KİMİN GÜCÜ TAŞIR DÜNYA VE GÖKYÜZÜNÜ AYRI AYRI? (8.BÖLÜM)
Beni bağışlayın!
Gözüm Yolda… Bunu sorarım, Ahura bana gerçeği söyle! Kimin gücü taşır dünya ve gökyüzünü ayrı ayrı? Kim bakar sulara ve bitkilere ayrı ayrı? Kim önderlik eder rüzgâra, akışlarında? Kim yağmur yüklü karanlık bulutları ağır ağır Taşır havada? Kim ilham verir Ardisur’un sevgisine? Peki, neden gözün yolda? Derin bir sessizlik ama bir tek cevap yok. Onu izliyorum ve sabırla bekliyorum. Uzun zamandır farklı mekânlarda gördüğüm bu küçük gerilla ile ilk defa konuşma fırsatını yakaladım. Yıllar sonra ilk soruyu sordum. Acele etmeye, onu ürkütüp kaçırmaya hiç niyetim yok. O şuan susuyor. Sanırım henüz anlatıp anlatmamaya karar vermedi. Kanicenge’ nin düştüğü o ilk günlerden bu yana kaç kez göz göze geldik tam olarak bilemiyorum. Ama her defasında onun bakışlarında bendeki merakı hissettiğini hissettim. Suam benim gerçek ismim. Bana bu ismi nenem vermiş.
Ama ben her zaman, birilerinin beni Çavre diye çağırmasını bekledim. Bu ismi kendim buldum ve çok sevdim. Gerillaya katıldığım ilk gün ismimi kendim koydum. Çavre, yani gözüm yolda… Bin yılın başındaki o ilk sonbaharın son günlerinde, Kani Cenge savaşlarının o ilk gecesinde saat tam on ikiyi vurduğunda yüz kilometrelik bir hattın bir anda cehenneme dönüşeceğini biliyordum. Kani Cenge nin bu savaşın kilit noktası olacağını, savaşın kaderinin bu cenk çeşmesinde belirleneceğini bir gerilla komutanının usulca kulağıma fısıldamasıyla öğrenmiştim. Dağların gizli geçitlerinden geçen gerilla birlikleri ile gizlice Kani Cenge ye hareket etmiş, yaşayan hiçbir şeye, hiçbir canlıya, hiçbir köylüye görünmemek için en zirvelere saklanmıştık. Aslında günler öncesinden savaşın başlayacağını hepimiz biliyorduk. Dağlara çıkan peşmergelerin evlerimize misafir oldukları o günlerde boynuzlu olan, insan yiyen dağlıları avlamaya gittiklerini anlatıyorlardı bizlere. Tanımıyorduk, bilmiyorduk, ama evlerimizin çok yakınlarından geçtiklerini biliyorduk. Geceleri pencerelerden dışarıya bakmamızı yasaklamıştı. Nenem, baktığımızı görürlerse gelip bizi alacaklarını anlatarak korku salıyordu küçücük yüreklerimize.
O soğuk rüzgârlı gecelerde gerillalar kendilerini sinsice kuşatmaya çalışan yerli işbirlikçilerin hedeflerini tespit etmek için köylülerin bahçelerinden usulca geçer, geçerken iz bırakmamak için özlem duydukları sonbahar meyvelerinin bir tekine bile dokunmazlar, karanlıklar içinde sessizce köy çeşmelerine varıp su içerlerdi. O bahçelerden, o evlerin duvarlarının gölgesinden her geçişimde ve sabaha karşı kan ter içinde her geri dönüşümde bir tek şey merakımı cezp ederdi. Şimdi düşlerinin koynunda usulca uyuyan köylüler savaş başladığında ne düşüneceklerdi. O akşam saat tam on iki de savaş başladı. Korkuyla uyandık ve silah seslerini dinleyerek sabaha kadar ağladık. O gece annem, babam, abim, ablam ne yapacaklarını bilemediler. Köyümüzü çevreleyen tepelerde kıyasıya bir savaş yaşanıyor, tepelerden yaralı kurtulan peşmergeler sokaklarda bağıra bağıra kaçıyorlardı. Biz o dağlıları hiç görmemiştik. Gün doğarken eşyalarımız toplayıp sokaklarımızda sabaha kadar koşuşturan peşmergelerin arkalarına takıldık. O gün on iki yaşındaydım. Ve o sabah ağlaya ağlaya babamın arkasından Ranya ya kadar yürüdüm. Kani Cenge nin düştüğü o sabah gün ağarırken gerillalarla birlikte ben de köylere girdim. Kürt köylülerinin gerillalarla karşılaştıkları o ilk anı merak ediyordum. Ama köy meydanında toplanan köylülerin yüzende gördüğüm tek şey korkuydu.
Kürt köylüleri kendi çocuklarından, onlar için dağların soğuk derelerini kendilerine yatak yapan, gencecik çocuklarından korkuyorlardı. Köy meydanındaki toplantıya sadece erkekler çağrılmıştı ama kadınlar erkeklerinin öldürüleceğini düşünerek arkalarından gelmişti… Gece boyu kıyasıya girdiği çarpışmada sol omzundan hafif yaralanmış bir gerilla hepsine hitaben konuştu. Yaralı haliyle kimsenin canına ve malına dokunulmayacağını, kendilerine karşı savaşmış bile olsa silah bırakan Peşmergenin köy yaşamına istediği gibi katılabileceğini anlatırken köylülerin yüzündeki şaşkınlık inanılmazdı. Gerilla sadece her aileden yarım torba un istiyordu ve hepsinin parasını ödeyecekti. Köylüler bu kısa konuşmanın ardından sevinç ile dağılıp, yarım saat içinde hepsi ellerinde un torbaları ve yüzlerindeki gülümsemelerle geri döndüler. Getirilen erzak gerillalar tarafından katırlara yüklenirken kadınlar sepetlere doldurdukları son baharın en güzel meyvelerini, tadına doyulmayan incirleri, üzümleri, taze narları dağlı çocukların yollarına, patikalarına bıraktılar… Birkaç ay sonra köyden gelenlerden dinlediklerimiz üzerine babam geri dönmeye karar verdi. Şehirden ayrılıp dağlardaki köyümüze doğru yürürken tek merak ettiğim bu dağlılardı. İnsan yemediklerini öğrenmiştim artık, bir de boynuzlu olmadıklarını… Uzun bir yürüyüşten sonra eve ulaşmıştık. Ama babam evden çıkmamamızı sıkı sıkı tembihlemişti. Özellikle ablam ve ben evden dışarı adım atmayacaktık. Bahçede yapılacak işleri ağabeylerim yapacak, dükkânlardan alınması gerekenleri onlar alacaktı. Köyümüzün çevresindeki ormanlarda yaşayan bu insanlara duyulan korku beni onlara daha da yakınlaştırıyordu. Tanımlayamadığım, adını koyamadığım bir istem hapsolduğum bu evden çıkıp korktuğumuz o ormana girmem için içimi yakıp kavuruyordu. Evimizin içindeydim ama gözlerim yolda onların evimizin önünden geçeceği güne bekliyordum.
Bir gün evimizin duvarından atladım. Onların bulunduğu ormana hızla koştum. Orada kuytularda bir yerlerde olacaklarını hissediyordum. Kim olduklarını, ne yaptıklarını, bilmeyerek hiç beklemedikleri bir anda ortamlarına girdim. On iki yaşıma yeni girmiştim. Ve ne PKK harflerinin ne anlama geldiğini, ne de Apo isimli o güzel insanın kim olduğunu biliyordum. Bir kadın gerilla ismimi sordu. Bir an bile tereddüt etmeden Çavre, yani gözüm yolda. Güldü. Size katılmaya geldim. Çocuksun daha, evine dön, büyüyünce gelirsin. Cebinin derinliklerinden çıkardığı bir şekeri bana uzattı. Almadım. Dönemem. Bir kez evden çıktım. Dönersem aşiretim beni affetmez. Kesinlikle beni öldürürler. Ne yapacaklarını bilemediler. Elleri kolları bağlanmıştı. Kadın gerilla tekrar gülümsedi. Ve sordu. Neden geldin, bu çocuk yaşınla bizim hakkımızda ne biliyorsun… O gün hiçbir şey bilmiyordum. Neden evin duvarından atladığımı ve var gücümle o ormana koştuğumu bilmiyordum. O güne kadar bildiğim bir tek şey vardı, o da gözlerimin yolda olduğuydu… Çavre şimdi on yedi yaşında. Yanı başımda oturuyor. Onun siyah, büyük Kürt gözlerine bakarken bize soru sormayı ve cüretkârca cevaplamayı öğreten Zerdüşt ün tanrısı Ahura Mazda, o büyük alçak gönüllülüğüne sığınarak, sana bir soru da ben sormak istiyorum. Söyle bana Ahura! Tanımlayamadığım bu gerçeği söyle… Kim yazabilir, on iki yaşındaki Kürt kızının dağlara çıkış nedenini… Kim anlatabilir, onun yollara bakan gözlerinin neler beklediğini…
ŞEHİT HALİL DAĞ
YORUM GÖNDER