ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLAMA ZAMANI ! (4.BÖLÜM)
Türkiye Rojava’daki kazanımları soykırım politikasına darbe olarak görmektedir;
Son on yılda Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşı gerçeğinde ortaya çıkan en temel gerçek Türk devletinin bölgede en temel statükocu güç olduğu, demokratik değişimlerin ve gelişmelerin önünde en temel engel teşkil ettiği, sadece ve sadece Kürt soykırım politikaları doğrultusunda hareket ettiği görülmüştür. Bunun da Ortadoğu halklarının ve uluslararası güçlerin çıkarına olmadığı anlaşılmıştır. Türk devleti Kürt düşmanlığı politikalarından dolayı herkesin de Kürt düşmanlığı politikalarına destek vermesini istemektedir. Bu politikalar bölgesel ve uluslararası güçlerin politikalarıyla çelişmekte ve uyuşmamaktadır. Kuşkusuz Türk devletinin Kürt soykırımcı politikalarına destek veren güçler de vardır. Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı düşman olan, savaşan güçler de vardır. Ancak yine de Kürt Özgürlük Hareketi’ne düşman olan güçlerin politikasıyla Türklerin politikası tümüyle örtüşmemektedir. Bu da Türk devletinin politikalarında sıkıntılar ve sorunlar yaratmaktadır. Çünkü Türk devleti Kürt işbirlikçiliğine bile tahammül etmeyen, Kürt işbirlikçiliğiyle sadece PKK’yle mücadelesine destek verdiği ölçüde ilişki kuran bir karakterdedir. Kürt işbirlikçiliğine bu çerçevede bakan politikaları, bölgede Kürt işbirlikçiliğini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen uluslararası güçlerin politikalarıyla ister istemez çelişmektedir. Türk devleti Kürt politikası nedeniyle birçok güçle karşı karşıya geldiği gibi, Osmanlı’dan kalma yayılmacı ve büyük devlet olma eğilimi de bölge halklarıyla ve uluslararası güçlerle Türkiye’yi karşı karşıya getirmiştir. Türk devletinin Kürt ve demokrasi düşmanlığı, sadece kendi çıkarlarını düşünen politikaları Ortadoğu’da Türk devletini çıkmaza sokmuştur.
Türk devlet geleneğinde, karakterinde bulunan Kürt düşmanlığı bu ortamda da en yoğun biçimde sürdürülmektedir. Hatta diğer alanlarda taviz vererek, başka güçlerin politikalarının parçası olarak Kürt soykırımına destek almak, Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istemektedir. Bu açıdan Türk devletinin politikası Kürtler için çok büyük tehlikeler arz ediyor. Ortadoğu’da eski dengelerin yıkıldığı ve yeni dengelerin kurulma süreci olan Üçüncü Dünya Savaşı koşulları Kürtler için muazzam fırsatlar sunduğu gibi, Türk devletinin karakterinden ve saldırganlığından ve Kürtler arası birliğin yaratılamamasından dolayı çok ciddi tehlikelerle karşı karşıyadır. Özellikle Kürt işbirlikçiliğinin Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı kullanılması soykırım tehlikesini daha fazla artırmaktadır. Zaten Bakurê Kurdistan’da Kürt halkı üzerinde uygulanan politika tamamen bir soykırım politikasıdır. Kürt’ün varlığını ortadan kaldırma politikasıdır. Hatta bunu gerçekleştireceklerine inanmaktadırlar. Bu nedenle Türkiye’deki tüm siyasi ve toplumsal güçleri bu soykırıma destek vermeleri için zorlamaktadırlar. Nitekim bu soykırım politikasına destek vermeyen herkesi hain ilan ederek üzerine gitmektedirler. Bu gerçeklikler Türk devletinin Kürtler üzerinde nasıl bir politika yürüttüğünü gözler önüne sermektedir.
Rojava işgali de tamamen bu soykırımcı politikanın bir parçasıdır. Orada Kürtlerin kazanım elde etmesini tehlike olarak görüyorlar. Rojava’daki kazanımları soykırım politikasına darbe vurma, bu soykırım politikasını olumsuz etkileme olarak gördüğünden orada herhangi bir Kürt oluşumuna tahammül edemiyor, bu nedenle saldırıyor. Diğer yandan Rojava Devrimi’nin ve yarattığı demokratik Kuzey-Doğu Suriye sisteminin, Suriye’nin demokratikleştirilmesine zemin olacağından korkuyor. Çünkü Suriye’nin demokratikleşmesi demek; Türkiye’nin Kürt sorunu başta olmak üzere farklı etnik ve dinsel toplulukları ezme politikasının akamete uğraması, etkisizleşmesi, boşa çıkması demektir. Bu yönüyle Türk devletinin demokrasi düşmanlığı çok fazladır. Çünkü demokrasiden Kürtler, Aleviler ve başka topluluklar yararlanır düşüncesiyle Ortadoğu’da hiçbir yerde demokratikleşme istemiyor. Ortadoğu’da demokratikleşme başladığında bu, Türk devletinin Kürt soykırımı amaçlı Türk-Sünni İslam sentezine dayalı politikalarının çökeceğini, Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını engelleyemeyeceğini, Ortadoğu’ya yayılma hayallerinin boşa çıkacağını düşünerek demokrasi düşmanlığı yapıyor.
Kuşkusuz Türkiye, Kürtlerin ve Alevilerin varlığını kabul etme temelinde sorunları çözüp, demokratikleşme doğrultusunda adım attığında yumuşak gücüyle Ortadoğu’da belirli bir güce ulaşabilir. Bunun potansiyel imkanları Türkiye’de vardır. Nitekim AKP iktidarının ilk dönemlerinde demokrasiden söz etmesi, farklı siyasal eğilimlerle ilişki içinde olması Türkiye’nin Ortadoğu’da çekim gücü olan bir ülke haline gelmesi açısından önemli adımlardı. Gerçekten de Türkiye’ye yönelik olumlu eğilimler, istekler vardı. Ama AKP-MHP iktidarı Kürt düşmanı politikasından, Kürtleri soykırıma uğratmak istediğinden dolayı Türkiye’de koyu faşist diktatörlüğe ihtiyaç duydu. Faşist diktatörlük demek içerde baskı, dışarda herkese düşmanlık demektir. Bunun sonucu da bırakalım etkili hale gelmesini, daha önce yumuşak gücüyle belli düzeyde etkilediği toplumların ve ülkelerin tepki duymasına yol açan bir Türkiye gerçeğini ortaya çıkardı.
Türkiye’nin Başûr’daki politikaları açıktır. Başûr’da işgal harekatları yaptı. Xakûrkê’de bazı yerleri işgal etti, şimdi Heftanîn’de bazı yerleri işgal altında tutuyor ve sürekli saldırıyor. Yine Şengal’e, Mexmûr’a saldırıyor. Başûr’daki askeri güçlerini tahkim ediyor. Irak devletinin tüm ısrarlarına rağmen Başika’daki askeri güçlerini çekmiyor. Böyle bir Türkiye gerçeği var.
Türk devletinin soykırım politikası püskürtüldüğünde Kürtlere düşman tüm güçler zayıflayacaktır;
Türkiye izlediği politikalarla en başta da Kürt halkı için büyük tehdit oluşturmaktadır. Bu tehdit herhangi bir hakkın çiğnenmesi, herhangi bir kazanımın ve avantajın kaybedilmesi değildir. Bu tehdit bir halkın tamamen soykırıma uğratılması tehdididir. Türkiye’yle çeşitli güçler arasındaki çıkar mücadelesinden farklıdır. Kürt’ün Türk devletiyle yürüttüğü mücadele herhangi bir siyasi çıkar elde etme mücadelesi değildir, tümüyle varlığını koruma mücadelesidir. Bu açıdan tabii ki Kürt halkı böyle bir iktidara, devlete karşı amansız bir mücadele verecektir. Bu soykırım politikasına karşı var olma mücadelesinin verilmesi, bu soykırım saldırılarının püskürtülmesi gerekiyor. Çünkü; bu soykırım saldırısını püskürtmediği müddetçe Kürtler yok olmayla karşı kaşıya geleceklerdir. Bu tehdit, yakın tehditten öte artık sonuç almak isteyen bir tehdit durumundadır.
Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edeceğine kendisini inandırdığından, bütün askeri, siyasi, ekonomik gücünü Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi için kullanıyor ve saldırıyor. Kürt Özgürlük Hareketi’ni etkisizleştirdiğinde tüm Kürtleri de soykırıma uğratacağına inanıyor. Bu soykırım politikası önünde engel kalmayacağını düşünüyor. Bu nedenle bütün politikalarını Kürt soykırımına endeksleyen, iç ve dış politikasını tümüyle bu soykırımın tamamlanmasına yönelten bir devlet gerçeği, saldırı gerçeği var. Bu saldırı Bakurê Kurdistan’a yönelik değil, Başûrê Kurdistan’a, Rojava’ya, Rojhilat’a ve bütün dünyadaki Kürtlere yöneliktir. Türk devletinin soykırımcı politikası kırıldığında, yenildiğinde Kürt sorununun İran’da da çözülmesi mümkün olacaktır. Bu yönüyle Bakur’da Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamı gerçekleşirse, Başûr’daki kazanımlar güvenceye alınırsa, Rojava’da bir çözüm olursa bu, İran’daki Kürt sorununun daha kolay çözülmesine de yol açacaktır. Kürt düşmanlığında öncü olan Türk devletinin soykırım politikası püskürtüldüğünde Kürtlere düşman tüm güçler zayıflayacaktır. Kürt sorununun çözümünde ayak direten tüm güçlerin politikaları boşa çıkacak, Kürt sorununun özgürlükler temelinde demokratik siyasal çözümü her yerde gündeme girecektir.
Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında şu gerçeklik de ortaya çıkmıştır; Kürtler birlik olmadan bu saldırıları püskürtemezler. Çünkü, Ortadoğu’da tüm güçler politikalarını bütünlüklü yürütüyor. Genel bir Ortadoğu politikasına sahipler. İttifaklarını bu genel Ortadoğu politikası çerçevesinde gerçekleştiriyorlar. Sadece Suriye içine, Irak içine yönelik, Türkiye’ye ve İran’a yönelik değil, bir bütün Ortadoğu politikaları kurdukları ittifakları ve ilişkileri belirliyor. Ortadoğu genelinde bütünlüklü bir mücadele yürütmek ve kazanmak için ittifakların yapıldığı bir süreçte Kürtlerin güçlerini birleştirememesi, bütünlüklü bir politika izlenmemesi tarihi bir gaflet ve ihanet anlamına gelmektedir. Türkiye’nin, İran’ın ve Suriye’nin politikası bütünlüklü olacak, bütün ilişki ve ittifaklarını kendi amaçları doğrultusunda bir araya getirecek ama Kürtler, soykırım tehdidini ortadan kaldırmak, her parçada özgür ve demokratik yaşamı gerçekleştirmek için bir araya gelmeyecekler! Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Bu yaklaşım tarihi bir gaflet ve ortaya çıkan tarihi fırsatların kaçırılması olur. Bunun sonucu da soykırımla karşılaşılır.
Kürtlere yönelik bugünkü saldırıları yüz yıl, iki yüz yıl, üç yüz yıl önceki saldırılar gibi görmemek gerekiyor. 20. yüzyıl ulus-devlet yüzyılıydı. Farklı kimlikleri yok etme yüzyılıydı. Kürtler bu nedenle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldiler. Hala bu tekçi-milliyetçi ulus anlayışı kırılmamış ve devam ediyor. Bu tekçi ulus devlet anlayışı kırılmazsa önceki iki yüz yılda, üç yüz yılda, beş yüz yılda, daha önceki yüzyıllarda bütün saldırı, baskılara ve çıkarlara rağmen ayakta kaldık, bugün de ayakta kalırız, denilmez. Önümüzdeki on yıllarda Kürtler özgür ve demokratik yaşamlarına kavuşmazlarsa soykırımla karşı karşıya kalacaklardır. Böyle bir yakın tehlike vardır. Hatta yakın tehlikeden öte; Kürtler tehlikenin içindedir. Bu yönüyle de politikalarını, mücadelelerini bu gerçekliğe göre belirlemeleri ve pratikleştirmeleri gerekmektedir.
Öte yandan Türk devleti sadece Kürt halkına değil, Türkiye halkına da düşman bir politika yürütmektedir. Türkiye halkları, Aleviler, emekçiler, kadınlar, gençler, demokrasi isteyen herkes bu iktidarın hedefindedir. Demokratikleşmeden Kürtler, Aleviler, farklı toplumsal kesimler yararlanır diye demokrasi düşmanlığı yapmaktadır. Bu kadar demokrasi düşmanlığının yapılmasının nedeni Kürt düşmanlığıdır. Bu yönüyle bugün Türkiye’de AKP ve MHP’nin belli tabanı dışında Türkiye halkının en az yüzde 60’ı bu iktidara karşıdır. Türk devletinin politikaları sadece Kürtleri, Türkiye halklarını değil, Ortadoğu halklarını da hedef almaktadır, onlara da düşmanlık yapmaktadır. Bu bakımdan Ortadoğu halkları da hatta Ortadoğu’daki mevcut iktidarlar da Türk devletinin politikalarına şiddetle karşıdırlar. Çünkü; Türk devletinin politikaları sadece Kürtler açısından bir soykırımı ifade etmiyor, tüm halklar açısından bir irade tanımama, irade kırma, zulüm ve baskı altına alma politikasıdır.
Hamle kararı Kürt halkına düşmanlığın zirveye çıktığı bir dönemde alınmıştır;
Kürdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu’da, Doğu Akdeniz’de izlenen tüm politikaları değerlendiren KCK Yürütme Konseyimiz yaptığı toplantıda bir hamle kararı aldı ve bunu kamuoyuna ilan etti. Yürütme Konseyimiz yaptığı bu hamle ilanı ile AKP-MHP iktidarını yıkmanın, işgallere son vermenin tam zamanıdır dedi. Yine özgür yaşam gerçekleştirilecekse bunun tam zamanı olduğunu vurguladı. Önder Apo’ya özgürlük gerçekleştirilecekse bunun tam zamanıdır dedi. AKP-MHP faşizmini yıkmak da, tecridi ortadan kaldırmak da işgallere son vermek de, demokrasiyi kurmak da, adaleti sağlamak da ancak bu dönemde yürütülen mücadeleyle gerçekleştirilebilir.
AKP-MHP iktidarı içerde ve dışarda en zayıf ve sıkışık dönemini yaşamaktadır. Toplumsal tabanı en fazla bu dönemde daralmıştır. Bu nedenle eğer Kürt halkı Kürdistan’ın tamamında mücadele yürütürse, tüm Kürtler ortaya çıkardıkları siyasal, toplumsal, askeri güçlerini birleştirirlerse Türk devletinin işgallerine son verebilir ve özgürlüğü sağlayabilirler. Önder Apo, özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşturulabilir, faşizm yıkılarak Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı gerçekleştirilebilir. Bu yönüyle KCK’nin ‘Tecride, Faşizme, İşgallere Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ sloganıyla başlattığı hamle kararı, tarihi bir dönemde alınmış bir karardır.
Kürt halkına düşmanlığın zirveye çıktığı bir dönemde bu karar alınmıştır. Bu karar Türk devletinin ABD desteği ve KDP işbirlikçiliğiyle Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme ve tüm Kürdistan’da soykırımı gerçekleştirme konseptinin, planının, komplosunun yürütüldüğü dönemde alınmıştır. Hamle aynı zamanda bu komploya karşı verilmiş bir cevap olmaktadır. Tüm Kürdistan halkının cevabı olmaktadır. Sadece Bakur’un, Başûr’un, Rojava ve Rojhilat’ın değil, dünyadaki tüm Kürtlerin cevabı olmaktadır. Sadece PKK’nin değil, soykırıma karşı mücadele eden ve karşı duran tüm siyasi güçlerin kararı olmuştur. Sadece bir parçada değil, dört parça Kürdistan’daki halkımızın ve dünyadaki halkımızın, Kürt aydınlarının ve dostlarının kararı olmaktadır.
Bu hamle aynı zamanda Kürt’ün birliğini sağlama, birlik temelinde mücadeleyi birleştirme, ortaklaştırma, geliştirme ve düşmanı yenme iradesinin ortaya çıkarılmasıdır. Aslında fiili olarak Kürt’ün birliğini gerçekleştirme hamlesidir. Bu yönüyle hamleyle birlikte Kürtler mücadelelerini birleştireceklerdir. Mücadeleyi bütünlüklü ele alacaklardır. Mücadele bütünlüklü yürütülmeden özgür ve demokratik yaşam kazanılamayacağı bilinciyle Kürdistan’ın bütününde halkımız bu hamleye katılacak ve başarısı için tüm gücünü ortaya koyacaktır. Bu hamle bu yönüyle ulusal bilincin, ulusal birlik anlayışının, zihniyetinin ve tutumunun gelişmesine de büyük katkıda bulunacaktır. Kürdistan’ın dört parçasındaki mücadele aynı zamanda Kürdistan’ın diğer parçalarındaki özgür ve demokratik yaşamı gerçekleştirme hedefiyle paralel yürütülecektir. Bakur’daki mücadele Başûr’a güç verecek, Başûr’daki mücadele Rojava’ya ve Bakur’a güç verecek, Rojava’daki mücadele Başûr’a, Bakur’a ve Rojhilat’a güç verecek, Avrupa’daki mücadele ise Kürdistan’ın tüm parçalarına güç verecektir. Bu hamlede, her parçadaki halkımız özgür ve demokratik yaşamı için mücadele ederken, tecride, işgale ve faşizme karşı mücadele ederken, aynı zamanda Kürdistan’ın diğer parçalarındaki mücadelenin de parçası, destekçisi ve bütünleyicisi olacaktır. Bu da hem tek tek parçalarda Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin gelişmesini sağlayacak, işgallere karşı verilen mücadeleyi güçlendirecek hem de Kürdistan’ın tamamında özgür ve demokratik yaşamı yakınlaştıracak ve güçlendirecektir. Bu hamlenin böyle bir tarihi rolü ve misyonu da bulunmaktadır.
Artık bu hamleden sonra Kürdistan’ın tüm parçaları mücadelelerini daha fazla birleştirecekler, mücadeleleri daha da yakınlaşacaktır. Düşmanı ortak değerlendirme, ortak düşmana karşı mücadele etme anlayışı ve pratiği bundan sonra daha fazla gelişecektir. Bu yönüyle bu hamle gelecekte Kürtlerin birliği, ortak mücadelesi ve bütünlüklü olarak her parçada özgürlük ve demokratik yaşamı kazanma gerçeği açısından her zaman hatırlanacaktır. Her zaman Kürt halkının özgürlüğü açısından büyük bir hamle olarak tarihteki yerini alacaktır.
Kürdistan’ın tüm parçalarına saldıran, işgal eden soykırımcı Türk devletinin içerde ve dışarda en zayıfladığı dönemde Kürt halkı güçlerini birleştirerek; dostlarıyla, diğer demokratik güçlerle mücadelesini ortaklaştırarak Kürt halkı ve tüm Ortadoğu halkları açısından düşman ve tehlike haline gelen bu iktidar ve devlet zihniyetini yenilgiye uğratacaktır. Bu devlet zihniyetinin, bu faşist soykırımcı zihniyetin yenilgiye uğratılmasının tam da zamanıdır. Böyle bir zamanda Kürtlerin tüm parçalarda birlikte mücadelesi kesinlikle sonuç alacaktır. İşgallerin son bulmasında önemli bir rol oynayacaktır. Bu açıdan Kürt halkının tüm mücadele güçlerinin bu tarihi hamlenin ne anlama geldiğini bilince çıkarması ve gereğini yerine getirmesi gerekmektedir.
Özgürlük güçlerinin direndiğinde başarılı olabileceğinin, Türk devletinin soykırım politikalarını boşa çıkarabileceğinin en yakın kanıtı Heftanîn direnişidir. Heftanîn direnişi Türk devletinin planlarını boşa çıkarmıştır. Sadece Türk devletinin değil, KDP’nin de planlarını boşa çıkarmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek isteyen ABD’nin de politikalarını boşa çıkarmıştır. Bu direniş, bu fedaice mücadele tüm Kürt halkına büyük moral vermiştir. Özgürlüğü sağlama zamanı hamlesi, böyle bir moral zemin üzerinde yükselmektedir. Kürtler güçlerini birleştirirlerse sadece Türk devletinin planlarını boşa çıkarmaz; bu AKP-MHP faşizminin tümden yenilgiye uğratılarak, işgallere son verilerek Kürt halkının tüm parçalarda özgür ve demokratik yaşamı kazanılabilir.
Önder Apo’nun özgürlüğü sadece Kürtlerin değil, tüm insanlığın görevi haline geldi;
Önder Apo’nun özgürlüğü yakınlaşmıştır. Önder Apo’nun özgürlüğünü gerçekleştirme zamanıdır. Bütün ömrünü Kürt halkının varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesine veren, Kürdistan’da sağlanan tüm gelişmelerde belirleyici rolü olan Kürt Halk Önderi’nin, bir ulusun önderinin artık zindanda kalması kabul edilemez. Bu, Kürt halkı için kabul edilemez bir durumdur. Sadece Kürt halkı için değil, ya da Avrupa’daki Kürtler açısından değil tüm Kürtler açısından artık Önder Apo’nun esaret altında kalması kabul edilemez. Tüm Kürt halkının Önder Apo’ya karşı siyasi, ahlaki ve vicdani sorumlulukları vardır. Sadece Kürt halkının değil, Türkiye halklarının siyasi, ahlaki ve vicdani sorumlulukları vardır. Tüm Ortadoğu halklarının ve dünyadaki demokrasi güçlerinin, sosyalist güçlerin Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama sorumluluğu vardır.
Dünyadaki tüm kadınların Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama sorumluluğu vardır. Bu Önderlik sadece Kürt kadınına değil, Türkiye ve Ortadoğu kadınlarına ve dünya kadınlarına çok şey kazandırmıştır. Tarihsel toplumsal gerçekliği kapsamlı çözümleyerek kadın özgürlüğünün ideolojik-teorik temelini ortaya koymuştur. Böylece kadın özgürlük mücadelesinin başarısının önünü sonuna kadar açmıştır. Kadın özgürlüğünün stratejisini, taktiğini ortaya koymuştur. Bu açıdan Önder Apo’nun özgürlüğü için mücadele vermek kadınların özgürlüğü için mücadele vermek olduğu gibi, tüm kadınların ahlaki, vicdani ve siyasi sorumluluğudur da. Hak, adalet ve eşitlikte her zaman hakkaniyetli ve vicdanlı olan kadınlar, Önder Apo’nun kadın özgürlük mücadelesine kattıklarını takdir ederek Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama mücadelesinde üstlerine düşen sorumlulukları yerine getireceklerdir.
Özcesi bugün Önder Apo’nun özgürlüğü artık sadece Kürtlerin değil, tüm insanlığın görevi haline gelmiştir. Tarihte insanlığa hizmet eden peygamberlerin, filozofların, bilim insanlarının, siyasi ve toplumsal önderlerin insanlığa yaptığı büyük katkılardan birini de bugün Önder Apo yapmaktadır. Önder Apo kapitalizmin, ulus-devletin, pozitivist olgucu bilimciliğin, toplumsal işlevinden koparılmış dinciliğin, halklar arasında düşmanlık yaratan milliyetçiliğin, sadece kadın üzerinde egemenlik yaratan değil, bütün toplumun kölelik zincirleri içinde tutan cinsiyetçiliğin insanlık için, toplum için nasıl bir kötülük olduğunu ve alternatifinin nasıl geliştirileceğini ortaya koymuştur. Bu yönüyle tüm insanlık açısından da Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlama zamanıdır.
Önderlik Kürt halkına, Türkiye ve Ortadoğu halklarına, insanlığa, kadınlara bu kadar değer verip hizmet etmişse ve katkı sunuşsa o zaman tüm bu toplumsal kesimlerin de Önderliğin özgürlüğünü sağlama sorumluluğu bulunmaktadır. Kaldı ki, Önder Apo üzerinde uygulanan tecridin hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. Tecridin insanlık, toplum, hukuk ve vicdan karşıtı olduğu tüm insanlık tarafından görülmüştür. Özellikle 2018-2019’da zindanlardaki yoldaşlarımızın, Beyaz Tülbentli analarımızın öncülüğünde gelişen ve birçok yoldaşımızın şehit düştüğü direnişle birlikte tecridin sürdürülmesi zorlaştırılmıştır. Tecridin artık insanlık, hukuk ve vicdan dışı bir uygulama olduğu görülmüştür. Artık tecrit sürdürülemez, savunulamaz. CPT bile işkence sistemidir, demiş, tecridin kaldırılması gerektiğini söylemiştir. Tam da böyle bir ortamda Önderliğin fiziki özgürlüğünün zamanıdır.
Nasıl ki işgali ortadan kaldırmak, faşizmi yıkmak ve demokrasiyi kurmak için koşullar uygunsa, aynı zamanda Önderliğin fiziki özgürlüğünün koşulları da fazlasıyla olgun hale gelmiştir. Bu yönüyle artık tecride son verme değil, Önderliğin özgürlüğü için mücadele edilmesi gerekir. Artık tecride son derken; zindan kapılarının kırılması haykırılacaktır ve Önder Apo’nun özgürlüğü istenecektir. Tecride son demek, yumuşatılmış tecritlerin gelmesini istemek ve kabul etmek değildir. Tecride son demek, zindan kapılarının açılması ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün savunulması demektir. Bu tüm insanlığın, hepimizin boyun borcudur. Bu yönüyle de ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesi’ndeki özgürlüğün bir boyutu da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüdür. Bunun için her yerde işgale, faşizme, tecride karşı mücadele edilirken, demokrasi mücadelesi verilirken bu hamlenin bir boyutunun da Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama olduğu unutulmamalı, bu hedef ve istek tüm Kürdistan parçalarında ve dünyanın her tarafında diğer taleplerle birlikte mutlaka dile getirilmelidir.
Bu hamle dört parçada Kürtlerin ortak mücadelesi olduğu gibi Kürdistan’ın bütün parçalarında tüm Kürt siyasi grupların, yurtseverlerin ortak mücadelesi de olmaktadır. Sadece herhangi bir parçadaki bir siyasi gücün değil, tüm siyasi güçlerin, tüm Kürt yurtseverlerinin, aydınların, yazarların, gençlerin ve kadınların mücadelesi olacaktır. Bu tek bir siyasi hareketin hamlesi değildir; tüm ulusun hamlesidir, tüm Kürt halkının ve tüm demokrasi güçlerinin hamlesidir. Bu açıdan herhangi bir siyasi güçle sınırlanan bir hamle olmamalıdır. Bütün demokrasi güçlerinin ve Kürt güçlerinin ittifakının hamlesi olarak gerçekleştirilmelidir. Böyle yaklaşılırsa, böyle bir ittifak politikası, taktik ve eylem çizgisi gerçekleştirilirse o zaman Kürdistan’ın tüm parçalarında, yurt dışında hamle güçlenir ve bir bütün olarak hamlenin başarısında önemli rol oynar. Bu yönüyle hamleyi herhangi bir siyasi güçle daraltmadan, Kürt halkını, tüm yurtsever ve demokrasi güçlerini içine almalı ve onların hamlesi haline getirmeliyiz.
MUSTAFA KARASU
YORUM GÖNDER