ÖNDERLİK VE ZİNDANLARDA REHİN TUTULAN YOLDAŞLAR ETRAFINDA KENETLENME ZAMANI
'' Bilmem farkındamısınız; son bir haftada zindanlarda siyasi rehine olarak tutulan GARİBE GEZER, HALİL GÜNEŞ, SALİH TUĞRUL, ABDÜLREZAK ŞUYUR, İLYAS DEMİR VE VEDAT ERKMEN faşist devlet politikalarıyla göz göre göre katledildiler''
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da öteden beri zindanlar baskının, işkencenin ve katliamların eksik olmadığı alanlar olmuştur. Siyasi tutsakların görkemli direnişleri, faşist Türk devletinin teslim alma ve kişiliksizleştirme politikalarını boşa çıkarmışsa da baskı, işkence, kötü koşullar ve katliamlar değişik biçim ve yöntemlerle sürdürülmüştür. Özellikle AKP iktidarı döneminde bu politikalar daha da sistematik ve pervasızca yürütülmüş ve AKP-MHP faşist ittifakı ortamında zirve yapmıştır. 2016 yazındaki sözde darbe girişimi bahane edilerek 12 Eylül faşizmine rahmet okutacak düzeyde bir vahşet politikası tüm topluma dayatıldığı gibi zindanlara da dayatılmıştır. Siyasi soykırım operasyonları ile zindanlara doldurulan on binlerce siyasi tutsak tam bir işkence kıskacına alınmış ve bu yolla iradeleri kırılmak istenmiştir. “Çöktürme Planı” adıyla başta Bakurê Kurdistan olmak üzere tüm Türkiye halklarına dayatılan kopkoyu faşizm yansımasını en üst düzeyde zindanlarda bulmuş, deyim yerindeyse tutsaklar nefes alamaz hale getirilmişlerdir.
AKP-MHP faşizmi zindanlardaki baskıyı arttırarak sonuç almak istemektedir;
Genel olarak cezaevlerinde uygulanan baskı, izolasyon ve tecrit uygulaması esasta ve en katı haliyle İmralı zındanında uygulamaya konulmuştur. İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde tutulan Önder Apo’ya dünyada eşi benzeri görülmeyen katı bir tecrit uygulanmakta ve bu yolla Önder Apo’nun sesinin dünyaya, Ortadoğu halklarına ve Kürt halkına ulaşması engellenmektedir. İmralı’dan başlatılan bu tecrit tüm Türkiye ve Kürdistan’a uygulanmakta, muhalif, aykırı ve demokrasiyi savunan herkes tutuklanarak tecrit edilmektedir. Önder Apo şahsında bu faşizme direnen, demokratik ve özgür bir ülke mücadelesini veren başta Kürtler olmak üzere tüm muhalif kesimlere “Ya teslimiyet ya da zindanlarda sürece yayılmış imha” dayatılmakta, bunun için her türlü gayri insani, gayri ahlaki, hukuk dışı her yol ve uygulama mübah görülmektedir. İmralı söz konusu olunca ne ulusal ne de uluslararası hiçbir hukuk ve ahlaki normun tanınmaması ve tümüyle faşizmin politikaları doğrultusunda kararların verilmesi bundandır. Bu açıdan Önder Apo’nun İmralı direnişi oldukça önemli, anlamlı ve kader tayin edicidir. “Ya teslimiyet ya imha” konseptine karşı tüm Kürt, Türkiye ve Ortadoğu halkları adına faşizme karşı yürütülen direnişin hem temel halkası, hem de en görkemli zirvesi olmaktadır. Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan sorunlara getirdiği Demokratik Ulus çözümüyle halklara yeni bir umut verirken, İmralı’yı da bu çözümün gerçekleşmesi için faşizme karşı direniş ve mücadele alanı haline getirmiştir. Faşist Türk devletinin Önder Apo’nun Demokratik Ulus çözümü hayat bulmasın ve İmralı direnişi topluma ulaşmasın diye dayattığı tecrit o yüzden halklar tarafından kabul görmemekte, kendilerine yapılmış sayılmakta ve buna karşı ciddi direnişler ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla başta İmralı olmak üzere bugün her zamankinden daha fazla zindanlar bizler için önem arz etmektedir. Kürt Özgürlük Hareketinin yürüttüğü mücadeleyi saymazsak bugün Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da faşizme karşı direnen tüm kesimler ve bireyler zindanlara doldurulmuştur. Zindanlar faşizme karşı direnişin en temel alanlarından biri olmuştur. Bu gerçekliği iyi bilen AKP-MHP faşizmi zindanlardaki baskıyı arttırarak sonuç almak istemektedir. Bugün tüm dünyayı etkisi altına alan ve yüzbinlerce insanın ölümüne yol açan Koronavirüs salgınından dahi bu amaçla faydalanmaktan geri kalmamaktadır. Bu salgını zindanlarda rehin tuttuğu on binlerce siyasi tutsağın imhası temelinde kullanmak istemektedir. Bu salgın ortamında on binlerce insanı hiçbir tedbir almadan mevcut koşullarda tutmanın, tecrit ve baskı politikalarını tırmandırmanın başka bir anlamı yoktur. Tüm uygulamalar normal zamanlarda rahatça yapamayacağı böylesi bir toplu katliamı bu salgını gerekçe yaparak gerçekleştirmek peşinde olduklarını bize göstermektedir. Türk faşizminin karakterini iyi bilen ve tanıyan herkes böyle bir katliamı yapmaktan çekinmeyeceklerini bilmektedir. “Allah’ın Lütfu” diyerek pek çok kez yaşanan felaketlerden yararlanıp, kirli tüm politikalarını hayata geçirdikleri bilinen bir gerçekliktir. O açıdan başta Önder Apo olmak üzere tüm tutsaklar şu anda ölüm cenderesine alınmıştır.
Hiç kimse kendini kandırmamalı, durumu farklı yorumlamamalı, “Yapamazlar, cesaret edemezler, göze alamazlar” dememelidir. Zira Önder Apo ve siyasi tutsakları zindanın o en elverişsiz koşullarında tutmanın bundan başka bir anlamı yoktur. Kaldı ki karşımızda normal bir iktidar ya da devlet gerçekliği yoktur. Varlığını ve devamını Kürt halkının imhasına bağlamış ve bu uğurda yapamayacağı çılgınlık olmayan bir faşist iktidar ve devlet gerçeğinden bahsediyoruz. İttihat ve Terakki zihniyetli bu iktidar ve devlet gerçekliğinin yakın tarihine bakıldığında dahi ne düzeyde katliamcı ve bu konuda gözü kara olduğu görülecektir. 2015, 7 Haziran seçimlerindeki başarısızlığı lehine çevirmek için Suruç’ta, Ankara’da, Amed’de patlattığı bombalarla yüzlerce insanımızı nasıl katlettikleri, Özyönetim Direnişleri sürecinde dünyanın gözü önünde nasıl bir vahşeti gerçekleştirdikleri, Efrîn, Serêkanî ve Girê Spî’de nasıl katliamlar yaptığı ve yüzbinlerce insanı yerinden ettiği hala hepimizin hafızasında derin bir yara olarak canlılığını korumaktadır. Gerilla arkadaşların naaşlarının kargo ile ailelerine gönderilmesi olayını unutmayalım. Naaşların PTT ile ailelere gönderilmesi vicdanı olan herkes tarafından öfkeyle kınandı. Böyle bir faşizmin eşi benzeri tarih boyunca belki de görülmemiştir. Her felaketi kendisi için bir fırsata dönüştürmek isteyen bu iktidar, varlık gerekçesi haline getirdiği Kürt’ün imhası konusunda da her türlü ortamdan faydalanmayı esas alacağının emareleri oldukça fazladır. Önder Apo’dan haber alınmasını dahi kabul etmemesi, yapılan infaz düzenlemesinde siyasi tutsakların, düzenlemenin dışında tutularak ölüme terkedilmesi, koşullarının daha da ağırlaştırılması, Rojava, Mexmur ve Medya Savunma Alanları’na saldırılarını aralıksız sürdürmesi, yine Bakurê Kurdistan’ın tüm eyaletlerinde gerillaya karşı operasyonların giderek artması ve tutuklama furyasının hızından hiçbir şey kaybetmemesi açık göstergeleri olmaktadır.
Tüm bu durumlar birlikte düşünüldüğünde vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Söz konusu olan Önderliğimizin ve on binlerce yoldaşımızın yaşamıdır. Yani durum öyle normal bir durum değildir. Her şeyden önce durumun ciddiyetinin fark edilmesi gerekiyor. Şu anda en temel sorun işin ciddiyetinin yeterince anlaşılmaması olmaktadır. Evet zindanlara ve Önder Apo’ya yönelik bir hassasiyet ve mevcut duruma bir tepki var. Ancak hala çok yetersiz ve işin ciddiyetine uygun düzeyde değildir. Mevcut durum her yerde ve alanda tam bir infial gerekçesidir. Halkımız ve dostları için yaklaşım bu düzeyde olmalıdır. Bu koşullarda dahi Önder Apo’dan haber alınmasını kabul etmeyen, ölümcül düzeyde hasta tutsakları, yaşlıları, çocuklu anaları bırakmayan bir faşist iktidarın amacını farklı yorumlamanın imkânı var mı? O yüzden “Faşizm tarafından kendi bitiş süreçlerini, Önder Apo ve on binlerce siyasi tutsağa katliam süreci olarak ele alınıyor” gerçeği ile durumun ciddiyetini ve aciliyetini anlayarak harekete geçmek, yaşananları ele almak gerekiyor. Bunun dışındaki her yaklaşım biraz da kendini kandırma ve Türk faşizmini tanımama, anlamama anlamına geliyor.
Faşizmi geriletmenin iradesini kırmanın tek yolu örgütlü direniştir;
Bir diğer yanılgı ise duruma ilişkin tespitler ve çağrılar yapmakla yetinme durumudur. Dikkat edilirse herkes çağrılar yapmakta, açıkça katliam planlayan bir faşist iktidardan beklentilerini dile getirmektedir. İlk dönemlerde duyarlılık yaratmak ve kamuoyu oluşturmak için bu tarz açıklama, tespit ve çağrılar anlamlıydı ama bunu neredeyse tek mücadele aracı haline getirmek, o tarzda yaklaşmak ve ısrarla sürdürmek ciddi bir yanılgı olmaktadır. O açıdan ilgili tüm bileşenler, demokratik siyaset alanı, tutsak ailelerinin örgütlü bileşenleri, sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları, barolar, kadın örgütleri, gençlik yapıları bir araya gelerek katliamı önlemeye odaklanmış, eylemsellik sürecini, hiç zamana yaymadan başlatmaları elzemdir. Şu konuda net olmalıyız. Faşizmi geriletmenin, ona geri adım attırmanın, iradesini kırmanın tek yolu örgütlü direniştir. Diğer her şey böylesi bir direnişi açığa çıkardığı oranda anlamlıdır. Bedellerini göze alarak geliştireceğimiz direniş faşizmi geriletebilir, zindanlarda uygulanmak istenen katliamın önüne geçebilir.
“Bu yoğun saldırı altında ne yapabiliriz ki!” tarzındaki düşünce ve ruh hali de doğru değildir ve mutlaka aşılması gerekir. Saldırı altında da faşizmi zorlayacak, geri adım attırabilecek yaratıcı ve örgütlü eylemsellikler geliştirilebilir. Zaten AKP-MHP faşist iktidarı kaos ortamını fırsat bilerek bir yandan topluma kendini kurtarıcı olarak sunup, çöküş aşamasından kendini kurtararak ömrünü uzatmak isterken, diğer taraftan hedefledikleri Kürt soykırımını da Önder Apo ve zindanlar üzerinden, fazla ciddi bir tepkiyle karşılaşmadan yeni bir aşamaya taşırmak istemektedir. Dolayısıyla “Yoğun saldırı var” deyip mücadelesiz kalamayız, sadece kendimizi korumayı esas alıp, ortamı faşizmin insafına terk edemeyiz. Nasıl ki faşizm, yaşanan kaos ortamını imha konseptinin temel bir zemini yapmak istiyorsa, bizim de bu imhayı boşa çıkaracak ve faşizmin çöküşüne yol açacak bir zemin ve süreç olarak görüp, öyle yaklaşmamız gerekiyor. Evet bir saldırı süreci yaşanıyor ve yapacağımız her türlü planlamada kendimizi ve toplum korumak gerekiyor, ama bu koşullarda da doğru temelde tartışılır ve yoğunlaşılırsa ciddi ve etkili eylemselikleri yaratıcı bir tarzda açığa çıkarıp örgütlemek pekâlâ mümkündür.
Yakın geçmiş zamanda Türkiye meclisinden geçerek ‘infaz düzenlemesi’ adıyla yasallaşan düzenlemede siyasi tutsakların kapsam dışında tutulması Türk faşist iktidarının karakterini açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla çıkarılan bu faşist-ırkçı ve Kürt’e ölümü reva gören karakterdeki yasanın da doğru anlaşılması gerekiyor. Her şeyden önce her konuda olduğu gibi AKP-MHP faşist ittifakı bu yasal düzenleme konusunda da fırsatçı yaklaşmıştır, toplumu aldatmayı esas almıştır. Daha önce de MHP ile birlikte kimi eski ülkücü artığı mafya babalarını, dolandırıcıları, tefecileri, uyuşturucu tacirlerini, çocuk ve kadın tecavüzcülerini kapsayan kısmi bir af üzerinde çalıştıklarını, ancak kamuoyu baskısı nedeniyle ertelediklerini biliyoruz. İşte geçtiğimiz süreçte, düşündükleri ama pratikleştiremedikleri bu kısmi affın ‘infaz düzenlemesi, adıyla ve salgına karşı bir tedbirmiş gibi göstererek' hayata geçirmişlerdi. Yoksa salgından dolayı tedbir amaçlı düzenlenen bir yasa olsaydı hiçbir ayrım gözetmeksizin en büyük risk grubunu teşkil eden öncelikle ağır hasta mahpuslar, yaşlılar, 0-6 yaş grubu çocuklarıyla beraber cezaevinde yaşamak zorunda kalan anneler ve hamile kadınlar derhal serbest bırakılır, geride kalan mahpuslar için de vakit geçirmeksizin infaz düzenlemesinde değişiklik yaparlardı. Yargılamaları devam etmekte olan tutukluların adli kontrolle, hükümlülerin de denetimli serbestlik, infazda indirim veya infaz ertelemesiyle serbest bırakılmalarının sağlanması çok zor bir iş değildi. Ancak amaç salgına karşı tedbir olmadığı için yasallaşan düzenleme de siyasi tutsakların salgınla baş başa bırakılması ve bu yolla bir katliamın gerçekleştirilmesinin kılıfı oldu. O açıdan bir yasal düzenlemeden, infaz düzenlemesinden çok bir katliam düzenleme yasasıdır. Bu yasa uluslararası hukuka ve insan hakları evrensel bildirgesine aykırı olduğu gibi kendilerinin ırkçı-tekçi-anti demokratik anayasalarına dahi terstir. Bir defa eşitlik ilkesi gözetilmemektedir. Tutsaklar siyasi olan ve olmayan biçiminde ayrıştırılmakta, dolayısıyla ayrımcı bir yasa olmaktadır. Kaldı ki yine hem uluslararası hukuka, hem de kendi yasalarına göre devlet ceza indirimi, kısmi af vb konularda öncelikli olarak devlete karşı işlendiği varsayılan suçlarda düzenleme yapma hakkına sahiptir. Bireylere karşı işlenen suçlarda devletin indirim ya da af yetkisi yoktur. Buna göre yapılacak bir düzenleme sadece siyasi tutsakları kapsamalıydı ancak faşizm kendi hukukunu bile tanımayarak, Kürt düşmanlığı konusunda pervasızlığını ortaya koymaktadır.
Yasalaşan bu düzenlemede siyasi tutsaklar sadece kapsam dışı tutulmadı, tersine infaz düzenlemesiyle hiçbir alakası olmayan pek çok konuda getirilen yeni düzenlemelerle zindan koşulları çok daha ağır hale getirildi. Bu anlamda kafasındaki faşizan düşüncelerin birçoğunu bu kılıfla hayata geçirmeye çalışıyorlar. Mesela bu yasa kapsamında cezaevlerindeki disiplin cezaları giderek arttırılıyor. İnfaz hakimliği olağanüstü yetkilerle donatılıyor. Cezaevi gözlem heyeti pek çok konuda yetkili kılınıyor. Cezaevi idareleri insanların şartlı bırakılma ya da bırakılmama, cezalarının ne şekilde infaz edilmesi, mahsup işlemlerinin olup olmaması vb. birçok konuda karar verir hale getiriliyorlar. Oysa bu konuların hepsi normalde ‘bağımsız’ mahkemelerin vermesi gereken kararlardır. Kendi kanunlarında bile bu böyledir. Ancak cezaevi idareleri, gözlem heyetleri, infaz hakimliği yetkili kılınarak birçok keyfiliğin önü açılıyor. Çocuk tutuklulara disiplin cezaları arttırılıyor, çeşitlendiriliyor. Daha da fazla bu konuda disiplin cezası verilebiliyor. Yine daha önceki süreçte tutuklulara getirilen, kendi aile ve birinci dereceden akrabası dışındaki 3 kişiyle yasal görüşme hakkı ortadan kaldırılıyor. 2016’da fiili olarak hayata geçirdikleri avukat kısıtlamaları yasal hale getiriliyor. Böylece savunma hakkı önemli oranda engelleniyor. Siyasal içerik taşıyan yayınların mahkeme kararı dahi olmasa verilmemesi yasallaştırılıyor. MİT tarafından sorgulamak üzere cezaevinden insanların alınarak işkenceye götürülmesinin önü açılıyor. Son anda yasaya konulan bu uygulama ile hem işkencenin süreklilik kazanmasının, hem de MİT’in her türlü kirli oyun ve komployu tutsaklara karşı uygulamasının yasal zemini oluşturulmuş oluyor. Zindanda siyasi onurlarını korumak amacıyla tutsakların yaptığı her türlü eylem-söylem ve tavır disiplin suçu kabul ediliyor. Artık slogan atmak, kelepçeli tedaviyi kabul etmemek, çıplak aramaya karşı çıkmak, ayakta sayım vermemek vb. yaklaşımların hepsi suç kategorisine alınıyor ve disiplin ihlali olarak değerlendirilerek cezalandırılıyor. Daha önce üç kez disiplin cezası almak tutuklunun infazını yakmaya yetiyordu, ancak bu bile fazla görülerek ilk disiplin cezasında dahi infazını yakma kararı verilebilecek artık. Bu da tüm siyasi tutukluların infazının peşinen yakılacağı anlamına gelmektedir. Denetimli serbestlikten ‘iyi hali’ olanlar yararlanabilecek ve bu ‘iyi hali’ de belirleyecek olan infaz hakimliği, cezaevi yönetimi ve gözlem kurulu olacak. Tamamı AKP ve MHP kadrolarından oluşan bu kurumların bırakalım ‘iyi hal’ ile siyasi tutsakları bırakmayı, infazlarını da en ufak bir sorunda yakarak yıllarca tutsakların fazladan yatmalarına yol açacaklarını bilmek için kâhin olmak gerekmiyor. Kısacası yasallaşan son düzenlemeyle zindanlarda dört başı mamur bir faşizm kendisini kurumsallaştırmıştır.
Zaten koşulları oldukça zor ve ağır olan zindanlarda son düzenlemeler ile birlikte baskıların, hak ihlallerinin, işkence ve katliamların daha da artığını belirtmek yerinde olur. Binlerce ağır hasta ve yaşlı tutsak bu koşullarla birlikte düşünüldüğünde zindanlar açısından bir felaketin eşiğinde olduğumuz açıkça ortaya çıkmaktadır. Daha bu ağır koşullar yokken bile hastalıktan kaynaklı pek çok tutuklunun yaşamını yitirdiğini biliyoruz. Yine içerde 20 yılın üzerinde zindanlarda yatan 2000’e yakın arkadaşımız var. 10 yılın üzerinde yatan tutsak sayısı binlercedir. Bu kadar uzun süre, zindan gibi elverişsiz koşullarda kalan, bundan dolayı sağlıkları önemli oranda bozulan, vücut dirençleri ve bağışıklık sistemleri oldukça zayıf olan bir yapıdan bahsediyoruz. Bir de bu ağır tecrit ortamında bu durumun daha vahim sonuçlara yol açacağı ortadadır. Dolayısıyla bu durumun önüne nasıl geçebiliriz noktasına odaklanmak, tüm gücümüzü ve enerjimizi buna seferber etmek ve başarmak bizler açısından olmazsa olmaz kabilindedir.
Dikkat edilirse AKP-MHP faşizmi yaşanan kaos ortamını temel gündem haline getirerek; hem kendisini topluma kurtarıcı olarak sunup, yaşadığı çöküşten çıkmak hem kaos ortamını fırsata dönüştürerek Kürt soykırımında yeni bir aşamaya geçmek hem de kaos ve kriz gündemiyle bizim de gündemimizi saptırarak mücadelesiz bırakmak istemektedir. Buna karşı bizler de başta Önder Apo ve hasta tutsaklar olmak üzere siyasi tutsaklar etrafında kenetlenmeli, bunu temel gündemimiz yapmalı ve bu temel gündem etrafında faşizme karşı etkili ve sonuç alıcı bir mücadeleyi açığa çıkarabilmeliyiz. Zaten halk ve hareket olarak uzun süredir temel gündemimiz Önderliğimiz üzerindeki tecridin sonlandırılmasıydı. 2018 yılı sonbaharında başlayan “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım ve Kürdistanı Özgürleştirelim” hamlesi bu kapsamda gerçekleştirilmiş, zindanlarda, 4 parça Kürdistan’da ve dünyanın pek çok yerinde binlerce yoldaşımız, yurtseverimiz süresiz açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri ile bu süreci fedailik çizgisinde yürütmüş ve 9 yoldaşımızın şehadeti ile faşizme geri adım attırılarak, başarıyla sonuçlanmıştı. Dolayısıyla bugün yaşanan ağır tecrit ortamını düşündüğümüzde bu gündemin her zamankinden daha fazla hayati bir konumda olduğu bilinciyle gündemimizden sapmamak, daha bir duyarlılıkla ve direniş temelinde sonuç alıcı bir mücadeleye yönelmek en temel güncel ve tarihi görevimiz olmaktadır.
Bu görevin başarıyla yerine getirilmesi için her şeyden önce Özgürlük Hareketinin tüm bileşenlerinin bütünlüklü bir tarzda bu konuyu temel gündemleri haline getirmeleri gerekir. Sistem felaket tellallığı ile gündemimizi saptırmak istiyor. Bizi direniş halinde değil de kendini koruma temelinde savunmada kalan, pasif bir pozisyonda tutmak istiyor. Böylece bizi, halkımızı mücadelesiz bırakmak istiyor. Buna karşı bizler de bulunduğumuz her alan ve mekânda Önderliğimizi ve siyasi tutsakların durumunu gündemleştirmeli, bu konudaki yanılgıları ortadan kaldırmalı, sistemin psikolojik savaş oyunlarını teşhir etmeli ve yaşanan tecrit ortamında direnişi nasıl ortaya çıkarabileceğimizin arayışında olmalıyız. Yani gündemimiz Önderlik ve tutsak yoldaşlar, yaklaşımımız da direniş endeksli olmalıdır. Her alanın, parçanın, çalışmanın ayrı bir gündemi ve önceliği olursa orada başarılı bir mücadele de ortaya çıkmaz. O açıdan tüm çalışma alanlarının bu durumu temel gündemleri haline getirmesi ve bu konuda mücadeleyi büyüten bir konuma gelmesi sonuç alma noktasında temel bir husus olmaktadır. Gündem, söylem ve eylem birliği bu açıdan başarının temeli olmaktadır.
Kürt Gençliği bu süreçte ortaya konulacak direnişin öncülüğünü üstlenebilmeli, AKP-MHP faşizmini, yaşatmayı amaçladıkları katliamlara pişman etmelidir. Tüm devlet kurumları, AKP-MHP faşizmine bağlı ya da onlara yakın tüm kurum ve bireyler hedeflenmeli, özellikle bu faşist iktidarın zayıf karnı olan ekonomi alanında güçlü darbeler indirme esas alınmalıdır. Kürt gençleri, var güçleri ile Önderlikleri ve siyasi tutsaklar etrafında adeta kalkan olabilmeli, fedai ruhla sürece yaklaşmalıdır. İntikam birimlerinin faşizmi titreten eylemlilikleri daha da yoğunlaşarak ve zenginleşerek faşizmin çöküşünü hedeflemelidir. Toplumda yarattıkları “Terörle mücadelede başarılıyız” algısı, devrimci güçlerin ve intikam birimlerinin etkili eylemleri ile yerle bir edilmeli, katliam ile çöktürmeyi esas alan faşizmin çökertilmesi sağlanmalıdır. Bu düzeyde bir yaklaşımla ancak sürece cevap olunabilir ve katliamların önüne geçilerek faşizm yıkılabilir.
Sürecin diğer temel bir öncüsü de Kürt kadınıdır. Toplumsal örgütlülüğümüzün en güçlü ve etkili alanı olan kadın ayağı hem toplumun bilinçlendirilerek duyarlılığın yaratılmasında, hem örgütlendirilmesinde, hem de harekete geçirilmesinde temel bir rol oynamaktadır. Kürt kadını tüm süreçlerde olduğu gibi bu süreçte de rolünü oynamalı, Önder Apo ve siyasi tutsaklara sahiplenmenin doğru ölçüsünü ortaya koyarak pratikleştirmelidir. “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım ve Kürdistanı Özgürleştirelim” hamlesinde Kürt kadını ve analarının kararlı direnişi nasıl ki AKP-MHP faşizminin iradesini kırarak, onlara geri adım attırdıysa, bu süreçte de gelişecek direnişin başarısı kadının ve anaların kararlı duruşları ile ortaya çıkacaktır.
Yaşanan durum karşısında öncelikli olarak tutsak ailelerinin harekete geçmesi, kendi örgütlü kurumları aracılığı ile böylesi bir sürece öncülük etmesi gerekir. Bu konuda bir çabanın olduğu görülse de hala çok yetersiz ve beklenenden uzaktır. Daha kapsamlı tartışmalar yapmak, nelerin yapılabileceğini ortaya çıkarmak, buna diğer sivil toplum örgütlerini ve demokratik siyaset alanını da katarak pratikleştirmek en doğrusu olacaktır. Binlerce tutsak ailesi oldukça kaygılı olmakla birlikte tam olarak ne yapabileceğini bilememenin çaresizliğini yaşamaktadır. O açıdan kapsamlı saldırı koşullarını da gözeterek yapılabilecekleri sağlam bir planlamaya kavuşturmak, ilgili tüm çevre ve kurumlarla ortaklaşarak onları da aktifleştirme temelinde bir direniş sürecini örgütlemek temel bir görev olarak tutsak aileleri kurumlarının önünde durmaktadır. Bu konuda daha çok başkalarından bekleme gibi bir durum yansıyor. Evet sorun sadece tutsak ailelerini ilgilendiren bir sorun değildir. Bir bütün Kürt halkının özgür geleceği tehlike altındadır. O açıdan tüm yurtsever kesim, çevre ve kurumlar böylesi bir direniş sürecini ortaya çıkarma göreviyle karşı karşıyadırlar. Ancak böyle de olsa, saldırının odağında Önder Apo ve siyasi tutsaklar olduğundan, tutsak aileleri kurumu hiç kimseden beklemeden en önde harekete geçmeli ve direnişin öncülüğünü yapabilmelidir.
Tutsak aileleri kadar demokratik siyaset alanı da bu süreçte oldukça önemli ve etkin rol oynaması gereken bir alan olmaktadır. Bu alanın ortaya çıkmasında ve günümüzdeki düzeye gelmesine Önder Apo’nun rolü belirleyicidir. Yine bu alanın eşbaşkanları, vekilleri, belediye eşbaşkanları, meclis üyeleri, yüzlerce il-ilçe başkan ve yöneticileri ile binlerce üyesi faşizmin soykırım uygulamaları kapsamında zindanlarda bulunmaktadır. Dolayısıyla demokratik siyaset alanının Önder Apo ve siyasi tutsaklara karşı ciddi bir sorumluluğu vardır. Faşizmin kaos ve kriz ortamından faydalanarak Önder Apo ve Siyasi tutsaklar üzerinden halkımıza katliam dayatmasına karşı en önde demokratik siyaset alanının karşı çıkması ve buna karşı ciddi bir direnişi ortaya çıkarması gerekmektedir. Şu anda halkımız kriz kadar bir katliam tehlikesiyle karşı karşıyadır ve temel gündemi de budur. O açıdan demokratik siyaset alanı da gecikmeden bu sorumluluğunun gereklerini yerine getirmeyi, ne yapılabileceğine dair ilgili diğer alanlarla da ortaklaşarak somut bir eylem planlamasını ortaya çıkarıp, örgütlemeyi esas almalıdır.
Söz konusu saldırının odağında zindanlar olduğu için avukatların ve baroların duruşu da bu süreçte oldukça önemli olmaktadır. Siyasi tutsakları kapsam dışında tutan infaz düzenlemesine karşı Türkiye’nin en önemli 20 barosunun ortak açıklama yapması elbette önemliydi. Yine hem tek tek avukatların, hem de kimi avukat örgütlemelerinin belli bir çabası olduğunu da görebilmekteyiz. Çıkarılan yasanın doğru anlaşılması ve faşizmin amacının deşifre edilmesi konusunda da avukatların ciddi bir katkısı oldu. Ancak yaşatılmak isteneni en iyi anlayan kesim olarak avukatların daha güçlü, daha radikal ve sonuç alıcı örgütlü eylemsellikleri ile sürece yön vermesi gerekmektedir. Müvekkilleri ölümle baş başa bırakılarak avukatlık mesleğinin varlık gerekçesi de ortadan kaldırılmak isteniyor. Bu gerçeklikten hareketle daha etkili bir bilinçlendirme, örgütleme ve eylemsellikleri açığa çıkarma avukatların ve başta barolar olmak üzere hukuk kurumlarının temel bir sorumluluğu olmaktadır. Aynı şekilde zindanlarda yaşanan durumun gerçekten ne olduğuna dair Tabipler Birliğinin kamuoyunu doğru bilgilendirme konusunda ciddi bir sorumluluğu vardır. Başta İmralı zındanı olmak üzere, tüm zindanlara bağımsız hekim heyetlerinin gönderilerek durumun yerinde tespit edilmesi ve kaygı içerisindeki kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi Tabipler Birliğinin temel bir sorumluluğu olmaktadır. Yine AKP-MHP faşizminin yandaşı olanları dışında tutarak demokratik kamuoyunun vicdanı olan aydın, yazar ve sanatçılara da siyasi tutsakları sahiplenme noktasında ciddi görevler düşmektedir. Bu konuda bireysel olarak pek çok aydın, yazar, sanatçı ve insan hakları savunucusu insanın bir duyarlılık yaratma çabası var. Ancak tüm bu seslerin birleştirilmesi, ortak mücadele platformlarının oluşturularak etkili kılınması her zamankinden daha fazla aciliyet arz eden bir durum olmaktadır.
Ertelemeyi, savsaklamayı, sorumsuz yaklaşmayı kabul etmeyen ve bu tarz yaklaşımların bedelinin ağır olacağı tarihi bir süreci yaşıyoruz. Birey ve halk olarak bizleri yeniden yaratan ve var eden Önderliğimizden haber alamıyoruz. Binlerce tutsak yoldaşımız bu ağır tecrit ortamında ölümle yüz yüze bırakılmış. Dolayısıyla harekete geçmekten, etkili ve sonuç alıcı bir direnişi ortaya çıkarmaktan başka bir seçeneğimiz yoktur. Bunun imkanları ve koşulları her zamankinden daha fazladır. Tüm halkımızın, demokratik kamuoyunun, ilgili tüm yurtsever-demokrat çevre ve kurumların bu duyarlılık ve sorumluluk bilinciyle yaklaşacağına inanarak; Önderlik ve zindanlarda rehin tutulan yoldaşlar etrafında kenetlenme zamanıdır. Bu temelde tüm kesimler ortak mücadeleyi yükseltmelidir.
ÖZGÜR EREN (DERLEME)
YORUM GÖNDER