FELSEFE’NİN KISACA TANIMI
Benzer öğretilerle hem Batı’yı hem Doğu’yu etkileyen, güçlü bir ahlaki çıkışı temsil eden...
Köken olarak Yunanca, Philia(Sevmek, peşinden koşmak, aramak) ile Sophia (Bilgi) sözcüklerinin bileşimi olup, entelektüel faaliyet ve disiplin gerektiren bir tanımı vermektedir. Bilgelik sevgisi, bilgi severlik, hikmet arayışı anlamlarına gelmekle birlikte, düşünce faaliyeti anlamına da gelir. Felsefenin doğası sorgulamaktır. Sorgulama gücü, insanı diğer canlılardan ayıran temel özellik olup, insanı insan yapan meziyetidir de. Esasen felsefenin tanımındaki düşünce faaliyeti, buradaki meramımızı anlatmaktadır. İnsanlar zaten çocukluktan itibaren soru sorarak büyür. Çocuklar, hayatı soru sorarak öğrenir. İnsanlık tarihinin çocukluk dönemi diyebileceğimiz doğal toplum da en fazla soru soran, sorgulayan toplumdur.
Her ne kadar yaşamdan koparılmaya çalışılsa da felsefe hayatın kendisidir bir nevi. Çünkü felsefede soru sorma ve yeni şeyler öğrenme merakı hiç bitmez. Bu da bireyi yaşamın anlam arayışçısı olmasına götürür. Ezcümle, felsefe insanı sorgulamaya yöneltir. ‘Merak ediyorsan yaşıyorsun’ gerçeği; soru sormanın, yeme-içme gibi insanın temel bir ihtiyacı ve yaşam gereksinimi olduğunu belirtmek içininançların özür dileyicisi veya koruyucusu haline getirmek, insan olmaya karşı en büyük suçtur. ‘Çağdaş zulmün’ veya ‘Modern kötümserliğin’ sebebi budur! İnsanın, hayatta kalmasının asıl yolu: Aklını savunmasıdır. Hiçbir ‘çağdaş zulüm’ diğer adıyla ‘modern leviathan’ toplumsal, yani ortak aklın gücüyle boy ölçüşemez. Akıl ise toplumsal bir kavramdır, salt beyin organına dayalı veya sadece insana mahsus değildir. Toplumsal akıl düşüncenin inşa edilmiş halidir. İnsan aklının örgütleyicisi olan felsefe de akıllı bir varlık için vazgeçilemez bir gereksinimdir.
Bu nedenle sömürü tekellerinin en çok korktuğu alanlardan biri felsefe olmuştur. Nietzsche, ‘felsefeyi tehlikeli hale getireceğiz’ derken bu gerçeği ifade eder. Kapitalist modernitenin liberalizm ideolojisiyle kendi amaçlarına zemin yapabildiği felsefeyi eleştirip aşarak ve felsefeyi öz anlamına kavuşturarak ideolojik hegemonyanın etkisi kırılabilir. En önemlisi de Önderliğin geliştirdiği özgürlük felsefesi bugün iktidarcı, sermayeci sistem için en tehlikeli felsefedir. Bu da felsefenin asıl rolünü oynamaya başladığını göstermektedir.
Ortadoğu’da Felsefe
Gelişen resmi uygarlıkla beraber toplumun düşünce yoğunluğu ve derinliğinin önü alınmıştır. Tekele ve sömürüye dayalı tanrı-kral sistemi kölelere ihtiyaç duyar. Özgür zihniyetli toplumlara köleliği uygulamak mümkün değildir. Bu nedenle düşüncenin gelişimi mutlak hükümler, sorgulanamaz yargılarla engellenmek istenmiştir. Bizdeki dogmatizmin kökleri de bu dönemin mutlakiyetçi, sorgulanamaz düşünce sistemine dayanır.
Çağlar ve tarih bir sistemin bitişi ve bir diğerinin başlangıcını içermez. Var olan her zihniyet, yaratılan her değer ve kültür varlığını sürdürür. Ortadoğu’daki felsefi çıkışlar ilkin resmi uygarlığın egemenlikli, doğadan kopan, insanı değersizleştiren felsefesine karşı gelişmiştir. Bu nedenle Mısır, Babil uygarlıklarında büyük filozofların varlığından bahsedebiliriz. Antik Yunan filozoflarının pek çoğu buralardaki külliyatlardan yararlanmış, buralarda eğitimlerini almışlardır.
Doğu felsefesi inançla iç içe gelişmiştir. Her bir felsefi çıkış, aynı zamanda bir inanç olma niteliğini taşır. Bilinen ilk filozof Terzi Hermes olarak kabul edilir, Hermes tanrı olarak da görülür. Bir rivayete göre ‘Terzi’ denilmesi parçaları bir araya getirip bütünü oluşturmasındandır. M. Ö. 3 bin yıllarında Mısır’da yaşamıştır. Felsefesini ışığa dayandırır. Aryen felsefesinden Antik Yunan felsefesine Sühreverdi’den günümüze dek etkileri sürmüştür. Ruhun ışığa erişmesi ve sonsuzlaşması için dünyada iyilik yapılması gerektiğini düşünür. Bu anlamda vicdani bir sorgulamayı geliştirir. Kaderci anlayışın aksine insanların iyilik ve kötülükle kaderlerini belirlediklerini savunur. Ruhun yüceliğe ulaşmasının aşamaları vardır ve bu aşamalar özellikle İslam felsefesindeki nefs savaşımına benzemektedir. Hermes felsefesine göre; ruhun sonsuzlaşabilmesi ve karanlığa karışıp yok olmaması için zevkler ve acılar karşısında direnebilmesi gerekir. Günümüzde de devrimci ve sosyalist kişiliğin temel özelliklerinden biri hem varlığa-maddiyata kapılmaması hem zorluğa-açlığa da dayanabilmesidir. Nefsine yenik düşme, toplumsallaşmayı dağıtır ve bireyi maddiyatla sınırlandırır, bu da anlam fakirliğini doğurur. Resmi uygarlık, anlamı-bilgiyi toplumdan çalar ve bireyi dürtülerin, güdülerin istemleri doğrultusunda hareket eden bir konuma koyar. Bu nedenle Ortadoğu’da nefs mücadelesi, toplumsallık, vicdan, iyilik, ahlak felsefenin temel konularındandır. Terzi Hermes öğretisinde de bu vurguları görüyoruz.
Benzer öğretilerle hem Batı’yı hem Doğu’yu etkileyen, güçlü bir ahlaki çıkışı temsil eden Mitraizm ve Zerdüşt felsefeleri vardır. Hem gelişen inançları etkilemiş hem de felsefede yeni bir çıkışı ifade etmişlerdir. İki düşünce sistemi de uygarlık karşıtı gelişmiştir. Hakikat üzerine öğretiler geliştirmiş ve toplumsal ahlakı beslemişlerdir.
Antik Yunan felsefesinden Hindistan-Çin felsefesine iki yöne yayılan ahlaki çıkışın kökeni Zerdüşt felsefesiyle bağlantılıdır. Bu nedenle Zerdüşt felsefesine biraz daha yakından bakmaya ihtiyaç vardır. Zerdüşt’ün M.Ö. 1000 ile 600 yılları arasında yaşamış olabileceği düşünülür, en temel öğretilerinden biri; ‘iyi düşün, güzel yap, doğru söyle’ felsefesidir. Önderlik bu üçlemeyle bilime, sanata ve ahlaka vurgu yapıldığını belirtir. Fikir-zikir-eylem birlikteliğini de bu kapsamda ele alabiliriz. Zorlandığımız konulardan biri olan fikir-zikir-eylem bütünselliğini yakalamak bilimsel, sanatsal ve ahlaki bakış açısını, buna dayalı bir kişilik oluşumunu geliştirmekten geçer. Günümüze dek geçerliliğini ve önemi koruyan Zerdüşt’ün bu ilkesi, döneminde de resmi uygarlığın gerçekleştirdiği zulme-baskıya, talan-tekel-yalan kültürüne karşı demokratik toplum çizgisini toparlayan ve güçlendiren bir çıkış olmuştur.
Zerdüşt’ün tanrı-kral sistemine karşı en önemli bir sorgulaması da ‘sen kimsin?’ sorusudur. Önderlik bu sorgulamayı şöyle ifade eder: “Rivayet edilir ki, Zerdüşt, çok tutkunu olduğu Zagros dağlarında güneş tüm parlaklığı ile doğarken bir ses duyar. O sese şöyle bağırır: “Söyle, sen kimsin?” Tanrıyla böyle karşılaşıp hesaplaştığı biçiminde bir yorumdur bu. Ben ise, Onun binlerce yıl Zagros halkının özgürlüğüne yöneltilmiş bir tehdit olan Sümerik tanrı-kralların varlığı ile ilgili bir hesaplaşmaya giriştiği kanısındayım. Bir nevi uygarlığın kendisi olan bu tanrı-kralların kutsallığını sorgulayıp Zerdüşti ahlâk devrimini gerçekleştirir. Aydınlık-karanlık, iyilik-kötülük ikilemi biçimindeki devrimdir bu.”
Zerdüşt Felsefesi’nin doğru yaşam ilkesi, ‘sen kimsin?’ sorusuyla hegemonik sistem karşıtlığı, erken diyalektik yöntemi ve felsefeye dayalı ahlaki derinliği ardıllarındaki felsefelerde, inançlarda ve İbrahimi dinlerde farklı şekillerde yansımalarını bulmuş. Doğu’da Buda, Konfüçyüs, Tao; Ortadoğu’da Mani, Mazdek, Hürrem, Babek, Hallac-ı Mansur, Ömer Hayyam, Sühreverdi, Batı’da Sokrates, Bruno, Nietzsche’ye dek pek çok filozofu etkilemiştir.
Ortadoğu’da felsefi düşüncenin başlangıcını görürüz. Ancak 1200’lü yıllardan önce felsefe zirve dönemini yaşarken bu yüzyılların ardından Ortadoğu’da felsefenin etkinliği zayıflamıştır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER