SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (22.BÖLÜM)
3- Felsefi Düşüncenin Gelişimi ve Uygarlık (Zihniyet ve ruhsal gelişmenin kısa tarihi):
İnsanın zihniyet yapısındaki gelişmeler toplumsal düzeyle ilişkilidir. Şüphesiz tür olarak insanda beyinsel gelişme için, gırtlak yapısının belli bir fizyolojik düzeye gelmesi önkoşuldur. Ama düşünce ve ses organları ne kadar gelişse de toplumsal varlık haline gelmedikçe âtıl kaldıkları ve gelişmiş bir primat olmaktan öteye gidemedikleri deneyle doğrulanmaktadır. Düşünce ve sesten dile geçiş, kesinlikle toplum halinde yaşamayla ilerlemekte ve niteliksel sıçramalara uğramaktadır. En dar ve ilkel toplum biçimi olan klan düzeyine denk gelen, sınırlı birkaç düşünce imgesi ile dile getiriş tarzı olarak da bazı jestler, işaretlerdir. Dilin ilk biçimi işaretleşmelere dayanmaktadır. Jestler ve mimikler henüz kelime halindeki ses düzenine geçmekten çok uzaktır. Toplumsal yaşamın ortaya çıkardığı güç ve vazgeçilmezlik kendini kanıtladıkça ve pratikleşme beyne yansıdıkça, düşünceden dile doğru bir gelişmenin de hızlandığı çok iyi bilinmektedir. İnsanlık tarihinde bu gelişmeye ilk ve en büyük devrim de denilmektedir.
Toplumsal gelişmenin ürünü olan, her şey olarak tanımlayabileceğimiz “kültürel varlık” fizik, bitki ve hayvanlar dünyası olgusundan sonra dördüncü bir olgu olarak kesinlik kazandıkça, düşünce ve dilin maddi zemini olarak gereken temelin doğduğu biçiminde anlam kazanacaktır. Bu oluşumda düşünce ve dilin gelişmesi pasif bir yansıma değildir. Çok sıkı bir diyalektik bağ halinde toplumsal yaşamın sürdürülmesi bu ilk devrime dayanacaktır. Toplumsal diyalektik onun kültürel varlığıyla düşünce gücü arasındaki iletişim tarafından belirlenecek, gelişme kanunları olarak hüküm ifade edecek ve pratikleşmeyle yenilenip sürecektir. Bu gücü gösterdi mi, hükmün ve yasanın işlediği en yakın toplumsal güç içinde eriyip dağılacaktır. Bu, tüm toplumlar için genel bir gelişme yasası olup, tarihi diyalektik maddecilik (özdekçilik) olarak adlandırılmaktadır. Bu çerçevede insandaki zihniyet gelişmelerinin birkaç önemli gelişme aşamasından geçtiği görülmektedir:
A- En uzun süren zihniyet yapısına dayalı düşünce tarzı, insanların her şeyi kendileri gibi canlı düşünen varlıklar olarak imgeledikleri dönemdir. Fiziki, bitkisel ve hayvansal doğadaki her nesnenin canlı ve düşünen bir varlık olduğuna inanılmakta, öyle sanılmaktadır. Bu inançlar konusu cansız eşya olunca “fetişizme” ve ilk aşamasında tüm varlıkları kapsayan ruhçuluğa, “animizme” kadar genel bir yaygınlık göstermektedir. Tüm ilkel topluluklarda bu düşünce tarzına rastlanmakta, özce doğa canlı düşünülmektedir. Aslında bu ilk insanlığın düşünce tarzı yanlış da değildir, fakat kendiliğinden her şeye genellenince, büyük bir yanlışa düşülmektedir. Canlılık, şüphesiz doğal gelişmenin, belki koşullar altındaki maddenin karmaşık organizasyonunun bir sonucudur. İnsan bu anlamda düşünen maddedir. Ama organizasyon kazanması; enerjili en küçük madde parçacıklarından kuasarların, kuasarlardan galaksilerin, galaksilerden yıldızların, yıldızlardan gezegenlerin, gezegenlerden uygun atmosfer, su ve kara parçalarının oluşumuna, oradan tek hücreli canlıya ve bitki ve hayvanlar dünyasına, büyük bir evrim tarihinden sonra toplum olgusunun oluşumuna kadar, milyarlarca yıllık bir gelişmenin en son ürünü olan düşünen varlık olarak “insana kadar çok uzun bir süreci kapsamaktadır.
Bu anlamda insan, canlılık ve düşünce gücüne ulaşmış madde demektir. İnsan yalnız maddedir denilmez, düşünceli maddedir denilir. Demek ki, ilk insan esasta yanlış düşünmüyor; kendisi canlı olduğuna ve düşündüğüne göre, ilkesi her şeyin öyle olması gerektiğidir. Bu ilke aslında kılık değiştirerek sürmektedir. “Benmerkezcilik” ilkesi de diyebileceğimiz bu ilke “klancılık”, “kabilecilik”, “şeflik”, “hanedancılık”, “devletçilik”, “özel mülkiyetçilik”, “dincilik”, “bireyciliğin her türü” kategorileri biçiminde sürüp gitmektedir. Bu düşünce tarzı Şamanizm’i, büyücülüğü doğurmaktadır. Şamanizm’in ve büyücülüğün özü, etkilemek istedikleri olgular ve olayları maketlerine dayalı ritüel (bir nevi ibadet, tören) düzenlerle iste_dikleri duruma getirme denemeleridir. Bir nevi bilimin, eşyanın yasalarına uygun olarak gerçekleştirdiği değişimi, şaman veya büyücüler çocukça bir saflıkla geliştirdikleri oyun düzenleriyle gerçekleştirmek istemektedir. Bu düşünce tarzının uygulama biçimleri çok saçma gibi gelebilir.
Ama değişim iradesini ortaya koyması açısından, büyük ve ileri bir gelişme aşamasıdır. Bir defa olgular arasındaki ilişkiyi düşünmekte, müdahale etmekte ve sonuç alacağına inanmaktadır. Bir de şaman ve büyücünün bulunduğu dönemin ve toplulukların en yoğunlaşmış düşünce ve ruh gelişimine sahip, pratikte de özellikle avcılık ve toplayıcılıkta kendini kanıtlayan kişilerden çıktığını göz önüne getirdiğimizde, ne kadar zor ve önemli bir misyonla karşı karşıya olduklarını anlarız. Kendimize göre değil, dönemin amansız yaşam koşullarında bir umut olmanın bile kendi başına toplumu ayakta tutmakta ne kadar önemli bir işlev gördüğünü kıyaslayarak bunlara anlam verebilmeliyiz. Bunlar bir anlamda ilk bilgin ve pratisyenler rolünü oynamaktadır. Bu düşünce tarzının diğer bir özelliği, tanrı ve dolayısıyla din aşamasına henüz ulaşamamasıdır. Daha doğrusu bu tarz, insanlığın günümüze kadarki ömrünün yüzde doksan sekizini işgal eden ilkel klan ve kabile düzenlerinin düşünce veya inanç yapısını, dolayısıyla ilk dinini teşkil etmektedir.
Bu anlamda düşünsel gelişmenin ilk örgütlü ve kurumlaşmış ifadesini Şamanizm veya büyücülük olarak değerlendirmek mümkündür. Bu kurumların yenilenip sürdürülmesinde öncülük gibi bir rol oynamaktadır. Şamanlar, temsil ettikleri topluluğun önde gelen ailesi olarak giderek önem kazanmışlardır; bu rol ata veya anaerkil kabile düzenlerine geçişte de önde gelen bir etkendir. Toplumun eşitlik düzeyi ve üretim koşulları, kadın-erkek arasında bir üstünlüğe fazla imkân tanımamaktadır. Yaşamlarında en çok ilişkide bulundukları eşya, bitki veya hayvanı simgeleştirmektedirler. Bir nevi klanın soyadı, kimliği olarak yapılan bu adlandırmaya totem denilmektedir. Ona gösterilen saygı ve inanç, aslında kendi varlıklarına ve atalarına bağlılıklarının sembol ifadesidir; kimliklerinin ve güçlerinin farkına varmadır. Bu uzun dönemin inanç yapısında öz olarak her şeyde genel canlılığa inanılmakta, pratikleriyle ilgilendikleri nesne, eşya, bitki ve hayvanlarla kurulan ilişkiye kutsallık atfedilmekte, buna mana denilmektedir. Mana, bir bakıma uğraştıkları nesnelere emekleriyle geçen değer oluyor. Buna totemle simgeleştirerek sahip çıkılmakta, tapınılmaktadır. Totemden sonra çok tanrıcılık dinlerine geçilecektir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER