ALLAH'IN DEĞİL, ERDOĞAN'IN KÜRTÇE İLE PROBLEMİ VAR
Kur'an ayetlerini referans aldığımızda Allah’ın Kürtçe ile bir sorunun olmadığı, temel sorunun Türk İslam sentezcilerinin Allah'a yaklaşımından ileri geldiği gayet iyi anlaşılmaktadır.
Sömürgeci soykırımcı Türk devletinin rehin aldığı yurtsever Kürt seydalarını yargılama gerekçesi yaptığı iddianame basına sızdırıldı. Gözaltı gerekçesi olan Kürtçe hutbeler ve vaazların içinde geçen Kürtçe kavramlar, bu iddianamede tek tek sıralanmış. Suç unsuru sayılmış kavramların neredeyse tümünün toplumsal ahlakı ifade eden kelimeler olduğu anlaşılıyor.
Böylece Türk İslam sentezi dinciliği bir kez daha Allah’ın bu kavramlara karşı olduğunu, bu kavramlarla gayesini anlatamadığını ilan etmiş oldu.
Türk İslam sentezini din bilenler bu yaklaşımlarıyla Allah’ın Kürtçe bilmediğini, Kürtçeyi kullanmadığını da anlatmış oldular. Allah’ın bu konuda ne düşündüğünü bilmiyoruz. Kur'an’ın Allah’ın kelamı olduğuna inanılmaktadır.
Kur'an ayetlerini referans aldığımızda Allah’ın Kürtçe ile bir sorunun olmadığı, temel sorunun Türk İslam sentezcilerinin Allah'a yaklaşımından ileri geldiği gayet iyi anlaşılmaktadır.
Müslüman Kürtler Allah yerine kendi kadim inanç geleneklerindeki adlar olan Xweda ve Homa kavramlarını kullanmaktadır. Allah Sami din içindeki bir kavramdır.
Allah'ın, İl-El-Elohim adlarının dönüşüm yaşayarak aldığı son telaffuz, adlandırma olduğu kabul edilmektedir.
Xweda ise, Mazda-Yezdan-Ezda adlarının Aryen inanç geleneğinden süzülerek gelen bir adlandırmadır. Homa’yı da bu gelenek içinde görüyoruz.
Sözlükte Allah, ‘büyük’ ve ‘yüce’, Xweda ise ‘kendinden veren’ ve ‘yaratan’ gibi anlamlara denk düşmektedir.
Türk İslam sentezcileri, dini bir meselede Kürtçeyi gerekçe gösterip müdahalede bulunmak suretiyle Allah'ın büyüklüğünü ve yüceliğini kendine yakıştırmıştır. Çünkü Allah'ın Kürtçe bilip bilmediğine bakmadan, Kürt seydaların Kürtçe dualarını, dini metinleri Kürtçe yorumlamasını, anlatmasını suç bulmuşlar.
Türk İslam sentezcileri yani Türk devletini yöneten bugün ki klik, yaptıklarıyla Allah'ın bilmesine ve iradesine müdahale etmiş ve onu sınırlandırmıştır.
Böylece onun büyüklüğünü ve yüceliğini kendi büyüklük ve yücelikleri derekesine indirgemiştir. Aynı zamanda Allah'ı sömürgeciliklerine, soykırımcılıklarına onay veren mercii yapmıştır. Bunun İslami açıdan ne anlama geldiğini en başta kendilerini Müslümanlık üzerinden tanımlayanlar yanıtlamalıdır.
Sömürgeci soykırımcı Türk devleti, mesele Kürtlerin ve Müslüman Kürtlerin dini yaşamlarıyla ilgili hakları olduğunda, Allah'ın yaptıklarını ve bildiklerini de değiştiriyor.
Üzüntü verici olan ise, gerçekten de inanan ve kötülük peşinde koşmayan Müslüman Türklerin çok önemli bir kesiminin buna ses çıkarmamasıdır.
Kürtlerle ilgili herhangi bir konu gündeme geldiğinde Müslümanlar için asla değiştirilemez hatta tartışılamaz şey olan Allah'ın adları ve sıfatları, iradesi ve mahiyeti konularına böyle rahat müdahale ediliyor olması, ahlaki sorunlardan kaynaklanıyor.
Gerçekte toplumsal ahlak olan ve İslam'ın da Hz Muhammed’in tamamlamaya geldiğini belirttiği güzel ahlaktan uzak düşmek, Kürt halkı söz konusu olduğunda bu ahlakiliği unutmak, Erdoğan ve benzeri adamlara kendilerini doğrudan Allah yerine koymasalar da, O’nun adına iş yapıyoruz pervasızlığına imkanı sunuyor.
AKP iktidarıyla birlikte Türkiye toplumunun en temel sorunu ahlaki alanda yaşanmaya başlamıştır. Ahlak sorunu en başta vicdansızlık sorunudur. Vicdanı olmayan biri, toplumsal anlamda ahlaksızdır. Ahlaksız adam en başta yalancı olur. Gerçekleri saptırmak mesleği haline gelir. Ki buna İslam dininde kafirlik denilmiştir.
Müslümanların çoğu kendi dinlerinden olmayanın kafir olduğuna inandırılmışsa da kafir en çok Müslümanlar içinden çıkar. Çünkü İslam, gerçekleri saptırarak, farklı göstererek ve sözlükteki anlamıyla ‘gerçeğin üstünü örterek’ iş yapanlara kafir demiştir.
İslam'a göre gerçek, Kur'an’la gelendir. Toplumsal olarak Kur'an'ı kendi sınıf ve iktidar çıkarlarına uyarlayarak anlatmak, özünden kopartmak kafirlik oluyor.
Kur'an, egemen sınıfların yaşamını, bu sınıfların çıkarları için doğru ve iyi dediklerini eleştirmiş, günah saymıştır. Kur'an’ın tek bir cümlesinde yoksulların, ezilenlerin ve hakları gasp edilenlerin yaşamlarına ve ahlaklarına eleştiri yoktur.
Demek ki İslam'ın kafir dedikleri en başta namaz kılan, oruç tutan egemenler içinden çıkabilir. Çünkü İslam'ın gerçek dediklerinin ‘üstünü örtmek’ ancak bu dini bilenlerden çıkabilir.
Din bilmek, ezberden bir şeyler dilendirmek demek değildir. Din inanç ve ahlakla ilgilenir. Bu nedenle din bilmek inanmayı, ahlaklı olmayı şart koşmuştur.
Böylece İslam'a göre gerçekleri örtmek demek, inanıyormuş gibi yapmak, ahlaksızlığını gizlemek demek olmaktadır. Ki İslam bu türden insanlara münafık da demiştir.
Türk İslam sentezi, yorumlar içinde inanıyormuş gibi yapan içtihatların başta gelenidir. Dolayısıyla en az son yüz yıldır en büyük münafıklar ve dolayısıyla ahlaksızlar bu senteze din diyenler içinden çıkmıştır.
Erdoğan ve etrafındakiler, Türk İslam sentezi ile eğitilmiş son örneklerdir. Bu nedenlerden ötürü Türkiye'de AKP ve Erdoğan'a karşı mücadele aynı zamanda gerçeğin yalana karşı mücadelesi oluyor.
Gerçek bu olduğu içindir ki peygamber ahlakına yakın yaşamaya çalışan Kürt seydalar Kürtçeyle dinlerini anlatmaya ve yaşamaya çalıştıkları için ‘günahkar’ sayılarak emir’ul münafıkın mahkemesinde yargı önüne çıkarılıyorlar. Ve bir kez daha Kürt seydalar şahsında münafıklar mümin olmaya çalışanları, yalan gerçeği yargılamaya çalışıyor.
Oysa ki Kur'an, "Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır" demiş ve eklemiş, "o gün vay haline yalancıların!"
CİHAN EREN
YORUM GÖNDER