BİR SIZI GELİP ÇARPTI KALBİME…(11.BÖLÜM)
EYLÜL...
Ne düşünüyorsun? Eylül ü düşünüyorum… Seyit’in sorusuna ancak bu sözlerle cevap verebiliyorum. O da aynı sessizliğe bürünüp oturuveriyor yanı başıma. Onun da daha fazla bir şey beklemediğini fark ediyorum. Karanlığın içinde iki sessiz siluet yan yanayız şimdi. Bu gece konuşmayalım, gülmeyelim, karanlığı yırtmayalım be Seyit! Bazen konuşmak yerine hissetmek gerekir, değil mi? Seyit gönül defterime yazdıklarımı okuyabiliyor musun, bilemiyorum, ama bu gün yaşadığım, hissettiğim her şey su gibi akıyor karanlığın içine. Bu geceki sohbetimiz sessizce olsun be, Seyit’im… Sonbaharın ilk yapraklarının dökülmeye başladığı, yeşilin yerini sarıya bırakmaya hazırlandığı bu günlerde hüzne yenilmemek için tüm çabamla direniyorum. Uzak dağlarda yaşayan sevdiklerimin hafızamda kalan görünümlerini sırt çantama yükleyip yürürken, geçtiğim yamaçlarda, bu mevsim üzülmeyeceğim diye fısıldıyorum kendi kendime.
Ancak Eylül ün sapsarı yaprakları usulca gelip dokunuyor terleyen yüzüme, her an ağlamaya hazır gözlerime… Bazen insan hiç beklemediği bir hikâyenin içine düşer ya Seyit, çok uzak olduğunu düşündüğü o hikâye bir anda kişinin kendi hikâyesi oluverir ya, benim için Eylül ün hikâyesi de böyle bir hikaye… Büyüdüğümü, olgunlaştığımı düşünüyordum bu sonbahar. Eskisi gibi olmayacağını, artık soğukkanlılığımın heyecanıma baskın geleceği yaşlara ulaştığımı düşünüyordum. Yine yanılmışım be Seyit… Bu gün bir kez daha henüz büyümemiş olduğumu fark ettim ve bir kez daha içimdeki uslanmaz çocuğa teslim ettim her şeyimi. O da beni bak nereye koşturdu… Bu sabah bütün yükümü sırtıma alıp yola koyulurken, yolumun ona açılacağı aklımın kıyısından bile geçmiyordu. Daha önce görmediğim bir vadinin içinden güneşin son kızgınlığının altında inadına yürürken, az ileride, akarsuların birleştiği aynı vadinin ağzında bir Eylül hikâyesine çarpacağımı, bir gözyaşı fırtınasına tutulacağımı ve bu yazının başına oturmadan az önce gerilla ağabeyinin vuruluşuna gözyaşı döken ve yine ağabeyi gibi gerilla olan bir kız kardeşin yanı başında gözyaşlarımı tutamayacağımı kim bilebilirdi… Güneşin ilk ışıklarının vurduğu Çemço deresinin kıyısında karşılaştığımız o ilk andan, artık yıldızların parıldadığı şu ana kadar bu gün hep onu düşündüm. Onun gülen güzel gözlerini bekleyen hüznü hayal ettim, o farkında olmadan. O an, onu bekleyen o büyük hüznü içime alabilmenin, sonbaharda patikalara dökülen bütün hüzünlü yaprakları toplayabilmenin, bütün yollarını bir bir sıraladım aklımın içinde. Sonunda kahrettim ve en iyi yapabildiğim şeyi yaptım. Bütün çaresizliğimle kalkıp kızgın güneşin altında çatlarcasına yürüdüm. Seyit hâla kendi hikâyeme giremedim, biliyor musun? Hâla sıra bana gelmedi. Bir gün kendime ait birkaç söz yazarım diyordum ama bu gün, bir kez daha henüz o düzeye gelmediğin farkına vardığımı gönül rahatlığıyla söyleyeyim. Bu da benim sana itirafım olsun bu akşam. Hâla kendimizden defalarca büyük hikâyelerin yanı başında yaşıyoruz. Kahramanların hayatlarının yanında, onların yaşam ve ölümlerinin yanında bizimkinin lafımı olur Eylül günü Erciş kırsalında son mermisine kadar kıyasıya çarpışan ve en sonunda kimyasal silahlarla ancak durdurulabilen ve benim birlikte yemek yediğim, aynı battaniye altında uyuduğum, aynı şakaya aynı coşkuyla güldüğüm arkadaşlarımın isimlerini radyolardan tek tek dinlerken böylesine hüzünlenmedim. Bir sızı gelip çarptı kalbimi, tüylerim diken diken oldu ama gururla doldum. Nasıl insanlarla arkadaşlık yapmış olduğumu düşünerek sevinç duydum.
Onların yoldaşlığını tatmış, hikâyelerine bir köşesinden de olsa katılmış olduğum için onur duydum… Ama bu gün Eylül isimli bu kız kardeşin yanında tarifsiz bir hüzne ve gözyaşı nehirlerine bir kez daha yuvarlandım. Seyit vurulanların ardından gözyaşı dökmemeye yıllar önce karar verdim. Bu gün de gözyaşlarımı dökmezdim. Gel gör ki, bu kız kardeşin haber saatini hüzünle bekleyişine, Erciş de şehit düşenlerin isimlerini tek tek izleyişine, Karker arkadaşın fotoğrafının gösterildiği, Erkin Balıkçı isminin telâfuz edildiği o an gözyaşlarını tutamayışına, haykırarak ağlamak isteyip ağlayamayışına dayanamadım. Bu gün, sabahın erken saatlerde karşılaştığımızda, o sade gülümsemesiyle gelip oturdu benim yaslanmakta olduğum duvarın üzerine. Hemen ileride çalışmakta olan arkadaşları birlikte seyretmeye koyulduk. O an orada çalışan çalışmayan, orada duran veya geçmekte olan herkes biliyordu. Ve en acı olanı ben de biliyordum… Bir tek Eylül bilmiyordu. O sarı hüzün hepimizi teslim almıştı bu sabah ama onun yanında hepimiz güler yüzlü oluyorduk. O kaçınılmaz haberi ondan ve birbirimizden saklıyorduk. Ufak, temiz bir oyunun parçasıydık hepimiz bu sabah. Ama hiç birimizde rolümüzü yerli yerinde oynayamıyorduk. Açıklarla doluydu oyunculuğumuz. Ve Eylül bizimle birlikte gülüyordu ama bütün açıklarımızın da farkındaydı… Neden kimse haberleri dinlememiş, kimden istesem kimsenin radyosu yok. Bütün çatışmaları anı anına takip eden arkadaşlar neden Erciş çatışmasından haberdar değiller, ya senin radyon var mı? Seyit sen olsaydın nasıl cevaplardın bu soruları? Rol de olsa yalan söyleyemiyor gerillalar. Bir şeyler eveleyip geveliyoruz ağzımızda ama kim inanır. Hisleri daha inandırıcı konuşuyor bu sabah. Ve gülüşlerinin arasında bir yerde Erciş te çatışmanın yaşandığı o gece bir rüya gördüğünü söylüyor.
Ve henüz çatışma haberleri HPG muharebe birimine ulaşmadan günler önce ağabeyinin vurulduğunu anlatıyor. Ve o günden sonraki bütün haberler ardı ardına doğruluyor bu kız kardeşi. Kadının hisleri bir kez daha doğruları söylüyor… Bu hikâyenin içinde daha fazla kalamazdım Seyit. Sırt çantamı alıp hafızamın labirentlerine dalarcasına yürüdüm patikaların çatallanan yollarına. Benim zayıf kalbim Eylül ün bu hikâyesini daha fazla kaldıramaz, gözyaşlarım daha fazla duramazdı yataklarında. Yürümek bütün acıların ilacıdır dağlarda. Yürüyerek çıkmak istedim bu hikâyeden. Güneş altında ne yapacağımı bilemeden yordum bedenimi. Yoruldukça kurtulurum sandım. Hikayenin gerisini sen biliyorsun. Karanlığın içinde gelip yanıma oturmuştun, elinde iki bardak çay vardı. Ne düşünüyorsun Halil? diye sormuştun… Ben Eylül ü düşünüyorum… diye başlamış ve tamamlayamamıştım. Tam sana bu gün yaşadıklarımı anlatmak üzereyken, karanlığın içinden Eylül bütün sessizliğiyle çıkıp gelmişti. Karanlıkta göremediğimiz gözyaşlarıyla dolu hikâyenin yine tam orta yerinde bulmuştuk kendimizi. Onun sessiz bekleyişinin yanında bizim kelimelerimiz boğazımıza takılıp kalmıştı. O gece haberlerden sonra bir daha konuşmadık. O gece kimse konuşmadı…
ŞEHİT HALİL DAĞ
YORUM GÖNDER