YAŞAM KENDİ İPEK TENİNDE ÖZENLE DOKUMUŞTU ONUN YÜREĞİNDE
Adı Soyadı: Hamdiye Kapan
Kod Adı: Berwar
Doğum Yeri ve Tarihi: 1974/Çukurca
Partiye Katılışı: 1993
Şahadet Tarihi: 24 Aralık 1998/Van
Çarçella’ya tırmandıkça soğuğu daha fazla hissediyorduk. Üşüyorduk. Kafamızdaki sorular kaygılar korkular bizi daha çok üşütüyordu. Belirsizlik en kötüsüydü. Tırmanıyorduk Çarçella’ya; yaşamın yokuşlarından, Kürt halkı olarak mahkûm kılındığımız kaderin yamaçlarından, kadınlar olarak bundan sonra yaşayacaklarımızın korkularından, zorluklarından tırmanıyorduk sanki. Ve üşüyorduk. Güneş gökyüzüne küsmüştü sanki. Güneş bize küsmüştü sanki. İçimizde bir yerler üşüyordu hala güneş yükselip ısıtmaya başladığı halde biz ısınamıyorduk.
Berwar arkadaşla o yüzden birkaç battaniye’nin altında yan yana oturmuş ısınmaya çalışıyorduk. Zağroslar’ın soğuk bir öğlen vaktiydi. Battaniyelerin altında ısınmaya çalışıyorduk. Ama aklımız dünkü telefon konuşmasında. Özellikle Önderliğin neden telefonu o kadar süre açık tuttuğundaydı. Bize neyi anlatmak istiyordu? Ve biz anlıyor muyduk gerçekten? Bu düşünceler içinde Berwar arkadaşa ‘‘böyle olmaz bir şeyler yapmamız gerekiyor’’ dedim. Öyle çok planlı söylediğim bir şey değildi. Aslında içinden geçtiğimiz dönemin ağırlığını, tehlikesini hissediyordum ama aynı derecede bir çözümsüzlük, öfke de vardı. Bunu paylaşmak için söylediğim bir sözdü.
Kulağıma eğilip sadece benim duyabileceğim bir sesle ‘‘Bence de. Ben hazırım’’ dedi. ‘‘Nasıl? Neye hazırsın?’’dediğimde gözlerimin içine bakıp gülümsedi sadece… İlk başta anlamadım. Afaladım. O hala kendinden son derece emin gülümsüyordu. Ben ise şaşkındım. Kendi düşüncelerimi anlatmaya çalıştım süreçle ilgili. Ama yok. O bambaşka bir şeyden bahsediyordu. Bir çıkıştan. Bir eylemden. O an aklıma bir arkadaşın ‘‘Berwar arkadaş Zilan arkadaşın eyleminden çok etkilenmişti. Ve iki yıldır sürekli fedai eylem yapmak için rapor yazıyor ama örgüt kabul etmedi. Fakat kendisi çok kararlı’’ sözleri geldi. Yavaş yavaş anlamaya başlıyordum anlamlı gülümsemelerini.
Ya Star! İnsan bu kadar mı mutlu ve emin olur böyle bir öneri yaptığında? Berwar arkadaşla son bir-bir buçuk aylık süreçte birlikteydik. En son kaldığı alanda geri erkek yaklaşımlarından dolayı çok zorlanmıştı. Çok derin sonuçlar çıkarmıştı. Yaklaşımları özeleştiriseldi. Yaşam yaklaşımı çok ciddiydi.
Dün akşam geldi aklıma. Telefon konuşmasından sonraki durgunluğu, bir an önce konuşmayı çözmedeki aceleciliği. Eyleminden sonra okuyacaktım 6 -7 satırla eylemine o gün karar verdiğini. Küçücük bir deftere çok net bir iki cümle ile eyleminin kararlılığını not düşmüş ve Önderlikle sözleşmesini yapmıştı. Bu süreçte Önderliği yalnız bırakmanın, yaşananlara sessiz kalmanın ihanet olacağını ve hepimizin Fikri Baygeldi yoldaşın ‘‘hepimizin bir B-7 roketi olup düşmanın beyninde patlamamız gerekiyor’’ sözüne göre yaşamamız gerektiğini yazmıştı. Ve kendi kararlılığını not düşmüştü. Ama 8 Ekim’de biz bunları bilmiyorduk. O an bildiğim tek şey Berwar arkadaşın gözlerindeki kararlılığın emir talimat dinlemeyeceği ve kendi emrini Önderlikle atan yüreğinden aldığı, henüz bizim yeterince farkında olmadığımız bir tehlikeyi iliklerine kadar hissettiği ve bunun karşısında eylemsiz kalmayacağıydı.
Bana inatçı gözleri ve gülümsemesiyle bakmaya devam ediyordu. Bir süre sonra ‘‘ben ciddiyim. Ve bu önerimi tartışmanızı istiyorum. Ama çok kararlı olduğumu ve hiç kimsenin beni engelleyemeyeceğini bilmenizi istiyorum. Ve ben gerçekten hazırım’’. Bu ne garip bir diyalogtu. Ne o önerinin ne olduğundan bahsediyordu. Ne ben soruyordum. Netti. Gözlerim doldu. ‘‘Ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Bu çok ağır bir sorumluluk. Ben yalnız başıma bir şey diyemem. Heval Sakine gelsin tartışalım’’ dedim çok zorlanarak. Heval Sakine geldiğinde tartıştık. O çok normal karşıladı. Ben adını koyamadığım garip duygular yaşıyordum. Bir yanım Berwar’a müthiş bir saygı duyuyordu. Bir yanım O’nu şimdiden korkunç özlüyordu ve bu kararını benimsemiyordu. O’nu kimsenin durduramayacağını bilsem de içimde bir ses sürekli ‘‘böyle olmak zorunda mı’’ diyordu. Bulunduğumuz yüksek ve soğuk yerden daha aşağılarda kısmen daha sıcak bir noktaya gittik.
Gittiğimiz noktada bir haftaya yakın kaldık. Ve 16 Ekim günü 15 Ekim’de Medya TV’de yayınlanan panel konuşmasını dinledik. Önderliğin Suriye’den ayrıldığını bir hafta sonra öğrenebildik. Ve telefon konuşması kafamızda netleşiyordu. Heval Berwar’ın eylem kararlılığı derinleşiyordu. Bu paneli radyodan dinledikten sonra bir tartışma yaparak Heval Berwar’ın önerisini ele aldık.
Şehit Rojbin arkadaş (17 Kasım da Gever’de fedai eylem gerçekleştiren arkadaş) bunu duyar duymaz refleks gösterdi. ‘‘Hayır katılmıyorum. Bence böyle bir şeyi ben gerçekleştirmeliyim. Eğer Önderlik üzerinde böyle bir komplo varsa tüm Ortadoğulu halklara bir mesaj vermek için benim yapmam daha doğru olur. Ben bir Arap kadınım. Daha etkili olur. Berwar arkadaşın yapmasına katılmıyorum’’ diyerek kendisini önerdi. Hazır olan başka bir arkadaş da kendisini önerdi.
Heval Berwar her ikisine de tavır koyup kendisinin uzun zamandır böyle bir hazırlığı olduğunu arkadaşların ise duygusal yaklaşımlarla ele aldığını kesinlikle tartıştırmayacağını ve kendisinin gideceğini çok kesin bir dille ortaya koydu. Çok ağır bir tartışmaydı. Rojbin ve Berwar arkadaşın çok güçlü bir diyalogları, dostlukları vardı. Çıkarsız, tertemiz bir sevgileri vardı. Rojbin arkadaş Berwar arkadaşın böyle bir eylem önerisiyle sarsılmış O’nun yerinde olmak istiyordu. Berwar arkadaş bunu hissettiği için tavrını keskin koydu.
9 Ekim komplosunun, ilk cevabını Berwar arkadaş yüreğinde örgütlediği biçimiyle adım adım geliştiriyordu. Sürecin ağırlığını bildiği için çok acele ediyordu. Ama elinde olmayan koşullardan dolayı eylemini 24 Aralıkta geliştirebilecekti. Komplonun Önderliği mahkûm etmek istediği yalnızlığı o hepimizden önce hissetti, hızlı koşan kadın yüreğiyle. Ve bu hissedişle yaşayıp da bir şeyler yapamamak O’nu kahrediyordu.
O Zağrosların kızıydı. Sümbül’ün, Cilo’nun, Çarçella’nın narin çiçeklerindendi. Yaşam doluydu. Çocuksuydu. Çocuk yüreğini komploculardan, hainlerden, erkek zihniyetli her şeyden iyi saklamıştı. Oyun arkadaşını, özgürlük tutkunu kadın yoldaşını böyle bir komployla yalnız bırakmayı kabullenmeyişi de bundandı. Ancak çocuk yüreğinin saflığı bilir bu dostluğu. O taşır sevginin pırıl pırıl gözlerinde ‘‘yanındayım’’ demenin onurunu. Gösterişsiz. Sade. Yalın. Mütevazi… Önderlik bu yüzden Berwar arkadaşla, Şehit Rojbin ve Bınewş arkadaşları ‘‘Önderlikle gerçek yoldaş olmanın şehitleri olarak’’ tanımladı.
Onlar yürekleriyle gördüler komployu. En çirkin şeyi, en kirli şeyi en temiz yanlarıyla gördüler. Yürekleriyle. Saflıkta yansır kurnazlık. Bir şey ne kadar beyazsa yanındakinin kiri o kadar belirginleşir. Bir şey ne kadar parlaksa yanındakinin matlığı o kadar göze çarpar. Komplonun uluslararası boyutlarını, kapsamını, yöntemini anlayalım öyle yürüyelim demediler bu yüzden. Öyle kirliydi ki ve öyle acımasızdı ki biliyorlardı. Çünkü öyle temizlerdi ki öyle şefkat dolu sevgi doluydular ki…
Evet bir ekim günü. Ekim’in son günleri. Mektuplarını, konuşma kasetlerini ve Çarçella’nın o nadide çiçekleriyle yüreğini bıraktı bize Önderliğe göndermemiz için. Çiçeklerden bir koleksiyon yapıp kendi elleri ile hazırladığı zarfa yerleştirdi. Özenle, sevgiyle ve büyük bir duygu gücüyle hazırlıklarını bitirip vedalaştığımızda ekim’in son günleriydi. Önderlikten haberimiz yoktu. Türk ordusunun operasyonları var gücüyle sürüyordu. Yüreklerimiz Önderliğin peşinden bilmediğimiz diyarları geziyordu. Ve Önderlikle oyun arkadaşlığı özgürlük arkadaşlığı yapan bir kadın eylem için bizden ayrılıyordu.
Sarıldığımda ona bir soğuk Çarçella sonbaharıydı. Onun gözleri sıcacıktı. Ayrılığa yakılmış tüm türkülerin lâl olduğu bir andı. O kendi türküsünü bestelemişti. Ne orkestra istiyordu ne şef ne koro. Türkü onundu ve hep söyleyecekti. Sesim çıkamıyordu boğazımdan. Sessizliğimi bıraktım gözlerimle Onun gözlerine ve Çarçella’nın asi doruklarına. O üç vasiyetini bıraktı Çarçella’nın tanıklığında kulaklarıma. Ve sımsıcak sarılmalarını boynuma. İçimde ki benimsemeyen ses haykırmak istiyordu. ‘‘Dur gitme! Sen yaşamsın! Nereye! Duuuuurrrrrrr!’’ sesim içimdeydi zaten ve orada kaldı. Yine sessizliğimi bıraktım Çarçella’nın doruklarına. Gözler ağıt yakar mı bilmem ama bir tek Çarçella duydu yüreğimin yaktığı ağıdı.
Tanrıça’nın elleri yaratmıştı bu diyarlarda yaşamı. Sonra erkek komploculuğu yıkım getirdi. İşte şimdi heval Berwar’ı yola koyan bu yıkım getiren komploculara 21. yüzyılda Tanrıçalar adına bir cevap vermekti. Yüzlerce kadın gerillayla bir kadın gerilla olarak yıllardır dağlarda yaşadım. Hiçbirinde ölmekten öldürmekten zevk alan bir ruha rastlamadım. Erkek komploculuğunun yıkıcılığı bize başka bir şans bıraksaydı Berwar şimdi tüm dünya kadınlarının oyun arkadaşlığı nasıl yaratılır, kadınla erkek nasıl dost olur, sevgi her derdin nasıl devası olur, gözlerinde kadınlar nasıl uçurtma uçurur, yaşam bu kutsal coğrafyaya layık nasıl yaşanır anlatıyor olacaktı.
9 Ekim kapımıza gelip dayandığında gafildik. Berwar’la uyanıyorduk. ‘‘Oyun arkadaşımı yalnız bırakmamalıyım’’ deyip bir çocuk doğallığıyla, yaramazlığıyla, neşesiyle bizden ayrılışıyla uyanıyorduk. O’nun geçen her saniyeyi gecikmeden sayan, ihanetten sayan koşmak isteyen, bir yangını söndürmek isteyen su sesinden öğreniyorduk komplonun ciddiyetini. Ve gecikmişliğimizi. Çiçeğin, böceğin, rüzgârın, türkünün dilinden anlayan, çocuk dünyasını yüreğinde yaşatan can bir kadın başka türlü nasıl yaşamı bırakırdı ki? Onunla kalan her kadın yürekten hissederek bilir ki, 24 Aralık 1998 gününe kadar o yaşama aşkla baktı. Gözleri aşkla vedalaştı Van gölünün Tamara’sıyla. Yaşam kendi ipek teninden özenle dokumuştu onun kadın yüreğini. 24 Aralık’daki vedası bile yaşamı besleyen barış çağrısı ileydi bu yüzden.
Bazen hayal ederim. Birbirine silah sıkmak zorunda bırakılanlar bir gün bambaşka bir ortamda salt insan kimliği ile tanışsalar ne olur acaba diye… Berwar arkadaşla savaş koşullarında tanıştım. Ve en zor koşullarda insan kalan çocuk kalan yüreğiyle karşılaştım… O’nunla Çarçella’nın doruklarında vedalaştık. O Çarçella ki Önderlikle buluşma hayallerimizin mekanı. Göllerinde yüzdürdük hayallerimizi. Öyle çok emanetimiz var ki onda günü geldiğinde geri alacağımız. Vedalaşmalarımız, ayrılıklarımız bitmedi hala. Ama gün gelir de o göllerde çocuklar gökyüzünden korkunç ölüm uçakları geçmeyeceğinden emin pırıl pırıl bir gökyüzünün altında yüzerlerse, Berwar doruklardan geçen bir bulutun sırtında onlarla olacak.
Bıraktığı veda emanetini alıp yerine bir merhaba bırakacak. Çarçella var oldukça var olacak bir buluşmanın başlangıcı olarak. Çocuk dünyasının oyun arkadaşını yalnız bırakmamasının armağanını barışı yaratarak veren çocuklara gülümseyerek katılacak evrenin sonsuz enerji akışına… Belki o zaman “gökten uçakların, kobraların, bombaların yerine sadece kuşların geçeceği o şiir tenli zaman” Çarçella’nın, Sümbüller’in mavi gözlü kadife tenli bir çocuğu üzüm gözlü bir diğer çocuğa heyecanla seslenecek: Bak bak bir yaban ördeği kondu göle gördün mü?
PELŞİN TOLHİLDAN
pajk.org
YORUM GÖNDER