APOCU MİLİTAN KİŞİLİK(30.BÖLÜM)
DÖNÜŞÜM FETHEDİCİ TARZLA GERÇEKLEŞTİRİLİR
En Büyük Katkımız Sizlere Özgür Hareket Etme İmkanı Sağlamaktır;
Savaştayız, çok ciddi bir hedefle karşı karşıyayız. Düşman da tüm gücüyle yüklenmiş, ne kaçmakla kurtulabilirsin, ne ölmekle baş edebilirsin. Başarı olanaklarını iğne ucu kabilinden de olsa bulup kurtulmaya çalışacaksın. Bunun için kendinde ne bitiyorsa, moralinden tutalım fikrine kadar, bütün adımlarına kadar her şeyine çeki düzen vereceksin. Bu seni başarıya götürsün ki, bu süreci atlatalım. Başka türlü bir yaşam imkanımız yok. Yalnız PKK çizgisinde değil, Kürdistan ve Kürt olayının geneli içinde de, hatta bize zıt olanların da artık gelip dayandıkları nokta budur. “Yaşam da sizde, ölüm de sizde” dedikleri noktadayız. Sözüm daha çok geniş hareket ve savaş alanlarında olanlaradır. Asıl sefalet, sefillik oralarda, asıl değerlerle oynamalar oralarda. Adam savaşın doğasına göre çok geri, kendini bir sorguya çekme, bir düşünceye, bir edebe çekmeden çok uzak. İstediğim kadar zemini biraz hazırlayayım, biraz süreci kurtarayım, o bildiğini okuyor. Kürdistan gerçeğinde sahte tipler, politikada bazı önderliksel çıkışlar yaparak kendini hayli tanınmaz hale getirdi. İşte onlarla karşı karşıyayız. Ya üzerine yan gelip yatıyor, tüketici yaklaşıyor, ya gafil yaklaşıyor; ya son derece işin amacına, özüne yetmeyen ya da onun farkında bile olmayan, dikkatsiz, duyarsız, çok zayıf bir biçimde yaklaşıyor. Kendine göre bahanesi çok. Serbesttir, üzerinde fazla denetim yok, olsa da saptırmasını ve kendini defalarca kandırmasını bilir.
Gözünü zafere dikmiş değil, ben bu çalışmayı mutlaka götüreceğim diye bir sözü yok; eylemi sahte, eylemi her çeşit karışıklıklarla dolu. Bunları kendi başına bıraksak, bir eşeğe binemez veya iki keçi güdemez. Öyle yetkiyle donatılmışlar ki, kendini uçakta sanıyor, ordu komutanı yerine koyuyor. Bu belayı sen mi kendi başına aldın diyebilirsiniz ama değil. Hepsine defalarca, hatta yüzlerce kez “sen bu yetkiyi şunun için aldın, bu sorumluluğu şunun için üstlendin, şu işi yapacaksın” dedim. Ama şimdi ne yapıyorlar? Gözünü harama dikmiş, gözünü suça dikmiş bir şekilde yaklaşıyor. Askeri suç, taktik suç öyle meyil ediyor, mayası biraz öyle yoğrulmuş veya hastalığı öyle. Bu anlamda sadece politik, askeri hastalıktan, çizgi hastalıklarından bahsetmiyoruz, psikolojik hastalıklardan bahsediyoruz. Aynı zamanda zavallılılar! Düşman bu tip kişiliklerin üzerine yürüdüğünde, bunlara ölümden başka seçenek kalmıyor. Yaşamaları da tamamen tesadüfidir. Aslında kendim için fazla iddialı konuşmam, burada bile dikkat ederseniz sınırlı bir iddiayla konuşuyorum, ama onu gerekçelendirmek için, sonuna kadar ikna ediyorum ve yaptığım, ettiğim bu kadardır, yararlı olduysa ne mutlu bana derim. Dikkat edilirse, kendimi aldatmamak için her şeyin üzerinde çok kapsamlı duruyorum. Her şeyden önce hassasım, ölçüp biçiyorum. Adamlarımızda bu yok, varsa da mecnun tarzında. Denge, ölçü, objektiflik, moral, ideolojinin gücü, moralin gücü pek umurunda değil, buralarda ölçü tutturamamış. Çok düz, çok sığ, üstün körüdür. Politikada böyle yaşanmaz, politik kişilik kesinlikle bunu kabul etmez, askeri kişilik bu durumları kaldırmaz. Bana yanlış bir askeri, politik kişilik dayatılırsa, boyun eğmem halinde veya bunlarla uzlaşmam halinde, varolan değerler de çok kısa bir süre sonra elden gider.
Bir çelişki ortaya çıkardık; bu çelişkinin çürütücü olmaması için, bu söylediklerimizin hayati değeri vardır. Sizin çelişkilerinizi ortaya çıkardık. Örtbas ediyordunuz, ama biz açığa çıkardık ve bununla da yetinmedik, çözümünü de gösterdik. Bu noktada “sen misin çelişkiyi ortaya çıkartan, sen misin çözümü dayatan, biz sahteyi ve çürümeyi yaşamak istiyorduk” deniliyor. Aslında sizinle olan çatışmamız budur. “Kendime Avrupa‟da bir yaşam çizmiştim ve orada yaşamak istiyordum, Avrupa‟daki zayıflıklarımdan yararlandın, beni çektin” veya “ben köyümde bir yolunu bulup rahat yaşıyordum, onu bozdun” veya “bir küçük burjuvaydım, işlerim vardı, onu elimden aldın” veya “öğrenciydim, birtakım umutlarım vardı, onları elimden aldın” diyorlar. Yani hepsi de “yeni bir hedef verdin, senin hedefin istediğim gibi karın doyurmuyor, ben de bu işi bozarım” diyorlar. Hikaye biraz böyle. Yoksa, “biz hedefe tam inanmıştık, hedefe kendimizi tam vermiştik” demekle işler olmuyor. Durumunuz, önemli oranda bir tatmin olmamışlığı yansıtıyor. Aslında şu da söylenebilir; katılırken de, eski yaşamdan vazgeçerken de bunu iradenizle yapmadınız. Bazıları sizi sürükledi, bazıları yazdırdı, bazıları yaptırdı. Aslında sizi biraz toparlayıp doğru bir hedefe yönlendirmek istedik. Karışıklık, sizin aşırı düşman iradeleri tarafından dağıtılmış olmanızdan ileri geliyor. Karışıklık, sizin kafaca, moralce kendinizi yitirmenizden ileri geliyor. Yoksa dürüstlüğünüzden, insanın kendini kolay veremeyeceği durumlarda kendinizi adamanızdan kaynaklanmıyor. Ama bu da tek başına çare değil diyorum.
Çözümsüzlükte kaynak ben olsaydım, yoğunlaşmasını bilirdim, sorun çözüm üretememe durumu değil. Şu andaki durumuma bakıyorum; bende taktik anı anınadır. Düşüncesini de, pratiğini de üretmeye varım. Düşmanın yakalayamayacağı, vuramayacağı, başaramayacağı tarzı bana sorun; bunu hemen her yerde sergileyebilirim. Kendini bir yaşam tarzına veya sözümona savaşım tarzına alıştırma yaklaşımlarına anlam veremem. Senin omzundaki parti silahıdır, cebindeki parti parasıdır, halkın emanetidir, “emanete ihanet edilmez” derler. Onu nasıl düşürebilirsin? “Canım öyle istedi” dersen, ben de canın cehenneme derim. Bu konuda yiğit olun. Çetin savaş, çetin yerde dur. Adam bir sigara için kendini ihanete kadar götürüyor. Bir köylü sohbeti için, kendini biraz sıcak aile ortamında tatmin etmek için köye giriyor. Bunun devrimci çıkışlarla ne alakası var? Sende bir onur, şeref yoksa yanımızda ne geziyorsun? Bu kadar düşkünlüğe meyil gösteriyorsan, yüce saflarda ne arıyorsun? “Dayanamadım, alışmışım” dersen, o alışkanlıkların başına bela olur. Bahaneler biraz siyasi gibi gözüküyor. “Yetiştiremedim, planlayamadım, beklentili kaldım, ayarlayamadım” diyor. Biz bile burada bir kışı geçirmek için ne zorluklar yaşıyoruz. Buraya ilk geldiğimizde ne tanıdık biri ne de bir imkanımız vardı, ama bugün bazı şeyleri kazanabilmişiz. İlk geldiğim günü hatırlıyorum; birilerini yanıma çağırmışsam, onun yeri belliydi, hazırdı. İlk etapta yer yaparım, hazırlarım, onu tespit etmek zor değil. Zaten kendime yer yapmayıncaya kadar kimseyi çağıracak halim yoktu. Kendime nasıl yer yaparım? İnce elerim sık dokurum, bir yer bulurum, buluştururum, oradan da etrafıma bakarım, sağıma, soluma bir iki kişi alırım dedim. Bu bir talimat olur, bir perspektif, öneri olur; en zor yerde yaşarız dedim. Bizimkilerin sıkışmışlığı da yok, sağına baksa, soluna baksa, önüne baksa ne yerleştirilir, neyin üzerine yürünür şeklinde biraz sağduyu sahibi olan biri hepsini doğru anlama kavuşturabilir.
Bunlar ya abartma hayallerle, hislerle yaşıyorlar veya güdüleriyle, takıntılarıyla yaşıyorlar. Adam düz emrin, sığ yaklaşımın sahibiyse, neden gerçekliği incelesin ki? Bu yüzden bizde büyük siyasi önderler, siyasi, askeri komutanlar çıkmıyor. Eğer çok iyi siyasal, askeri bir önderlik olsaydı, Kürdistan halkının genel durumunu, düşmanın genel durumunu gözden geçirip bir de lafla yetinmeden, pratik tedbirlerle kendini görevlere koştursaydı neler kazanılmazdı ki. Düşman, “On yedi bin kişiyi yakaladım, on bin silah elde ettim” diyor, oysa bunların hepsi şimdi bizim olabilirdi. Elini sallasaydın, istediğin kadar asker çıkarabilir, onları silahlandırabilirdin. Telsizlerde konuştuğumuzda hepsi lafa gelince benden üstün. “Arıyoruz, tedbir geliştiriyoruz, üzerinde duruyoruz” diyor, ama pratiğine bak, incir çekirdeğini bile doldurmaz. Kendini aldatıyor. Bin bir çabayla önüne bir şeyler vermişiz, aslında nasıl yiyeceğini bile bilmiyor. Ukala, lafazan buna denir. Aslında kendini doğru dürüst verip vermediği, yanındakileri ne kadar koruyup geliştirdiği belli değil. Elbette ki bu kişilikle komutan olunmaz. Yanında altın mı var, teneke mi var değerlendiremiyor; bir kişiyle, bir silahla ne yapılacağını ölçüp biçemiyor. Adam “vur” diyor, o da gidip sorumsuzca kurşun sıkıyor, “kullanın” diyor, gidip düşüyor. Yaman bir gerillacı buna fırsat verir mi, birimi böyle yürütür mü? Belirttiğim gibi, sıradan veya çok geri bir insanın bazı temel özelliklerini bile göz önüne getiremiyor. Bir çobanın kendi koyununa, keçisine gösterdiği ilgiyi kendi yoldaşına göstermiyor. İşin tuhaf tarafı hepsi de aşık. Tutkularına, duygularına, güdülerine gösterdikleri ilginin yüzde birini yüce sorunlara gösterselerdi, şimdi dünya devrimini yapmış olurduk. İnsanımızın en dramatik bir yanı da buradadır ve bu, onun esef edilecek bir yönüdür. Öyle bir gericiliğe bağlanıyor ki, bunu yıllarca içinde put gibi tutabiliyor. Ama önünde altın gibi işler var, onları ihmal ediyor.
Etrafı cennetle çevrilidir, bakmasını bile bilmiyor. Güzellik bu kadar yakın, ama göremiyor. Peşinde koştuğu yaşamın parası da, sigarası da boldur, otoritesi de vardır, ama boştur. Ölüme geliyor, güzel yaşama gelmiyor. Biz bu insanı nasıl çözeceğiz? Alır sigarayı üfürür, isterse ölüme gitsin, umurunda bile değil. Zindandan gelen bazıları anlattı; polis, üç yıl, üç ay işkenceyle çözemediğini, bir sigarayla çözüyormuş. Bir sigara dumanı nedir? Sadece duman! Aslında kendisi de duman bir kişilik, duman olmasa bu kadar işkenceye dayanabilecek olan biri, bir güdüye, bir alışkanlığa niye teslim olsun? Bu, hastalığın derinliğini, tutku ve güdülerinde de çok tehlikeli olduğunu gösterir. Eğitim veya yaşam pratiği bu durumların biraz farkında olmak demektir. Bunu politikaya, askerliğe döktüğümüzde taktik dışılık ortaya çıkar. Kendi ruhunu böyle hazırlamayan, kendi alışkanlıklarını terbiye etmeyen biri, askerlikte muazzam bir taktik dışılık yaşar ve dağ gibi değerlerin düşmesine yol açar; hem de zamansız ve yersiz. Bunlar için sonradan üzülür, bir suçlu gibi durursunuz. Çoğunuzun durumu da budur. Ben ahım şahım bir iş yapmadım, ama şimdiye kadar gittiğim her yerde bu gibi durumlara da yol açmadım. Kendi sahamda, yalnız yakın denetimimde on beş bine yakın insan yetiştirdim, on beş şehit vermedim. Ne düşmana kaptırdık, ne dostun verdiği zararlar oldu, ne de hiçbir yetersizlik çıktı. Hepsine mutlak anlamda bir şeyler verdik. Sen ise hazır olanı çarçur ediyorsun, hatta kendini bile işletemiyorsun.
Bundan ne anladık? “Ben böyleyim” dersen, sen yaşama karşı büyük bir saygısızsın, aslında kendini kaybetmişsin demektir. O zaman yanımıza gelme, yanımıza gelsen de, hiç olmazsa yıllar sonrasında bile doğru anlamayı sağla. Bana yanlışlıkları veya kendini dayatarak sonuç mu almak istiyorsun? Bir anlamda gösterilen tepkilerin durumu budur. Bizde şöyle söylerler; “ne bilir bayramı, hor hor içer ayranı.” Bir yerde böyle bir yaşam var. Ne terbiyeye gelir, ne başka bir şeye, ama ayranı da hor hor içer. Ben de diyorum ki; bu asırda ve artık geldiğin çelişki noktasında böyle ayran içemezsin, onun da imkanı kalmadı, tarihi açıdan onun da devri geçti. Çünkü feodal toplum çözülürken, belki mümkündü, ama şimdi ayranı da bulamazsın. Bela olma durumunuz biraz böyledir. Vatan büyüklüğüne dönmenizi istiyoruz, belki orada güç yetirilebileceğinizi düşünüyoruz. Kaba anlamda söylüyorum, ama bütün özellikleri toparlarsak, altında yatanı böyle değerlendirmek fazla mübalağa olmaz. O açıdan kendimi ne kadar terbiyeli yansıttığım biliniyor. Benim bu konuda içinde bulunduğum durum meşhurdur. Dosta karşı da düşmana karşıda böyledir. Yüzde bir bile kendisine vermiyorum, yüzde doksan dokuz ondan bir şeyler alacağım, ama benim üslubum, sanki ona yüzde doksan dokuz vereceğim gibidir ve buna biraz da inandırıyorum. Çoğu arkadaşımız üslubuyla yüzde yüz değerimiz, olanaklarımız, malımız olanı kaybettirmeyle yüz yüze. Kişiliği kişilik değil, kazandırmacı kişilik değil. İlham sahibi değil. Kendi başına bela. O kadar değeri nasıl taşıyacak, emanetten bir şey anlar mı? Ben dostlar üzerinde şu izlenimi bıraktım; “bu, emanetlere asla ihanet etmez.” Emanet nedir? Kendi değeridir, kendi ülkesidir, kendi yetkisidir, kendi sorumluluğudur, kendi olanağıdır, kendi sahasında olan herhangi bir şeyi tanımasıdır. Ona zarar vermemek için korkunç davrandım. Bizimkiler bırakalım emanete ihaneti, bunlara karşı canavar kesiliyorlar.
Sizin omzunuza verilen bir silah, hatta canınız bile aslında sizin değil, partiye ve halka adanmıştır. Bunun için bir de söz vermiştiniz. O zaman bu sözün anlamı nedir? Bu canı istediğin gibi rasgele değil, halkın hizmetinde ölümsüz kullanacak ve koruyacaksın. Sözün anlamı buydu. Sen bu temelde canını partiye kattın, silahını bu biçimde omzuna aldın; her şeyi, nefes alışlarını bile bu temelde değerlendirecektin. Söz başka ne anlama gelir? Katılış tarzı ne anlama gelir? Köylü kurnazlığı derler, küçük burjuva demagojisi ya da davranışı derler. Tam da bu noktada “bana emanet bir şeyler verildi, ince bir tarzda nasıl kullanırım görürsünüz” diyor. Çok iyi biliyorum; kendi malı, kendi değerleri olsa, uğruna kırk takla atar. Partinin altın gibi değerleri sırtında olsa, hiç bakmadan atıp kaçıyor. Aynı zamanda bu, insanın vatan hainliğini, kendi ulusal veya ulusaldan da öte, kişi onuruna ne kadar değer verdiğini gösterir. Bütün bunları neden bu şekilde vurguluyoruz? Bu terbiye biraz gereklidir. Askeri, siyasi, ideolojik, kültürel, sosyal, ekonomik terbiye gereklidir. Her sahanın değerine nasıl yaklaşılır, nasıl kullanılır, onun ölçüsünü biraz eğitimle almak, önceden nasıl yapılırına biraz cevap aramak gerekir. Biz ideolojik, politik mücadelenin askeri savaşımının en yoğun bir tarzını, biçimini yaşıyoruz. Onun eğitimi çok müthiş olur, olmak durumundadır.
Bütün olanaklarım çok sınırlı, fakat amacım ise mutlaka ona varmayı gerektiriyor. Nasıl yapacaksın? Kıt olanaklarla büyük amacı nasıl birleştirip başlatacaksın? Orada artık geriye senin dehan, kimi yerde cesaretin, kimi yerde fedakarlığın, aklın kalıyor. Her şeyinle kendini ayaklandırıp ona ulaştıracaksın. Bunun başka izahı yok. PKK olayı bu demektir. “Ben böyle düşünmek istemiyorum, ben PKK‟yi başka tarz anlamak istiyorum” diyemezsiniz. Ben de bin defa ispatlamışım ki, başka türlü seni yaşatmak bile mümkün değil. Kendi tarzınla yaşamı bırak, hepsi yalan, aldatmaca. Her zaman söylediğiniz gibi “şöyle bağlıyız, izliyoruz” demeyi de bırakın. Beni bir dost olarak, herhangi bir konuşan olarak anlamaya çalışın. Çıkaracağınız sonuç; sizin sandığınız gibi yaşamın mümkün olmadığıdır. O köy cemaatlerindeki gibi, esnaf kahvelerindeki gibi yalanla, dolanla ortalığı birbirine katarsanız olmaz. Sıcak bir savaş içindeyiz diyorum. Benim sorumluluğunu üstlendiğim olay, olgu ateşten bir gömlektir, bir ateş olayıdır. Buna sıradan bulaşanı bile düşman “imha edin” diyor. Size ben gelin demiyorum, gelirken de dikkat edin diyorum. Sizi çağırırken bu çağrının anlam ve önemi üzerine ciltler dolusu değerlendirme sundum. Ben sizi ucuz görmüyorum, çok büyük bir değer biçiyorum, hatta kendimden daha fazla önem veriyorum. Her zaman şöyle değerlendiriyorum; bunlar kendini atmış, harcamış, ama bunları daha iyi savaşabilir, daha iyi sonuca gidebilir duruma getirebiliriz. Benim belki de imkanım yetmez, bunların imkanı biraz oluştu, benden daha şanslılar diye size bakıyorum, ama sizde bunların hiçbirinden eser yok. Peki sizi kim besleyecek? Söz verdiklerinize ne söyleyeceksiniz? Acı haberlerden başka ne vereceksiniz? Şu anda bütün yetmezliklerime rağmen moralin sahibi, umudun sahibi benim.
Bu doğru mu, değil mi? Herkes gözünü bize dikmiş. Sizin gibi binlercesi daha fazlasını temsil etmeliydi. Benim mazur görülecek yanlarım da var, çünkü bana ne kimse bir şey sordu ne de öğretti. Benim öğretmenlerimin büyük bir kısmı sömürgeciliği aşılıyorlardı, imkansızlığın öğretmeniydiler, zararın, yaşamdan uzaklaştırmanın öğreticisiydiler. Ben tersinden öğrendim, ama sizlere az çok doğruyu öğretiyoruz ve sadece öğretmekle kalmıyoruz, olanak kabilinden halen borçluyum. Aileden, devletten aldım, çalıştım bu işin finansmanını sağladım. Sizse hazır değerlerle başladınız. Bütün bunlar karşısında yine “bize pek gerekli değil” diyemezsiniz. Yaşamı denediniz, her tarafa savruldunuz, size bir şey verdiler mi? Kendinizi kaybettiniz. Zaten birçok yere gidip sonuç almadıktan sonra, PKK‟ye geliyorsunuz. Yoksa hazırlanmış birtakım değerlerle yüklü olarak gelmediniz. Bütün bunları söylerken, kasıtlısınız, bilinçli sahtekarlarsınız demiyorum. Özellikle bu işin esasları, gerekleri üzerinde yıllarca yanılgılı, yetersiz yaklaşım kadar, fırsat ve olanakları zamanında değerlendirememe gibi durumları neredeyse bir alışkanlık haline getirmişsiniz. Savaşım gerçeğinizde, özellikle yoğunlaşan savaşta bu yaklaşım sahiplerini affetmiyoruz. Ne kadar iyi niyetli de olsalar, ne kadar çaba da harcasalar, onları tuzla buz etmekten başka bir sonuçla karşı karşıya bırakmıyoruz. Bir devrimin önder kadrosunun böyle yaşamasına asla fırsat verilmiyor. Bunu ben dayatmıyorum, ortaya çıkardığınız savaş gerçeği artık bundan sonra böyle olacağını söylüyor. Başka türlü gözünü açamaz, başka türlü adımını atamazsın. Gerçeklerin emredici gücü budur.
Toplum yanılgılı, toplum aldatılmış, ağır baskılar var, çok ağır toplumsal koşulları her aile, her kişi yaşar; fazla özgür hareket etme imkanı olmadığı için öyledir. Siz öyle değilsiniz, sizin özgür hareket etme imkanınız gelişmiştir ve bizim size yapabileceğimiz veya yaptığımız en büyük iyilik biraz daha özgür hareket etme imkanı vermedir. Bu sizi oldukça iddialı kılabilir. PKK‟deki özgürlük, onun özgür kararı, özgür davranış imkanı, herhangi bir toplumsal grupla, hatta dışımızdaki partilerle kıyaslanmayacak kadar güçlüdür. Nicelik ve nitelik olarak özgürlük düzeyi çok gelişmiştir. Elindeki savaşım olanakları ve özgürlüğü büyük başarılarla pekiştirmesi, hatta nihai başarılar dediğimiz sonuçlara götürmesi imkan dahiline getirilmiştir. Özgürlük konusunda, rüyalarımızda bile göremeyeceğimiz bir seviyeye ulaştık. Ben de eskiden bunu hayal bile edemezdim, ama şimdi gerçekçiyim. Sorun hayal kurma sorunu değil, sorun gerçekçi olma sorunudur. Eskiden hiç olmayan şeyler şimdi oldu diye kendimi yitirecek miyim? Herhalde hiçbiriniz benim kadar özgür hareket imkanına sahip değilsiniz, ama hiçbiriniz de benim kadar küçük bir parça ekmeğin çarçur edilmesini bile sorun yapacak durumda değilsiniz. Böyle yapmak ayıp mı? Ölçülerim eğer ulusal ölçüler olacaksa, öyle davranmak zorundayım. Başlarken de öyleydim, şimdi de öyleyim. “Bir önder senin gibi mi olur” demeyin. Benim adıma her türlü şey karıştırılıyor, ama ben çok ölçülü olacağım. Ben bir kuruşunun, bir parça ekmeğin hesabını mükemmel yapmak zorundayım. Bu Önderlikte başka türlü bir yaklaşım doğru değildir. Ama kendi pratiğinize bakın, adeta savuruyorsunuz. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” deyimini “PKK‟nin malı deniz, yemeyen domuz” deyimine dönüştürdünüz. Kendi canınız da dahil, böyle yaklaşıyorsunuz. Neden kendinizi böyle bozuk para gibi harcıyorsunuz? Bu noktada beni anlayabiliyor musunuz? Yerinde olmadığı halde değerleri kaybedenlere de, kendisini kaybedenlere de, hatta mezardakilere de bunu söylemiştim. Bir şey anlayabildiniz mi, anlayarak mı gittiniz veya doğrusunu yaparak mı gittiniz? Buna çok az kişi “evet” diyebildi.
Özgürlük sizindir, benim babamın malı değil. Dilediğiniz gibi kullanma da bu işin bir gereğidir. Ama dilediğiniz gibi kullanma, sizi kötü sonuca götürüyorsa, herhalde bir yoldaş olarak da öneriyi doğru yapmak yoldaşlık gereğidir. İnsan iradesine bir sınır koyamayız. Bu noktada “bir insandan daha ne istenir” diyemezsiniz. Eğer ben bu söze değer vermiş olsaydım aslında hiçbir şey olmazdı. Hep “hiçbir şey olmaz” denilir. “Kim suçluydu, kim destekliyor, hangi devlet, neyin var? PKK dediğinle birkaç kendini bilmezden başka kim uğraşıyor” derlerdi. Ama hiç de öyle değil. İnsan yeteneği, tek bir kişide de tecelli etse dünyaları yaratır, dünyayı değiştirir. Bu ispatlanıyor. Büyük oranda üzerine sınır koymuş, “benden bu kadar çıkar” diyor. Biz de iddia ediyoruz ki, fazlası çıkar. PKK çizgisinin özelliklerine göre, fethedilmeyecek hiçbir amaç yoktur. Zorlanacaksınız, kendinizi ayaklandıracaksınız ve yapacaksınız. Buna ekmek su kadar muhtaçsınız. Kendini bir sigaraya bu kadar kaptıran kişi, niye kendini böyle bir yüceliğe kaptırmasın? Alışkanlıklarınıza bu kadar tapıyorsunuz da, büyük bir amaca, neredeyse yakınlaşmış bir başarıya, bu başarının size getireceği yaşama niye kendinizi katmıyorsunuz? Bu soruyu soracağım ve yargılayacağım. Gerekirse herkesi, her şeyi öyle yapacağım. Siz yaşamayı kolay mı sanıyorsunuz? Açıkça yetmezlik içinde olacaksınız, açıkça yanlışlıkta ısrar edeceksiniz ve buna da onay isteyeceksiniz. Bu mümkün mü? Ben bu noktada şiddetli bir kavgacıyım. Bu halinle bana kendini yutturamazsın, mert ol, yiğit ol. Ne abartarak, ne yanıltarak, ne incelterek birbirimizin yakasını bırakamayız. Birbirimizi adam etme hem hakkımız, hem de görevimizdir. Bu anlamda kavga etme hakkımız, görevimiz, aynı zamanda bir halka mensup olmanın doğal bir gereğidir. Hayvanlar topluluğunda bile hayvanların yavrularıyla ilişkileri anlamlıdır. Biz o kadar da mı olamayacağız?
Büyük kavgacı olduğumu özenle belirteyim. “Biz buna gelemeyiz, edemeyiz, tanımıyoruz”diyemezsiniz. Bir sigaraya, bir köylü ahbap çavuşluğuna, basit yaşama kendini bu kadar vermiş olan biri, büyüğe de gelecektir. Gelmezse kavganın nasıl sonuçlanacağını görürsünüz. Bu konuda kavganın gerekçesi de, kendisi de haklıdır. Nereye kadar kaçacak, nereye kadar düşeceksin? Öleceksen, hiç olmazsa ölmesini bil. Elini bile kaldırmadan, kurbanlık İsmail gibi kendini ölüme yatırmak kabul edilemez. Sen bunun hesabını benden isteyemezsin, bana her türlü çirkinliği onaylatamazsın. Halkıma mensupsan, hele partime mensup biri olduğunu iddia ediyorsan bu çirkinliği bana dayatamazsın. Bu ağza, bu düşkünlüğe onay isteyemezsin. Hele PKK saflarında bu hiç olmaz. “Biz yine de kullanmasını, aldatmasını biliriz” dersen, ben de köylüyüm veya az çok dünyayı tanıyan birisiyim, istersem o kurnazlığı ben de derinleştiririm. Burjuvazisini dayatırsan, onu da az çok biliyorum, emperyalizmini de biliyorum. Ona karşı her türlü savaşmayı da az çok biliyorum; tarihi de biliyorum. Tutkularım da senden bin kat daha büyüktür. Beni nasıl aldatacaksın? Tam da bu noktada çaresizsiniz. Bu, iyi bir direnme biçimi midir? Bize karşı koymanın anlamlı bir biçimi olabilir mi? Partimizi uğraştırmanın iyi bir biçimi olabilir mi? Yapımızın büyük bir kısmı bu durumda. Ben bu sözü daha 1985‟lerde söylemiştim; ey arkadaşım, sen otuz beş yaşındasın, ama bir bebek gibisin. Bana yolladığın sesler, çocuğun ağlamalarıdır, beni kandıramazsın demiştim. Bu ne kadar anlaşıldı? Bunlar da sözümona, benim en akıllı arkadaşlarım. Anlamadılarsa, kendilerine olan olur. Ben yine ayaktayım.
HALKLAR ÖNDERİ(30.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER