SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (4.BÖLÜM)
B- SÜMER UYGARLIĞININ TARİHSEL ROLÜ VE KURUMLAŞMASI
Uygarlık sürecini görkemli bir biçimde başlatmasına rağmen, bilimsel tarihteki yerini layıkıyla alamamasının temel nedeni, geç keşfedilme ve Avrupa benmerkezci düşünce yapısının hakimiyetinden ileri gelmektedir. Greko-Romen uygarlığının bencilliği bunda önemli rol oynamaktadır. Aslında her uygarlık adımı gelişmeyi kendisiyle sınırlama ve kendisinden başlatma gibi bencil bir doğaya sahiptir. Sümerler de her şeylerini bağlı oldukları neolitik çağın değerlerine karşı benzer bir bencillik ve kendilerine mal etme tutumu içindeydiler. Hatta her şeyin yaratılışını kendilerini de yaratan tanrılar sistemine bağlamışlardı. Böylesine çok çarpıcı ve neredeyse günümüze kadar tam kavrayış ve kurumlaşmaların altında bu Sümer mitolojik-teolojik düzeni yatmaktadır. Bu etkilemeyi ana bölümler halinde şöyle sıralayabiliriz:
a- Sınıflı toplumun oluşturulması. Toplumsallaşma sürecinin kendi başına gezegenimizin insan eliyle gerçekleşen en temel olgusu olduğu bilimce kabul görmektedir. Genelde insan dışı tüm canlı varlıklarda süren doğal evrim süreci, insan toplumunda kendi kavrama ve iradesiyle bilinçlice sürdürülmektedir. İnsan türünün Homo Sapiens türünde günümüzün dil yapısına yol açan kavrama sürecindeki sıçrama, iradeli toplum oluşumlarına sıçratma imkanı vermiştir. Yabanıl topluluk aşamasında insan grupları bir nevi gelişkin hayvan topluluklarının düzeyini yaşıyordu. Beyindeki büyüme ve yaşam araçlarını ve tekniklerini kullanma, Homo Sapiens türünde niteliksel bir sıçramaya ulaştığında, aslında toplumsal devrimin en temel ve birinci aşaması gerçekleşmiş oluyordu. Bu toplumsal devrimin en temel özelliği, topluluk halinde yaşamanın üstünlüğünün kavranmasıdır. Maddede ilk elementlerin oluşumu gibi, toplumsallıkta da dayanıklı birimlerin kalıcı ve giderek ilerleyen bir çizgide gelişimi söz konusudur. Uygarlık tarihinden önce, binlerce yıl süren böyle bir toplumsal tarih vardır. Neolitik köy devrimi, bu süreçte ikinci büyük aşamadır. Yaklaşık on iki bin yıl önce gelişen bu devrim, toplumsallaşmanın en büyük adımıdır. Bu adımın insanlık gelişmesi üzerindeki etkisi maddi ve manevi kurumları ile zihniyet yapısında sürüp gitmektedir.
Bugün bile çok arzulanan doğal özgür yaşam zihniyeti, doğayla canlı dostluk, korkutucu tanrısal güçlerin hüküm sürmediği ve etkilemediği ruhsal yapı, güçlü analık duyguları, kadın-erkek eşitliği arzusu, tarım ve evcilleşen hayvancılığın bugün de Avrupa uygarlığını besleyen ürünleri ve araçları, bu ürün ve araçlara dayalı ideoloji, düşünce ve dil yapıları ve kavramları, madenlerin keşfi ve kullanıma açılması başta olmak üzere uygarlığı sürekli ve halen besleyen ana unsurları yaratan şey, neolitik köy devrimi ve buna dayalı olarak gelişen yerleşik kırsal toplum yapısıdır. Fırat ve Dicle’yi besleyen, doğa ve ovalarına dayalı bu uygarlığı doğuran araçlar ve ona dayalı büyük toplumsal düzen olmasaydı, ne Sümer sınıflı toplumu, devleti ve üstyapı kurumları, ne de daha sonraki uygarlığın gelişme çizgisi ortaya çıkardı. Denilebilir ki, tarih durmazdı, kesinlikle bir yerlerden fışkırıp gelişirdi. Bu bir varsayımdır. Gerçekleşen tarih ciddiye alınacak, dolayısıyla bilimsel tarihin tek geçerli yaklaşımıdır. Tarihin doğru yazımı, dolayısıyla bilinci için bu yaklaşımımızın hayati önemi vardır. Genelde Avrupa dışı, özelde Doğu toplumlarının kendi tarihsel rollerini doğru kavramaları, günümüzde özgüven geliştirme ve kendi doğru yollarına koyulma imkanını ortaya çıkaracaktır. Batı uygarlığının emperyalist yanının en tehlikeli yönü, ideolojik egemenlik yönüdür. Bu egemenlik kırılmadan, siyasal ve ekonomik gelişme yoluna özgürce girmek ve sağlıklı, hakça bir dünya düzeninden pay sahibi olmak mümkün olmayacaktır. Bu hususları ilgili bölümlerde derinleştirerek ele almayı önemli ve uygun buluyorum.
Ek gibi gözüksede, bir konuya değinilmezse ciddi bir eksiklik doğacağı kanısındayım. İlerideki bölümlerde daha iyi ortaya konulacaktır ki, Avrupa uygarlığının temel bir dayanağı olan, bireysel insan hakları kavram ve hukukuna da resmiyet kazandıran bireycilik oluşmadan önce, yüz binlerce yıl süren primatlardan çıkan, maymunsulaşan bir grubuna çok yakın insanı toplumsallaştırmak için çok büyük çabalar harcanmıştır. Tüm ilkel fetişizm, animizm, totemizm, çok ve tek tanrılı dinsel yapılar esasta insan türünü düzene ve topluma bağlama savaşını yürütmüşler, bu konuda çabalarını eksik etmemişlerdir. Anaerkillik, ataerkillik , büyücülük , Şamanizm, rahiplik ve peygamberlik kurumları hep insanı hayvani güdülere tabi olmaktan çıkarıp, toplumsal kurallara ve düzene tabi kılmak içindir. Bunun için seçilen yöntemler çok acılı, acayip ve anlaşılmaz gibi gelebilir; başta insanın kurban edilmesi olmak üzere çeşitli sunular ve törenler ilkel eğitim sürecinin bir parçası olarak görülüp, hep türün toplumsal gücünü ortaya çıkarmak içindir. Vahşi toplum deyip geçmemek gerekir. Uygarlığı doğuran hayvanlıktan çıkmak ve doğayı hizmetine uygun hale getirmek için insan soyunun büyük soylu çabaları olarak görülmelidir. Bu çabalar olmasaydı biz olmazdık. Bilinçsizliğin her an cehenneme dönüştürebileceği doğa koşullarından bir cennet dünyasına yol almak, bu çok acılı ve zahmetli toplumsallaşma yolundan geçmektedir. İtici zorlukları anlatan cehennem kavramı, insan zihnine ilk temel kavramlardan biri olarak yerleşirken, cennet kavramı hep umuda, geleceğe ve gerçekleşen insanca dediğimiz yaşama çağrı kavramıdır. Gülünç bulduğumuz mitolojiler ve dinler yaratılırken, bu insanın nasıl insan olduğu hikayesini hiçbir zaman unutmamak gerekir.
Fizikten bir kanunla karşılaştırırsak, güneş enerjisini oluşturan hidrojen atomlarının birleşip helyum atomuna dönüşmesi gibi, toplumsal enerji ve patlamanın ortaya çıkarılması için bu toplumsallaştırma olgusuna ihtiyaç vardır. Ana, ata, totem, tanrı, büyücü, rahip ve peygamber kişilikleri bu sürecin yaratıcı kurumları olarak anlaşılırsa, toplumsallığı daha doğru kavramış olacağız. Batı veya Avrupa uygarlığının temel bir özelliği olarak, yaklaşık ve ağırlıklı olarak geliştirdiği bazı yönleriyle bu ters süreç, yani kendi çıkarına uygun görmediği toplum yapılarını dağıtıp bireyi özgürlük adı altında şahlandıran deneyimidir. Tarihin tüm kralları ve zenginlerinden daha otoriter ve zengin kapitalist kişi ve kurumlar bu ters felsefenin ürünüdür. Bunlar milyonlarca yıllık insan emeğine dayalı toplumsal madenleri, dayandıkları coğrafyayı, alt ve üstyapılarını, maddi ve manevi yanlarını, çıkarlarına uygun ve kısaca karlı bulmadıkları tüm yönlerini parçalarken; kara uygun yanlarını da mülkleştirmiştir. Bunun ne kadar uygarlaşmaya, ne kadar uygarlık dışına, hatta toplum dışına, yani hayvanlaşmaya doğru olduğu, günümüz filozoflarınca üzerinde en çok durulan temel konulardandır. Buna “sosyalizm” biçimindeki tepkinin de ne kadar amacına uygun olduğu ilgili bölümde genişçe ele alınmayı gerektirir. Sümerlerin icadı olan sınıflaşmayı, sınıflı devlet toplumunu tanımlamaya çalışırken, toplumun önceki tarihsel gelişmesini ortaya koymadan değerlendirmek çok eksiklik taşıyacaktır. Soyut köleci toplum teorileri fazla açıklayıcı olmamıştır.
Özellikle Sümer somutu çözümlenemediği için, oluştuğu gibi ortaya konulamamıştır. Roma ve Atina köleliğine bakılarak genel bazı sonuçlara varılmıştır. Belki köleliğin olgunlaşma ve çürüme aşamasında bu örneklere değinmek yararlı olabilecektir. Ama uygarlık tarihini ve sınıflı toplumu oluşumunun ana kaynağında inceleyemezsek, dolayısıyla çok büyük farklılıklar içeren özelliklerini olduğu gibi somutun ana hatları içinde gerçekçi ve doğru gözlemleyemezsek, doğru bir tarih bilincine ulaşmak mümkün olmayacak veya ulaşılsa bile birçok hayati eksiklik ve yanlışlık içerecektir. Sümer toplumunun üzerinde önemle durmamızın nedeni, tarihin kendisinde başladığı gelişim çizgisini somutta olduğu gibi kavramak içindir. Mevcut tarih ve toplum bilimleri buna ulaşmadığı gibi, bana göre büyük eksiklikleri ve yanlışlıkları, yok sayma ve abartmaları bağrında taşımaktadır. Savunmamın bir nedeni de tarih ve toplumun doğru tanınmasına, adalet ölçüleriyle yaklaşılmasına dair bir çağrıya duyduğum ihtiyaçtır. Soy birimlerine dayalı toplumdan siyasal topluma geçiş, kölelik kurumunun gelişimine bağlıdır. Bu da derinliğine dönüşümlere maddi zemin oluşturmaktadır. Köle emeğinin tüketimin çok üstünde bir verimliliğe yol açması, tüccar ve zanaatçı kesimden oluşan ve yeni gelişen bir sınıf orijiniyle kabile konfederasyonlarını aşan, soya dayanmayan bir yöneten seçkinler sınıfının üstte oluşmasına olanak sağlamıştır. Böylece toplumun günümüze kadar süren üçlü temel yapısı orijinal şekillenmesine başlamış olmaktadır. Fakat kesin çizgilerle ayrışım olmadığı gibi, tümüyle soy bağlarından kopmuş da değildir. Bunlar birbirinin bağrında doğan gelişmelerdir. Bu toplumsal oluşumun açık bir düşünsel ifadesi yoktur.
Ama mükemmel bir mitolojik ifadeyle izahı, Sümerli yazar ve şairlerinin en temel işlerinden biri sayılmıştır. Köleleşmeyi Sümerler kadar çarpıcı bir mitolojik ifadeyle, hem de hiç şikayet ettirmeden, tüm topluma kutsal bir tanrılar düzeni biçiminde sunan bir uygarlık yok gibidir. Daha doğrusu sonraki tüm sınıflı toplum ideologları ve yöneticileri temel gıdalarını Sümer mitolojisinden alıp kendi koşullarına uygun bir terminolojiye kavuşturma rolünü oynamışlardır. Yani oluşturulan ve yeni sayılan mitoloji ve teolojiler Sümer versiyonlarıdır, onun uyarlanmış taklitleridir. Sümer söylencesi, yani mitolojisi öyle bir ideolojik egemenlik kurmuştur ki, rahip-krallar bile bunun gereklerini bir tanrı yasası olarak yerine getiren en üst düzey temsilciler olmuşlardır. Yaratılan, aslında kendi çıkarlarını ebedileştiren ideolojik egemenlikleridir. Ama bunu gökteki tanrı düzeninin yeryüzündeki yansıması olarak mükemmel bir biçimde, inanarak ve inandırarak sunmaları, büyük ve çarpıcı bir toplumsal yaratım sanatıdır. M.Ö 4000’den yaklaşık 2000 yıllarına kadar köle tam bir gölge ve kul durumundadır. Tapınakta yürütülen bu düzende rahip-kraldan tarla emekçisine kadar herkesin bir yasa gibi belirlenen konumuna göre hareket etmesi gerekir. Nasıl ki gökyüzünde yıldız hareketleri değişmez bir düzene sahipse, yeryüzündeki de öyle olmak zorundadır. Başka türlüsü düşünülemez bile. Bu düzen anlayışında tüm duygular tanrı nasıl istiyorsa öyle bir anlama sahiptir. Kişiye göre, onun istediği gibi duygu olamaz.
Yine tanrıların düşünce dünyasından farklı bir düşünce de olamaz. Nasıl buyrulmuşsa öyle olan, öncesi ve sonu olmayan bir düzen söz konusudur. Köle emeğine dayalı egemen sömürücü sınıfın bu ilk ideolojik eseri gerçekten muhteşem gözüküyor. Tanrı-kral öldüğünde, kendileri ölümsüz tanrılarla eş tutulduğundan, bütün maiyetiyle öte dünyada da yaşamaları için birlikte mezara gömülmüşlerdir. Bir kral mezarında çoğu hizmetçi kadın ve eş olmak üzere yedi yüz ceset sayılmıştır. Bunlar kralla birlikte canlı mezara giren ve aniden üzerleri toprakla doldurulan kölelerdir. Bu eylemi görev bilmektedirler. Acılarını ve korkularını dile getirmeleri bile düşünülemez. Benzer uygulamalara Mısır firavun mezarlarında da bolca rastlanmıştır. Sümerlerin çeşitli derecelerde insanı kurban etme ibadetleri ve inanışları, köleliğin ideolojik gücüyle yakından bağlantılıdır. Egemen sömürücü sınıflaşmanın tüm uygarlık tarihi boyunca uyanan insan aklı ve iradesi karşısında sürekli gerekli olan yenilenmeyi, revizyonu yaparak sürdürdüğü bu ideolojik egemenliktir. Zincir bir an bile koparılmamış, sürekli yenilenerek güçlendirilmiştir. Sümer devlet aygıtı bunun en saf ve inanılan aracı iken, daha sonrakilerin kendileri için inanmayıp alt tabakalar için inandırıcı kılınan sayısız ideolojik egemenlik biçimleriyle düzenin sürekli yetkinleştirilmesi söz konusudur. İnsanlık günümüze kadar düşünce ve irade beyan etme özgürlüğü için çok büyük çabalar harcamışsada, köleliğin bu biçiminin egemenliği kırılmaktan çok uzaktır. Tersine daha inandırıcı ve pekiştiren eğitsel kurumlarla genelleştirme, kalıcı kılma çabalarıyla yetkinleştirilmiştir. Modern teknolojiyle genlere kadar hükmetme gücünü yakalaması söz konusudur. Bu Sümer somutunda daha çok kolektif tapınak köleliği biçiminde gelişim gösterirken, Roma ve Atina’da daha çok özel kölelik egemendir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER