APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (55.BÖLÜM)
BİZE GEREKLİ OLAN BÜYÜK İNANÇTIR, BÜYÜK DÜŞÜNCEDİR
Olur olmaz nedenlerle kendini yere atan, bunalımda gibi gösteren, bu anlamda sorunlara yol açan kişiler, hatta kendini çözümlemeyenler PKK‟de değil yöneticilik, katılıma, sempatizanlığa bile layık değildirler. Bunu böyle bilin. Elin hastasını ne diye içimize alalım. Size çok çarpıcı bir örnek vereyim, gözlerimle gördüm; birkaç gündür bir tavuğun hareketini izliyorum. Bir civcivi kaza yaptı, mazotun içine düştü ve çirkinleşti, kanatları yapıştı vb. ama ölmedi. Tavuk, o civcivi bir türlü diğer civcivlerin içine katmak istemiyor. Civciv, defalarca çaba göstermesine rağmen tavuk halen o geldiğinde vuruyor, atıyor, bir daha vuruyor. Hayretler verici bir biçimde hareket ediyor. Düşündüm, bu civciv kaza yapmış ve tavuk da kendi civcivi olduğunu biliyor, ama neden atıyor? Oradan anladık ki, bir doğa kanununu uyguluyor; doğasına aykırı düşen atılır! Biz, katı doğa kanunlarına uyalım demiyoruz, ama bunun gerçekten örnek düzeyinde incelenmesi gerekiyor. Çirkinleşen, kolunu, kanadını kırpan sürüye dahil olamaz, atılır. Adeta protesto ediyor, “git” diyor. Bu ilkeyi size de uygulayalım. Tavuk örgütü kadar da mı örgüt değiliz! Bir tavuk kadar mı soylu bir tavrın sahibi olmayacağız! Kürt olayında durum o kadar kangrene dönüşmüş ki, gerçekten doğal sürece bağlı olan tüm sistemleri, kanunları allak bullak etmişiz; bütün normlar, ölçüler değişmiş. Bu, sizler için çok önemli. Kaza yapan insanları, kendini hasta yapan insanları aramıza almayalım demiyorum. Katı bir doğallık içinde olmayabiliriz. Kazayı yanlış anlamayalım. Fakat şunu unutmamak gerekir ki, kendini etkisizleştirenler kendini kolay kaybetmiş olur. Bunu anlamanız gerekir. Bir doğa kanunu var; kendini etkisizleştirdin mi, sürüye de kaybettirirsin, orduya da kaybettirirsin. Morali bozukmuş, her gün bu kadar mayına basılıyormuş...
Zaten bundan sonra şu açıklamayı yapacağım; kendini ister kazayla, ister şu bu biçimiyle, ister
düşmanın darbesiyle savaş içinde zor bir duruma düşüren kendi kendini çözsün. Tıpkı tavuğun civcivine vurduğu gibi “git” tavrını esas alacağız. Çünkü aşiret kültürünü başka türlü aşamıyoruz; hastalık psikolojisini başka türlü yıkamıyoruz. Bu, benim için de geçerlidir. Ciddi Önderlik yeteneğini gösteremezsem, aşılmam gerekir. Kendimi, sırf adıma dayanarak dayatmamalıyım, katkılarım ölçüsünde yerim olmalı. Bu bir ilkedir. Ama aşiret kültüründe, miras kültüründe, geleneklerde ise değişiktir; en yaramaz bir adam da mirastan en büyük payı alabilir. Bu, toplumu nereye götürür? En hırsızından birisi birçok şeye sahip olabilir, hep kaybetmiş birisi, herhangi bir nedene dayanarak hakkı olmayan birçok şeye kendini hak sahibi olarak dayatabilir. Bunlar ilkel yaklaşımlardır ve ordu gibi çok sağlıklı olması gereken bir kuruluşa büyük zarar verir. Ordulaşma dedik, militan gerçeği dedik, fakat sizler oralı bile olmuyorsunuz. Aslında bazı aşiretlerden bile daha geri düzeylere düşüyorsunuz. Bunun için militan olmak kolay değildir diyorum. Madem ki bu işe giriyorsunuz, o zaman bu işin gereklerini ekmek sudan daha önce yerine getireceksiniz. Sizi sigara gibi basit bir alışkanlığınızdan bile vazgeçirtemiyoruz. Bir ahbap çavuşluktan vazgeçirtemiyoruz. İçinizde bir sürü böyle put var, sizi onlardan vazgeçirtemiyoruz. Peki kendinizi büyük davaya nasıl yatıracaksınız? Çoğunuz sakat gibisiniz. Bu yarı sakat halinizle hangi askeri militan ve komuta tarzına ulaşacaksınız? Peki bu halinizle neyin komutanı olabileceğinizi kendinize sormuyor musunuz? İnsanın vicdanı var, anlayışı var, bunu kendi kendine sorar.
Yine geliyoruz mecnun teorisine, deliler teorisine. Deliler teorisiyle devrim yapılamaz. Sizi delirtmişlerse burası da sizi akıllandırıyor. O zaman siz de akıllanmayı mutlaka becermelisiniz. Sizi düşmana yem yapan bu tarzınızdan bir türlü kurtulamıyorsunuz. Sadece “kendi kendimizi nasıl tasfiye ediyoruz”un hikayesini anlatıyorsunuz. Her gün anlattıklarınız can sıkıcı şeyler. Görkemli bir çıkış yapan, derinliğine bir gelişmeyi yaşayan kaç kişi var? Biliyorsunuz, kocakarılar hep şikayet ederler, dır dır ederler. Devrim bunu kaldırabilir mi? “Şuram ağrıyor, buram ağrıyor” demek kimin yöntemidir? Hep bunları söylüyorsunuz. Gözlerinizden, hal ve hareketlerinizden bunlar okunuyor. Bu, yüksek bir komuta kişiliğine yaraşır mı? Bazıları kendini ne kadar hasta gösterirse, o kadar ilgi toplayacağını sanırlar. Bazı provokatörler bana karşı öyle yapıyorlardı. Örneğin ders olsun diye hatırlatayım; telefona çıkıyordu, on defa öksürüyordu. Sözde ne kadar hasta olduğunu göstererek benim ilgimi çekecek. Bazıları da karşıma çıkıyordu, sanki gözlerinden neredeyse yaş boşanacak. O da bir “etkileme” biçimiydi. Bazısı çok sahte bir duygusallık durumuna giriyordu, “bak, eğer ilgi göstermezsen intihar ederim” gibi yaklaşımlar sergiliyordu. Böyle birçok acayip davranış vardı. Hepsi bizi boşa çıkarmak için sergilenen tavırlardır. Adam gibi tavır gösterilmeye yanaşmıyorlar. Bunların hepsinin düşkünlükle, eski kölelik zeminiyle, düşmanın yarattığı tahribatla, adam etmeme gerçeğiyle ilişkisi vardır. Size göre ne kadar nazlanırsanız o kadar “ilgi” toplarsınız. Bana göre de bu, en büyük ayıptır. Ayıba karşı tutum belirleyeceksiniz. Ben bu konuda da çok erken yaşlarda başlangıçta çok iyi ağlıyordum. Birkaç gün ilgi çekmek için hiç birinizin yapamayacağı kadar müthiş ağladım.
Fakat daha sonra bir baktım ki, bununla fazla ilgi toplayamıyorum ve bunu çok erken yaşlarda bıraktım. Bunun yerine ilgi çekici ne kadar doğru tutum ve davranış varsa onlara yöneldim. Daha ilkokula başlar başlamaz tüm gücümle birkaç tane iyi şey öğrenmek, iyi tutum sahibi olmak istedim. Hem de hemen her konuda insanların hoşuna gidebilecek ne varsa onu sergilemek istedim. Olağanüstüydü, hemen her davranışta iyilik, güzellik ve doğruluk sınırlarını zorlama ahlakıyla kendimi ele aldım. Bu tutumu ilk isyanda da gösterdik. Tersi tutumlar kendini dayattığında; o gündür bugündür iyiliğe karşı kötülük, yüceliğe karşı çirkinlik, doğrulara karşı da yanlışlık dayatıldığında bunlara karşı amansız bir savaş ilan ettim. Siz bana halen bunu okuyorsunuz, “kendimizi dayatırız” diyorsunuz. Kendinizi dayattığınız Önderlik, bu konularda en erkenden amansız bir biçimde savaşmıştır. Düşman sizi bu hale getirmiş, ben de “gidin düşmanınızla savaşın” diyorum. Onun yolu, bize kendinizi dayatmaktan değil, düşmana amansız dayatmaktan geçer. Onun için kendinizi doğru yola çekin. Biraz insana saygılı olun derken, bu gerçeği size hatırlattım. Bu genç yaşınızda bile doğru dürüst bir tarzın sahibi olmazsanız, bir yük olmaktan kurtulamazsınız. Hastalık sorunları için de açıkça en üst düzeyde sordum; “sağlığınız nasıl” dedim ve ilgilendim. Eğer komutanlık yapmak istiyorsan sağlığını iyi tutacaksın. Sağlığı elden giden bir devrimci, düşmana kolay darbe vurma imkanı sunar. Yakında karar çıkaracağız; sigara vb. şeyleri yasaklayacağız. Çünkü bu tip alışkanlıklarla kendinizi müthiş hastalıklı kılmışsınız. Kaldı ki, sonuç çıkaracak gücünüz de yok. Televizyon seyrettiğinizde kötü etkileniyorsunuz. Onlar ideolojik savaşım araçlarıdır, psikolojik savaşım araçlarıdır. Psikolojik savaşım araçlarına, psikolojik savaşla karşılık veremezseniz kaybedersiniz. Görüldüğü kadarıyla kaybediyorsunuz.
Bilinç altında psikolojinize kötü yerleşiyor, giderek “rahat yaşam olanakları buluruz” diyorsunuz. Rahat yaşam bu değildir. Biz her zaman bunu iddia ediyoruz; kim ki rahat yaşamı radyo, teyp, sigara, bol uyumakta buluyorsa bu, rahat yaşama doğru değil, namussuz yaşama doğru gidiyor demektir. İşin ucunda ihanet var, oraya gidiyor. Bu konuda sorumluluk başta ben olmak üzere, bu işe en bağlı, en sorumlu olanlara aittir. Bizim bir savaşçımız nasıl düşkünleşebilir? Nasıl bir sigaraya ilgi gösterebilir? Basit bir alışkanlıktan bile vazgeçmiyorsunuz. Bir alışkanlığa göz dikiyorsunuz. Yüz elli tanesi kendisini cephe gerisine atıyor. Hz. İsa, Paulus‟a ne demişti? Paulus, İsa‟ya “Hem seni seviyorum, hem de bir başka sevdiğim var” diyor. Hz. İsa, “Hayır, bu bir ikiyüzlülüktür, tarihi gerçeklik söz konusu olduğunda senin böyle sevgilerin olamaz” diyor. Tabii bu da St. Paul gibi bir havarinin yetişmesine yol açıyor. Ancak size bakıyoruz; on tane militanı rahatlıkla bir sigaraya harcatabilirsiniz, bir rahat yaşam uğruna on tane PKK özelliğini katlettirebilirsiniz. Bu zındıklıktır. İçinizde bu zihniyette, hafif çok kişi var. Kendisini parti sevgisine, büyük ülke sevgisine, büyük savaş tutkusuna, büyük görev aşkına göre yetiştiren var mı? Biz biraz direnmezsek, çoğunuzun soluğu nerede alacağını düşünün. Ya körcesine bir ölüm -sözümona buna da namuslu ölüm deniliyor- ya da büyük oranda kaçış. Bu sizi nereye götürüyor? Hiçbir ulusun içinde bulunmadığı lanetli bir duruma götürüyor. Bunu görmüyor musunuz? Her şeyden önce bu basit maddi şeylere nasıl tenezzül ediyorsunuz? Büyük bir dava dururken, onun müthiş sorunları söz konusuyken, kendinizi nasıl basit şeylerle uğraştırıyorsunuz? Lanetli değilseniz, eğer kendinizi aldatmıyorsanız, tıpkı İslamiyet‟te olduğu gibi cahiliye çağına veya düzenine tekrar dönüş yapmak istemiyorsanız veya düzenle bağlarınız sürmüyorsa, o zaman PKK‟nin büyük savaşçılığından nasıl bahsedemiyorsunuz? Durum daha da acı, aslında tam iki arada, bir derede kalmışsınız.
Düzenle parti hattı arasında ezilip büzülüyorsunuz. Bu, çok tehlikeli bir durumdur. Bir raporda şu cümleyi okudum; “Biz partiyi tanıdıkça, ondan daha fazla uzaklaşıyoruz” diyordu. Evet, bir şeyler kavramış. Siz de öylesiniz, ne kadar partiyi tanıyorsanız o kadar uzaklaşıyorsunuz gibime geliyor, yakınlaşmıyorsunuz. O raporda şunu da ekliyor; “Elimi uzatsam, yapabileceğim işler var, yapamadığım için büyük vicdan azabı çekiyorum.” Evet, gelişme olanaklarını burnunuzun dibinde kadar sunmuşuz, fakat koklamıyorsunuz bile. Ondan sonra da “alt üst olduk, vicdan azabı çekiyoruz” diyorsunuz. İnsan biraz tutarlı olmalı, ciddi olmalı. Bu psikolojiyle, bu ruh haliyle, bu tutumlarla nereye varabilirsiniz? Karşınızda dev gibi bir düşmanın Roma İmparatorluğu‟nun kırk kat üstünde bir güçle saldırması söz konusu. Siz bir Hz. İsa tavrı geliştiremezseniz, bu düşmana karşı neyle savaşacaksınız? Yüksek imkan, yüksek inanç, yüksek cesaret, yüksek akıllılıkla kendinizi savaş taktiklerine amansız veremezseniz, savaşamazsınız. Hemen aklıma arenaya atılan Hz. İsa‟nın fukara izleyicileri geliyor, onlara benziyorsunuz. O dönemde bile sizin gibi olduklarını sanmıyorum. Çünkü ilk Hıristiyanların yerleştiği Kapadokya‟da, Orta Anadolu‟da mağaralar var. Gidin, bakın yer altında manastırlar kurmuşlar, dağların doruklarında manastırlar kurmuşlar, halen hayranlıkla izlenilir. Daha düne kadar sizi naylon çadırdan bile çıkaramıyorduk. İyi bir kayalığın arkasına bile yerleştiremiyoruz, “illa naylon çadır” diyorsunuz. Bu, kendini yitirmişlik değil de nedir? Çokça söylediğim bir örnek; mevziyi terk etmiş, düşmanın sesini dinlemek için radyo, teybe koşuyor. Bu bir illet hastalığıdır, düşmanı yaşama hastalığıdır! Ona tutulmuşlar, “biz işkenceye dayandık, sigarasızlığa dayanmadık” diyorlar.
Demek ki inancı zayıf. Bana sorarsanız, bize en çok gerekli olan büyük inançtır, büyük düşüncedir. Biz düşüncesizliğe dayanamayız, inançsızlığa dayanamayız, sevgisizliğe dayanamayız. Ne demek sigaraya dayanamıyor? Açıkça söyleyeyim ki, bu bana küfür gibi geliyor. Onun için bu tip alışkanlıklarınızın üzerinde duruyorum. “Rahatlık” deniliyor, rahatlık ne demek! Bu kadar şehidimiz var, işkence atında bu kadar insanımız var, aç susuz, perişan bir halkımız var. Ne demek rahatlık arayışı, ne demek “cephe gerisine gideriz, kendimizi yere atarız” anlayışı! Bunu söyleyen kişi, ilk anda tespit edilir, ya kendini ıslah eder, af diler ya da hemen orada olağanüstü mahkeme kurulur ve cezası neyse o verilir. Yüzlerce kişi kendini üzerimize atıyor. Bir de eğitim gereği duymuyorlarmış, eğitimden sıkılıyorlarmış! Eğer iki kelimeyi bir araya getirselerdi, bunu da sorun yapmazdım. Zırnık kadar gerilladan anlasalardı, yine bazı kampların durumuna bir şey söylemezdim. Hiç bilmiyor, çok geri kalmış, ama eğitime de hiç bir ilgisi yok. Peki seni ne yapacağız? “Canım rahat yaşam istiyor” diyor, rahat yaşam mümkün mü? Belki bireysel yaşam Türkiye‟nin metropollerinde olabilir, ama o dağlarda olur mu? Yüzlercesi de komutanlarımızın sözümona denetimi altında bulunuyorlarmış, gel de bunları normal kabul et. Bu kadar hastası olan ordu, kendi içinde çözülmemiş midir? Bu kadar sakatı olan ordu, kendi kendine en büyük darbeyi vurmamış mıdır? Açık söyleyelim ki, artık kendini kolay sakatlayan adam da, asla kendini orduya, partiye yük yapmamalıdır, en azından hayırlı bir işte yararlı olacağını biliyorsa kendisini ayakta tutmalıdır.
Son günlerde utanmadan bir sürü ucuz hastalık icat edilmiş. Bu durum benim dengemi bile zorladı. Bir dinledim, iki dinledim, üç dinledim, artık ağır sözler sarf ediyorum. Emeğimizle de bu kadar oynamaya hakkınız yok. Kaldı ki çoğu da numara hastalığı. Bir tanesini bile tespit ettiniz mi bu münafıklıktır deyin. “Bunaldık” demek ne demek? Bunalan en büyük suçludur, fırsat versem hepsi kendini bu duruma düşürecek. Buna hiçbirinizin hakkı yok. Tek kelimeyle bu tipleri içimizde tutmayız; kendisine cehenneme kadar yolun var deriz. Bir defa insan böyle bir şeyi şerefine, onuruna yedirmez. Sen bir düşmanla karşı karşıya bulunuyorsun. “Ben hastalandım” demek düşmana güç vermek demektir. “Ben eğitim istemiyorum” demek, “tembellik istiyorum, kendimi yere atmak istiyorum” demek, kesinlikle düşmana başarı yolu açmak demektir. İçimizde böyle birçok insan var. Bunu kabul eden de suçludur, buna tenezzül eden, cesaret eden de suçludur. Yapmayın, aşiret kültürü bile bunu kabul etmez. Tavuk örneğini göz önüne getirin, o bile kabul etmiyor. Sizin bu esası anlamanızın daha önemli olduğunu söylüyorum. Esas önemlidir, yapının tümü önemli, partinin tümü önemlidir. Varsa ciddi bir görev sorumluluğu, “kendi kendimizi gözaltına aldık” demekle, sadece ne kadar yaramaz, yetmez ve ne kadar işlerle oynadığınızı göstermiş olursunuz. Bu, çocukça ucuz kurtulma tavrıdır. Ciddi tarihi süreçlerden böyle kurtulma olmaz. Kurtulma dediğin, derinliği yakalamakla mümkündür ve bir de kendini buna göre günde kırk defa ölçüp biçip, tartmakla mümkündür. Ben sizi kontrol altına almış değilim, art niyetli bile olsanız, size bir şey yapmam. Benim yöntemim daha farklı ve derinlikli bir yaklaşımdır. Görüntüde her şeyi kurtarsanız da bu, benim için fazla anlam ifade etmez. Siz bu derinliği yakalayamıyorsunuz. Sorununuz, kendinizi mümkün olduğunca ortaya koyduklarımız doğrultusunda değerlendirmektir. Kendinizi görün ve geliştirin. Size kimse zoraki görev yüklemiyor. Birçok çalışmaya gözü kara bir biçimde “biz varız” diyorsunuz. İnsan kendisiyle çelişmemeli, kendi özüne verdiği sözün gereklerini çok doğru bir biçimde yerine getirebilmelidir. Sözün sahibi olmak çok önemlidir.
Bu durumlardan daha gafilce yaşanan yüzlerce durum var. Hangi deliye cevap yetiştireceğimi ben de bilemiyorum. İnsanın belli bir takati vardır. Yönetici dediğin, bu durumlara fırsat vermemeyi yıllarca önce planlayan ve buna göre sözünün sahibi olmasını bilen kişidir. Çoğunuzun yöntemini biliyorum. En son Suruç‟ta küçük bir grubumuzun şahadeti var. Büyük ihtimalle mecnun gibiydiler. Fedakar, cesur, ama üç kişi gittiler ve üç tane silahla kim bilir nasıl yaşadılar? Bir kleş yetmiyormuş gibi, bir de tabanca almışlar yanlarına. Suruç ovasında Donkişot tarzıyla düşmanla çarpışacaklar! Ne yapalım, belki akıllanmışlardır dedik, ama akıllanmadıkları ortaya çıkmıştır. Silahı, imkanı, biraz şerefi, onuru veriyorsun, ama bunları en fazla birkaç günlüğüne bile temsil edemiyorlar. Bir de bunlar en iyileri. Defalarca söyledim, bir köye nasıl girilir, halk tarzına, halk kıyafetine nasıl bürünülür, biraz gizli örgütçülük nasıl yapılır. Bunlar üzerine çok konuştum. Silahı gösterecek, bir de bilmem neyi ispat edecek. İşte karasevdalı! Sağduyu yok, yaşam onun için gösterişten ibaret. Kendini ucuz kanıtlamaktan öteye, bastırılmış bir kompleksi var. Şerefli ölüm diyor, işte o şerefli ölüm de bu! Ama bu ölümden sadece düşman kazandı. Bunu önlemek için akıllı olacaksın, iş yapmayı bileceksin. Günlük haberlerimizin gerçeği bunlardır. Böyle ağlayan sızlayan, yerinde hareket etmeyen çok kişi var. Devrimcilik, bir akıl işidir, zeka işidir, duruş işidir. Mümkünse kendinizi bu doğrular temelinde yetiştirin. Deli misiniz, çıldırmış mısınız, kendinize hakim olamıyor musunuz? Akıllı olmamak, ikide bir bunaldık demek de suçtur. Bile bile suça bulaşmak, artık sizi partiden attırır. Akıllı olmayı bileceksiniz. Bir de biz sizi bir dinleriz, iki dinleriz, üç dinleriz, sonra da atarız. Bakalım o zaman ne yapacaksınız. Yine ikide bir kendinizi çocukça, yaramazca dayatmayın, insanın ilgilerini kötüye kullanmayın. Bunları yapacak olursanız tek kelimeyle bu şerefsizliktir. Bir çocuk karşısında bile çok ciddiyim, hemen herkes karşısında çok ciddiyim. Bu bizim yiğitliğimizin ölçütüdür.
Kendinizi bir sürü numaraya, laçkalığa alıştırmışsınız, bununla etkileyeceğinizi veya rahat yaşamı sağlayacağınızı düşünüyorsunuz. Özellikle askeri yaşamda bu düşünülemez. Hırsız gerillalıkta gözü karasınız. Belki de hepiniz bunu istiyorsunuz, ama bunun gerekli kıldığı tutum ve davranışların kaçta kaçını temsil ediyorsunuz. Bu tutumlarda çok ısrar ederseniz, varolan itibarı da, şerefi de kaybedersiniz. Biz gerçekten ordulaşmak istiyoruz, gerçekten kendimizi adam etmek istiyoruz. Dahiyiz, her şeyi biliyoruz demiyorum, ama en azından çok ciddi olarak üzerinde duruyoruz. Kendimizi böyle nefes alamaz duruma getirinceye kadar bu işlerin amansız takipçisi yapmışız. Siz de kendinizi aynı tarzda katacaksınız. Sizin düşkünlüğünüze çıkış yaptırmak için kendimi köprü yapmam; basit yaşayasınız diye kendimi köprü yapmam. Bana saraylar verseler tenezzül etmem; benim için içinde en iyi yatılacak yer bir mağaradır; en iyi yemek ekmek, soğan, ayrandır. Ben buna endeksliyim, başka şeye tenezzül etmem. Allah etmesin, bir fırsat bulduğunuzda deveyi havuduyla yutuyorsunuz. Bu, hiçbir militana yaraşır mı? İçinizde nefsini terbiye eden kaç kişi var? Bu işin bir yanı, bir de hiç birinizde saygı, sevgi var mı; vatan sevgisi, parti sevgisi, arkadaş sevgisi ne kadar var? Bu konularda mesafe alacaksınız. Büyüklüğünüz bu temelde gelişmelidir. Kendi sıkıntılarınızın kaynağını araştırdığınızda temelinde düzenin en tortu değer yargıları olduğunu göreceksiniz. Bizim çok tarihi ve oldukça objektif bilgilere, bilime dayalı bir yurt sevgisine, halk gerçekliğine, parti ve savaş gerçekliğine ulaşma ihtiyacımız var. Belki size fazla öğretemiyoruzdur, ama sorun bu değil, çünkü bunun da çaresini bulduk. Büyük öğretiyoruz, ama öğrenmeye yanaşmayan sizsiniz, çünkü asgari bir öğrenmeye bile üşeniyorsunuz. Ondan sonra da ucuz gerillacılıkla iki gün savaşmadan bir sürü silahımızla, verdiğimiz yoğun cesaret ve güvenle kendinizi düşmana ucuzca yem yapıyorsunuz.
Bunu da kendime hakaret olarak görüyorum. Hiçbir devrimcinin ucuz kaybetmeye hakkı yoktur, özellikle silahımızı böyle kullanmaya hiç mi hiç hakkı yoktur. Elinizden gelmiyorsa söyleyin, “yapamıyorum” deyin, kaçabilirsiniz de o bile bir çıkış olabilir. Kaçanları affedelim demiyorum, gerekirse canlarına okuruz, ama yapamıyorsa kaçsın daha iyidir. Sahtekarca, kandırarak kendini saflarda tutması daha çok zarar veriyor. Olan ekmeğimize oluyor, birliğimize, birlikteliğimize zarar veriyor. Demek ki, içimizde kalıp da gereklerini yerine getirememek, bir kaçkınlıktan daha tehlikelidir, öz bunlardır. Demek ki, zihin sağlığınıza, ruhi sağlığınıza, fiziki sağlığınıza dikkat edeceksiniz. İkincisi, basit alışkanlıklarınız olmayacak. Tamamen büyük davaya, büyük inançla; büyük gerçeğimize, büyük bilinçle; büyük tarzımıza, yine büyük militanlıkla cevap verdiğinizde kendinizi yetişmiş ve artık savaşma hakkı, görev üslenme hakkı elde eden insanlar olarak değerlendirebilirsiniz. Bize bu gerekiyor. Size ekmek sudan, sigaradan daha gerekli olan budur. Vatan kurtarmak istiyorsunuz, kaybedilmiş insanlığınızı kazanmak istiyorsunuz; onun yolu da buradan geçer. Kendimizi kandırmayalım. Söylediğim hususlar bütünüyle, özellikle de V. Kongre sürecimizle birlikte bütün yaşamınıza egemen kılınacaktır. Artık boş konuşmak istemiyoruz. Bu yaşa geldik, düşman bile bizim her alandaki varlığımızı bitirmek için tam gücünü ortaya koymuş, çok gözü kara bir biçimde üzerimize gelmeye devam ediyor. Bizi yiyip yutmak için ne varsa onlarla geliyor. Tehlike büyük, 1995‟e de düşmanın kendini dayatması daha acımasızdır. Hiç kimse bu gerçeği gözardı etmemeli, buna hakkı da yoktur. Belirttiğimiz anlayışlar ya düşmanı çok küçümseyen, hiç görmek istemeyen ya da düşmanı her şeye kadir sayan anlayışlardır. Bu, kaçışa, sahtekarca ve sorumsuzca yaşamaya götürüyor. Buna da hiç birimizin hakkı yoktur.
Düşmanımızı olduğu gibi değerlendirmeliyiz. Çok abartıp “karşı koyamayız” demek ne kadar alçaklıksa, ihanetse; “o bir hiçtir, hiç ciddiye bile almaya gerek yok” demek de bir o kadar ahmaklıktır. Doğru bir düşman değerlendirmesi yapmalısınız. Düşmanın üzerinize nasıl geldiği konusunda yeterince bilinciniz varsa, asıl bu yıl bize yükleneceğini bilmeniz gerekir ve bunun karşısında da yapmanız gerekeni yaparsınız. Düşmanın şovenist gerçekliği şöyle haykırıyor; “Biz korkmayız, karda, kışta da gider bunları yer yutarız” diyor. Peki biz kendimize ne diyeceğiz? O, kendi dağlarımızda her şeyini ortaya koyan insanları yiyip yutuyorsa, biz bu düşmanı nasıl yutacağız? Bunu hiç düşünmüyor musunuz? Yutmamız gerekiyor mu, eğer gerekiyorsa çare nasıl olacak? Sorumlu devrimcinin an be an kendine sorması gereken tavır ve tutum budur. “Çaresi yok” diyorsan, çoktan yenilmişsin demektir, kendini de, bizi de oyalıyorsun demektir. “Hiçbir şey yapamayız” diyorsan yine kaybetmişsin; ilgisizsen, tembel, kendini ciddi hazırlama gereği duymuyorsan, yine yenilmişsin demektir. Kendinizi gözden geçirin, çok acınacak bir durumdasınız. Kendinizi neden yenilir yutulur bir konumda bize dayatıyorsunuz. Biz çok yiğit savaşmak isteyenlerin önderliğiyiz. Size açıkça bunu söylemedim mi? Gece gündüz bütün gücümle haykırmıyor muyum? Eğer öyleyse, kolay yenilmeyecek, yutulmayacak militan kimdir sorusuna doğru cevap vereceksiniz. Düşmana karşı biz de direnmek istiyoruz, tarih sahnesini kolay terk etmek istemiyoruz. Kırk yılımı amansız bir biçime bu yola koyduğumu görmüyor musunuz? Oysa siz bir sigaradan, basit bir alışkanlıktan bile vazgeçemiyorsunuz. Fırsat bulsa, “giderim, cephe gerisinde kendimi yere atarım” diyor. Kırk tane cephe gerisi değil, kırk tane saray bile olsa, metelik kadar değer vermek kabul edilebilir mi? Dünyayı bize verseler tenezzül edebilir miyiz?
Acıyın kendinize, öfkelenin, kendinizi lanetleyin. Bütün bunlar bana da sunuluyor, ben kabul ediyor muyum? Benim büyüklüğüm nerede? Bütün imkanlar verildiğinde, Türkiye‟de de bütün düzen içi gelişme yolları açıldığında, onu özgür ellerimle bilinçli bir şekilde terk ettiğimde büyüklüğümü gösterdim. Yurt dışında istediğim gibi yaşama imkanlarım ortaya çıktığı halde, onu elimin tersiyle ittiğimde büyüklüğümü, dolayısıyla vatana, partiye, halka bağlılığımı kanıtladım. Sizin özgür bir iradeyle bu olanaklara kavuşma durumunuz var mı, yok mu? Olsa bile nasıl tenezzül edebilirsiniz, siz bir savaşçısınız. Savaşçının işi gücü düşmanla uğraşmaktır. Sıcak savaşın içindeyse anı anına eylem düzenler. Eğer cephe gerisindeyse, hazırlığını amansız yapar. Çünkü her yerde, her zaman hazırlığa ihtiyaç vardır. Yirmi, otuz yıldır kendi savaşçılığım için hazırlık yapıyorum. Hazırlık bitmez tükenmez bir faaliyettir. Düşmanla burun buruna geldiğimiz zaman fırtına gibi vurmayı planlarız. Militan dediğin böyle davranmasını bilendir. Oysa siz gidiyorsunuz, zorla elde ettiğimiz birkaç savaş olanağını, oluşturduğumuz birkaç birliği kendi etrafında bitirinceye, tüketinceye kadar boşa çıkarıyorsunuz. Düşüncede, taktikte düşmanı görme ve ona göre taktik öğeleri, unsurları değerlendirme durumunuz yok. Varsa yoksa kendi bireyciliğinizi, keyfiyetinizi yaşıyorsunuz, size bu yaşatılıyor. Bunu neden görmüyorsunuz? Görüp de kafanızı neden müthiş çalıştırmıyorsunuz? Kafanızı çalıştırmamanız sizi çok ucuz bir yem durumuna getirir, ki buna da hakkınız yok.
Benim büyüklüğüm nerededir? Kırk yıldır bu çelişkilerin çözümü peşindeyim ve biraz çözüyorum. Esas düşmanı tespit ettim. Bu düşmanı tanımak için iki kelime yoktu. Ama bugün derya kadar bilincimizle onu nefes alamaz duruma getirdik. Kemalizm, her türlü gerici ideoloji şu anda soluksuz, hatta politikasız bırakılmış durumda. Bu durumu da kendimi ideolojik, politik olarak bu işe vererek ortaya çıkardım. Ordusunu da o duruma getireceğiz. Ama bunu engelleyen sizsiniz. Yaptığınız hatalar, verdiğiniz açıklar, düşmanın biten ordusuna yeniden can veriyor. Yoksa biz onu da bitirmiştik. İçinizden birkaç iyi komutan çıkmış olsaydı, düşman şimdiye kadar çoktan nefes alamaz duruma gelirdi. Bunları düşüneceksiniz; tembellik, eğitimsizlik şurada kalsın, rüyanızda bile düşmanla uğraşacaksınız. Ben size rüyalarımda da düşmanı nasıl yaşadığımı anlattım. Her tarihi süreçte bir rüya görürüm dedim. Hiç kimse bana “şöyle yaşa, böyle yaşa” demez. Belki de en özgür insan benim, ama yine en amansız kendini göreve veren de benim. Bunu görmüyor musunuz? Görüyorsanız, neden ders çıkarmıyorsunuz? Nereye kaçacaksınız? Hangi yaşama dalacaksınız? Bizim yaşamımız en üst düzeyde ideolojik, siyasi, örgütsel, askeri bir yaşamdır. Bunun dışında yaşamı iğne ucu kadar kendimize yakıştırmayız. Hele de dağlarda bu tümüyle böyledir. Siz böyle oldunuz mu? Böyle olmadıysanız, dağda ne geziyorsunuz, neden çıktınız? Eğer doğrusu buysa, kendinize neden amansız yüklenmiyorsunuz? Omzunuzun üzerindeki bir soğan başıdır desem, yakışır mı? Beyninizin hiçbir düşünme özelliği kalmamıştır desem, çoktan ihtiyarlaşmışsınız, adım atacak haliniz yok desem, doğru mu? Bol bol bozgunculuğa ihtiyaçları var, düşkünlüğe ihtiyaçları var desem, bütün bunlar affedilir mi? Nereden bakarsanız bakın, sizin için doğru yol kendini gösteriyor. Bunu biz de çok ciddi bir biçimde gösterdik. Ancak kendimizi amansız geliştirirsek düşmanın dayattığı savaşla iyi boğuşabiliriz, çok daha iyi savaşım verirsek başarabiliriz. Kaldı ki, tek başımıza buraya kadar getirdik, bizden daha ne istiyorsunuz? Bütün süreçleri tek başıma üstlendim ve buraya kadar getirdim. Eğer bu kadar hazır imkanla kendinizi yetiştiremezseniz, sizin yaşamaya hakkınız yoktur. Nitekim bunu her gün söylüyorum. Bu imkanlarla bile kendini geliştiremeyenin hiçbir şeye hakkı olamaz, ben de o hakkı tanımam. Ben buyum, beni yanlış anlamanıza gerek yok.
Kendimi düşmanıma karşı hazırlıyorum, savaştırıyorum. Benimle yol almak isteyenler de her yerde beni biraz doğru anlarlar. Eğer benimle alay etmek istiyorsanız, tecrübem vardır, kendimi size çiğnetmem. Beni bir aşiret başkanı, bir kör ağa gibi görmek istiyorsanız, böyle olmadığımı göstermek zorundayım. Örgüt içinde beni ucuz kullanmanızı affetmeyecek kadar çok güçlüyüm. Yani size düşen sadece bu çerçevede doğru bir militanlıktır. Bu işlerin sahibi olabilmek için, bu işin ehli olmak gerekir. Kimse hiçbir gerekçeyle bunu savsaklayamaz. Sağa saptım, sola saptım, arkada kaldım, intihara gittim gibi gerekçelerle bu saptırma girişimlerine müsaade edilemez. Bunu anlamazlık da, yerine getirmezlik de olmaz. Ordu dersi budur, yaşam felsefemiz böyledir ve doğrusu da, yaraşan da, yakışan da budur. Bunun başka türlüsü, düşmanın sizi düşürdüğü durumlardır. Sizi yenmiştir, aç bırakmıştır, sağlıksız bırakmıştır, eğitimsiz bırakmıştır ve tekmeyi sallamıştır. Bunun dışında bir gerçekliğiniz var mı? Neden orta yolcu olacaksınız? İki arada bir derede kalmak daha kötü bir durumdur. Gerçek budur, bu gerçeğe saygılı olun; öz gerçekliğimize, şerefli, onurlu olması gereken gerçekliğimize saygılı olun. Çünkü siz yine de cesursunuz, fedakarsınız, ama bunu o kadar kötü kullanıyorsunuz ki, bunun ideolojik, politik seviyesini o kadar düşürüyorsunuz ki, sonuçta bir hamal olmaktan öteye haliniz kalmıyor. Bunu yapmayın.
İnsan kendine doğru sahiplik etmeli; her şeyden önce kendine saygıyı, kendine yakışır tutum ve davranışı esas almayı, onunla yürümeyi, onunla savaşmayı, dolayısıyla başarmayı bilmelidir. Bu hususları çok tekrarlıyorum. Tekrarlamamın nedeni de günlük olarak cephelerdeki, birçok çalışma alanlarımızdaki ve en başta da eğitimlerdeki yüzeyselliğinizden ötürüdür. Aslında ben bir tek cümleyle de iş yapmasını bilen birisiyim, küçük bir hal hareketten etkilenerek ona bağlı olarak kendimi yürüten bir kişiyim. Ama bunu o kadar anlamazlıktan geliyorsunuz ki, kulaklar o kadar sağır, deriler o kadar kalın ki, yürekler o kadar zift bağlamış ki duymuyor. Duysa da elinden bir şey gelmiyor ve ben de bunu insana hakaret olarak değerlendiriyorum. Bana göre gelişmesini ve savaşmasını bilmeyen insan, yaşama hak talep edemez. Konuşmaya da, ciddiye alınmaya da, şerefe ve onura da kendisini layık kılamaz. Benim nazarımda beceremeyen, başaramayan insan kaybetmiştir, merhaba demeye bile değmez. Bizim lügatımızda ilişki, hem mükemmel başarıdır, hem de yeterli ve yenilmeyen savaşımdır. Amansız ve sonuca gidinceye kadar her engelle uğraşmadır, Önderlik gerçeğinin en özlü ifadesi budur. Bunca şehidin de kanıtladığı budur; halkın da kendini katış tarzı böyledir; kadro da, militan da bunu böyle anlamak zorundadır. Bunun dışında militanlık sahtekarlıktır. Bunun dışında saflarımızda bazı sapmalara göz yummak gaflettir. Zamanında, anında uyarmamak, gerekeni yapmamak, gerekirse eğitimle, gerekirse her türlü savaşımla sonuç almamak gaflettir, aymazlıktır, sorumsuzluktur. Buna göre kendini mükemmel hazırlamamak sorumsuzluktur. Siz PKK‟yi, PKK‟nin militanının ne olduğunu birinci elden benden duyun. Eğer böyleyseniz sizlerle yürüyebiliriz ve birbirimize değer vermemizin bir anlamı olabilir. Aksi halde ne siz, ne ben birbirimizi uğraştırmayalım, birbirimizi aldatmayalım.
Çünkü bunlar en kötüsü olur. Böyleyseniz, bu temeldeyseniz, bir şeyler anlıyorsanız, biz de hiçbir engel tanımaksızın, tarihte eşine rastlanmaksızın insanımıza hizmet etmesini biliriz, aslında kazanmayı da biliriz. Gerçek budur. PKK‟den ve bu militanlıktan biraz anladığınızı söyleyebiliriz, ama bunun temsil gücü olmak, her koşul altında, her alanda bunu temsil etmek halen çok zayıf kalıyor. Sorun yarım anlamak değildir, sorun tam anlamaktır; sorun sadece anlamak da değil, temsil etme işini en sıcak savaşım da dahil onun psikolojik ve moral savaşını da başarıyla yürütmektir. Küçük bir işle, basit bir işle ilgilenmek kadar, en kapsamlı bir savaşı vermek de dahil, bu temelde kendine anlam verebilmektir; yaptırım gücü, başarı gücü olabilmektir. Bundan kaçınamazsınız, bunu çeşitli bahanelerle savsaklayamazsınız, çünkü sizin anlamanızın özüne de yaraşmıyor, kendinizi katış tarzınıza da yaraşmaz, sonuçta sizi boşa çıkartır. PKK‟nin örgütleniş, işleyiş tarzı esastır ve yürürlüktedir. Belki fazla bilmezsiniz, ama kendi kanunlarını yürütme gücündedir. Akıllı olan bununla ters düşmemeye, tam tersine iyi bir katılım göstermeye, çok iyi bir uygulayıcısı olarak onu esas almaya özen gösterir ve bu da PKK‟de başaran militandır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (55.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER