SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (77.BÖLÜM)
Dönemin en gelişkin düşünürlerinin teoloji yapmaları, yaşadıkları çağın zihniyet düzeyini yansıtmaları açısından önem taşımaktadır. Feodal toplum olgunlaşıp karmaşıklaşmıştır. Birçok yeni kurum ve fikir birikmiş, mensuplarını eğitmiştir. Doğuş ve gelişme döneminin inanç ve fikir düzeyi bu yeni duruma yetmemektedir. İnsanlar her şeyin nedenlerini ve sonuçlarını, niçin ve nasıllarını daha fazla sorgulamaktadır. Felsefi yorumlar bu gelişmenin bu son aşamasındaki temel sorunlara bir çare olarak düşünülmektedir. Bu, çözülüş ve yıkılış sürecine girmeden önce yapılması gereken son savunma hamlesi gibi görünmektedir. Dönemdeki rolünü oynadıktan sonra, artık çözülüş ve yıkılış sürecinin tutuculuk ve gericilik dönemine geçilecektir. Artık felsefe yerini tutucu ve gerici dogmatizme terk edecek, zorla inandırma ve işkence devreye girecektir. Her tarihi dönemin başlangıç ve sonuç aşamalarında yoğunlaşan ideolojik faaliyet ve tartışmalar, doğmakta olan ve sürdürülme sorunlarıyla karşılaşan sosyo-ekonomik biçimlenişlerle yakından bağlantılıdır. Bu yönlü gelişmeler iç içe yaşanmaktadır.
Başlangıçtaki büyük iman gücüyle yüceltilen yeni fikirler ve inançlar, aslında doğmakta olan yeni düzeni müjdelemektedir. Bunlar doğuş çabaları olarak da değerlendirilebilir. Yeni düzenin bir nevi programı ve ona yön veren temel ilkeler belirlenmektedir. Doğacak olan yeni toplumsal düzenin özellikleri netleştirilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca çok büyük çabayla doğurtulduğu için, yeni kavramlarla adlandırılmaktan tutalım, özüne kadar güçlü bir din ilahi anlayışla kutsanmaya çalışılmaktadır. Yeni kutsal kitap, kurucunun sözleri, davranışları, geliştirilen ibadetler, tapınaklar, bu doğuşun ideolojik kimliği olarak yoğun bir propagandayla zihinlere nakşedilmekte ve ruhun temel gıdası haline getirilmektedir. Yeni toplumsal düzen kurumlaşıp sistemli hale geldikten sonra ortaya çıkan sorunlar, düzeni sürdürmenin kendi içi yapısından ve dışından kaynaklanan gelişmelere ilişkindir. Düzen bu sorunları nasıl aşacak ve varlığını nasıl sürekli kılacaktır? Temel soru budur ve bu soru tüm sistemi ilgilendirdiğinden, tartışma en üst düzeyde ve çok kapsamlı yapılmak zorundadır.
Çünkü düzene karşı gelişen muhalefet ve yeni fikirler inandırıcı ve tatminkar cevaplarla karşılanmazsa, çözülme tehlikesi kendini gösterir. Bu durum ortaya çıktığında, şiddetli bir tartışma kaçınılmaz olur. Başlangıçtaki uyum ve birlik yerini ikiliğe ve muhalefete bırakır. Bu gelişmeyi doğal karşılamak gerekir. Her ikilik ve muhalefet kötü değildir. Burada çok önemli olan, diyalektik materyalizmin de çözümlediği gibi, yeni tez ve antitezin sağlıklı gelişip gelişmediği hususudur. Erken doğumlar nasıl ölümle sonuçlanırsa veya düşükler canlı kılınamazsa, yeterince olgunlaşmamış maddi koşullarda yeni fikir ve muhalefetlerin de benzeri konumlara düşmesi sıkça rastlanan olaylardır. Tarih bu tip olayların sayısız örnekleriyle doludur. Aksi durum da kötüdür ve çürümeyi derinleştirir. Sosyo-ekonomik sistem iç ve dış nedenlerle tüm alt ve üstyapılarıyla sürdürülemez duruma geldiğinde, antitezin, yani yeni fikirlerin muhalefetçe savunulmaları bir ikilem durumu olarak gelişmezse, çürüme ve bunalım kaçınılmaz olur.
Tarihte bu tür dönemlere bunalım ve çöküş süreci denilmektedir. Bunun da her sistemde çokça örnekleri gözlenmektedir. Batı uygarlığının üstünlüğe geçmesi, bu diyalektik bağları çözmesi ve tüm toplumsal faaliyetlere yansıtmasıyla yakından bağlantılıdır. Bilimsel yöntemle sorunlar ortaya konulmakta, zamanında çözüm önerileriyle, en az acı ve kayıplarla sonuç alınmaya çalışılmaktadır. Eskiden aşırı şiddet, savaşlar veya boyun eğmelerle, ucuz ve haince denilebilecek işbirlikçi yöntemlerle elde edilen sonuçlara fazla eğilim duymamakta; diyalektik kural gereğince ve antitezden anlamlı bir senteze ulaşılarak, en yararlı olay, ilişki, olgu ve düzen gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Tarihi olarak bunun içinde en uygun sistemin demokratik uygarlık olduğuna inanmaktadır. İslamiyet ve Hıristiyanlık dünyasının M.S 1200’lerde yaşadığı yoğun felsefi tartışmalar, yaşadıkları ciddi iç ve dış kaynaklı sorunlar nedeniyledir. Sistemleri her geçen gün artan eleştiri ve muhalefetlerle karşılaşmakta, inandırıcılık için başlangıçtaki izahlar yetmemekte dir. Toplum büyümüş, sorunlar artmış, zihniyet gelişmiş ve habire sorgulamaktadır.
Dıştan yeni saldırılar hiç eksik olmamıştır. Zaten kendileri de sürekli saldırı halinde gelişmişlerdir. Saldırı ve savunma, karşı saldırı ve savunma birbirini davet etmektedir. Sistemin iç sorunları da artınca, örneğin eskisi kadar ekonomik zenginlik olmayınca, nüfus artınca, doğal yıkılma geliştikçe dıştan saldırılar etkili olmaktadır. Tüm bu durumlar zihni yansımasını bulacak ve pratik çözümler geliştirilmeye çalışılacaktır. Sistemin kaderi söz konusu olduğundan, bu zihni tartışmalar ve pratik çözümler kapsamlı ve sonuç alıcı olmak zorundadır. Tarihte bu dönemlerin iki tip yöntemle aşılmaya çalışıldığına dair bol örneklere rastlanmaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER