APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (4.BÖLÜM)
PKK ÖZGÜRLÜĞE UZANAN BİR KÖPRÜDÜR : Partimizin ve Ordumuzun Değerli Savaşçı ve Komutan Adayları! Burada verilen eğitimin sonuçlarını ülkeye taşırırken, söylenmesi gerekenler birçok kez söylenmiş, yapılması gereken görevlerin çerçevesi oldukça iyi çizilmiştir. Çizilen çerçeve doğrultusunda kendini bir türlü hazırlamayan, alabildiğine aymazlığı ve başarısızlığı normal bir yaşam tarzı olarak kabul eden kişiliğe, en az düşmana vurulduğu kadar öldürücü bir darbe vurmanın zamanıdır. Hiç kimse, uzun bir süre herhangi bir gerekçeyle en temel insani yaşam gereklerine karşı anlamsızca ve gafilce yaşama hakkına sahip değildir! Hiç kimse, mutlak kazanılması gereken görevler karşısında sürekli başarısızlığı kabul etme hakkına sahip değildir! Hiç kimse, uzun süre kabul edilemez bir kişiliği saflarımızda yaşama hakkına sahip değildir! Hiç kimse, hiçbir gerekçeyle gerekleri ve olanakları ortadayken kazanmanın dışında hiçbir düşünce, tutum ve davranış sergileme hakkına sahip değildir. Güncele bakarken, onun anlam ve önemine değinirken, bizim için tarih nedir, gelecek nedir diye düşünüldüğünde fazla övünülecek yönü olmayan; kendini yeniden yaratmanın, tarihi, geleceği ve bugünü öz güçle birleştirerek kazanmanın dışında hiçbir çarenin olmadığını belirtmekten başka diyeceğimiz bir şeyimiz yoktur. Öyle övünülecek tarihi bir geçmişimiz olmadığı gibi, öyle şanlı, sağlam bir çalışmaya dayanmayan gelecek ufuklardan bahsetmenin de anlamı yoktur! Her şey bugüne dönüşmüştür, bugünün çözümü ve kazanılmasına indirgenmiştir. Bugün bir şey yaptıysan yaptın, kazandıysan kazandın gerisi hayaldir! Hem de gerçekleşmeyecek hayallerdir. İnsan olmanın mütevazı gereklerine bağlı olma, ülke ve toplum gerçeğimizde yaygınca yaşanan büyük kaçışa izin vermeme, bu büyük gaflete kapılmama gibi bir duyguyu, tutumu ve giderek düşünceyi benimsemeyle bu işe başladık. Vatanın bütün parçaları harabeye, insanlarımız sürüye dönüşürken, içinde bulunulan duruma bakmaksızın yaşamanın imkanı var mı? Sonu ne getirir sorusunu hiçbir biçimde ve hiçbir gerekçeyle düşünmeden buna yönelme gereğine inandık. Bizim yaşamımız, çevresindeki insanlarla tanışır tanışmaz bundan kopmanın tehlikesini görerek; yaşadıkça, yaşamdan güç kazandıkça daha doğruya, bağımsızlığa, özgüce yönelme tutumuna sahip olma bizde gelişen kişilik gerçeğiydi. Eğer bugün başarılı adımlarla savaşa yürünemiyorsa, bunun altında yatan en temel gerçeklerden birisi, ihanet seline kapılmanın, duyguda ve düşüncede şu veya bu biçimde varlığını sürdüren kalıntılarıdır. Bir maaş, iş, yaşam olanağı neredeyse, gözü kara bir tarzda oraya yöneliş size birçok şey kaybettirmiştir. Yetmeyen ve gafil kişiliğin altındaki temel etmen budur. Biz her zaman bunu durdurmaya çalıştık. Şimdi de, kazanmak biraz daha imkan dahilinde olurken kazanmaya fırsat verilmeyen, çok dolaylı biçimlere bürünen; özgürlükten, iktidar olmaktan, bunun için savaşmaktan kaçışı önlemeye çalışıyoruz. Büyük birleşmeden kaçış özelliklerini ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Çok iyi biliyoruz ki, bu işe başlarken kendimiz de hazırlıksızdık, fakat siz daha fazla hazırlıksızsınız. Ne düşünebilecek, ne de yapılabilecek bir hazırlık vardı. En büyük sorumluluğu kendimize biçip, kendimizde birçok yeni gelişmeyi başlatırken; adım adım neyi başlattığımızı, giderek başımıza nelerin gelebileceğini duymazlık edemezdik. Bu temelde sizlere bir şeyler taşırılmaya çalışıldı. Önce kendimizi görme, kendimizi sonuna kadar üslenme yapmaya adadıktan sonra, sıra sizlere ve halka geldi. Yaşam tutkularını gördük, fakat ısınamadık, bunlarda benimsenecek bir yön görmedik. Düşmanın gücünü ve görkemini de gördük. Ona da ısınamadık. Rahatı, o her kişiyi uyuşturarak kendine çeken çok geçerli bazı yaşam koşullarını da gördük. Ona da ısınamadık. Yaşamda bir hesap hatasına kurban olmanın ve sonuçta bunun büyük acısının tehlikelerini gördük, ısınamadık. Yuvarlanmadık, birçok şeyi yutmadık. Bu kendimizi çok beğendiğimiz için değildi. Bizim için yaşam kocaman bir denemeden ibaret kaldı ve bugüne kadar da sürdü. Fakat bundan tat almaya da çalışıyoruz. Sizler için yaşam böyle geçmedi. Çok şey yediniz, iliklerinize kadar tadını çıkardığınızı da sandınız. Bu bizim onaylamadığımız bir yaşamdır. Biz ona yüklendik. Sizlere de, halka da layık görmediğimiz bu yaşama saldırdık. Herhangi bir yerde, herhangi bir adımla çocukça yürüyüşler, delikanlıca yürüyüşler, safça yürüyüşler yaptık. Bazen dönüşler de yaptık; ilk çağa dönüş yaptık, ortaçağa dönüş yaptık. Bunlar çok görülmeyen, iddiasız gibi görülen dönüşlerdi. Döndüğümüzde gördüklerimizden bin defa kahrolduk. Metropollere yuvarlandık, tekrar kaynağa yönelmeye çalıştık. Onun bedbahtlığını, rahatsızlığını ve kahrını yaşadıkça, başımızı sağa, sola çarpa çarpa yürümeye, yaşamaya çalıştık. Büyük yok edici gücü gördük. Hiçbir şeye gücü yetmeyeni, güçsüzlüğü gördük. Ağlamayı gördük, onun için ağlamaya lanet ettik. Sızlamayı gördük, şikayeti gördük, lanet ettik ve asla onu kendimize yaklaştırmadık. Bir halkın nasıl tüccar olduğunu bildik ve karşısında sağlam bir tavır aldık. Bütün bunların adı kendini tanımaya, kendini temizlemeye, kendini kazanmaya dönüş oluyor, yöneliş oluyor. Kendi etrafında dönüş oluyor, döne döne yaşamı yakalama oluyor. Çok küçük bir ilerleme olsa da, böyle oluyor. Bıkmadan, sıkılmadan zamanı unutarak dönüş oluyor. Bunlar katlanılamayacak işkence ve tehlikeler altındaki dönüşler oluyor. Son yılların Kürdistan gerçeğinde somutlaşan, herkesin az çok "dönmem gerekir, çok lanetli olan birçok şeyden vazgeçmem gerekir, elde ne varsa bırakarak yönelmem gerekir" dediği olay, yaşadığımız gerçeğin biraz da kendisidir. Kişilik, gerçekleşenin somutu, ulusal gerçeklikte gelişmesi oluyor. Bu gelişme bitmemiştir. Bunun yakıcılığını yaşadım; dönüş, dönüş, dönüş!.. Yaşam bu alanda yürümek zorunda. Bizler böyle çocukça, sıcak kanlıca dönüşler yaşamaya çalışınca, yol arkadaşları zayıf ve yetmez çıktılar. En çok yapabildikleri yerinde olmayan bir ölümü kucaklayıştı. İnsanoğlu yol arkadaşlarıyla yürür ve hedefe ulaşabilir. Büyük toplumsal, ulusal hedeflere tek başına ulaşmak mümkün olmamıştır. Bir yerlerde sağlam yol arkadaşları kesin gereklidir. Bunları edinmeye çalıştık. Böyle yol arkadaşları edinilmeye çalışılırken parti sözcüğü ağza alındı. Parti için grup örgütlenmeleri ve ideoloji kavramlarıyla tanıştık. Ve biz de parti olalım dedik. Yine oldukça çocukça bir yürüyüş! Daha çok zayıf kişiliklerle partileşmeler, gruplaşmalar yapıldı. 1970'lerin başında dönüşümü böyle yapmaya çalıştık. Kendimizi ölçtük biçtik. Bazılarını yanımıza çekelim ve bunlarla bir yürüyüş kolu daha düzenleyelim dedik. Egemenlik gücünü teşkil eden ve bizi de kendi içinde eritmeye çalışan metropol, hakim ulus kültürü, maddi, manevi her konuda egemenlik gerçeği içinde yolu şaşırmadan dönüşü yapmaya çalıştık. Küçük bir grup da olabilir, çok iddiasız da olabilir, ama olması gerekir dedik. Düşmanın bile görüp de inanamadığı, inanıp da yıllarca tedbir alma gereği duymadığı ölgün, çok güçsüz sözlerle dönüşümler yapmak; dost ve birlik olması gerekenlerin bile, hiç ciddiye almaya yanaşmadıkları o bilinen ilk gruplaşmamıza yönelmek istedik. 1970'lerin ortasına geldiğimizde, bizi yeni bir yaşama çeken kavramları, onların ideolojik sistematiğini az çok yakaladığımızı, güvenmemiz gerektiğini, bunu giderek daha da açmamız, ilan etmemiz gerektiğini gördük. Ve 1970'lerde sesimizi ülkede yankılandırmaya çalıştık. Siyasettir, ama nasıl siyaset; gören "maşallah" derdi. Düşman da dahil hiç kimsenin şans vermediği "konuşsunlar, yürüsünler" dedikleri bir grup!.. Bazıları dinliyor, başını da sallıyor. Yine yol arkadaşlarının iddiasızlığına rağmen, günün moda veya günün oldukça bağlı kalınmaya çalışılan muhalif devrimci sosyalist kişiliğin gereklerini yerine getirmeye çalışıyorduk. 1970'lerin son beş yılı olacak mı, olmayacak mı; grup ayakta kalacak mı, kalmayacak mı; kendini yaşanılır kılacak mı, kılmayacak mı düşünceleriyle geçti. İddia ve güç kazandırmak kadar, iddiayı güçsüz kılan etkenleri görebilmek gerekiyordu. Yürüme gereğini sürekli açıklamayı, bu iddiasız yılları böylece kazanmayı esas aldık. Yine, düşman ortamıdır, kendi deyişleriyle, bir ayaklarını kaldırsalar ezeceklerdi. Fakat halk kendinden vazgeçmiş de olsa, komalıktan öte bir konumda da olsa, hatta "ben özgür yaşama yanlısı değilim" diyen ve bu anlamda yıllarca bu tutumunu sürdüren bir halk gerçeğiyle karşı karşıya da olsak; biraz inat, biraz da bazılarına göre tesadüf olan bir yürüyüşle, „başka türlüsü de mümkün olabilir, iddia gerçeğe dönüşebilir‟ denildi ve bu yıllar karşılanmaya çalışıldı. Birçok bilinçli, planlı adım kadar, tesadüfi gelişmeler de bizi 1980'lere doğru getirdi. Hiç şüphesiz tasarı, plan vardı. İdeolojik, politik kavramlar daha yerli yerine oturtulmaya çalışılıyordu. Pratikte de daha fazla adam kazanılmaya çalışılıyor ve bazı eylemler icra ediliyordu. Normal bir polis, istihbarat konumuyla yönelmenin dışında, farklı bir yönelimi gündemleştirmeyen düşman, artık tehlikeyi anlamaya başlıyordu. Karşısındaki olayın gelişme yönlerinin tehlikeli bir hal alabileceğini görüp giderek hareketlenmeye başlayan grubumuzun gelişme alanlarını tanıyarak, gezerek ve görerek kurmaylarınca değerlendiriyordu. 12 Eylül'ün mimarları, özellikle temelde bu gelişmeleri görerek, devletin bildiğimiz yeniden faşizan tarzındaki örgütlenişine adım adım yaklaşıyorlardı. Bu dönemde ayağa kalkma ihtimali ispatlanmıştı. Halk açısından da, öldü denilen veya komalık denilen durumuna rağmen, dirilme alametleri gösterilmişti. Bu durum kendileri için, adına sıkıyönetim dedikleri ve giderek bir darbeyle daha da sıkı sıkıya geliştirmek istedikleri bir rejimsel dönüşümü gerektiriyordu. Bizim küçük iddiasız grubumuza, 1980'lerin başında verilen karşılık bu oldu. Bizim iddiasız, fazla mecali olmayan yürüyüşümüz kadar, üst düzeyde devlet bünyesindeki bir doğuşun da cılızlığını anlamak gerekiyordu. Bu bir anlamda şöyle de anlaşılabilir; yaşama kalkmak isteyen gerçeklik çok cılız ve çok kendiliğindenci, zavallıca ve kararsızcaydı. Atılan adımları, kimin ne kadar sonuçlandırabileceği kestirilemiyordu. Örgüt çok zayıf, adımlar çok gevşekti. Bu, düşmanın ne kadar keskin, sert, acımasız gibi de gözükse, felçli yönelişine yol açıyordu. Çünkü kendisi karşısında büyük bir isyan olsun istiyordu, böylelikle yerle bir etmeyi planlıyordu. Ama böyle bir durum söz konusu değildi. Kılıcı boşa sallıyordu. Aslında hikaye budur. Ordunun örgütlenişi, eyleme geçirilişi karıncayı vurmaya, karınca yürüyüşünü durdurmaya yetmiyordu. Yürüyüş böyle düzenlenmişti, bunun için vuruş da çoğunlukla boşa çıkmıştı. Fakat sağlam bir basışla rahatlıkla ezilmesi mümkündü. Bu ezilmeyi önlemek için de çıkış aranacaktı. Biz bunun adına çıkış diyoruz. Vatana ve özgürlüğe yönelmenin en büyük adımını bu sahaya doğru attığımız adımla atmış oluyoruz. Yerinde ve zamanında bir adım oluyor. Biz bu adımların bilincini iliklerimize kadar hissettik. Bir küçük oturulacak yer tutalım, bir gün özgür bir nefes alacak kadar zaman kazanalım biçiminde yöneldik. Siz bu sahayı nasıl yaşıyorsunuz? Sizin yaşamınızı fazla ciddiye de almıyor, anlamlı da bulmuyorum. Büyük özgürlük adımları kazanıldığında, çok önemli zaman parçası elde edildiğinde, değerlendirememenizi cinayet kadar tehlikeli görüyorum. Biz bu önemli adımları atarken böyle yaklaşmadık. Bazılarına çok basit gibi gelebilir. Bizi görenler "Bunlar mı geriye dönecek" dediler. Bu çalışma vatan içindir dedik, ama inanmadılar. En yakın dostlar dahi inanmadılar. Bir kez daha dostluk adına kalkıp bir şeyler yapmaya veya bu sözlerle yaklaşmaya çalıştığımızda böyle değerlendirme gafletine gittiler. "Zaten gücünüz siyasi sorunları halledecek durumda değil, bir koz gibi değerlendirilebilir ve bu temelde kalabilirsiniz" dediler. Filistin devrim gerçeği, Lübnan gerçeği kendine göre bir strateji altındadır. Ortadoğu'da Türkiye'nin önemli bir yeri vardır. Ona karşı bir vatanı kazanma grubu gelmiş, "Böylesi yüzlerce grup var, bir tanesi de böyle olsun, böyle yaşasın" dediler. Onlar için fazla anlamlı bir yaklaşım değildi, ama kimse onları kendilerine göre davranmaktan alıkoyamazdı. Bugün düşman burada bütün devlet ağırlığını koyarak karşı durmaya çalışıyor, oyun yapıyor. On üç yıl geçtikten ve biz de her şeyi hallettikten sonra bir anlamda bu çok geç ve anlamsızdır. Gafletler, bu sefer düşman için çok ağır ve kötü sonuç veriyor. Şimdi ayılmış ve uyanmıştır. Bu, kendisi için gafletten de kötüdür. Biz buranın yaşamına, dostların pek fazla itibar görmedikleri biçimde de olsa yüksek değer biçtik. Yol arkadaşlarını da yanımıza aldık. Birkaç yüz kişiyi buluyordu, gelişlerine çok yüksek değer biçtik. Tüm gücümüzle onları çok mütevazı da olsa yerleştirmeye, onlara zaman kazandırmaya çalıştık. Çok şeyler bekledik. Bu sefer daha iyi düşünürler, daha iyi hazırlanırlar dedik. 1980'lerin başları böyle kazanılmaya çalışıldı. Daha gelişmiş düzeyde bir yöneliş, bir partiye yöneliş, bir silaha yöneliş!.. Çok büyük bir inanç ve tutkuyla sorumluluğu üstlendik. Her şeyin yapılmaya değer olduğu bir yerdir, mutlaka böyle kazanılması gerekir, bunu mutlaka kazanması gereken yoldaşlar topluluğu var dedik. İçeride düşman yöneldi, sıradan bir ilişkiyi, sempatizanı bile acımasızca işkencelerden geçirdi. Umudun zerresine bile yaşam hakkı vermemeyi tek politika olarak belledi ve uyguladı. Diyarbakır'ın zindan gerçeği tarihte ender görülecek bir gerçeklik olarak belleklere kazınılmaya çalışıldı. Çok dengesiz bir biçimde bir kurt sürüsü gibi ülke halkı üzerine yayıldıkça yayıldılar. Bu yıllarda nerede birazcık umut varsa, nerede biraz bilinç uyanmışsa hepsi tahrip edilmeye çalışıldı. Bu yılları iliklerimize kadar hissederken, burada bir tohumlama mümkün müdür dedik. Yeniden yeşerecek bir bağımsızlık fidesi nasıl olunur? Bütün çabalarımız bunun ifadesi olmayı bilmekti. Uğraştık, çabaladık ve bu sahada bir toparlama konferansı yaptık. Orada yıkılan umutları, inançları tekrar tamir etmeye çalıştık. Neden ayakta durulması gerektiğini, partileşmenin neden daha da derinleştirilmesi gerektiğini, mülteci kokuşmuşluğuna neden düşülmemesi gerektiğini anlamlı gerekçelerle ve bunun gerektirdiği öz eleştirilerle sağlamaya çalıştık. HALKLAR ÖNDERİ (4.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER