PRATİĞE DOĞRU ANLAYIŞ VE YARATICI TARZLA YAKLAŞARAK BAŞARMAYI MUTLAKA ESAS ALMALIYIZ! (6.BÖLÜM)
Devrimci Halk Savaşı Stratejisi zamanında görülemedi
Değerli Yoldaşlar!
Gerçekten böyle bir devrimci irade ne kadar var? Böyle bir çağın öncü, devrimci ve motor gücü olmayı ne kadar öngörebiliyoruz. Böyle bir devrimciliği ne kadar esas alabiliyoruz? Bunun şiddetine, tarzına ne kadar dayanacağız? Tarzını, üslubunu, temposunu ne kadar geliştirebileceğiz? Demokratik Modernite ve Devrimci Halk Savaş Stratejisini nasıl yürüteceğiz? Paradigma değişiminin en çok yanlış anlaşılması burada ortaya çıkıyor. “Paradigma değişimine yanlış yaklaşımlar nelerdir?” diye sorsak, herhalde birinci sıraya “yeni paradigmanın mücadelesiz gerçekleşeceğini sanmak” yanılgısı diyebiliriz. Böyle bir anlayış oluştu. Paradigma değişimi sanki mücadeleden vazgeçme, mücadelesiz bir duruma gelme, mücadelesiz sonuç arama, mücadeleden kopma gibi bir durum çıkardı ortaya. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi zamanında görülemedi ve bu pozisyona girilemedi. Önderlik değerlendirmelerine rağmen anlaşılıp ona göre bir planlama, örgütlenme ve eylem geliştirilemediyse bunun örgütleme ve mücadeleye yaklaşımla bağı var. Öyle kendiliğinden olmadı. Yanılgılardan, yanlış anlayıştan oldu.
Demokratik Modernite Paradigması barış ve mücadelesizlik paradigması değildir. Tam tersine ulus-devlet paradigmasının mevcut devleti yıkıp bir devlet kurarak kısa sürede sonuca gitme, mücadeleyi bitirme anlayışına karşı Demokratik Modernite Paradigması devletle demokrasinin, iktidarla halkın uzun süre mücadelesini öngören bir paradigmadır. Mücadeleyi hafifletmedi, daraltmadı, daha çok genelleştirdi, kitleselleştirdi ve uzun süreli kıldı. Devletle demokrasiyi uzun süre bir arada mücadele halinde yaşayacak olgular olarak değerlendirdi, tanımladı. Önder Apo, devlet karşısında demokrasinin böyle ele alınıp geliştirilmesi gerektiğini ifade etti. Biz ise bunları görmezden geliyoruz. Anlamazlık burada ortaya çıkıyor. Anlaşılmaz bir durum değil, Önderlik anlatmamış değil. Ama mücadelenin uzun solukluluğuna katlanamıyoruz, nefesimiz dar, uzun soluklu değiliz. Önder Apo buna “Bir atımlık barut” diyordu. Bu gerçeğimiz burada çok daha net ortaya çıkıyor. Bir atımlık barut oluyoruz. Yani onlarca, yüzlerce yıl işleyecek makineli tüfek olamıyoruz. Oysa böyle bir makineli tüfek olabilmeliyiz. Kesinlikle bir atımlık barut olmamak lazım. Burada sorunlarımız, hatalarımız, eksikliklerimiz var. Paradigmaya dönük en yanılgılı yaklaşım böyle ortaya çıktı.
Şimdiki süreci anlamada yanılgılar böyle ortaya çıkıyor. Mücadele imkan ve fırsatlarını araştırmak yerine, çözüm imkan ve fırsatlarını araştırıyoruz. “Ne zaman çözüm gelecek, statü kazanacağız ve duracağız” diyoruz. Soykırımın yarattığı ruh hali ve zihniyeti böyle şekilleniyor. Bu durum ne yaşadığımızı ortaya koyuyor. İster buna orta sınıf etkisi diyelim, ister erkek egemen zihniyetin etkisi, istersek barışçıl yanılgıların bir sonucu diyelim; ne dersek diyelim, bu bir gerçek ve var. Bu bakımdan yanlışlarımızdan, yanılgılarımızdan kurtulmalıyız.
Dikkat edelim 1970-80-90 ve 2000’li yılları değerlendirelim, darbe dönemlerine, komplo dönemine bakalım. Göreceğiz ki şimdi sistem iç çelişki ve çatışmaları, yine düşman cephesinin çelişkili ve çatışmalı durumu önceki süreçlerden katbekat fazladır. Önder Apo, imkan ve fırsatların sınırlı, az ve zayıf olduğu ortamlarda çok etkili devrimci çıkışlar yaptı. Önder Apo, buna “İğne ucuyla kuyu kazma tarzı” diyor; bu, yüzde bir olumluluk varsa oradan tutarak, olumluyu hakim kılma tarzıdır. İşte küçük imkan ve fırsatları değerlendirerek, büyük devrimci çıkışlar gerçekleştirme imkanı verdi; devrimsel çıkış gerçekleşti, parti kuruldu, 15 Ağustos Atılımı oldu, Gerilla Devrimi, Ulusal Diriliş Devrimi ve Kadın Özgürlük Devrimi gerçekleşti. Bunlar “Koşullar elverişli hale gelsin, imkanlar fazla olsun, rahat ortamlara kavuşalım da o zaman yapalım” yaklaşımıyla gerçekleşmedi. Tam tersine imkan ve fırsatların az olduğu, zorlukların fazla olduğu ortamlarda imkan ve fırsatları doğru ve güçlü değerlendiren, zorlukları yenen, engelleri aşan bir anlayışla, tarzla bütün bu çıkışlar gerçekleştirildi. Şimdi bunların en ileri durumu yaşanıyor.
İktidar ve devlet sistemi çatırdıyor, çöküşler yaşıyor
Sistem gerçekten de kendi içinde çökme noktasında. Devlet sistemi de kendini sürdüremiyor. Nereye gidecek, ne tür çatışmalara yol açacak, insanlığı nereye taşıyacak belli değil. Böyle bir durumun ortaya çıkacağını daha Gorbaçov ile ABD yönetimi arasında görüşmeler başladığında Önderlik değerlendirdi. Gorbaçov’u, “Sen insanlığı bu yaklaşımlarınla nereye itiyorsun, biliyor musun?” diye sert bir biçimde eleştirdi.
Gorbaçovculuk neydi? Mücadeleden vazgeçmeydi. Bizim bu çözüm süreci adı altında mücadeleden vazgeçme yaklaşımlarımız Gorbaçovculuğa benziyor. Paradigması devletçiydi, uygulaması hatalıydı, politikaları yanlıştı. Ama Sovyetler Birliği bir olguydu, ABD ve ABD öncülüğündeki Avrupa’ya karşı direniyordu. Hitler’i yendi. İngiltere ve Fransa’nın ortak saldırısını 1921-22’de yendi. Yani büyük bir güç, enerji ortaya çıkardı. Öyle zayıf bir durum değildi.
Peki, nasıl yıkıldı? İşte mücadeleden vazgeçen Gorbaçovculuk sonucunda yıkıldı. Eğer Gorbaçovculuğu bir çizgi olarak aşamazsak, o zaman Sovyetler Birliği’nin yaşadığından çok daha ağır, tehlikeli durumları kesinlikle yaşayabiliriz. O halde gerçekleri iyi görelim, yaşanmışlardan doğru ders çıkartmayı bilelim. Tabii Gorbaçovcu olmayacağız, ama Sovyetler Birliği’nin ondan önceki yöneticileri gibi de olmayacağız. Mücadeleci olacağız, sürekli bir mücadeleyi, devrimi, devrimciliği öngöreceğiz. Ama bunu iktidar ve devlet paradigması dışında, kadın özgürlükçü, ekolojik demokratik toplum paradigmasıyla yapacağız. Doğru teoriyle, ideolojik-politik çizgiyle yapacağız. O zaman ne Gorbaçov öncesi yöneticilerin ortaya çıkardığı gibi bir tıkanma yaşarız, ne de Gorbaçov’un yaptığı gibi çöküş getiririz. Tersine sürekli gelişme, büyüme yaratırız, sürekli yeni inşalar, yeni mücadelelere dayalı olarak ortaya yeni gelişmeler çıkartırız. Devrimin sürekli derinleşmesini, büyümesini, gelişmesini, yayılmasını, Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin Kürdistan’dan başlayarak, Ortadoğu ve dünyaya yayılarak, demokratik konfederalizm devrimine dönüşmesini, bunun kadın özgürlük devrimi öncülüğünde özgür toplum ve demokratik sistemi ortaya çıkarmasını sağlarız. Esas almamız gereken budur. Doğru ve başarılı pratik böyle bir doğru yaklaşımla ortaya çıkar, kesinlikle başka türlü çıkmaz.
Buradan baktığımızda imkan ve fırsatlar her zamankinden daha çoktur. İktidar ve devlet sistemi çatırdıyor, çöküşler yaşıyor. Kriz ve kaosu derinleşerek sürüyor. Onun en pespaye tortusu olan Kürt düşmanı sömürgeci-soykırımcı TC sistemi de zihniyet ve siyaset olarak çöküyor, hem de gümbür gümbür. Sovyetler Birliği’nin nasıl çöktüğünü hiç akıldan çıkarmamalıyız. O çöküşün Kürdistan’da gelişen özgürlük devrimiyle bir bağının olup olmadığını her zaman düşünmeliyiz. Yanılgıları, yanlışları nedeniyle çöktü. En büyük yanılgısı Kürdistan’daki soykırıma onay vermesiydi, Kürdistan’da soykırımcıları desteklemiş olmasıydı. Büyük ideolojik sapmalarını burada yaşadı. Zaten o temelde çöküş yaşandı. Demek ki ideolojik doğrultu tam olursa çöküşler olmaz. Diğer yandan Sovyetler Birliği çöktü ama onu çöküşe götüren siyasi ve askeri yapılanmalar varlık göstermeye çalışıyor. Son NATO çabaları aslında onu ayakta tutma çabasıdır. Sovyetler Birliği’ni çökerten etkenleri zayıflatma, o etkenlerin madalyonun diğer yüzü olan sistemi de TC’den başlamak üzere çökertmesini engelleme çabalarıdır. Böyle anlamamız gerekiyor. Yani TC de çöker, hem de hiçbir güç engelleyemez. Çöküş emareleri, etkenleri çok fazla. İstediği kadar Türkiye’nin imkanlarını seferber etsin, istediği kadar toplumu faşist zihniyetle, siyasi, ırkçı, faşist, Kürt düşmanı zihniyetle ve siyasetle, kadın ve halk düşmanı zihniyet ve siyasetle doldurmuş olsun, istediği kadar ABD, NATO desteği olsun, bunlar ayakta tutamaz, ayakta kalmasına tek başına yetmez.
Eğer doğru anlaşılır, iyi mücadele edilirse, mücadelede sebat edilirse, mücadelenin sürekliliği esas alınırsa, tabi mücadelede de yaratıcı, yenilikçi olunursa, yaratıcı tarz, üslup, yüksek tempoyla mücadele yürütülürse bu sistem çökertilir. Demek ki çöküş mücadeleye ve onun tarzına kalıyor. Doğru ve sürekli mücadele bu sistemi hem de Sovyetler Birliği’nden çok daha ağır biçimde çökertir. Hiç böyle askeri gücüne, bürokrasisine, saldırganlığına bakıp da yıkılmaz, çökmez sanmamak lazım. Gerisi demek ki bize kalıyor. Mücadeleyi sürekli ve doğru yürütmemize kalıyor. Bu bakımdan “mücadele bitecek” zihniyetini kırmamız lazım. Bu zihniyet nereden kaynaklanıyorsa, o kaynakları kurutmak gerek. Bizim içimizde birileri korkuyor olabilir ya da biz yanlış yaparak bunları var ediyor olabiliriz. Önce bunu kırmalıyız. Hiçbir zaman mücadele sona ermeyecek, bitmeyecek. Biçim değiştirecek, yöntem değiştirecek, tarz değiştirecek, ama özgürlük mücadelesi var olacak. Şu anki durumla her zaman var olacak. Biz mücadele yürüteceğiz, mücadele gücüyüz, gelişmeleri mücadeleyle sağlayacağız, özgürlük mücadeleyle elde edilecek, demokratik toplum inşası mücadeleyle gerçekleşecek. Mücadelesiz, savaşsız, savunmasız bir inşa yoktur.
Öyle barış içinde her şey gerçekleşecek diye bir durum yok. Önderlik, bu nedenle barış için ancak “Ateşkes olur” dedi. Ama her an bir çatışmaya yol açabileceği için ilişki ile çatışmanın iç içe olduğu bir sistem öngördü, dolayısıyla da her zaman öz savunma konumunda olmayı, her zaman mücadele halinde olmayı, kendi varlığını korumayı ve karşıtını daraltıp zayıflatmayı şart koştu. Buna “Devrimci mücadele” dedi. Devrimi bu temelde verilen mücadele ve onun sağladığı gelişmeler olarak değerlendirdi. Bir devlet yıkıp başka bir devlet kurma biçimindeki devrim anlayışının bir sapma olduğunu ortaya koydu. O halde tarihsel toplum gelişiminin doğru bir değerlendirmesinden çıkan bu sonuçları doğru anlayalım. “Ben de farklı düşünüyorum, şu etkide kaldım, burada kaldım” diyerek kendimizi kandırmaktan, avutmaktan vazgeçelim. Aslında onların hepsi mücadeleden vazgeçme eğilimleridir. Devrimci mücadele etmek, devrimci gelişme sağlamak isteyenler için Önderlik çizgisinden başka devrimci bir çizgi yoktur. Buna zayıf yaklaşan, burun kıvıran birisi kendisini ne kadar iyi gösterirse göstersin özgürlükten, devrimden vazgeçendir. Burkaycılar, “PKK demokratik özerkliğe geldi, biz federasyon istiyoruz, dolayısıyla bizim istemimiz daha ileri bir istem” diyor. Seksen senedir bunların ömrü hep istemekle geçti. Artık bu şekilde seksen sene daha istemeye devam ederler. Ama önemli olan istemek değil, yapmaktır. Bunlar ne yaptı, ne yarattı? Dolayısıyla bunlar boş laflardır.
Türkiye’nin sosyalist hareketlerinde yaşanan sosyal-şoven zihniyet
Türkiye’de “Sosyalist İttifak” diye bir ittifak kurmuşlar. “Mustafa Kemal 30 Ağustos’ta nasıl büyük zaferler kazandı” diye kutlama üzerine kutlama yayınlıyorlar. İçinde Sol Parti, TKP gibi partiler var. Adları “Sosyalist İttifak” ama önderleri Mustafa Kemal. Bunlar nasıl sosyalist? Türkiye’nin sol, sosyalist hareketinde yaşanan o milliyetçi, sosyal-şoven zihniyet ve siyasetin ne olduğunu görmek açısından da iyi bakalım. Önderlik onlara rağmen nasıl çıkış yaptı? Demek ki 1970’lerde yürütülen o büyük ideolojik mücadele, sosyal şovenizmden kopuşun büyük bir anlamı varmış. Nasıl gerçekleşti onlar? Bunları doğru anlamamız gerekiyor. Kendine takmış “sosyalist”, “radikal Türkiye” etiketi, bunların hiçbir değeri, anlamı yok. Onların hepsi bir işbirlikçi zihniyet ile siyasetin dışa vurumu, tezahürüdür. Arkasında kesinlikle işbirlikçilik var. CHP’ye dayanarak biraz yaşam imkanı bulma gayretinden başka bir şey değil. Orta sınıfın kendini sistem içinde yaşatma çabalarıdır. Yüzlerine sosyalistlik, Kürtçülük maskesini takarak, kendilerini daha iyi gizleyebiliyorlar, yaptıkları kendilerini gizlemekten başka bir şey değil. O halde bunları iyi tanımamız lazım. Bütün bunlara karşı mücadele, ideolojik mücadeledir. Sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı yürütülen devrimci direniş mücadelesinin temel bir parçası, birbirinden kesinlikle ayrılmıyor. Bunları yapabilmemiz gerekiyor.
Değerli Yoldaşlar!
Sonuç olarak içinde bulunduğumuz koşullar açık, imkanlar ve fırsatlar ortadadır. Hiç kimse karşımızdaki sistemin her zamankinden güçlü olduğunu söyleyemez, tam tersine daha zayıftır. Hiç kimse şimdi devrimci mücadele için imkan ve fırsatın geçmişten az olduğunu söyleyemez, tersine geçmişten kat kat fazladır. Geçmişte daha azdı. O halde gerisi doğru anlayıp iddialı ve iradeli bir pratiktir, doğru devrimci duruştur. Mücadeleye kendini doğru bir biçimde verme, onu devrimci amaçlar doğrultusunda doğru planlama, programlama, tarz, üslup ve tempo bakımından kendisini sürekli yenileyerek koşulların gereğine göre yeniden yapılandırarak, mücadele etmeyi bilme ve sürekli mücadele etmedir. En zor ortamlarda gelişme yaratan temel güç bu olacaktır. En ağır düşman saldırılarını kırdırtacak tutum bu olacaktır. Sürekli gelişme sağlayan bulunduğumuz her yerde başarılı devrimci çalışma yapıp mücadele yürütmemizi sağlayacak kesinlikle bu olacaktır. Bunları yoldaşlar iyi bilmeliler, iyi anlamalılar. İçimize tasfiyecilerin etkileri olarak bazı yanlışlıklar sokuldu. Bizim yanılgılarımızın etkisi oldu. Geçtiğimiz süreçte “Daha çok taktik yapalım, siyasetin önünü açalım” diye çalışırken, o taktik çabaları sanki stratejik bir yaklaşımmış gibi, doğru bir duruşmuş gibi anlama yanılgıları bunlara yol açtı. Bu yanılgılarımızı aşarsak, Önderlik çizgisini, demokratik modernite çizgisini doğru anlar, onları başarılı uygulamanın tarzını, üslubunu, temposunu geliştirirsek, o zaman bulunduğumuz her yerde doğru ve başarılı çalışma yaparız, her zaman gelişme sağlarız. Zorluklar ne olursa olsun yeneriz, engeller ne olursa olsun aşarız. Sıfırdan başlayarak büyük gelişmeler yaratabiliriz. En büyük örgütleri, eylemleri, devrim-mücadele ordularını, devrimci mücadeleleri gerilla tarzıyla ortaya çıkarıp pratiğe geçirebiliriz. Yeter ki bu gerçekleri böyle anlayalım ve buna göre pratikleşelim. Pratiğe yürüyüş bir de bu temeldedir.
O halde bu durumlardan gereken dersleri çıkartarak, pratiğe doğru anlayış ve yaratıcı tarzla yaklaşmayı, başarmayı mutlaka esas almalıyız. Bunun yapılacağına, her yoldaşın böyle bir yaklaşımla güçlü, başarılı örgüt ve eylemi geliştireceğine inanıyor, bu inançla tüm yoldaşlara önümüzdeki mücadele süreçlerinde üstün başarılar diliyoruz!
Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemiz!
Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
Bijî Rêber Apo!
PKK YÜRÜTME KOMİTESİ
KAYNAK: SERXWEBÛN GAZETESİ (EKİM AYI SAYISI)
YORUM GÖNDER