APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (58.BÖLÜM)
SOSYALİST İDEOLOJİ EN YETKİN DİRENİŞ İDEOLOJİSİDİR
Tahmin ettiğim kadarıyla özgürlüğe ilgi duyuyor, özgür yaşamak istiyorsunuz. Buna ulaşmanın karşılığı da bu çabaları amansız geliştirmektir. Örneğin kitap okurken benim gözlerim zorlanıyor, ama yine de iyi düşüncelerin olduğu bir-iki cümleyi okumaya bayılırım. Tarihin önemli bir olayını, bir komutanın ne yaptığını, yerinde bir emrin nasıl verildiğini, bir devletin nasıl kurulduğunu veya nasıl çözüldüğünü anlatan kitapları okurken oldukça duygulanıyorum. Siz ise bundan kaçıyorsunuz. Bir şey anlamaktan kaçan adam neyi kurabilir? Diğer yandan kırk yıldır büyük bir propaganda motoru, büyük bir ajitatör, büyük bir hatip gibiyim. Sizi her gün konuşmaya teşvik ediyorum, ancak kem küm ediyor, iki sözcüğü bile doğru dürüst bir araya getiremiyorsunuz. İtalyalıları örnek olarak gösterebilirim. Onları biraz seyredin, hepsi bülbül gibi konuşur. Sanırım bu özellikleri Roma‟dan kalma bir gelenektir. Çünkü onlar iki tane dersi çok iyi öğrenirlerdi; birisi hitaptır, diğeri de mantıktır. Savaş ve hitap arasında nasıl bir ilişki var? İyi bir hatip olmadan, iyi bir komutan olunamaz. Ama şu anda bizim ünlü bir komutanımızın bile hitap gücü yoktur. Hiçbirisi hitabını geliştiremedi. Çünkü kişilikleri dağınık, yaşamları düzensizdir. Halen çoğunuz hiç oralı bile olmuyorsunuz. Bir onbaşı bile olsanız ağzınızı değiştireceksiniz. Türk ordusuna, Türk onbaşılarına bakın, az da olsa hitap etmeyi öğrenmişlerdir, çakı gibi konuşurlar. Türkler bu işleri bilirler, çünkü orduyu onunla yönetirler. Siz ise buna ilgi duymuyorsunuz. Bu yüzden de insan, hakkınızda fazla umutlu olamıyor. Anlayabildiğim kadarıyla peşinde koştuğunuz şey biraz PKK‟ye bulaşmış, aşiret-aile kişiliğidir. Düzenden ve devletten kopmuş, ama her an kolu kanadı kırık bir kuş yavrusu gibisiniz, karşınıza herhangi bir yılan, çıyan çıktı mı kolaylıkla yutulabilirsiniz. Hatta bir güvercin, bir şahin gibi de değilsiniz. Uçacak kanatlarınız bile oluşmamış. Durumunuz biraz böyle. Mutlaka bir çıkış yapmanız gerekiyor, ama aldatmadan. Korkunç aldatıcı bir kişiliğiniz var. Bu halinizle serbest kalsanız nereye kaçacağınız, nereye varacağınız belli değil. Sizin bazı yaşam tutkularınız üzerinde çok durdum.
Aslında hiçbir şeyi yasaklamadık, yalnız sizi doğru yaşama çekmek istiyoruz. Duygularınızı biraz terbiye etmek istiyoruz. İstediğimiz fazla bir şey değil. Ama bunun karşısında bile o kadar sıkılıyorsunuz ki, sanki yaşam hakkınız elinizden alınmış. Bu, çok sefilce bir durum. Yaşamı biraz mümkün olabilecek kadar önünüze sermek istiyoruz. Duygularınızı ve düşüncelerinizi biraz terbiye edip, böyle yaşanılır demek istiyoruz. Ama korkunç bir direnmeye geçiyorsunuz. Bunun kanıtı, sizi biraz serbest bıraksak, genel disiplin biraz kesilse, en alttan en üst düzeye kadar hepiniz alabora oluyorsunuz. Tıpkı yaz boz tahtası gibi. Çizgimize göre bir yaşamın güzelliğine dair tek bir cümle, tek bir şiir bile yazılmamıştır. Yazdıklarınızın da hepsi şikayet. Bütün raporlara hükmeden hep şikayet, insanın canını sıkmak için ne gerekiyorsa hep onu yazmışlar. Hani siz yıllardır özgürlük savaşçısıydınız, o halde neden bir güzellik yolunu bulamadınız? Daha güzel yaşamak için bu kadar savaşılmıyor mu? Öyleyse neden bu kadar rahatsızsınız? Neden bu kadar bozguncusunuz? Tüm bu soruları kendinize soracaksınız. Düşmanın zindanında kuzu kuzu rehabilite ediliyorsunuz. Bir kapıcılık verildiğinde rahat ediyor, bir tek odada yirmi kişiyle oturuyorsunuz. Dağlar, özgürlük militanın kalesi gibidir, siz neden orada rahat değilsiniz. Halbuki yaşayıp geldiğiniz o dağlar, dünyanın en zenginlerinin bile can attığı birer doğa parçasıdır. Bir turist kadar bile o yaşama ilgi duyamıyorsunuz. O zaman siz ne için savaşacaksınız? Gerçekten durumunuz çok acı ve karışık.
Bir de parti ortamı içinde örgütlü olmaktan nefret ediyorsunuz. Örgütlü yaşam şu anda sizin için adeta bir cendere olmuş. Halbuki örgütlü yaşam, bizim için tek yaşam imkanıdır. Örgüt bağlarında küçük bir laçkalık olsa ben bilirim ki, bir yerim delinmiş kan akıyor veya bağırsaklarımız dışarıya çıkmış demektir. Sizin ise her tarafınız delik deşik olmuş, yani örgütsüzsünüz, ama bu durumunuz hoşunuza gidiyor. Sanki bağırsaklarınız, mideniz acılarla dolu ve onlar dışarıya fırlayınca rahatlıyor gibisiniz. Ama bu da ölüme yol alıştır. Belki dışarıdayken sizi bir-iki saat rahatlatır, ama sonuç ölümdür. Kürt olayı henüz edebi açıdan çözümlenmemiştir. Sanırım sizin için yaşamın kendisi büyük bir beladır. Yaşamanıza yol açılmakla, yani sizi doğurmakla büyük bir hata yapılmıştır. Zaten bu da benim yaşam felsefemde çok etkilidir. Felsefeyi incelemişsinizdir, ama bence felsefe adına tek bir doğru cümleyi bile yakalayamamışsınızdır. Halbuki en temel sorun, yaşamın kendisinin bizim için büyük bir tehlike olmasıdır. Doğmakla, yaşama yüz çevirmekle büyük bir işkenceye duçar olduk. İrademiz dışında da olsa bu dünyaya geldik. Böyle doğmak, böyle yaşamak ve alıştırılmak elimizde değildi. Hatta mevcut koşullarımızda hiç istemediğimiz halde ezilen bir Kürt damgası da yedik. Birileri sizi bu duruma getirdi. Felsefenin bir boyutu bu; ikinci boyutu, burada özgürlük felsefesi başlar. “Doğmak elimizde değil, ama özgür yaşamak elimizdedir” veya “Özgürleşmeyi denemeliyiz” diyeceksiniz. Bu da bir felsefedir. Eğer tutarlıysanız, özgürlüğü denemek size korkunç bir araştırma gücü verir. Yani doğaya, her kitaba bakar ve öğrenirsiniz. Sonuçta, önünde durulamaz bir özgürlük arayıcısı olursunuz. Aramadan sonra da iş, bunun için mücadele etmeye gelir dayanır. Özgürlüğün önünde de engeller vardır; devlet, gericilik, hainlik, düşkünlük ve buna benzer her şey özgür yaşamın, güzel yaşamın önünde engeldir. O zaman da dille, tüfekle ve elinizden ne geliyorsa bu engelleri onunla vurursunuz. Ve bakarsınız ki, özgür yaşam gelişiyor. Felsefe ve onun eylemi böyle olur. İçinizde hiç bunu deneyen var mı desem, yok diyeceksiniz.
Özgürlük yaşamı veya yaşam hakkını özgürce kullanma felsefesine karşı ilginiz zayıf, tabii bunun eylemi de var ve onu da yapmasını hiç bilmiyorsunuz. Ama yine de yaşamak istiyorsunuz. Emperyalizm, işte bu rahatsız ve hasta Kürt bireyini, diğer benzer sömürge halkları, ulusları -hatta Avrupa‟da da var- toplumlardaki proletaryayı sonuçta böyle yönetiyor. Ucu ta emperyalizme kadar gider. Fakat özgürlük savaşçısının da yolu sosyalizme kadar gider. Sosyalist ideoloji, bu konuda en yetkin direniş ideolojisidir. Sizler araştırmayı sürdürürseniz, eylemi sürdürürseniz büyük bir halk savaşçısı haline gelirsiniz. Tutarlıysanız, mutlaka oralara ulaşırsınız. Şimdi bakıyorum, siz böyle mi yaşıyorsunuz? Ömrünüzü nasıl geçirdiniz? Açık olun, korkmayın. En azından şimdi itiraf edin. Eskiden müminler hep tanrıya yalvarırlardı, “ya Allah'ım sen bizi affet” derlerdi. Sabahlara kadar zikir ederlerdi. Ben sabahlara kadar zikir edin demiyorum, ama bazı konularda doğru konuşun. Tabii evliya olmak, derviş olmak kolay bir şey değil. Halen daha düne kadar namazında niyazında, zikrinde ceminde olanlarınız vardı. Bunların bile gece-gündüz böyle yapmaları, kendilerini biraz terbiye etmek içindir. Bizim sözünü ettiğimiz, sosyalist terbiyedir. Parti, hem bilim hem de iradenin zaferinin gerçekleştirilmek istenildiği kurumdur. Bir cami hocasının bile gösterdiği disiplini göstermez, bir zikir meclisinin hu‟larını bile çekemezseniz, nasıl asker olacaksınız? Tabii bütün bunlar benim başımda bir ağırlıktır. Yine aile-aşiret kültürü üzerinizde etkilidir. Sizler “Başkan babadır, reistir, biraz da ötesi Allah‟tır, her şeyi yapar” anlayışına sahipsiniz. Eğer biraz daha ileri giderseniz, beni tanrı katına çıkaracağınız kesin. Ama siz sadece köle kullar teorisine veya anlayışına bir kılıf giydirmek için bunu yapıyorsunuz. O Şemdin alçağı, “Ben, sizi ancak Allah kavramıyla değerlendirebilirim” diyordu.
Çünkü beni tanrısallaştırdınız mı, bir de onun cahil kulları vardır, siz de kendinizi o kullar statüsüne koyuyorsunuz. Ben o zaman da bunu söyledim. Tabii Şemdin, beni Allah yerine koyarken, kendisi de peygamberliğe oynamak istiyordu. Beni gökyüzüne çıkardıktan sonra yeryüzü ona kalacaktı. O çok kurnazdı, ama bu oyunu bana yutturamazdı. Sizin de böylesi bir başkan anlayışınızı kabul etmem. Ben, yalnız Başkan değil, emek savaşçısıyım. İdeolojik savaşçı ve örgüt savaşçısıyım. Ama ciddi bir savaşçı. Beni kandırmanız imkansız. Ağlasanız, sızlasanız da beni örgüt savaşçılığından vazgeçirmeniz imkansızdır. Örneğin, sizin geleneksel saygı anlayışınızı da kolay kolay kabul etmem. “Başkan‟a biraz bağlılık gösteririz tamamdır” diyorsunuz. Hayır! Sizin ne alışageldiğiniz sevgiyle, ne saygıyla, ne de bağlılıkla benim tatmin olmam çok zor. Çünkü benim ölçülerim farklı. Ölçülerim, anlayış, örgütlülük, özgürlük ve savaşçılık düzeyim gelişmiştir. Bu belirttiklerime uymazsanız, size şunu diyeceğim; yine köylü gibi kendinizi kandırıp, benden güç alıp etrafınızda küçük bir muhtar olmak istiyorsunuz. Nitekim komutanlıklarınız da muhtarlık gibidir. Siz, geliştirdiğimiz bu durumdan sıkılıyor ve bozgunculuk yapıyorsunuz. Yapabilirsiniz, ancak bu işin büyük oyuncusu onun da tedbirini almıştır. İşte en büyük “oyuncu” Şemdin‟e bakın, işte yolunu buldu. Özgürlük alanı ve büyük misafirperverlik beklerken, onu biraz kurala tabi tutmak istemişler, o da “Özgürlüğümü ihmal ediyorsunuz, bana yaklaşmayın, alanım genişliyor, benim rolüm bütün Kürtleri birleştirmek olacaktır” gibi sözler söylemiş. Yani kurbağa gibi, balon gibi şiştikçe şişiyor. Nasıl patlayacak belli değil. Belki de bir komando onu iğneyle patlatacak. En akıllınız öyleydi demek istiyorum. Siz bu durumunuzla nereye gideceksiniz? Köylü ideolojisinin varacağı en üst yer budur; bir düşman askerinin elinde bir kurbağa olmak. Zaten şimdi sesi de çıkmıyor, orada kurumuş.
Ben on yaşımda yaşam kararı verdiğimde çok zorlandım. Siz ise zorlanma şurada kalsın, büyük bir sorumsuzlukla yaşanabileceğini sanıyorsunuz. Bir hain oluyorsunuz, ancak bunun farkında bile olmuyorsunuz. Bunların hepsi bir trajedidir, hatta trajediden de öteye bambaşka bir durumdur. Diğer toplumlara da benzemiyor. Onun için diyorum ki, en büyük suç sizi doğurmaktır. Yaşayamadığınız halde, kendinizi yaşıyor sanıyorsunuz. Bu durumunuzu mutlaka bir sonuca doğru götüreceksiniz. Başka türlü bu durumunuz tehlikelidir, her gün bir facia. Kadınların da, erkeklerin de yaşı otuzkırk olmuş, ama halen size mutlaka anlamanız gereken bir yaşam ve bir savaş olayını dayatıyorum. Çünkü bu olmadan her şey haram, her şey ölüm, her şey kirli. Onun için sizi böyle tutuyorum. Siz bu halinizle yaşama başlayamazsanız. Çünkü yaşama başlamak için, savaşımı doğru vermek gerekir. Sigara bile içemezsiniz. Bırakalım kadın-erkek ilişkisini, bu halinizle hiç bir ilişkiye layık olamazsınız. Her şey haramdır. Aklınızı başınıza alın. Çünkü siz daha yaşamaya bile karar verememişsiniz. Yaşamın düşmanca tarzına alet oluyorsunuz. Ülkenize ihanet etmişsiniz, onun savaşımına ciddi girişemiyorsunuz. Hiç bir başarınız yok ve her gün kaybediyorsunuz. Bu durumda sizi nasıl aklayabilirim? Yaşam hakkınızı neden tanıyayım? Benim kendime verdiğim söz, kendimi bazı temel değerler konusunda aldatmamak ve aldanmamaktır. Ne ben kimseyi aldatırım, ne de kimse beni aldatabilir. Aslında ben buyum. Şimdi siz tüm gücünüzle beni aldatmaya çalışıyorsunuz. “Çok savaşalım, ama bırak bir gün de istediğimiz gibi yaşayalım” diyorsunuz. Hayır, yaşamın ölçüleri benim tarafımdan doğru değerlendirilmiştir. Bunun gereklerine tam olarak uydunuz mu, ancak o zaman yaşama evet diyeceksin. Yani yaşamın atlama taşının üzerinden atlar ve yaşarsınız. Aksi halde hep böyle kalacaksınız, ta ki anlayıncaya kadar.
Başarın bütün ülke, bütün halk sizin olsun. Şartı şu; halkı ülkesinden kaçırtmayacak, onun başına bela olmayacaksınız, yani satmayacaksınız. Bu halka da çağdaş insanlar gibi makul bir şeyler vereceksiniz. Örneğin, erkekseniz kadını ezmeyeceksiniz; kadınsanız, çirkin ve geri olmayacaksınız. Bunları başarırsanız, istediğiniz gibi yaşayın. Ancak doğruyu öğreninceye kadar sizi böyle tutacağız. Düşman sizi boş yaşatıyor, bir hain gibi yaşatıyor. Bakın, beni yaşatıyor mu? Bunların hepsi ortada. Düşmanın size dayattığı yaşam, yaşam değil, ihanettir. Kurallara göre hainin de cezası ölümdür. “Ben bunu bu kadar bilmiyordum” diyorsunuz. Bilmiyorsanız, öğrenin. “Öğreniyorum, ama gereklerini yapmaya gücüm yetmiyor” diyorsanız, yaşamaya hakkınız da olmaz. Kesinlikle böyle yaşamamanız gerekiyor. Yani özgürce yaşayamamanın adı ölümdür. Zaten her gün ölüyorsunuz. Felsefe budur işte. Bu felsefeyi iliklerinize kadar öğreneceksiniz. Bir de doğru ölüm tarzını bulmanız gerekir. Kendine de, başkalarına da fazla zarar vermeden ölmek çok önemlidir. Ölüm hakkınızı doğru kullanabilmelisiniz. Yaşamak istiyorsanız, onun da kuralları var. Bu kuralları da ben koymuyorum, düşman koymuş. “Size bir çakıl taşı bile vermeyeceğim” diyor. Peki, düşmanın kararı bir çakıl taşı bile vermemekse, siz nerede yaşayacaksınız? Bu konuda dürüst olun. Bir kuş bile yavrusu için el değmemiş bir yuva arar. Ancak sizin elinizde bir çakıl taşı bile yok. Bu durumda nasıl yaşayacaksın? Bunlar önemli sorulardır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER