HAKİKAT PENCERESİNDEN KADRO-6.BÖLÜM
Kendinden kaçış;
Kendimizi çözüm gücü haline getirmememizin bir sonucu olarak fazlasıyla sorunlardan kaçan kişilikleriz. Hem kendi sorunlarımızdan kaçıyoruz hem de örgütsel sorunlarımızdan. Aslında bazı açılardan çok da cesur ve güçlü insanlar değiliz. Kendimizi çözüm gücü haline getiremediğimizden hep kaçak haldeyiz. Mücadelemiz kaçaktır. Herkes kendisinde kimi zayıflıklar ve eksiklikler tespit ediyor, ama aynı zamanda kimi olumlu şeyler de tespit ediyor. Aslında herkes kimi eksikliklerinin olduğunu bildiğinden bunlar üzerinde durmak gerektiğini biliyor, bu zayıflıkların var olan enerjiyi boşa harcamaya sebep olduğunu biliyor, parçaladığını görüyor, ama aynı zamanda kendisini biraz yeterli ve başarılı gördüğünden bunlar üzerine gitmek de zorlaşıyor. Bu da kaçış kişiliğinin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Halbuki Önderlik tarzında bu yoktur. Bizde ‘aman sorun çıkmasın da ne oluyorsa olsun’ yaklaşımı hakimdir. Önderlik sorunların çıkmadığı günler canının sıkıldığını belirtiyor. Sorunların çıkmasından kaçmadığından, onların üzerine üzerine gittiğinden, her sorun özünde Önderliğimizi güçlendiriyor. Zaten o nedenledir ki Nietzsche ile ortaklaşarak ‘beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir’ demektedir. Çözdüğü her sorunla yapısını, toplumunu eğitiyor, güçlendiriyor. Sorunlarımızın üzerine gitmekten ürktüğümüzden, bu noktada ürkek hatta korkak yaklaştığımızdan, bizim açımızdan her sorun bir eğitim olmuyor, ortamlarımız sorunlarını çözerek büyüyen ortamlar olmuyor.
Bir taraftan ‘beni öldürmeyen şey beni güçlendirir’ söylemi ve buna göre pratikleşen bir Önderlik gerçeği, diğer yandan da kendinden ve sorunlardan kaçan bir kadrosal duruş. İdare ediyoruz, dengeler oluşturuyoruz, göz yumuyoruz, ses çıkarmıyoruz, liberalleşiyoruz… Dikkat edelim tüm bunlar korkak-ürkek kişilik özellikleridir. Kaçış kişiliğinin dışavurumlarıdır. Hesaplarını daha çok da kendisine dair yapan bir duruştan kaynaklanmaktadır, tüm bunlar. Halbuki daha derinlemesine düşünüldüğünde, tüm bunların ne yapacağını, nasıl sonuçlar üreteceğini, insanı nereye götüreceğini ele almak ve ona göre tutum belirlemek gerekir. “Bu halle potansiyelimi ne kadar açığa çıkarabilirim, yoldaşım bu halde benden ne kadar yararlanabilir, toplumsallığımız ne kadar gelişebilir” vb. soruların derinlemesine ele alışı olmazsa, mevcut olanın idare edilmesi esas alınırsa, o halde Önderlik felsefesine, aynı anlama gelmek üzere hakikate göre davranmış olmayız. Halbuki hakikat de insana üzerine gidersen çözersin, diyor. PKK’de de sorunların üzerine gitmek ve onları her yönüyle ele alarak çözmek tarzdır. Sorunlara çözüm gücü olmak tarzdır, radikallik tarzdır, sorunların kökünü kazımak tarzdır; yumuşatmak, ertelemek, liberalize etmek ve bunun üzerine dengeler oluşturmak bizim tarzımız olamaz. Bizler sosyal demokratlar gibi yaklaşamayız. Biz yemeyi ve içmeyi bile ideolojik olarak ele alacak denli keskin ve radikal bir hareketiz. Bu radikalliği ve kriterleri hakikatin peşinde olanlar olarak her şeyden önce de kendimize vurmak durumundayız. Bu çerçevede bizler sorunlardan kaçan insanlar olmamalıyız, olamayız. Ama bu, en temel karakteristik özelliğimiz haline gelmiştir neredeyse. Bunun da temel nedeni bizim kendi gerçekliğimizden kaçmamızdır. Kaçışı en çok da kendimize karşı geliştiriyoruz.
Kendisine karşı korkak olan, herkese karşı da korkaktır, kendisine karşı cesur olan, herkese karşı da cesurdur. Sorunların üstünü örtmeye çalışan, özünde kendi eksikliklerinin üstünü örtmeye çalışandır. Etrafa liberal yaklaşan, kendisine karşı liberal yaklaşandır. Böylesi tiplerin kendi sorunlarının açığa çıkmasını engelleme çabaları belirgindir. Bu tipler riski göze almaya yanaşmazlar. Bu nedenle de kadrolar olarak bizlere en fazla gerekli olan radikalliktir. Radikallikten de kasıt sistemdışılıktır. İnsanı hakikatten uzaklaştıran her türden bireyci ve bencil yaklaşımdan, dolayısıyla devletçi paradigmadan gerçek bir kopuşu sağlamaktır.
Çilecilik;
Kaçış felsefesiyle bağlantılı olarak, çileci felsefe de bizde hakimdir. Bilindiği gibi çileci felsefe; mevcut olanı kabullenmeme, beğenmeme ama onu değiştirme gücünü gösteremediğinden de başını alıp gitmedir. Değiştiremediğinde benzeşmemek için mevcut olandan kaçma, çileci felsefenin temel çıkış noktasıdır. Bunun örneklerini bir ölçüde Yunanistan’daki Kiniklerde, bir ölçüde Hindistan’daki Upanişadlarda ve daha pek çok örnekte görmekteyiz. Bizde de çilecilik bir duruş ve ruh hali olarak bilinçli-bilinçsiz etkili olmaktadır.
Girdiğimiz bir ortamda veya bir kişi karşısında yolunda gitmeyen şeylerin olduğunu gördüğümüzde, mücadele tarzımız birkaç eleştiriyle veya birkaç söylemle her şeyin düzelmesini bekleme oluyor. Sonuçta istediğimiz değişiklikler gerçekleşmeyince, bu defa küsüp daralıyor ve kendimizi bir köşeye çekiyoruz. Sonrasında da fazlasıyla yakınıyor ve şikayet ediyoruz. İşte bu kaçış felsefesine bağlı olarak gelişen çileci felsefedir. Mevcut olana teslim olma anlamına geliyor bu tutum. Mücadeleci, ölçü sahibi ve her koşulda çizgi mücadelesi yürüten bir duruş söz konusu değildir. Bu duruşta çizgi temsiliyeti, çizgi savaşçılığı yapmak yoktur. Pek çoğumuz da yöntemsiz işe girişiyoruz, elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Halbuki Önderliğimizde yöntem zenginliği vardır. Hatta Önderlik bunu ‘ben artist gibiyim,’ biçiminde formülleştirmiştir. Yani herkese özgü bir politikası mevcuttur Önderliğin. Bizde ise ak-kara mantığı ve buna bağlı gelişen yöntemsizlik temel tarz oluyor. Herkese kadına, erkeğe, gence, yaşlıya, kadroya, halka vb. aynı yaklaşıyoruz. Bunun temel nedeni yüzeyselliktir ve bu yüzeyselliğin çizgiye uygun sonuç alması mümkün değildir.
Çok yönlü olmak, herkesin özgünlüğünü gözetmek, liberalizm veya ilkesizlik değildir. Ya da tersinden tek yönlülük, radikallik ve çizgi mücadeleciliği değildir. Çok yönlülük tam da çizgi temelinde bir duruş anlamına gelir. Burada esas olan amaçta taviz vermemektir, amaç doğrultusunda herkesin dilinden anlayabilmek ve herkesi ona çekebilmektir. Sekterizm ile radikalliği tam da bu noktada karıştırmamak gerekir. Sekterizmin sonuç aldığı pek görülmez. Yüzeyseldir, farklılığı gözetmez, tekdüzelik vardır sekterizmde. Kaynağında at gözlüğüyle yaşama bakma vardır. Mattır, yaşamın ve oluşun dilinden uzaktır, ona yabancıdır. Radikallik ise amaç doğrultusunda hareket etme ve sonuç almadır. Bazen tatlı bir dille, bazen bir bakışla, bazen de sert bir söylemle sonuç almaktır radikallik. Radikallikte oluşun dilini, farklılığı gözetmek ve ona göre davranmak vardır. Sonuç alıcı oluşu da zaten buradan kaynağını alır. Bir şey ne kadar oluşun diline aynı anlama gelmek üzere özüne, yani doğasına uygun olursa o şeyin sonuç alıcı oluşu da o kadar mümkün olur.
Kendini ölüme yatırma;
Ölüm felsefesi de kaçış felsefesinin bir başka görünümüdür. Değişime dönüşüme olan inanç yitirildi mi, yaşamda da artık tahammül sınırlarını zorlayan şeyler oldu mu ortaya umutsuzluk çıkar ki bunun da götürdüğü, götüreceği nokta kendini ölüme yatırmadır. “Acaba her zaman böyle mi olacak, acaba hiçbir şey değişmeyecek mi, acaba halk olarak hep böyle itilip kakılacak mıyız?” vb söylemlerin götüreceği yer; umutsuzluk ve karamsarlıktır. Bu psikoloji eğer düşmana götürmezse, bir an önce onurluca bir ölümün tercih edilmesine yöneltir. Genelleştirmemek kaydıyla kimi eylemlerin altında yatanın bu psikoloji olduğunu söylemek mümkündür. Yanı sıra içinde ölümün olduğu bir eylem tarzını esas alma vardır. Fedaice olan ruhu sadece tek bir eylem için kullanmak vardır. Halbuki fedaice olan ruhu yaşamın tümüne yaymaktır asıl olan, gerekli olan da budur. Yaşamı fedaice yaşamak ve savunmaktır asıl fedailik.
Yaşamda tıkanma olduğundan, çözüm gücü olunamadığından bu zorlu yaşamdan bir an önce göçmek, tercih edilen yol olabilmektedir. Artık ağır gelmekte olan, katlanılamayan bu yaşamın terk edilmesi tercih edilmektedir. Halbuki bizler; “İnsan yaşamı, hakikat algısı gelişkin olanlar için tam bir mucizedir. Yaşamın kendisi büyük heyecan ve coşku kaynağıdır. Yaşamda evrenin anlamı gizlidir. Bu gizi fark ettikçe, zindanda da olsa, yaşama katlanmak diye bir sorun olmaz” diyen bir Önderliğin militanlarıyız. Yaşam felsefemiz katıldığımızı söylediğimiz Önderliğimizin yaşam felsefesine uygun olmak durumundadır.
Ama yaşamı terk etme eğiliminin altında yatan temel neden, kendisini yaşamda etkisiz, güçsüz ve değersiz görmedir. Bu üç kavram da insan hakikatiyle alakasızdır. İnsanın istemesi halinde her şeye kadir bir varlık olduğunu, bırakalım insan gibi en yetkin bir varlığı, her şeyin her an birbirine etki ettiğini ve doğanın tüm bileşenlerinin kendi biricikliği içinde değerli olduğunu tüm büyük öğretiler ve bugünün bilimi söylemektedir. İnsanın gücünü, duruşunu öyle etkisiz bir şey olarak ele almak, en hakikat dışı bir ele alıştır. Yaşamı çekilmez kılan da, zaten bu algıdır. Halbuki insanın kendisini örgütlemesi halinde ne kadar etkili olabileceğini, en iyi Önderliğimizin duruşunda görmekteyiz. Bu noktalara yoğunlaşmak, içimizdeki potansiyeli açığa çıkarmak yerine, daha fazla mevcut olana teslim olmayı, kendimizi etkisizleştirmeyi esas alıyor, çoğu zaman da bu olumsuz ruh halimizi daha da derinleştirme anlamında kendi kendimizi ajite ediyoruz. Bu ruh halinin götüreceği yer; mevcut yaşamı terk etmektir. Diğer bir deyişle, onurluca bir ölümü seçmektir.
Eğer zorluklardan kaçış, yaşanmaz hale getirilen yaşam karşısında pes etme esas alınsaydı, bu hareketin ve çizginin bugünlere gelemeyeceği kesindir. Bir an için bile olsa Önderliğimizin bizim gibi hareket ettiğini düşünelim. O zaman bu hareket ve mücadele olabilir miydi? Hayır, mümkün olamazdı. Çünkü çıkış yapmamak, özgürlük mücadelesine girişmemek için her türden bahane ve gerekçe varken, insanın kendisini dayandırabileceği tek bir dayanak bile yoktu. Yukarıda Önderliğimizin Kürtlerin kendilerine ihanet ettiklerini söylediğini hatırlayalım. Önderliğimiz insanın güçlü olduğunu ve bunun işlenmesi halinde büyük bir patlama yapabileceğini biliyor, buna inanıyor ve yaşamını da bu temelde örgütleyerek bu gücü açığa çıkarmaya çalışıyor. Sonuçta bitti denilen halktan yepyeni ve yaşam dolu bir halk ortaya çıkabiliyor. Ve önemli ölçüde çıkmıştır da.
XEBAT ANDOK
YORUM GÖNDER