TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (2.BÖLÜM)
TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (2.BÖLÜM)
0 Yorum
1039
08-09-2021

2-ŞİDDET

‘Kadın köleliğine daha yakından baktığımızda, çok ezici ve insanlıktan çıkarıcı yönü dikkat  çeker. Eve kapatılma sadece bir mekânsal tutsaklık değildir. Hatta hapishane de değildir. Derinden tecavüze alınma durumunu ifade eder. İstenildiği kadar nişan, gelinlik törenleriyle derinliğindeki gerçek örtülmek istensin, bir günlük uygulama bile kendini bilen için insan onurunun bitimidir. Kadın binlerce yıllık üretimsel, eğitimsel, yönetimsel, özgürlüksel değerinden o kadar sistemli ve çok çeşitli şiddet araçlarıyla, ondan da fazla ideolojik düşürme (aşk söylemleri dahil) araçlarıyla hırpalanır ki, sonuç tam teslimiyetten ötedir. Kimliğini tümüyle yitirişi, bambaşka bir gerçeğe, ‘karıya’ dönüşmesidir. En sıradan bir erkeğin, dağ çobanının bile gözünde kadın sadece karı olabilir. Karı olmak ise, üzerinde sonsuz tasarruf hakkının (istediği an öldürme de dahil) doğması demektir. O sadece bir mülk değildir. Çok özel bir mülktür. Sahibi için küçük imparator olma potansiyelini taşır. Yeter ki kullanmasını bilsin.’’(Rêber Apo) (7) 

Şiddetin varoluşsal bir gerekçesi yoktur. Şiddet inşa edilmiş bir yapıdır ve gerçeğe en aykırı biçimlerde müdahalede bulunma araçlarını temsil eder. Ontolojik karakteri olmadığından, şiddet hiçbir ahlaki değere karşılık gelmez ve ahlaki yargı ile sürekli karşı karşıya gelir. Çünkü şiddet hiçbir biçimde iyi, doğru ve güzel duyguya karşılık gelmez ve insan doğasının en fazla reaksiyonel karşıladığı bir durumdur. Ancak bir yönetme tekniği olarak şiddet, erkek egemen iktidar tarafında en fazla inşa edilmiş bir olgudur. Şiddetin araç ve modellerinin ahlaki tavır ile karşı karşıya gelmesinin yarattığı zorlukları aşmak için, iktidar şiddetin ideolojik gerekçelerini inşa eder. Şiddeti doğanın bir karakteri biçiminde açıklamaya çalışan felsefe ve ideolojiler şiddeti insanın karanlık gölgeleri biçiminde çeşitli argümanlarla açıklar. Kimi zaman şiddeti tanrının gazabı, kimi zaman doğanın kanunu, kimi zaman erkeğin baskın kişiliği temelinde açıklayan bu ideolojilerin ortak özelliği ise şiddeti bir var oluş tarzı olarak açıklamalarıdır. Mitolojik ve dinsel öğretilerde şiddet tanrısal yaratılış özelliği olarak tanımlanır. İnsan gerçeğinde inanarak yaşama, yaşadığı şeye inanç duyma veya gerçeği bir inanç ile açıklama özelliği vardır. Şiddeti bir din biçiminde açıklayan erkek egemen inanç sistemleri, insan doğasının barındırdığı inanışa dayalı bilme biçimini kendilerini üzerinde yapılandıracakları en olanaklı bir alan olarak ele almışlardır. İnanmak onu yaşamaktır, inanış açıklamayı onaylamaktır, inandırılmak ikna olmaktır. Erkeğin egemenliğine ikna etmek için önce inanç dünyasını inşa ederek iktidar kuruluşunu başlatan erkek, tüm mitolojik yaratılış efsanelerini oğulun anaya-eril ilkenin dişil ilkeye karşı verdiği savaşın zaferleri biçiminde yeniden yapılandırır. Eril dişil olanı, oğul ilksel varlık olan anayı ele geçirip parçalara ayırmakta ve evreni şiddet gücünü uygulayarak yaratmaktadır. Evrenin ve dünyanın düzeni erkek egemen şiddetin sonucunda sağlanmaktadır.

Burada iki ayrı yapı oluşturulmak istenmektedir. Yok ederek var olacağına ve şiddetin tanrısal doğasını taşıdığına inanan erkek kişiliğini yapılandırmak öncelikli hedeftir. Bu erkek kişiliği inşa edilmeden kadını ele geçirmek mümkün olmayacaktır. Yapılandırılmak istenen ikinci yapı, erkeğin doğasının üstünlüğüne ve tanrısal lütfun erkeği belirleyici kılarak kaderi tayin ettiğine inanan kadın teslimiyetidir. Marduk’un ve Zeus’ un annelerini katlederek yeryüzünü bedenlerinden yaratması, Havva’ nın Âdem’ in kaburga kemiğinden yaratılması ve sonra şiddetle cezalandırılmasını anlatan yaratılış hikâyelerinin amacı, kadını iktidar altına alacak, yönetecek erkeğin ruh dünyasını yapılandırmaktır. Burada kadın bedeninin parçalarıyla hayatı yeniden kuran, dişil öğeyi şiddet ile varoluş işleyişine kavuşturan erkek egemenliğine bir meşruiyet verilmektedir. Tanrının doğaya bahşettiği var olma tarzı, eril olanın dişil olanı şiddet ile varoluşa çevirdiği, kadının erkek ile var olabildiği anlayışı egemen kılınır. Tiamat Marduk sayesinde dünyaya, yani insani hayata dönüşmüştür, yoksa hep ilksel su olarak kalacaktı algısı zihinlere yerleştirilerek, şiddetin uygarlaştırıcı olduğuna dair inanç yaratılır. Dünyevi olana, uygarlığa savaş ve çatışma ile ulaşılır bilgisi böylelikle mitolojik ve dinsel inanışlar yoluyla egemen kılınır. Batı aydınlanma aklı her konuda olduğu gibi şiddet konusunda da felsefî izah ve bilimsel yöntem aracılığıyla olguyu bilimsel değer haline getirmiştir. Aydınlanma ideologları toplumsal doğanın kurucu ilkesinin insandaki bencillik, rekabet ve çatışma olduğunu belirtirler. Çıkarları gereği bir araya gelen insanlar gün gelir yine çıkarları gereği çatışmaya başlarlar.

Bu süreç bir an gelir çatışmanın bir sözleşmeye bağlanması gereğini dayatır. Rekabetin ve mülk edinme doğasının yol açtığı şiddet bir insan gerçeğidir ve insan şiddet doğasını toplumsal sözleşmelerle kontrol altına alabilir düşüncesindedirler. Ama bu öz aynı zamanda toplumsallığın da varlık nedenidir. Bu neden ile liberalizm insan gerçeğine en uygun çözüm olarak sunulur. Doğası gereği rekabetçi, bencil ve çatışmacı olduğu için, insanın özgürlüğü de, toplumsallığı da bu doğasına tanınan haklar ile olanaklıdır düşüncesiyle ‘bırakınız yapsınlar’ felsefesi örgütlenir. ‘İnsan insanın kurdudur’ ve herkesin herkesle savaşı mantığına dayanan bu yorumda, hayat bir savaş alanıdır. Sözleşme mantığında yatan şey, bireyler arası rekabetin, çatışmanın, savaşın bir üst organ tarafından düzenlenmesidir. Bu organ devlettir ve devlete liberal hukuku koruması temelinde şiddeti uygulama hakkı tanır. Mülkiyetin, rekabetin, bencilliğin dokunulmazlığı ve korunması adına devlet şiddeti düzenler. Egemen sınıf ve devletin kadına ve topluma karşı uyguladığı şiddeti akılcılaştıran aydınlanma ideolojisinin sözleşme hukukunda zaten kastedilen birey, erkek bireydir. Erkek bireyin kadını ve toplumsal birikimi mülkiyetine alma hakkı özel mülkiyet teorisiyle açıklanır. Buna göre, insan doğası gereği özel mülkiyet edinme bireyciliğine sahiptir ve doğal durum olduğundan, devletin görevi bu doğal hukuku korumasıdır. Aydınlanma ideolojisinin modern bilim aracılığıyla biyolojik temelde yaptığı açıklamalar ise, şiddeti bir hukuksal ilke düzeyinden bir varoluş ilkesi olarak anlaşılmasına yol açar. Doğanın kanunu diyerek şiddeti doğal sonuçlar temelinde açıklayan bir bilim vardır artık.

Darwin ‘doğal seleksiyon’ kanunun doğada bir var olma ve yok olma savaşı sonucu açığa çıktığını, bu savaşta güçlü olanın zayıfı, hızlı olanın yavaşı, büyük olanın küçüğü yendiğini şu sözleriyle anlatır; ‘Var olma mücadelesinde sınırlı birçok kaynak için ve mevcut riskler yüzünden nüfusun her bireyi bir diğeriyle yarışmaktadır. Bu var olma mücadelesinde, ortama en iyi adapte olabilmiş bireyler seçici bir avantaja sahip olmakta, daha çok yaşamakta ve daha çok üreyebilmektedir’ der. Sürekli bir rekabet, çatışma halinde olan canlı birbirini yok etmeye yazgılıdır; bu anlamda Darwin’ e göre, yaşam bir savaş ve şiddet halidir. Sosyal Darwinistler, Darwin'in kuramının genişleterek sosyal alana uygularlar. Yani, doğal yaşamda canlılar nasılki rekabet içinde ve birbirini yok ederek biyolojik evrimsel değişikliğe ulaşıyorsa, bireyler, gruplar veya uluslararası rekabetin de insan topluluklarında sosyal evrime neden olduğunu dile getiren kuramdır. Güçlü, savaşçı ve üstün olan toplum, birey ve ulusun, zayıf birey, ulus ve topluluklara karşı verdiği savaşta onları yenerek geliştiğini anlatırlar. Nazizm sosyal Darwinizm aracılığı ile üstün ırk teorisini ortaya atmış, savaşı doğanın hükmünün yerine getirilmesi olarak uygulamıştır. Bu düşünceye göre, doğal ayıklama yöntemiyle zayıf ve aşağı halklar, cinsler, insanlar elenecek, üstün ırklar bu ayıklama sürecinde çoğalarak tür üstün duruma gelecektir. 2. Dünya savaşının ideolojik ruhunu oluşturan sosyal Darwinizme dayanan toplumsal mühendisliktir. Reel sosyalizmin Darwinizmin evrim kuramından çok etkilendiği belirtilir. Evrim iki karşıt zıttın çatışmalarıyla gerçekleşmekteydi ve her yeni, ilerlemeci olan zıtlık karşıtını yok ettiği olgunlaşmaya ulaştığında devrimsel sıçramalar gerçekleşmekteydi. Yani devrime kadar uzanan evrim sürekli bir çatışma haliyle kendini oluşturmaktaydı.

Devrim, evrimin çatışmalı ilerleme sürecini, karşıtını zor kullanarak yok ettiği son aşamayı ifade etmekteydi. Biyolojik evrimdeki doğal seleksiyonun toplumsal tanımı, ilerlemeci sınıf teorisi olmuştur. Bu teoriye göre, her ortaya çıkan yeni sınıf bir önceki sınıf ile uzlaşmaz çelişkiyle karşıttır ve sınıflar birbirini yok ederek ilerler. Çelişki sürekli bir inkâr ile çatışma halindedir ve tarihi meydana getiren bu sınıf savaşıdır. Uygarlığın doğuşu ve ilerlemesini sınıf savaşı temelinde açıklayan klasik sosyalizm bu anlamda, şiddeti çözümleyememiş ve şiddeti tek devrimci yöntem, tarih yapma biçimi olarak ele almıştır. Freud ise psikanaliz (çözümlemeli psikolojik tedavi) yöntemiyle şiddeti araştırmış ve şiddeti insanın cinsel benliğinin karmaşık süreçlerinin yol açtığı komplekslerin dışavurumu olarak açıklar. Batı aklı; tarihi, savaşları, liderleri, dramatik olayları ve sosyolojiyi cinsel şiddetin yıkıcılığın kökeni olduğu tezi ile açıklar. Ona göre tüm bu şeylerin yaşanmasına neden olan cinsel dürtülerin dışavurumudur. Şiddet, insan cinselliğinin doğal sonucu olarak tanımlandığından şiddete böylelikle insani, sosyal ve ruhani değer yüklenmiş olur. Toplumsal cinsiyetçilik şiddetin neredeyse imal edildiği kök hücredir. Cinsiyetçilik, bir cinsiyetin diğerinden üstün olduğunu savunan görüş ve ideolojidir. Kadınlara karşı ayrımcılığın ortaya çıkan ilk biçimi olarak nefret içeren çatışmalı durumdur. Erkek şovenizmi de denilen bu durum içinde, kadın ve erkeğin kendine ait kesin sınırları olduğunu ve bu kendine ait özgün sınırlar içinde kalmaya mahkûm olduğunu düşünür. Kadının zayıf, yetersiz, eksik, duygusal, korunmaya muhtaç ve erkeğin bedensel tamamlayanı olduğuna inanır. Güçlü, savaşçı, baskın, aşkın, ilk yaratılan, bilen, akıl ve zekâ olan erkek, fiziğin gücü olduğu için kadının yöneticisi olduğunu düşünür. Kadını yöneten toplumsal hiyerarşiyi belirler ve yönetir.

Cinsiyetçilik sosyal ve kültürel değer haline gelince ve cinsiyet, toplumsal roller üstlenip ayrımcılığa dayalı cinsiyet iş bölümünü üstlenince toplumsallık özelliğini kazanır. Kadınlık ve erkeklik rolleri ve bu rollere dayalı yetiştirme, eğitme ve geleneksel davranışları içeren toplumsal cinsiyetçilik, cinsiyet ayrımcılığının toplumsal süreçlerin tamamına yayılır. Töre, hukuk, kamusal yaşam, aile hayatı erkeğin ayrıcalıklı olduğu, kadının ayrımcılığa uğradığı ve dışlandığı alanlardır. Hak anlayışı erkek hakları olarak anlaşılır ve kadın bu haklardan (yasal hak kazanmış olsa da) mevcut toplumsal cinsiyetçi yaklaşımlardan yararlanamaz. Namus anlayışı, hukuk, mülkiyet tutkusu ve iktidar hırsı erkeğin kadın üzerinde her türlü şiddeti uygulama hakkını tanıyan normlardır. Zina davaları, medeni hukuk, cinayette tahrik indirimi vb olgular kadına, belirlenen sınırların dışına çıktığında tüm toplumsal sistemin verdiği ortak cinsiyetçi cevaplar olur. Namus cinayetleri, kadın katliamları, her tür şiddet biçimi toplumsal cinsiyetçilikten aldığı güç ile uygulanır. Yaşamın her alanında erkeğin yetkisinde olan ölçülerden dolayı kadın şiddetin her türüne maruz kalır. Aynı zamanda inşa edilen cesur, savaşçı ve güçlü erkeklik imajı ile hem militarizm beslenir hem de toplumsal cinsiyetçiliğe dayalı şiddet körüklenir. Ulus devlet ordularına sosyal kaynaklar ve insan kaynakları oluşturmak için erkeklik ve şiddet uygulama yeteneği toplumsal yaşamda yüceltilir. Erkeğe güç ve üstünlük duyguları veren toplumsal cinsiyetçilik böylelikle militarizmin sosyolojik gerçeklerini de üretir. Şiddetin doğal hakları gibi bir sosyal anlayış ve dayanışma birliği erkekler arasında kurulur. İktidarın erkeğin bedenine atfettiği doğasının şiddet barındırdığı anlayışı belki de en büyük çarpıtmalardan biridir.

Avcılık ve çobanlık ekonomisine dayanarak dile getirilen bu tarihsel gerekçe antropolojik olarak anlamsızdır. Avcı erkek bir şiddet güdüsü ile değil, ihtiyaç ekonomisiyle hareket etmiştir. Avını her öldürme eyleminden sonra bağışlanma duygusu ile ayinler uygulamış, öldürülen hayvanın ruhuyla barışık kalmanın büyü ve inançlarını geliştirmiştir. Şiddeti bir erkeklik güdüsü olarak tanımlamak iktidar gerçeğinin politik karakterini gizlemenin en etkili yollarından biridir. Çünkü politika inşadır, değiştirilebilir, düzeltilebilir, çok zorlarsa yıkılabilir. Ama bir şeyi doğanın gerçeği diye tanımlamak en güçlü kabülleri gerçekleştirir. Şiddet: Uygulayıcısı tarafından bilinçli olarak karşıdaki kişiye ya da kişilere, kurum ya da kuruluşlara hatta canlı diğer varlıklara ( bitki örtüsü,hayvanlar, yaşam kaynakları vb.) çeşitli amaçlar adına çıkar elde etmek, onlara karşı üstünlük ya da hakimiyet kurmak, istenilen hal ve hareketlerin elde edilmesini sağlamak, imtiyaz ya da ayrıcalık sağlamak, saygınlık ya da sevgi kazanmak, kısacası maddi ve manevi çıkar ve menfaatlerin elde edilmesini sağlamak amacı ile fiziksel, sözlü, psikolojik ya da işaretler yardımı ile uygulanan kişi ya da kişilerin, kurum ya da kuruluşların hatta canlı diğer varlıkların ( bitki örtüsü,hayvanlar, yaşam kaynakları vb.) yaşam, özgürlük, irade, istek, hak ve sağlıklarına zarar verici, bu hakları ortadan kaldıran ya da geçici süre ile bunların ortadan kaldırılmasını sağlayan hal ve hareketlerin tümüne şiddet denilebilir.’’ (8)tanımından da anlaşıldığı gibi şiddet bir iktidar tekniğidir ve tüm oluşum süreçleri bir siyaset ile belirlenir. Kadını, toplumu, toprakları, emeği, artı ürünü, mülkiyeti ele geçirmek ve iktidar altına almak için fiziksel yıldırma hareketi uygulanır; şiddetle ele geçirmek tek yol olduğundan saldırı altına alarak karşıdakini dirençsizleştirme, iradesini kırmak amaçlanır. Öz savunma bu şiddetin saldırısına maruz kalanların varlığını korumak için gerekli araçlarla kendisini savunmasıdır. Doğada ve doğal toplumda olan şey öz savunmadır. Rêber Apo paradigmasında (Değerler sistemi) şiddet ve zorun ne Darwinist ne liberalist ne de reel sosyalist tanımlarına yer vardır. Devlet, iktidar ve egemen erkeklik savaşı, talanı, şiddeti bir yönetme tekniği olarak kullanmaktadır.

Bu anlamda Rêber Apo paradigmasında öz savunma şiddete karşı bir mücadele biçimi olmaktadır. O halde öz savunmayı doğru tanımlamak ve şiddetin politik kaynaklarını deşifre ederek ona karşı mücadele etmek zamanın en hakiki devrimci duruşu olmaktadır. Çünkü hakikat ortaya çıkaran ve gerçeğin bilincini geliştiren yöntem devrimcidir. Bu nedenle şiddeti, şiddetin nedenlerini ve öz savunmayı ayrıştıran bir tarihsel analize kadın bakışıyla ihtiyacımız vardır. Yukarıda belirttiğimiz zor, şiddet, çatışma kuramları ve şiddet inşa yöntemlerinin doğanın gerçekleri diye kuramlaştırılması hem şiddetin egemen erkek iktidar gerçeğinin gizlenmesine ve devlet zorunun doğal karşılanmasına, hem öz savunmanın kırılmasına ve hem de öz savunmanın şiddete benzeştirilmesine yol açmıştır. Bu durumu açımlarsak; Toplumsal tarihin dramatik biçimde ve hakikate aykırı temelde uğradığı bir değişim süreci vardır. Bu değişim bir tarihsel kırılma anıdır ve bu an tarihin demokratik uygarlık ve devletçi uygarlık biçiminde radikal biçimde ayrışmasıyla sonuçlanır. Başlangıçta yaşamak problemi ile uğraşan insan, artık bu süreçten sonra, nasıl yaşamalı problemi ile karşı karşıya kalır. Özgürlük mü kölelik mi, ahlaki duruş mu yoksa bencillik mi, teslimiyet mi direniş mi, anlamlı mı anlamsız mı ikilemlerine dayalı nasıl yaşamalı problemi bundan sonra tarihin akışını belirleyecektir. Avcı ve çoban kabilelerin tarımcı, yerleşik neolitik toplum birikimine göz koyması ile başlayan dış saldırılar, içte toplumsal birikime göz koyan, iktidar olmak isteyen kurnaz erkeğin saldırılarıyla birleşince ataerkil sistem ve işgalci- sömürgeci sistem paralel biçimde gelişir. Bu süreç ilksel birikimin oluştuğu ve ilksel birikime el koyma sürecidir. İlksel birikim sadece ortaya çıkan maddi ürünler değildir; insanın kendisi, gelişmiş ve yetkinleşmiş üretim araçları ve ilişkileri de bu birikimi kapsamaktadır. Maddi birikimi meydana getiren kadına dayalı üretim araçları ve ilişkileri toprak, bahçe, çapa, saban, çıkrık, dokuma tezgâhı, el değirmeni, teşi, emek gücü vb, bu dönemin üretim araçlarıyken, üretim ilişkileri komünaldir. İşte bu birikime el koymanın tek yolu vardır, o da önce kadına el koymak gerekmektedir.

Çünkü egemen erkek iktidar inşası için, erkeğin, yeniden üretim sürecine ihtiyacı vardır. Yeniden üretim süreci (artı zaman, nüfus, ev içi emek) egemen erkek iktidarının kök hücresi olarak hem neolitik birikime el koyma nedeni, hem de neolitik toplum direncini dağıtmanın tek yoludur. Bunun için gerekli olan şey ise ataerkil aile sistemini geliştirmektir. Kadını mülkleştirme, ana soy yerine ata soy ile çocuğu sermayeleştirme ve hanedan kurarak erk sağlamak devlet iktidarına, sömürgeciliğe ulaşmanın araçları olur. Çok kadınlı ve çok çocuklu erkek ve aile, sermayesi, gücü oluşmuş, iktidarın ekonomi politiği diyebileceğimiz üretim araçları ve ilişkilerini yakalamış egemen erkek demektir. Bu durum neolitik toplumun dağıtılması anlamına geldiği gibi, bu ataerkil sistemi çoğaltmak için şiddetin ve savaşın doğuşu da demektir. İlk savaşların yetişkin erkeklerin öldürülüp, kadınlara, çocuklara ve maddi ürünlere el koyma temelinde başlaması bu durum ile bağlantılıdır. Ataerkil aile, savaşlar yoluyla el konulan, köleleştirilmiş kadınla yapılan evlilikler ile kurumlaşır. İdeolojik inşa ile iç toplumsal yapısını ataerkil aileye, iktidara, sınıflaşmaya ve kadın köleliğine ikna etme, dış savaşlar ile dışındaki toplum değerlerine el koyma, köleleştirme bir ilksel birikime el koyma yöntemi olur. Ve tarih boyunca her birikime el koyma süreci ideolojik inşa yöntemi ve vahşet karakterli günümüze kadar geliştirilir. İlksel birikime el koyma süreci yöntemsel olarak vahşidir. Ama salt vahşete dayanmaz; zekâ, kurnazlık, hile ve oyun önceliklidir. Kurnaz erkek kendisine karşı direnen kadının direncini önce ideolojik zeminde kırar. Nerede, nasıl ve ne zaman olursa olsun, dünyayı ve evreni yorumlama etkinliği ve toplumsal problemi tanımlama inisiyatifi kimin elinde ise tarihe o yön vermektedir. Egemen erkek Mitolojik yöntem ile zihinsel kölelik ve fiziksel mülkiyet inşalarını iç içe yürüterek, öncelikle dünyayı yorumlama insiyatifini ele geçirmiştir.

Toplumsal ve doğadan gelen problemin nedenini kadının varoluş özü ile açıklayan mitolojik inşaların en önemli unsuru şiddetin doğallaştırılması olur. Kadın doğası varoluşsal olarak problemlidir ve yaratılışın, toplumun, hayatın sorunlu yanını temsil eder algısı temel alınarak, bu sorunlu doğaya karşı savaşa meşruiyet ve taraftar kazandırılır. Bu neden ile mitolojik yaratılış hikayelerinde kadın kaos, düzensizlik, karanlık unsurlar, erkek ise yaradılış, ilksel başlangıç, düzen ve form olarak tanımlanır. Bu tanımlamalarda ‘kadın bedeninin ölümü ile yaradılış gerçekleşir’ mesajı ana mesajdır. Şiddetin meşruiyetini zihnin onayı ile sağlayan iktidar, yöntemsel olarak bu onaya ötekileştirme ile ulaşır. Kadınları ötekileştirerek erkekleşmeyi bir sınıf gücüne, erkeklik ortaklığına kavuşturmayı arzulayan iktidar, buna, şiddeti üstünlük, yücelik, kudretli, azametli duygular sağlayan büyüklük imgeleriyle meşrulaştırarak kavuşur. Şiddetin yüceliği doğuda Tiamat ve batıda Medusa modeliyle kutsanmıştır. Bu modeller ‘kadın doğası salt tehlike içeren bir potansiyeldir, sorunlu doğadır, kaos, karanlık ve belirsizliğinden dolayı tehlike ve tehdittir, alt edilmelidir’ mesajının en çarpıcı örnekleridir. Aksi durumda bu dişi doğa düzeni, yaradılışı yutacak ve yok edecektir. Babil yaratılış miti Ennuma Eniş, ilk kadın cinayetini, kadın katliamı ile iktidar gücüne ulaşan, bu iktidarın kâinatını yaratan erkeği ve devletin tahkimini anlatır. Yüce tanrıça ana Tiamat yaşamı besleyen, tuzlu suların efendisi, toprak Ana’dır. Tatlı suların tanrısı Apsu ile birleşmesinden doğan genç tanrılar başına buyruk davranışları ve taşkınlıkları ile annelerini rahatsız ederler.

Taimat Apsu'dan onlarla konuşmasını ister, fakat Apsu ve Mumnu onu dikkate almazlar. Genç tanrılar zamanla yetenek, güç ve bilgelikte babaları Apsu’ yu geçince, Apsu Taimat’a ‘Umutsuzca huzura ve sessizliğe ihtiyacım var. Eğer benim ricalarımı dinlemezlerse, gürültülerini yapabileceğim tek sekilde, yani onları yok ederek durdurmak zorunda kalacağım.' der. Bu teklifi zalimce bulup öfkelenen Tiamat Apsu’ ya karşı çıkar. Mumnu, Apsu' yu destekler ve 'Tiamat ’ın bu konudaki fikirlerini dikkate almamanızı öneriyorum' diye tavsiyede bulunur. 'Planınızı uygulayın ve otoritenize karşı geldikleri için tanrıları yok edin’. Genç tanrılar bu komployu erken duyar ve en zekileri Ea Apsu’ yu derin uykuya daldırır, başındaki tacı, ışık halkasını alır ve Mumnu’yu güçsüz bırakan büyü yapar. Ea’ nın oğlu Marduk diğer tanrılar içinde üstünlüğü ile öne çıkar. Ağzından ateşler, gözlerinden dehşet, ışığı korkunç görüntü saçar. Anu Tiamat’ ın sularını şiddetli sular ile karıştırır. Fırtınalardan rahatsız olan tanrılar anneleri Tiamat’a Ea ve etrafındaki tanrılara karşı tepkilerini yansıtırlar. Tiamat 'Bize yardım etmeleri için canavarları yaratacağım ve o tanrılara karşı savaşacağız.' der. Bu arada Tiamat yenilmez silahlar olarak toplam 11 canavar yaratır: Engerek yılanı, ejderha, frenks, büyük aslan, çılgın köpek, akrep-adam, üç tane kuvvetli fırtına canavarı, kir böceği ve kentaur. Hiçbir tanrı Tiamat ve kuvvetlerine karşı savaşamaz ve baş tanrı olma şartı ile Marduk Taimat’a karşı savaşmaya ikna olur. Marduk’un baş tanrılığı onaylandıktan, tahtı inşa edildikten ve yaratma ve yok etme gücü bir tek onun elinde toplandıktan sonra Tiamat’ a karşı savaşı başlatır. ‘Oğullar babalarına karşı savaşıyorlar ve onlardan nefret etmek için bir sebebin yok! Kingu'ya gerçekten hak etmediği bir rütbe bağışladın.’ Diyen Marduk iktidar için annesine karşı savaş başlattığını dışa vurur. Tiamat ve Marduk teke tek savaşırlar; Marduk, Tiamat’ın bedenini rüzgârlarla şişirip, yay ve oku ile kalbini parçalayıp onu öldürür. Kingu’yu esir alan Marduk, gerçekte hak etmediği kader tabletini göğsüne bağlar.

Marduk diğer isyancı tanrılara ve Taimat’ın canavarlarına boyun eğdirdikten sonra, Tiamat'a döner bacaklarına basar ve asasıyla kafatasını ezer. “Kan damarlarını parçaladıktan sonra, kuzey rüzgârı kanını gizli yerlere götürdü. Sonra Marduk, Tiamat’ın cesedini kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayırdı. Tiamat’ın yarısıyla gökyüzünü kurdu, diğer parçasıyla yeryüzünü oluşturdu. Tiamat’ın tükürüğüyle bulutları yarattı ve onları suyla doldurdu, ancak rüzgârların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendisi aldı. Tiamat’ın başını yeryüzündeki dağları oluşturacak sekilde yerleştirdi ve Dicle ile Fırat nehirlerinin Tiamat’ın gözlerinden akmasını sağladı. Sonra Marduk, gökleri yönetmesi için Anu’ya, yeryüzünü yönetmesi için Ea'ya ve gök ile yeryüzü arasındaki havayı yönetmesi için Enlil'e emir verdi. Geceleri Sin'e verdiği gibi, güneşi yaratarak gündüzleri de Samas'a verdi. Evrende düzeni sağladıktan sonra Marduk, yarattığı emanetleri Ea'ya verdi. Kader Tableti’ ni Anu’ya verdi ve Tiamat'a yardım eden tanrıları babalarına karşı ayaklanmanın boşuna olduğunu hatırlatacak heykeller haline getirdi. der Babil’in ünlü yaratılış destanı Enuma Eliş. Marduk Tiamat'ı yenip yerine geçmiştir. Ana Tanrıça'ya inanan ve tarımcı yerli halkla, erkek gökyüzü tanrılarına tapan savaşçı kabileler arasındaki siyasal ve dini çelişkileri yansıtan bu efsanenin son sözleri, kadın yenilgiye uğratılınca bir halkın krallık iradesine tabi olacağını belirtir.

Bu şiddetin mitolojik tasvirinin kuvvetli iki mesajı vardır; 1. Yaratılışın tanrısal doğasında şiddet vardır ve varoluş şiddet ile meydana gelmektedir. 2. Kaos, düzensizlik olan dişil ilke alt edilmeden dünya düzeni sağlanmaz. Düzen adına kadının bedenine uygulanan tanrısal şiddet ile dünyasal düzen sağlanmaktadır, erkek tanrısallaştıkça kaos aşılmaktadır. Marduk şiddeti uyguladığı oranda tüm tanrıları iradesini onaylamaya ikna etmektedir. Güç ve öldürme kudreti, kurban kadın şahsında tüm topluluğun iktidara ikna edilmesi temelinde gerçekleşir. Şiddet böylelikle bir egemen erkek ekonomi politiği olarak insanlık sahasına giriş yapar. Erkeğin mekânı ve zamanı kadına yönelik uyguladığı şiddetin oranı ve katliamı sonucu belirlenir. Mülkün yeni sahibi ve sahip etrafında üretimi yöneten yeni ilişki biçimleri Marduk merkezli kurulur. Hegemonya tesis eden ideolojiler şiddeti doğallaştırma ve tanrısallaştırma yöntemini yetkinleştirerek yapılanmalarını tamamlarlar. Şiddeti, yaratılış hikâyesinin diyalektiği, tanrının emri ve doğanın yasası biçiminde mitsel, dinsel, bilimsel izahlarla rasyonalize ettikçe iktidar kuruluşu mümkün olmaktadır. Çünkü şiddetin marifeti ya da amacı yalnızca bastırma ve yok etme değildir; şiddet bir ikna yöntemidir. İkna olmak veya ikna edilmek, şiddettin üzerinde uygulandığı özneden alınmak istenen sonuç değildir. Şiddete maruz bırakılan özne üzerinden toplumsal ikna ve uzlaşma sahası oluşturmak ve bu sahada egemenlik ilişkileri üretmek esas amaçtır. Töre hukukunda bir kadın recm edilirken terbiye ikna edilme sürecinde değildir; o bir nesnedir artık ve kadına yönelik şiddet ayinsel tarzda uygulanırken, topluluğun tüm erkekleri uzlaşım ve iktidar paylaşımlarını yeniden düzenler ve topluluğu ikna mesajlarını yeniden kurgularlar. Tüm kadınlar, genç erkekler bu kanlı ayin etrafında şiddetin ideolojisinin eğitiminden geçirilirler. Bir kardeş, bir baba ve bir eş nasıl, neden ve ne zaman bir katil olabilir, bir kadın ne zaman ve nerde kurban olur bilgisi yenilenir, buna hazırlanılır.

Egemenliğe, yönetmeye ve el koymaya ikna edilmek- ikna olmak için şiddetin dinselleştirilmesi kaçınılmazdır. Belli bir kitlenin şiddetin mesajı, dili ve imgelemi üzerinden sürekli bir ilişki birliğini ve ortaklığı kurması şiddetin esas rolünü belirlemektedir. Çünkü şiddet dilin fiziği ve komutlarıdır. Bu anlamda, bir grubun ötekileştirilme ve yabancılaştırılması ile şiddet başlatılır. Alman faşizmi Yahudi toplumunu gaz odalarında soykırım şiddetine maruz bırakırken amacı onları her hangi bir şeye ikna etmek değildi. O soykırım etrafında esas amaçladığı şey Alman kapitalini tekelleştirmek ve dünyaya yaymak için gerekli olan sınıfı, orduyu ve ulusu ikna etmek ve birliğini gerçekleştirmektir. Şiddeti uygulama kudreti topluma mal edilmedikçe, kitle ikna edilmedikçe iktidar güçleri ve ilişkileri yayılma sağlayamamaktadır. Bu neden ile egemen ideolojilerin kök hücresi şiddettir. Ama şiddet bir inanç ihtiyacı duyar; bu nedenle şiddet öncelikle dinsel şahsiyetler ve dinsel ifadelerle inşa edilmiştir. Kadın ahlakı ve tanrıçalık inancı çok kuvvetli değerlerdir, bu değerleri güçten düşürecek kuvvette bir inanç yaratmak gerekmektedir. Bu neden ile şiddetin dinselleştirilmesi ilk şamanistik çalışma, şiddetin doğallaştırılması ilk rahip çalışması olmaktadır. Rêber Apo bu konuda şu değerlendirmeyi yapmaktadır: ‘‘Militarizm en geliştirilmiş anti-toplumcu tekelcilik olarak tanımlanabilir. Toplumsal doğa üzerinde baskı ve istismar amaçlı ilk otorite kurma çabalarının avcı gelenekli ‘kurnaz ve güçlü adam’ın analitik akıl ve eyleminin sonucu olarak geliştiğini varsaymak mümkündür. En çok gücü yeten, otoritesini esas olarak iki ana grup üzerinde, yanındaki avcı grubu ve eve kapatmaya çalıştığı kadın üzerinde tesis etmeye çalışır. Sürece şamanistik (Proto-rahip) ve jerontokratik (yaşlılar grubu) öğelerin katılmasıyla ilk hiyerarşik Otoritenin hemen birçok toplumda çeşitli biçimler altında oluştuğu söylenebilir.

Uygarlık tarihine geçilmesiyle birlikte güçlü ve kurnaz adam ve maiyetinin resmileşen iktidar olarak, devletin (ekonomi üzerinde artık-ürün gaspına dayalı ilk tekelleşme) askeri kolu biçiminde kendini kurumlaştırdığı görülmektedir. Sümer toplumunda rahip-krallar döneminin hemen ardından gelen I., II. ve III. Ur Hanedanlıkları bu gerçekleşmeyi yansıtmaktadır. Birçok toplumda benzer gerçeklikler söz konusudur. Gılgameş Destanında da açıkça krallığın Tanrıça İnanna (tanrıça geleneği-rahibeliği) geleneğinden nasıl koparıldığını, rahibenin güçsüzleştirilerek nasıl evlere (genel ve özel ev) kapatıldığını adım adım izlemek mümkündür.’’(9) Bu bağlamda Batı egemen erkek ideolojisinin nasıl bir kadın cinayeti ile inşa edildiğini ve kadın katliamıyla tanrıların yeni bir kâinat ve dünya düzenini sağladığını anlatan hikâye, Medusa hikâyesidir. Medusa büyü ve tıp bilimi yapan, toprak tanrıçasıdır. Üçü de Gorgon ve kardeş olan Medusa, Stheno ve Euryale, antik deniz tanrıçası olan ve kardeşi arkaik dünyada yeraltı canavarı olan Phorcys'in kızlarıdır. Stheno, Euryale ve Medusa, Phorcys tarafından yay ve ok ile kutsanmışlardı. Yaylar yeraltına aitti ve lanet getirdiklerine inanılmıştı. Ancak bir saldırı olduğu zaman bu ok ve yaylar yeraltından çıkarılır ve kullanılırdı. Phorcys ilk ana tanrıça figürü, üç kız ana soylu neolitik topluluğu anlatmaktadır. Lanetli ok ve yay ise kadın savunmasının ilkesini açıklamaktadır; silahlar bir saldırı durumu yaşandığında kullanılacaktır. Medusa güzelliğiyle bütün tanrıları kendisine âşık edermiş. Medusa tutkusuna yenilen Poseidon bir gün gizlice girdiği sevgilisi Athena'nın tapınağında, Medusa' ya zorla sahip olmuş. Tecavüz burada kadına ve ana topluma ilk saldırıdır. Athena, Poseidon ‘un bu yaptığı karşısında kendisini aşağılanmış hisseder ve bu sinirle Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirir.

Medusa‘nın saçlarının her bir teli bir yılana dönüşür, Athena'nın siniri Medusa' ya bakmaya çalışan herkesi o bakışların taşa çevirmesini sağlamış. Athena egemen erkek sistemin aklıyla doğmuş, eril iktidarın baş tanrısı Zeus’ un, yani babasının kızıdır. Kendi cins gerçekliğine ve kadınlığına yabancılaşmayı, düşmanlaşmayı sembolize eder. Medusa’nın saçlarının yılana çevirilmesi esasta ataerkil iktidarın kadının büyüsel bilgeliği ve şifacı gücünden korkup onu lanetlemesini, bakışlarının taşa çevirme imgeleri uğradığı şiddetin dehşete düşürücü oranını yansıtır. Kim ki ona ve yaşamına ilgi duyup bakarsa taşa dönecektir. Bakmak o hakikati görmek ve ona katılmaktır. Kadın toplumuna ve hakikatlerine bakmak ve gerçeğini görmek yasaklanmıştır, yasağı dinlemeyen taş kesilecektir. Medusa ölümlü olup güzelliğinden dolayı lanetlendiğinden yayını onu lanetleyenlerden intikam almak ve eski güzelliğine sahip olabilmek için kullanır. Medusa lanetlendikten sonra yılanlardan ok yapar, uğradığı laneti bir direniş gücüne çevirir ve tanrılara başkaldırır. Medusa yayı sağ eliyle tutarsa lanet getirir sol eliyle tutarsa bakışları ile taşa çevirirdi. Bakışları ile taşa çevirme burada güçlü bakmanın, bakışın meydan okuyan özgür tavrını ve aklının ifadesidir. Bu güçlü bakış etkilemekte, etki ile düşmanını etkisizleştirmektedir. Medusa bu anlamda ataerkil iktidara ve onun tanrısal kimliğine karşı direnişe geçmiş, silahlanarak öz savunmasını almış kadın kimliği olmaktadır. Bu durum karşısında Perseus üvey kardeşi Athena ile işbirliği yaparak Medusa’nın kafasını kesmeye karar verir. Perseus yeni tanrısal düzende yer almaya aday bir iktidar kişiliğidir ve kendisine verilen kadın toplumu olan Gorgon kız kardeşleri öldürme görevini, tereddütsüzce yerine getirir. Perseus keskin kılıcıyla Medusa' nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırır ve Medusa’nın kafasını tutarak, Andromeda’yı kaçırırken düşmanlarına doğru tutup, ona bakanları taşa çevirir. Perseus Medusa şahsında kadın ülkesini katliamdan geçirir ve dönerken fetihler yapar, kadınları kaçırır. Burada Medusa’ nın kafasını taşa çevirmek için kullanması ise bu kadın katliamını göstererek, korkutmak, dehşete düşürüp, saldırdığı toplumların öz savunmasını kırmak amacını göstermektedir.

Bu dönem Grek kent devletlerinin batı halklarını ve yeni toprakları fethetme sürecidir. Grekler batı dünyasında ilk kent devlet uygarlığını temsil etmektedir ve kendi dışında olan toplumları barbar olarak nitelemektedirler. Grek uygarlığı ile doğal toplum arasında yaşanan gerilim ve çatışmalar Medusa mitolojisine bu biçimde yansımıştır. Medusa neolitik uygarlığı Perseus ve Athena kent devlet uygarlığını temsil etmektedir. Hem doğu hem batı mitolojilerinde kâinatın tanrılar tarafından yaratılışı ve paylaşımı kadın cinayetiyle gerçekleştirilir. Bu efsaneler aracılığı ile erkek egemen iktidarın ideolojik kimliği, dinsel sistemi ve toplum inşası sağlanır. Bu ideolojik inşalar başarılmadan kadın katliamının gerçekleştirilmesi, toplumun buna ikna olması ve kadının teslim alınması mümkün değildir. Bu süreç, baştan sona kadının öz savunmasını kırma, savunmasızlığı süreklileştirme ve öz savunmasını tümden imkânsız hale getirme süreci olarak geliştirilir. Tiamat’ın bedeninin paramparça edilerek savunma silahlarının yok edilmesi ve Medusa’nın kafasının uçurularak silahlarından mahrum bırakılması böyle mümkün olmaktadır. Toplumu düşünsel planda ele geçirip dağıtmanın temel stratejilerinden biri de kadın katliamlarını fiziksel ve ideolojik düzeyde geliştirmektir. İşte o zaman Marduk iktidar tahtına yürüyebilmekte, Perseus Andromeda’ yı ele geçirip kaçırabilmektedir. Bu mülkiyet ve iktidar imkânlarını kadın katliamı ile saldıkları dehşet ile sağladıklarının derin bilincine sahip egemen erkek, iktidar biriktirme yöntemi olarak kadın cinayetini kullanır.

Güç olmak, toplumda iktidar olmak kadını mülkleştirme oranı ile bağlantılı olduğundan, mülkleşmeye gelmeyen kadını şiddet aracılığıyla yok ederek, başka bir biçimde güç biriktirilir. Bu anlamda şiddet iktidar ve tekel kurma yöntemidir; iktidar biriktirildikçe şiddetin yeniden, sürekli organize olma ihtiyacı doğar. Ancak kadınlar yalnızca şiddete maruz kalarak hep bir ezilen cins pozisyonunda etkisiz mi kaldı? Öldürülen, yokedilen ve parçalanan tanımlara mı sıkıştı ve sürekli bunu bir kader olarak mı yaşadı? Hayır! Tam aksine kadınların bu şiddete dayalı saldırılar karşısında muazam bir direniş tarihi açığa çıktı. Bu direniş tarihinin gelişmesi için yanıtlaması gereken bir soru vardı; nasıl yaşamalı? Varlığını savunmak için kendini yeniden tanımlamaya ihtiyacı vardı. Varlığını savunmak her değişim ile kendini yeniden tanımlamayı ve anlamlandırmayı gerektirir. Kadınların yeni tanımı direniş, anlamı özgürlük ve direnişçilik biçiminde cevaplar sunar. Varlığını korumak için kendini tanımlamak gerekir; kendini tanımlamayan erimeye, yok olmaya mahkûm olmaktadır. Bu neden ile varoluş sürekli kendini tanımlamaya, tanımını korumaya ve karakter kazandırmaya ihtiyaç duyar. Egemen erkek iktidarının ortaya çıkışı ile kadınlar mevcut tanımlarını korumak için kendilerinde yeni tanımlar oluşturmak zorunda kalmışlardır. Direnişçi, savaşçı, asi, bağımsız, isyankâr gibi tanımlamalar kadının kendini, özünü savunma ihtiyacı ile gelişen yeni tanımlamaları olur. Bu tanım kendini savunan kadını tarif etmektedir. İşte bu yeni kadın tanımlamalarına karşı iktidarın da geliştirdiği yeni kadın tanımlamaları olur. Erkeğin evcilleştirilmiş ve uysal kadın tanımı, yani öz savunması kırılmış, teslim alınmış kadını tanımlar. Tarihte kadınların buna karşı bir öz savunma geliştirdiklerine tanık olmaktayız. Gelişmekte olan iktidar ve şiddet araçlarına karşı, kadın umutsuz bir izleyici ve çaresiz bir mahkûmiyetle yaşanmakta olanları karşılamamıştır.

Bazı yanılgılı tarih değerlendirmelerinde, bir an’ da neolitik dönemin kesintiye uğradığını ve ataerkil, iktidarcı uygarlığın sorunsuz ve çatışmasız biçimde geliştiğini düşünmektedirler. Sanki toplumsal tarih tanrının ‘ol’ emri ile bir an’ da kesintiye uğramış, bambaşka bir şeye dönüşmüştür. Neolitik süreç tarımcı ve avcı-çoban klan ve kabile geriliminden kaynaklı zaten bir saldırı-savunma pozisyonundadır. Devletçi uygarlığın gelişmesiyle neolitik toplum üyeleri ve kadınların demokratik uygarlık temelli bir direnişi olmuş ve direnişe karşı saldırı temelinde şiddetle cevap verilmiştir. İnsanlığın kendisi ile ilgili dehşete kapıldığı bir dönemdir; lakin ilk defa kötülüğün sistemleştiği, kötüleşmenin açığa çıktığı ve kötülük problemlerinin yaşandığı bir gerçekle karşı karşıya kalmıştır. Ve ne kadın ne iktidar dışı diğer demokratik uygarlık güçleri bu gerçeği kabullenmemiştir. Bu kabullenmeme ve kendini kabul ettirme gerilimi, tarihin demokratik uygarlık ve devletçi uygarlık güçleri temelinde ayrışmasına, çatışmalı biçimde kendini var etme, inşa etme ve sistemleşmesine yol açmıştır. Demokratik uygarlığın kadın direnişi, ataerkil sistemin devletleşmesi ile beş bin yılın demokratik modernite direnişi biçiminde gerçekleşmiştir. Öz savunma ve direniş kötülük ahlakını kabullenmeyenlerin, saldırı ve şiddet ise iktidarcı sistemini kabul ettirmek isteyenlerin araçları olmuştur. Rêber Apo bu dönemin karekterini şöyle açıklamaktadır: ‘‘Öz savunma ahlâki ve politik toplumun güvenlik politikasıdır. Daha doğrusu, kendini savunamayan toplumun ahlâki ve politik vasfı anlamını kaybeder. Toplum böyle bir durumda ya sömürgeleşmiştir, eriyip çürümektedir, ya da direniştedir, ahlâki ve politik vasfını yeniden kazanmak ve işlerliğe kavuşturmak istemektedir. Öz savunma bu sürecin adıdır. Kendisi olmakta ısrar eden, sömürgeleşme ve her türlü tek taraflı bağımlılık dayatmalarını reddeden toplum bu tutumunu ancak öz savunma olanakları ve kurumlarıyla geliştirebilir. Öz savunma sadece dıştan gelen tehlikelere karşı oluşmaz. Toplumun iç yapılanmalarında da çelişki ve gerginliklerin yaşanması her zaman mümkündür.

Unutmamak gerekir ki, tarihsel-toplumlar uzun süredir sınıflı ve iktidarlı olup, bu özelliklerini daha uzun süre korumak isteyeceklerdir. Bu güçler varlıklarını korumak için tüm güçleriyle direneceklerdir. Dolayısıyla öz savunma yaygın bir toplumsal talep olarak uzun süre toplumun gündeminde önemli bir yer tutacaktır. Karar gücü öz savunma gücüyle pekişmeden kolay yürürlüğe konulamaz.’’ (10) Kadın direnişinin ve öz savunmasının başlatıcılarından ve savaşçılarından birinin Lilith olduğunu belirtebiliriz; Lilith örneğini seçmemizin nedeni kadına yönelik şiddetin ideolojik inşasının bütünlüklü biçimde uygulandığı ve tamamlandığı bir örnek olmasıdır. Egemen erkek iktidarı, ideolojik inşa saldırılarını toplumsal hakikat taşıyıcısı kadın tanrıçalığını yok edip, yerine erkeğe eklemlenmiş tanrıçalığı ikame etme temelinde başlatmıştır. Baş tanrıyı (iktidarı) duygusal olarak onaylayan, panteonu (devleti) sosyal bağımlılıklar nedeniyle kabullenen, aşkı yenilgili yaşamayı sineye çeken bir kadın kimliği yaratılır. Aşk, doğum, güzellik, adalet, su, bitki vb tanrıçalık sıfatlarına karşı erkek egemen aklın tanımladığı kadın kimliğine sıkıştırılan, hakikati parçalanan bir tanrıçalar silsilesi imal edilir. Kentin tanrıçaları vardır artık ve bu tanrıçaların işlevleri kent uygarlığını koruyan, kollayan, iyileştiren, dengeleyen temeldedir. Bu tanrıçalar kent uygarlığının tamamlayıcı unsurlarıdırlar ve çatışmacı, direnişçi değil, düzenin dengesini, uzlaşmalarını sağlarlar. Bu durum aynı zamanda Lilith’ in kaderi olmaktadır. Lilith erkek egemen iktidarın ve devletçi uygarlığın doğuşunu tanrının yüzüne eşiti olduğunu doğrudan söyleyerek kabul etmeyen, mücadeleye geçen kadın direnişini temsil ederken, aynı zamanda bu mücadelesini kendi cinsini örgütleyerek yapmaya çalışır. Çünkü hemcinsi teslim alınmakta, uysallaştırılmakta, savunmaz bırakılmaktadır. Havva’ yı baştan çıkaran şeytan demek kendi cinsini direnişe çeken kadın, yani Lilith demektir. Bu nedenle Lilith ana tanrıçalığın şeytanlaştırılmasının da sembolüdür. Lilith’ e karşı İnnana ve Gılgamış, Havva ve Âdem öykülemeleri kadının öz savunmasını kırma yöntemleridir.

Bu neden ile Lilith hikâyesi tam anlamıyla, erkek egemen iktidara karşı direnişe geçen kadın kimliğini anlatmaktadır. Lilith’ in rölyeflerdeki tasviri öz savunma araçlarını, mitolojik öyküleri direniş tarzını ve özgürlük açıklamalarını anlatır. Temsil ettiği her şey, o dönemlerin kadınlarının direnişlerinin toplam anlamlarını ifade etmektedir. Lilith’in ayaklarının önünde duran iki aslan ya da sırtına bindiği aslan cesaret, özgür alan, kararlılık, güç ve irade ifadesidir. Yırtıcı kanatları ele geçmeyen ve egemenlik altına alınmayan ruhunu anlatır. Ayaklarının kuş pençeli olması ve kimi yerlerde gövdesinin yarısına kadar ateş içinde olması onun uygarlaştırılamayan, evcilleştirilemeyen kişiliğinin temsilleridir. Yılan ve baykuş bilgeliğini ifade eder ve bu bilgelik onun en inatçı öz savunma gücüdür. İdeolojik saldırı ve ideolojik öz savunma sürecini ifade ettiğinden, savunma araçları daha çok özgür bilinç ve özgür duruş temelinde sembolize edilir. Yay ve ok lanetlenip toprağın altına gömülmüştür bu hikâyelerde ama kendisine dönük saldırılar vahşileşince ok ve yayı yer altından çıkarıp kullanır. Yer altı gizliliği, ok ve yay ihtiyaç duyulduğunda silahlı öz savunmayı özetlemektedir. Kısaca hikâyesine değinirsek; Sümer yaratılış efsanesinde çözülmesi zor bir problem bulunmaktadır ve bu problem bir süreklilik içinde başka hikâyelerde ya da kutsal kitaplarda ortaya çıkmaktadır. Problemin adı Lilith ve direnişidir. ‘Gecenin ve gündüzün, ilk gün ve ilk yılların başlangıcında, yani her şeyin baba tarafından ilk yaratıldığı anda,’ yer altı tanrıçası Ereşkigal’in uğradığı tecavüz saldırısından dolayı Enlil’e karşı ayaklandığı ve saldırdığı süreçte, İnnana’ ın karşılaştığı problem Lilith’tir.

DERLEME 2.BÖLÜM

 

 

YORUM GÖNDER

ZİYARETÇİ YORUMLARI

BENZER KONULAR

KADIN ETRAFINDA GELİŞTİRİLECEK BİLİM, DOĞRU SOSYOLOJİYE ATILMIŞ İLK ADIM  OLACAKTIR

KADIN ETRAFINDA GELİŞTİRİLECEK BİLİM, DOĞRU SOSYOLOJİYE ATILMIŞ İLK ADIM  OLACAKTIR

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (1. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (2.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (3. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (4. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (5.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (6. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (7.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (8.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (9.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (10. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (11. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (12. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (13. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (14. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (15. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (16. BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (GİRİŞ)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (3.BÖLÜM)

KÖLELİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPILARIMIZ (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (4.BÖLÜM)

KÖLELİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPILARIMIZ (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (5.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (6.BÖLÜM)

TOPLUMSAL CİNSİYET (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (7.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (3. BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (4.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (8.BÖLÜM)

TOPLUMSAL CİNSİYET 2.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (9.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (10.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (11.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (12.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE DOĞRU SOSYOLOJİYE ADIM ATMAK

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 14.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 15.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 16.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (17. BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 18.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (19.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (20.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (21.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 22.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 23.BÖLÜM (SON)

KADINLA FELSEFİ İLİŞKİLENMEYİ ERKEK NASIL ELE ALMALIDIR?

JİNEOLOJİ (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (2.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (3.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (4.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ZİHNİYET KODLARINI YIKIYOR

JİNEOLOJİ YAŞAM ALGISIDIR

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (2.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (3.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (4.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (5.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (6.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (7.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (8.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (9.BÖLÜM)

JİNEOLOJÎ ALTERNATİF SUNUYOR

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (1.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (2.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (3.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (4.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (5.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (6.BÖLÜM)

KADIN ENERJİSİNİN ÖZGÜRLÜKLE BAĞI

ÖZ SAVUNMA İLE KADINCA YAŞAMAK

JİNEOLOJÎ KAMPLARI: KOLEKTİF BİLMELERİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜCÜ

DEMOKRATİK MODERNİTENİN BİLİMİ JİNEOLOJİ