NEWROZ ZAFERİ KESİNLEŞTİRMEK! (2.BÖLÜM)
Bugün 30 Mart. Bugün bir de Kızıldere şehitlerinin yirmi ikinci yıldönümü. Böylesi anlamlı bir gün olma özelliğine sahiptir. Kızıldere şehitleri de hiç şüphesiz sıradan geçiştirilecek şehitler değildir. Kızıldere direnişi, her şeyden önce 12 Mart faşizmine, TC faşizmine karşı gelişen dönemin en soylu başkaldırısıdır. Bunun için halkların umutlu, inançlı ve bilinçli kişilikleri direniyordu. Bu, teslim olmayan on yiğit devrimci önder kişiliğin başkaldırısıdır. Daha da somut olarak söylemek gerekirse, biz şehitlerin anısına bağlı olmanın gereğini daha o zaman iliklerimize kadar duyduk. Bu kadar çıkarsız, bu kadar zayıf olmalarına rağmen, dev gibi bir düzene başkaldırış ve isyan bayrağını çok büyük bir kahramanlıkla indirtmeme geleneğini o gün gördük. İdeolojik ve siyasal gerçekliği ne olursa olsun, örgüt ve eylem anlayışı ne denli kusurlar taşırsa taşısın, alçakça bir düzene, kendini halkların umutlarına ve kurtuluşuna amansızca dayatan bir faşizme karşı bir şeyler yapılması gerektiğine inanan ve ölümün üzerine bile bile yaman bir biçimde giden bu büyük topluluğu anmamak olmaz.
Onların üzerine on binler yürüdü ve katledildiler. Biz, büyük bildiğimiz bu insanlar neden böyle hunharca katledildi diye sarsıldık. Yaşayanlar olarak sessiz ve derinden bir söz verdik ve gerisini getirmeliyiz dedik. O ilk amatör devrimcilik günlerimizde onların katledilmesini protesto ettik. Bu 12 Mart karanlığına karşı cesaretli bir adımdı. Tutuklandık, yatıp çıktık. Daha fazlasını yapmak istedik; Türk devrimciliğiyle yapmak istedik, olmadı, Kürdistan devrimciliğine yöneldik. Bilindiği gibi kesintisiz ve sürekli bir örgütü devreye sokmanın büyük hesabını o günlerde kendimiz için bir numaralı görev belledik ve bunu ısrarla takip ettik. Daha bu şehitlerin anısının üzerinden bir yıl geçmeden, bir Kürdistan kurtuluş grubu olmaya karar verdik. Bu da şehitlerin anısına bağlı olmanın bir gereğiydi, dürüst olmanın, devrimci söze bağlı olmanın bir gereğiydi ve yapılan da buydu.
Hiç şüphesiz 12 Mart faşizmi bu direnişle yıkılmayacaktı. Ve faşizm üzerinden ezip geçecekti. Öyle de oldu. Ama bizimki, çok sıradan, fakat dürüstlüğünden vazgeçmemiş bazılarının kendini anlamlı kılması gösterdi ki, başlangıç ne kadar zayıf olursa olsun, dönem ne kadar aleyhte olursa olsun, eğer kararlılık ve süreklilik varsa işin sonu mutlaka gelir. Ve bir gün bu cellat başlarına gereken cevap verilir; çok güvendikleri orduları başlarına yıkılır, çözdürülür. İşte bugün görüyorsunuz ki, bu gerçekten mümkünmüş. Büyük bir sabırla, büyük intikam yeminiyle, onun adım adım büyük bilinci ve örgüt savaşçılığıyla, uzun vadeli yaşamın savaşımıyla, PKK’nin örgüt gerçeğinin ifadesiyle mümkünmüş.
Geçen yirmi iki yıl, aynı zamanda bizim hareketimizin fiili tarihidir. Bu direniş şehitlerine çok somut bağlıdır, onların sıcak direniş çağrılarından kaynaklanıyor. Şüphesiz bir de halkımızın gerçekliği vardır ve esastır. Yurtseverliğimiz vardır ve esastır. Ama bir de büyük direniş kaynağı olmasaydı, bu esaslar acaba hayat bağı bulabilir miydi? Kendi kaynaklarımızı inkar edemeyiz. Onlara sonuna kadar anlamını vermek ve gerekeni yapmak da tarihe saygılı olmanın vazgeçilmez bir gereğidir.
Bu tarihin de altında yüzyılların halk direnişçileri vardı. Bu konularda kendiliğinden bu duruma gelmedi. Vietnam Devrimi, Küba Devrimi, Latin Amerika Devrimleri, bütün Asya, Ekim Devrimi’ni incelediler. Bunların mirasını Türkiye’ye, Kürdistan topraklarına taşırmaya çalıştılar. Onlar bu kadar büyük insanlık değerlerinin özümsenmiş ifadesiydiler. Onları böyle bir kapsamda değerlendiriyoruz. Nitekim bu aynı zamanda bizim de enternasyonalist anlayışımızın kanıtıdır. Bu mirasın bizim de mirasımız olduğunu çok iyi biliyoruz. Biz kendimizi insanlığa böyle bağladık. Bunlar Anadolu toprağında ilk defa böylesine büyük bir direnişle yankılanıyor. Biz onu alıyoruz, şimdi dalga dalga bütün ülkemize ve giderek Ortadoğu’ya yaymaya çalışıyoruz. Şehitlerin anısına bir de böyle karşılık vermek vardır.
Hiç şüphesiz Türkiye Solu dediğimiz, devrimci dediğimiz kesimler, bu şehitlerin anısına karşılık vermeliydi; ama veremediler. Bunlar bazı sesler çıkarmak istedilerse de, bu sesler bu direnişi karşılamak ve anlamaktan uzaktı. Bizim asıl eleştirimiz burada oldu. Layık olamıyor, gerekeni yapamıyorsunuz dedik. Ve bu eleştiri bizim eylemimiz oldu aynı zamanda. Türkiye devrimciliği kendi şehitlerine doğru sahip çıkmayı bilemediği için bu durumdadır; bir de ucuz vazgeçtiği ve unuttuğu için bu durumdadır. Bu devrimcilik aşırı sağ karşısında bir hiçtir. Kendi hayat kaynaklarına karşı bu kadar ilgisiz kalan ve gerekeni zamanında yapamayan daha da ezilip biter. Gerçekleşen bu oluyor.
Bunlar tüm kardeşlik ve yardım çağrılarımıza rağmen, ses verecek durumda değiller. Neden? Çünkü şehitlerini böyle karşılıyorlar. Hüzün ondandır. Ama yine de bu direniş şehitlerinin anısının boşa gitmediği kesindir. Buna Deniz Geçmişlerin darağaçlarındaki büyük başkaldırısı ve teslim olmayan gür sesi de dahildir. Yine Kaypakkayaların işkencelerde ser verip sır vermeyen ve sonuna kadar direnen sesi de dahildir. Hepsine karşılık verilmiştir. Devrimci savaşımımız onların anısını mükemmel temsil ediyor.
Biz bu savaşımı bu tarzda daha da derinleştirdikçe ve eksikleri kapattıkça, bu hiç şüphesiz zaferi de kesinleştirecektir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
(30 Mart 1994)
YORUM GÖNDER