ÖNDERLİK HAKİKATİNE DOĞRU KATILMAK-7.BÖLÜM
Önderlik Bir Duygu Dehasıdır
Arayış, genel olarak mevcut olandan duyulan tiksinti ile başlar. Bu noktada duyguların oynadığı role dikkat çekmek gerekir. Önder Apo’nun canlı sezileri küçümsenemez. Yaşam adına ne varsa o sezilerde gizlidir belirlemesini bu çerçevede yorumlamak mümkündür. Onun daha çocuk yaşlarda sonuna kadar aykırı bir insan olmayı seçmesi ve başkaları gibi yaşamamakta karar kılması da duygularındaki bu soyluluğa ve sezgilerinin büyük gücüne işaret eder. Önderler genellikle analitik zekalarının gücüyle tanımlanır ve bu anlamda dahi olarak adlandırılırlar. Buna karşılık Önder Apo’da özellikle yaşamının ilk döneminde öne çıkan yan duygu dehası olması boyutudur. Düşünce dehası yanı bunu takip eder. Sezgiler insanı sorunlar konusunda uyarır ve analitik aklın, sorunu tanımaya yönelmesini sağlar. Sorunun kaynağına inilmesi ve bütün boyutlarıyla tanınması duygusal aklı daha da güçlendirir. Her ikisi arasında bu tarzda birbirini tamamlayıp geliştiren diyalektik bir ilişki vardır. Önderlik gerçeğinde her iki zekanın uyumlu birlikteliği zirveleşmiştir. Duyguların gücünü azaltan ve çarpık duyguların gelişmesine neden olan şey, modernist yaşamı itirazsız kabul etmek ya da itirazlarını sonuna kadar götürmeyip teslim olma yoluna girmektir. Ruhunu satma denilen durum da bu olsa gerek. Önderlik gerçeği ruhunu satmamış insanın gerçeğini ifade eder.
İşte bu noktada her kadronun Önderlik gerçeği aynasında kendi duygularını sorgulaması gerekir. Tiksinmediğimiz ve nefretimizi kazanmayan bir olgusal gerçeklikle sonuna kadar mücadele edebilir miyiz? Nietzsche’nin ‘Tanrı öldü’ cümlesi ile bunu tamamlayan Michel Foucault’nun ‘İnsan da öldü’ biçimindeki belirlemesi bizde ne tür duygular uyandırıyor? Tanrının ve insanın ölümü ne anlama geliyor? Tanrının ve insanın katili kimdir ya da nedir? Toplumsuz ve insansız bir sistem olan kapitalizmle yaşanamayacağı konusunda mutlak bir kanıya ve karara ulaştığımız söylenebilir mi? Modernist yaşamdan ne anlıyoruz? Toplumsuz bir yaşam mümkün müdür? Bir toplumkırım sistemi olan kapitalizmin yol açtığı ve mahşeri çağrıştıran dehşet verici gelişmeleri iliklerimize dek hissedebiliyor muyuz? Bir ayağı çukurda olan uygarlığımızın bu durumuna rağmen süslenip püslenerek kendisini herkesi baştan çıkarabilecek bir fahişe görüntüsüyle sunması neyi ifade ediyor? Bu fahişenin baştan çıkarma girişimine kanmayacak bir ideolojik, politik ve ahlaki duruşu yakaladığımızı iddia edebilir miyiz? Sistem için sisteme karşı mücadele etmek ne demektir? Bunun için Giordano Bruno ve Hallac-ı Mansur gibi davranmak neyi gerektiriyor? Demokratik moderniteyi inşa etmenin yaşamsal önemine ne kadar inanıyoruz? Önderlik gerçeğine sağlıklı bir katılım için bu sorunlar önemlidir ve yetkin cevaplar verilmesini gerektirir. Verilecek cevaplar, yaşamda da karşılığını bulmak durumundadır. Kapitalizmin en zayıf sistem olduğunu söylemek, aslında sıradan bir gerçeği dile getirmektir. Kapitalizmi güçlü kılan şey, insanlığın varoluş koşulu olan toplumsallığa bağlılığın zayıflamasıdır. Negatif özgürlük olarak da tanımlanan liberal bireycilik ve onun yaşam tarzı, toplumu çürütüp çökerten kanser hücreleri rolünü oynar. Bireyci yaşam tarzı günübirlik bir yaşam tarzıdır. Bireyci tip kendi anını yaşayan belleksiz bir varlıktır. Oysa toplumsal insan, yaşadığı anın dışına çıkabilen yegane varlıktır. Önder Apo’nun deyişiyle kişi bulunduğu çağdan ve zamandan ne kadar koparsa, bütün çağlar ve zamanların içine o kadar açılabilir. Hakikat adını verdiğimiz gerçekliğin anlaşılması da böyle mümkün hale gelir. İnsanın tarihsel bir varlık olması da bunu gerektirir. Buna karşılık belleksiz insan, görüntüyle ilgilidir. Kapitalizmin eseri olan gösteri toplumu, işin görüntü yanıyla ilgilenen toplum durumundadır. Olgunun içeriği onu pek ilgilendirmez. Modanın bu sistemde müthiş etkili olması bunun en çarpıcı kanıtıdır. Dolayısıyla modernite anlamdan arınmış biçimselliğin zaferidir. Modanın ışıltılı parlaklığını yansıtan giysiler ve takılar içindeki bireyci tip ile vitrinlerde sergilenen göz alıcı ambalajlar içindeki tüketim nesneleri arasında artık hiçbir fark kalmamıştır. İnsanın kendisi de bir meta olup çıkmıştır. Pazarlanan sadece moda ürünleri değildir; bu ürünler vasıtasıyla insan da kendisini pazarlar duruma düşmüştür. Metalaşmış toplum ve insan elden çıkarılmak istenen toplum ve insandır.
Modernitenin göze hitap etmesi ve biçimsel cezbediciliği karşısında yenilmemek, muazzam bir nefis mücadelesini gerektirir. Özellikle kapitalist modernitede nefis savaşı bütün savaşlardan önce gelir. Nefis savaşında yenilmeyen insanın savaşın öteki biçimlerinde kaybetmesi oldukça zordur. Önder Apo buradan hareketle; ‘En azından dört yüz yıldır hegemonik bir hal alan kapitalist modernitenin gelenekselleşen, en fanatik dinden daha çok kültleşen kavram ve uygulamalarına karşı en yetkin evliya ve peygamber tarzı duruşlar ve Budistik yaklaşımlar geliştirilmeden, sistemin değirmenine aptalca su taşımaktan kurtulunamaz’ demektedir. Evliyalar, peygamberler ve bilgelerin en sonuç alıcı savaşlar verdikleri alan, nefis alanıdır. Nefis savaşı kendi benliğine yenilmemek, içindeki ‘ben’i dışarı atmak, bireycilik ve bencilliğin kırıntılarını dahi kişiliğinde barındırmamak, böylece ‘Ben benim, ben evrenim’ diyebilecek düzeye yükselerek evrensel gerçeklikle özdeşleşmektir. Mutlak hakikat dediğimiz durum işte budur. Benlikten sıyrılıp tüm evreni kucakladığınızda, her şey sizin içinizdedir demektir. En azından anlamsal düzeyde bunu yakaladığınızda mutlak özgürlük evreninde yaşadığınızı hissedebilirsiniz. Bu durumda dışarıdan sizi etkileyebilecek ve aynı anlamda davranışlarınız üzerinde kısıtlamada bulunabilecek hiçbir şey kalmamış demektir.
DÜŞÜNCE KOMÜNÜ (DERLEME)
YORUM GÖNDER