SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (26.BÖLÜM)
IV- Sokrates Ve Toplumsal Felsefe Çağı
Mezopotamya ve Mısır merkez ilkçağ köleliği, uygarlık sınırlarını Asya’nın doğusundan batı ucuna kadar yaymıştı. Grek ve Roma köleci sistemi bu zengin miras üzerinde yükselme sürecindeydi. Demir temel üretim tekniği olarak refaha geniş katkıda bulunuyor, orta sınıfın genişlemesine yol açıyor, iletişim ve okur yazarlık artıyordu. İnsanlar kendilerini daha güvenli hissedecek koşullara sahiplerdi. Batı Anadolu’da Sard kentinden İran İmparatorluğu’nun başkenti Persepolis’e kadar rahatlıkla yolculuklar yapılıyordu. Mısır ve Babil rahiplerinden ilkçağın kültürel ve ideolojik birikimlerini alabilirlerdi.
Doğu’nun günümüzde Batı merkezlerinde bilim ve kültürü öğrenmek için yaşadığı sürecin tersi geçerliydi. Yüksek bilim ve kültür merkezleri Babil ve Mısır’daydı. Grek ve Roma’ya ideoloji taşıyanlar, bu merkezlerde sıkı eğitimden geçen rahip adayları ve mistiklerdi. Doğu üretim tarzı kadar ideolojik ürünlerini de bu M.Ö 1000 yılında yoğunca yaşıyor, bilimsel tecrübelerini aktarıyor, alfabe siste_mini öğretiyordu. Kısacası Avrupa’nın iki Asya’ya yakın yarımadası, Grek ve İtalya, değerleri taşıma köprüsü rolündeydiler. Uygarlığa bakirce açılan taze alan durumundaydılar. İdeolojik düzeyde Sümer ve Mısır mitolojisi ve din uygulamaları bu taşınmadan ayrı tutulamayacağı gibi, öncü rollerini sürdüreceklerdi. Grek teolojisi, Sümer mitolojisinin bozulmuş bir türevi olarak gelişir. Mısır ve Fenike’yle Girit versiyonundan da sürekli etkilendiği için, tam bir eklektizmi yaşamaktan kurtulamaz.
Fakat içselleştirmek için yoğun bir asimilasyondan geçirir. Zeus adeta Babil’in tanrısı Marduk’un kopyası iken, Enki’yi Kronos taklit eder. Zaten temel noktadan aktarma başlayınca, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Bütün neolitik ve köleci sınıflı toplumun mitolojik ve dini kavramları, gerekli ad ve kavram değişikliğiyle birlikte yerelleştirilir. M.Ö 1500 yıllarına kadar tek bir adı bile anılmayan Grek mitolojisinde, bundan en zengin bir mitoloji geliştirilir. Maddi değerlerden daha önemli olan manevi değerlerin zaptı çok önemlidir ve bu başarılır. Neredeyse dünyada en görkemli ve yaratıcı mitoloji olarak kabul edilmeye çalışılan Grek mitolojisi, her geçen gün daha iyi anlaşılıyor ki, Sümer mitolojisinin ikinci, üçüncü elden bir kopyası durumundadır. Son yıllarda kanıtlanması için yapılan araştırmaların vardıkları sonuçlar budur. Zaten tarih eğer bir nehir akışıysa, bu yıllarda bir kolunu buraya uzatmış; bu toprakları coşkun akışıyla beslediği gibi, oradaki küçük ırmak ve gölleri de ana akışına bağlamıştı.
Grek mitolojisi gibi ondan yola çıkan felsefi gelişmesi de bu uygarlık nehrinin taşıdığı bilim birikiminden de yararlanarak kendi çağını başlatacaktı. Grek filozofları felsefe çağını başlattığında, en azından Mezopotamya’da M.Ö 10000 yılından beri derinleşen ve dalga dalga yayılan neolitik çağ kültürüyle sınıflı toplumun büyük birikiminin kaynaklarına dayanıyorlardı. Batı düşünce sistemi bu gerçeği son derece basit ve önemsiz gösterir. Batı uygarlığının emperyalist yüzü kendisine sarsılmaz bir meşru temel yaratmak için, her şeyde ileri sürdüğü “benmerkezciliği” esas almaktadır.
Diğer halk kültürlerinin ve uygarlık değerlerinin büyüklüğü ortaya çıkarıldığında, iddialarının geçersizliği kadar, kendilerinin büyük uygarlık nehrinin son beş yüz yıllık bir öncü katılım gücü olduğunu da kabul etmek zorunda kalacaklardı. Grekler bu şoven anlayışı daha klasik çağın başlarında gösteriyorlardı. Yarımadadaki uygarlık alanı dışındaki tüm halklar ancak barbarlığı temsil edebilirlerdi. Halbuki kendileri tarihin açıkça gösterdiği gibi, o dönemin yeni yetme “açgözlü çocuğu” durumundaydı. Mısır’dan mimariyi ve tapınak kültürünü, Fenike’den alfabeyi ve gemiciliği, Frigyalılardan demirciliği, Altın Hilal’den tarım devriminin tüm teknik araçlarını, Sümerlerden mitoloji ve teolojiyi aldığında, ilkel yarı göçebe, daha taştan kulübeler bile kuramamış bir dönemde yaşıyorlardı. Avrupa tümüyle vahşet toplumu aşamasındaydı. Tarihin çarpıtılması, bütün yanlış görüş ve tutumların altında_ki temel nedendir ve büyük haksızlıklara yol açar.
Doğru tarih anlayışı, geliştirilecek adaletli bir uluslararası düzen için de vazgeçilmez esastır. Eğer Avrupa hukukuna ve adaletine güven duyacaksak, her şeyden önce bunun doğru ve adaletle hakkı verilen bir tarih anlayışına dayandırılması gerekir. Bu uygarlık gerçekliğine rağmen, Greklerde bir özgünlüğün ve yaratıcılığın geliştiği de kesindir. Grek yarımadası ve yakın komşuları, Batı Anadolu ve Güney İtalya ile kuzeyde Makedonya, tarihin Mezopotamya’dan sonraki en büyük uygarlık denemesine girerken, daha önceki biçimlerden esinlendikleri mitolojik, teolojik ve ideolojik yaklaşımlarla yetinemezlerdi. Bunda coğrafya ve iklim farklılığından daha önemli rol oynayan bir olgu olarak, Sümer ideolojisi hem Medya’da Zerdüşt geleneği hem de Hint Budha geleneğiyle aşılıp felsefeye yakın biçimler kazanmıştı.
Yarımadanın ilk filozofları olan Thales ve Phytagoras, uzun yıllarını Mısır ve Mezopotamya’da geçirerek, M.Ö 6. yüzyılda birçok yeniliği taşırma ve seslendirme olgunluğuna gelmişlerdi. Adeta günümüzde az gelişmiş ülke gençlerinin Avrupa uygarlık görüşlerini ülkelerine yaymaları gibi, bu ilk filozof adayları da gençliklerini özellikle dönemin kültür merkezi Babil’de geçirerek ve uzun pratik deneyimlerden geçerek, dünyanın o dönem için en gelişkin (matematik ve tıp başta olmak üzere) bilgilerini, mitolojik ve teolojik esaslarını mükemmel bir biçimde öğrenip dönüyorlar, tarihi bir klasik çağ Grek hamlesinin düşünce temellerini atıyorlardı. O dönemin düşünce diyalektiği böyle bir yayılma özelliğine sahiptir. Sıfırdan başlatılması şurada kalsın, bu bilgiler oldukça olgun bir aşamada ve reformlardan geçmiş olarak taşınıp özgünleştiriliyor, moda deyimle ülkenin somut koşullarına aktarılıp yaratıcı bir biçimde uyarlanmaya ve uygulanmaya çalışılıyordu.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER