemini iç çatışmalı pozisyona getirdi. Uluslararası komplo Tayyip Erdoğan yönetimiyle de başarılı bir biçimde yürütülemez hale gelince düşman 23 Ağustos 2005’de Milli Güvenlik Kurulu toplantısında yeniden topyekûn sömürgeci-soykırımcı savaş sürecini başlattı. Geçen dönem açısından 23 Ağustos 2005’i, 5 Kasım 2007’yi, 30 Ekim 2014 tarihlerini hiçbir zaman unutmamalıyız. Bunlar düşman cephesinin hareketimize karşı önemli kararlaşma dönemlerini ifade ediyor. Yeni, planlı saldırılara karar verdiği süreçleri ifade ediyor. 23 Ağustos 2005’de yeniden topyekûn faşist-soykırımcı savaş başlatıldı. Kasım 2007’de ABD-TC ittifakına, Güney Kürdistan’ın da dâhil edilmesiyle PKK’ye karşı hava saldırılarını da gündeme koyarak savaşı büyütme, PKK’yi imha etmeyi hedefleyen yeni bir savaş sürecini başlatma kararının verildiği süreç oldu. 30 Ekim 2014’te Çöktürme Eylem Planı’nın kararlaştırıldığı gündür. Bunları biliyoruz. Arada daha birçok dar, taktik evreler var.
Tarihi bir misyon yürütüyoruz
Düşmanın 2005 kararına karşı 2006’da yürüttüğmüz siyasi ve askeri mücadele yeniden düşman cephesini çıkmaza soktu ve 1 Ekim ateşkesine gidildi. Ardından ABD siyasetinin iç sorunlarıyla da birleşerek ateşkes sürecine son verilip 2007’de yeni bir savaş pozisyonunu yaratmak üzere karşı cephe tümüyle hazırlığa başladı. Türkiye, Amerika hazırlık yaptı. Sonuçta 5 Kasım 2007’de anlaştılar. Yeni bir plan ortaya çıkardılar ve bugün de devam eden, düşmanın teknik ve istihbarata dayalı savaşı dediğimiz savaş sürecini Kasım 2007’de kararlaştırarak başlattılar. Aralık başında düşman saldırıları hem Medya Savuma Alanlarına hem de, Karargâha dönük devreye sokuldu. Bakur’da da bu sürdü. 2008’de bu durumu ideolojik-siyasi saldırılarla da birleştirdiler. Bütün bunlara rağmen 2009 Mart’ındaki yerel seçimlerde istedikleri sonuca ulaşamayınca 14 Nisan 2009 itibariyle siyasi soykırım saldırıları dediğimiz süreci başlattılar. Bunu DTP’nin kapatılması, seçilmişlerin tutuklanması, Önder Apo’nun “17 Kasım darbesi” dediği sürece kadar götürdüler.
Böylece Türkiye’de siyaset yapmanın, siyasi mücadele yürütmenin koşullarını tümden bitirdiler. Bunun üzerine Önder Apo “Artık benim yapacağım bir şey kalmadı, bu koşullar siyasi mücadele yürütmeye elvermiyor, dolayısıyla ben çekiliyorum, yapacağım bir şey yok. Gerisini PKK bilir, ne yapacaksa yapar” dedi. Bunun üzerine PKK de 1 Haziran 2010’da siyasi mücadele koşullarının tümden bittiği bir ortamda yeni bir savaş sürecini ilan etti. Ateşkes, 1 Haziran 2004’de sona erdirildi ama PKK savaş ilanını 1 Haziran 2010’da yaptı. 1 Haziran 2004 ile 1 Haziran 2010 böyle birbirine bağlıdır. Bu düzeyde birbirini tamamlıyor. Ateşkesi sona erdirmek hemen topyekûn savaş başlatmak değildi. Nitekim 1 Haziran 2010’a kadar PKK öyle bir savaş yapmadı. En alt düzeyde, sınırlı eylemlilikler içerisinde oldu. Sürecin ana mücadele biçimi hep siyasi mücadele oldu. Aslında büyük bir ideolojik hamle yapması gerekiyordu. Önderliksel çıkış öyleydi. Paradigma değişimi bunun zeminini güçlü bir biçimde hazırlamıştı. İdeolojik-örgütsel hamlede zayıf kalındı.
Siyasi mücadele de belli bir etkinlik gösterildi. Askeri eylemlilik o dönemin ihtiyaçlarını karşılayacak durumdaydı. Düşmanın bütün girişimlerini boşa çıkardı. 2008 Zap saldırısında ABD-Türkiye ittifakının saldırısını kırdı. 2009 Mart’ındaki yerel seçimlere referandum dendi. Referandum da Kürtler özgürlük istemini yüzde yetmiş üzerindeki bir oy oranıyla ortaya koyunca artık Kürt sorununu ortaya çıkartan ve oradan beslenen güçler için geriye iki yol kalmıştı; ya bu isteme evet diyecekler, Kürtlerin haklarını verecekler, Kürt sorununun siyasi çözümüne yaklaşacaklardı ya da bütün bu gelişmeleri şiddetle imha edeceklerdi. Karşı taraf imhayı seçti.
Biliyoruz seçimin henüz ikinci haftası dolmadan 14 Nisan’dan itibaren bütün seçilmişleri tutuklama hedefiyle bir soykırım saldırısı başlattı. Bunu Demokratik Toplum Partisini kapatmaya, demokratik siyasi mücadele yürüten güçlerin mücadelelerini yasaklamaya kadar götürdü. Dolayısıyla siyasetle, siyasi mücadele ile yapılabilecek bir şey kalmayınca devreye savaş girdi. Önder Apo’nun “ben çekiliyorum, siyasetle yapılacak bir şey kalmadı” demesi bunun içindi.
1 Haziran 2004’ten bu yana partileşme süreci devam ediyor. Yeni paradigma temelindeki ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesine bir de 1 Haziran 2010’la Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde savaş eklenmiş bulunuyor.
Bu geçen dönem içerisinde bazen ateşkesler oldu. Onlar süren mücadelenin, stratejinin politikalarıydı, günlük taktikleriydi, pratik uygulamalarıydı. Devrimci Halk Savaşı Stratejisine kazandırmak için uygulanan tarz ve taktiklerdi. Bu geçen 11 yıllık savaştan önce biz 93-98 arasında büyük bir savaş yaşadık. Tabi 1987-1990 arasında büyük savaş yaşadık. 87-90 arası gerillaya ilk adım atıştı. Düşmanın kendisini toparlayarak 1987 Temmuzunda özel savaş ilanıyla birlikte olağanüstü hal ve özel ordu, kolordu oluşturması temelinde geliştirdiği imha saldırısı karşısındaki büyük bir direnişti. 93-98 Demirel-Ağar-Güreş-Çiller çetesinin topyekûn faşist-özel savaş temelinde gerillayı ezmek, hareketimizi tasfiye etmek üzere geliştirdiği planlı saldırı süreciydi. Her gününde, her yılında, Kürdistan ve TC tarihinin en büyük savaşları yaşandı.
Tabi 1 Haziran 2010’andan bu yana da 11 yıldır böyle bir süreç yaşanıyor. Bu sürecin Temmuz 2011’den Şubat 2013’e kadar ki dönemi çok sert bir savaş dönemi oldu. Newrozdan itibaren iki yıla yakın çözüm arayışı denen tartışma süreci gelişti. Dahası 24 Temmuz 2015’ten itibaren Bakur’da, 3 Ağustos 2014’ten itibaren Şengal’de, Başûr’da, 2013’ten itibaren Rojava’da çok yoğunluklu, derinlikli bir savaş süreci yaşanıyor.
Bakur’da da kesintisiz bir savaş yürüyor. 6 yıldır dağda-ovada-şehirde, gece-gündüz, yaz-kış savaş sürüyor. Biz bunu doğru anlamış, bunun gereklerine göre kendimizi planlamış, örgütlemiş, hazırlamış, yaratıcı tarz ve taktiklerle pratikleştirmiş olalım olmayalım ama gerçek budur. Savaşın bu düzeyde yaşandığı, düşman cephesinin savaşı böyle ele aldığı, bunun gereklerine göre savaş tarz ve taktiklerini geliştirmeye çalıştığı açık bir gerçektir.
Aslında Önderlik de zamanında önümüze koydu. ‘Bu dönemin savaşını böyle ele alacaksınız, böyle yaklaşacaksınız. Savaş eskisi gibi olmayacak’ dedi. Ne eskisi gibi yaşanır, ne eskisi gibi savaşılır. Bu dönemin savaşı yaz-kış, gece-gündüz, dağ-ova-şehir, her yerde olacak.
Dolayısıyla yapılan öyle kolay bir iş değil. 11 yıldır Devrimci Halk Savaşı yürütüyoruz. Kürdistan’da böyle amansız bir savaşa girmek kolay bir şey değildir. Karşımızda sadece AKP-MHP faşizmi yok, egemen dünyayla, 5000 yıllık iktidar ve devlet sistemiyle savaşıyoruz. Zihniyet olarak erkek-egemen zihniyetine, iktidar ve devlet zihniyetine, baskı ve sömürü zihniyetine, en son kapitalist modernite ulus-devlet zihniyetine kadar milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin, dinciliğin, bilimciliğin her türüne karşı savaşıyoruz.
Siyasi olarak tam bir hâkimiyet var. Dünya parsellenmiş durumdadır. Askeri olarak yerküreyi yüzlerce kez yok edecek bombalar üretilmiştir. Düşmanın bu kadar imkâna, fırsata sahip olduğu bir ortamda, kendi içinde ulusal birliği bile olmayan, elinde bir-iki tabanca ve kleşten, bombadan öte silahı bulunmayan bir donanımla savaş yapmak kolay değildir.
Amansız bir savaşın içindeyiz. Bu savaşı doğru anlayıp gereklerini yapmaktan başka çare yoktur. Başûr’da savaş bir biçimde sürüyor. Başûr’daki diğer güçler ayakta kalabilmek, kendilerini yaşatabilmek için kırk takla atıyorlar. İşbirlikçiliğin her türlüsünü geliştiriyorlar.
O halde somut şartların, somut tahlilini yapabilmeliyiz. Tarihsel görev ve sorumluluk üstlenebilmeliyiz. Tarihi bir misyon yürütüyoruz. O halde bu misyona sahip çıkmalıyız. Amacı başarma da kararlılık, irade ortaya koyabilmeliyiz. O zaman bunu nasıl başaracağımız üzerinde kafa yormalıyız. Bütün yoğunlaşmamızı, tartışmamızı, arayışımızı, çabamızı bu görevleri nasıl başaracağımız üzerinde yoğunlaştırmalıyız.
Öyle olursa başarma şansımız vardır. En azından doğru yaşamış oluruz. Başarı elde edersek tarihsel bir misyon olur, Kürt varlığı açısından belirleyici olduğu gibi bütün insanlığın özgür, eşit bir yaşama ulaşmasında çok önemli bir sonuç ortaya çıkarır. Fakat kendiliğinden olmuyor fazlasıyla bir yaratıcılığı, öngörüyü istiyor. Çok titiz olmayı istiyor. 24 saat mücadele halinde olmayı, yaşamayı, bunu yürütmeyi istiyor.
Bu 11 yılda Kürt tarihinin en büyük ve en anlamlı savaşı yaşanmıştır
Geldiğimiz noktada öyle bir durum ortay çıktı ki şimdi tam bir irade savaşı var. İdare etme, uzlaştırma, bir süre daha öyle götürme yoktur. Ya zafer ya yenilgi, taraflar açısından savaş öyle bir düzeye gelmiştir. Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü yenildiği an yerle bir olup bitecektir. Her şeyi kaybedecektir. Kaybetmemek için ayakta kalmaya çalışıyor. Yenilirlerse, onlar üzerinde çıkar sağlayan bu dünya bir sürü çıkarını kaybedecektir, dolayısıyla kaybetmemek için faşizmi ayakta tutmaya çalışıyorlar.
Yetersizlikler yaşansa da bu 11 yıldır büyük bir cesaret ve fedakârlıkla savaşıldı ve direnildi. Bu anlamda tarihin en büyük savaşıdır. Kürt tarihinin en büyük ve en anlamlı savaşıdır.
Her şey büyük bir cesaret ve kahramanlığa bağlı yürüdü ve şimdiye kadar bu gücü gösterdik. Hareket olarak, gerilla olarak, kadın ve gençlik örgütlülüğü olarak, parti öncülüğü olarak bir bütün özgürlük hareketi olarak önemli bir noktaya da getirdik. Düşmanı yenemediysek de yenilmedik de. Yenme iddiamızı hala sürdürüyoruz.
Burada zaferden başka çaremiz yok ve mutlaka zaferi yaratırız diye inanırsak, anlayış birliği, dolayısıyla görüş birliği oluşturursak, yaratıcı yaklaşımı da geliştirirsek çare buluruz. Düşmanın zayıf yanlarını kıracak tarz ve taktikler geliştirebiliriz. Düşmana darbeler vuracak planlar, pratikler ortaya koyabiliriz. Kuşkusuz bedel öderiz. Hiçbir şey bedelsiz olmaz. Ama bedeli yerinde ödeyerek, etkili tarz ve taktikler geliştirerek, bir de bütünlüklü olarak savaşa yönelerek önümüzdeki süreci yürütürsek kazanırız.
Yeni paradigma temelinde PKK-PAJK öncülüğü güçlü bir biçimde partileşecek, başarı ortaya çıkacak. Düşmanı Kürt sorununun demokratik özerklik, demokratik konfederalizm temelindeki çözümünü, KCK çözümünü kabul eder hale getireceğiz. Ya da bir yerde yüzde on, bir yerde yüzde yirmi, bir yerde yüzde kırk, bir yerde yüzde altmış şeklinde parça parça biz bu çözümü Kürdistan’da geliştireceğiz.
Kürdistan’ın her tarafı böyle bir mücadele alanıdır. Dört parça Kürdistan’da, yurt dışındaki Kürtleri de böyle bir mücadele içerisine çekiyoruz. Böylece imhayı önleyecek, soykırımı boşa çıkartacak, komployu yenilgiye uğratacak, Kürt sorununun çözümünü Kürt varlığı ve özgürlüğü temelinde geliştireceğiz. Bunun hala imkân ve fırsatları var. Önemli bir düzeyi de yakaladık. Sürecin başarısı cesaret ve fedakârlık göstermeye, çalışmaya, mücadele etmeye bağlı ama bunun kadar doğru ve yeterli anlamaya, çalışmaya ve mücadele etmeye de bağlıdır. Sadece çalışmak, mücadele etmek yetmiyor. Çizgi temelinde doğru yapabilmemiz lazım. Bunun için de Önderlik çizgisinde daha çok yoğunlaşmak, daha çok derinleşmek, çizgiyi daha bütünlüklü anlar ve yaratıcı uygular hale gelmek gerekiyor.
DURAN KALKAN (HEVAL ABBAS-ARŞİV)
YORUM GÖNDER