ÖNDERLİK GERÇEĞİ-47.BÖLÜM
Benim Önderliksel gerçekleşmemin, Ortadoğu’daki çabalarımın ortaya çıkardığı sonuçlardır, dedi. Tepeden tırnağa değiştirdi. Komplo buradan doğru değil mi? Komplo buna karşı doğdu. Herkesin çıkarları sarsılınca çıkarları sarsılan herkes birleşti ve Kürdistan’daki eski durumu yeninden tesis etmeye çalıştılar. Kürdistan’ı yeniden eski düzene, genel ev düzenine, hatta ondan daha geri bir düzene getirmeye çalıştılar. Bu açıdan komplonun esas hedefi budur. Esasta Kürdistan’da değişen bu durumu tersine çevirmek ve Kürdistan’ı yeniden eski duruma getirebilmek. Onun için Önderlik şunu çok net ifade etti: “Uluslararası komploya karşı mücadele bir onur sorunu haline getirilmedikçe lanetli tarihin tekerrürü önleneme.” Lanetli tarih nedir? Eski düzenin yeniden egemen duruma geçmesidir. Uluslararası komploya karşı mücadelenin bir onur sorunu, bir namus sorunu, bir şeref sorunu haline getirilmesidir. Kürdistan batarsa batsın ama asla bu duruma düşmesin. Castro’nun bir sözü vardı. Küba ya sosyalist olarak kalacak ya da yerin dibine batacak, diyordu. Kürdistan’da öyledir. Kürdistan ya batacak ya da özgürleşecek. Önderliğinde esas itibarı ile bize söylediği budur. Sorun buradan geçiyor.
PKK’den, onun militan duruşundan, örgütlülüğünden, eyleminden geçiyor. Onun duruşu sağlam ise elbette toplumda örgütlenir. Ama hedef Kürdistan’dır, Kürdistan’da yeninden eski düzenin tekerrür etmemesidir. Kürdistan’da çıkarları sarsılan güçlerin yeniden kendi düzenlerini tesis etme girişimlerinin boşa çıkarılmasıdır. Bütün bölge gericiliği size karşı. Amerika zaten sizi düşman ilan ediyor. AB PKK’nin bitirilmesi için sonuna kadar Türk devletinin arkasında olduğunu belirtiyor. Bir de sözde o kadar demokrasi, özgürlük ve insan haklarından bahsediyor. O. Reyn’e bakıyorsunuz nasıl ki çocuklar azarlanıyorsa o da DTP’yi azarlıyor ve PKK’yi terörist ilan edeceksin, diyor.
Çünkü PKK onların Kürdistan üzerindeki çıkarlarına, dolayısı ile Kürdistan’ı eskisi gibi kullanmalarına engel olduğu, taş koyduğu için bunu yapıyorlar. Bu nokta önem taşıyor. Önderliğin çıkışının anlamı da zaten başlangıçta kesinlikle budur. Bir namus meselesi. Önderlik zaten “Bu bir namus meselesidir” demedi mi? Bizim çıkışımız bir namus eylemiydi. Ama klasik tarzda bir namus eylemi değil. Savunmada bu geçmiyor mu? Savunmada “PKK’nin çıkışı bir namus eylemidir” diyor. Dar anlamda bir namus eylemi değil. Onuru kurtarmak adına yapılması gerekeni yapmak biçiminde bir namus eylemiydi. PKK’nin çıkışı biraz böyleydi. Özü budur. Bunu hissedebilmek çok büyük bir önem taşıyor. Önderlikteki sezgi gücü, Önderlikteki hissetme verili gerçekliğin içindeki çirkinlikleri bütünü ile görebilme gücüdür. Korkunç çirkinleştirmeyi görüyor ve bu çirkinliğe karşı bir namus eylemi başlatıyor. Size başka bir örnek vereyim. Örnekler birbirileri ile bağlantılıdır. Önderlik ile ilk tanıştığım dönemlerdi. Bir film vardı, o filme gittim. Eskiden seçiciydik. O dönemlerde PKK ve devrimcilerin tiyatroya, sinemaya ilgileri vardı. Film, toplumsal ve mücadele içerikli bir filmdi. Filmin ismi “İrlandalı Kız” dı. Film İngiltere’ye karşı İrlanda direnişini anlatıyordu. İngiliz bir subay ile ilişkide olan İrlandalı öğretmen bir kızı anlatıyordu.
Aslında İngiliz subay o kadar kötü biri değildi. İrlandalı gerillalar darbe yiyor. Kadınlar o öğretmenin İngiliz subayı ile ilişkisinin olduğunu biliyor. Bu yüzden birleşerek o kadını linç ediyorlar. Daha sonra kadınlar üzerine birikiyor, ayrıldıklarında o kadının yarı çıplak ve saçının olmadığını görüyorsunuz. Saçlarını makas ile kesmişler. Önderlik bana “nereden geliyorsun” diye sordu. Ben de filmden geldiğimi söyledim. Hangi filmden geldiğimi sorunca Önderliğe “İrlandalı Kız” filminden geldiğimi söyledim. Önderlik sevindi. Önderlik bu filmi ben den önce seyretmişti. Daha sonra en çarpıcı sahnenin hangi sahne olduğunu sordu. Ben de o kadının linç edilişinin çarpıcı olduğunu söyledim. Bana göre yurtsever değerlere sahip çıkışı, işbirlikçiliği tavır alışı ifade ediyordu. Önderlik hayır, dedi. Filmde sakat biri vardı. Bizim Dersim’de bir kadın vardı. Ema Lenge (Topal Emine) diyorlardı. Üç yüze yakın insanı kurşuna diziyorlar ve hepsini uçurumdan aşağı atıyorlar. Süngülerle de dövüyorlar. Onu da atıyorlar, fakat o asmalara takılıyor. Köylüler geliyorlar. Cesetleri sular alıp götürüyor. Halbori diye bir köy var. Bu köyün dibinde dik bir kayalık var. Kayalığın üzeride düzdür. Kolay olsun diye hepsini orada kurşuna diziyorlar ve oradan da herkesi Munzur’a atıyorlar. O kadın orada takılı kaldığı için atamıyorlar. Bu yüzden çekip gidiyorlar. Sadece bir kişi kurtuluyor. Köylüler gelip onu kurtarıyorlar. İyileştiriyorlar. Ama her tarafı farklı. Vücudu çarpık, süngü izleri, kurşun izleri, kolları ve ayakları farklı, topal. Organları zedelendiği için bir katliamın simgesel ifadesi gibiydi. O filmde de ona benze bir erkek vardı. Ağzı çarpık, salyalı, yarı deli veya deli biriydi. Kritik anlarda sahneye o çıkıyordu. Önderlik “en çarpıcı sahne budur” dedi. Önderlik “o insan sence ne anlatıyor” dedi. Ben de bilmediğimi söyledim. Önderlik “sömürge insanını anlatıyor” dedi. Çarpıktır, dedi. İnsana benzemiyor. Ne ben desel ne de ruhsal bir bütünlüğü yok, parçalanmıştır, dedi.
Önderlik daha 73’ün ilk günleri bunu söylüyordu. Sömürge insanının içine düşürüldüğü durum. Kürt gerçekliğinde de aslında durum bu. Ruhsal, düşünsel, bedensel bütünlüğü parçalanmıştır. Önemli ölçüde insan olmaktan çıkmıştır. Her yönü ile çarpıktır. Sadece bedensel değil. O açıdan Önderliğin o sözlerini hiç unutmuyorum. Önderliğin o film hakkındaki tanımlamalarını hiç unutmuyorum. Eleştirisel bir bakar ve sonuçlar çıkarırdı. Önderlik bu insana da müdahale ediyor. Zaten sömürgecilik onun üzerinden yürüyor. Böyle bir insanın yaratımı üzerinden gelişimini sürdürüyor. Bedensel, ruhsal bir parçalanma olmazsa sömürgecilik varlığını idame ettiremez. Önderlik öncelikle bu insana müdahale etti. O insanı yeniden ruhsal bütünlüğe, kişilik bütünlüğüne kavuşturmaya çalıştı. Bunun yoğun mücadelesini verdi. Ondan yeni bir insan yarattı. Belki düşünsellik daha çok öne çıkıyordu, ama Önderlik kendisini bedensel olarak da duruş olarak da her yönü ile bir kılavuz haline getirdi. Ona bakıp öğreniyorsun. Yaşamdaki duruşuna, hareketine, davranışına bakıp öğreniyorsun. Bir örnek vereyim. Biz kendimize göre solculuk yapıyorduk. Solcu isen biraz daha özgürsün, eylemde özgür olduğun için bazı davranışlarında da özgür oluyordun, mesela içki içebilirsin. Zaten bizim için biraz bahaneydi. Bir arkadaş tutuklanır, üzüntüsünden içki içerdik. Bir arkadaşımız serbest bırakılır bu sefer sevincimizden içerdik.
Önderlik ile tanıştıktan sonra bunlar bıçak ile kesilir gibi kesildi. Önderlik bir gün bile bize içki yasaktır demedi. İçmek iyidir ya da kötüdür demedi. Ama kendisi öyle bir duruş sergiliyordu ki, öyle bir hava yaratıyordu ki sen o havanın içerisinde, kendisini yaydığı o ortamın havasında öyle bir şeye tenezzül etmeyi bile aklından geçirmiyordun. Önderliğin ilginç bir sözü vardı. Diyordu: “Bizim havamız insanı eğitir.” Devrimcilik bir hava yaratmaktır. O hava insanı eğitir. Önderliğin havası insanı eğitiyordu. Başlangıçta da böyledir. Daha sonra grupta nicelik olarak büyüme başladı. Nicelik büyüme ile nitelikte de gelişme oldu. Daha nitelikli katılımlar sağlandı. Mazlum’un, Hayri’nin katılışı gerçekten de gurubun nitelikleşmesine yol açtı. Sayısal olarak da bir büyüme oldu. Eskiden diyelim ki sayı tekli rakamlardaydı, daha sonra çiftli rakamlara geçildi. Sayı onun üzerine çıktı.
Böyle olunca Önderlik “ayrı ev tutmamız gerekir” dedi. Sayısal olarak da artık gurubu temsil eden bileşimime ulaşmıştık. Önderlik denetimini daha etkili kılmak için ortak evde kalmanın en azından bazı arkadaşların ortak kalmalarının daha doğru olacağını düşünüyordu ve o tarzda eve taşındık. Bir gün bana “gel seni biri ile tanıştırayım, bundan sonra üçünüz aynı evde kalacaksınız” dedi. Ben de tamam dedim. O zamana kadar Cuma arkadaşı bilmiyordum. Gittim Cuma arkadaş ile tanıştım. Ondan sonra üçümüz Yukarı Ayrancı’da kaldık. Orada bir ev tuttuk. Somut bir konuya değineceğim. Cuma arkadaş şakacı bir arkadaştır. O dönemde Cuma arkadaş çok şaka yapardı. Takılırdı. Bizim evin karşısında bir park vardı. Genişçe bir park ve tam da evin karşısındaydı. Parkın kenarından yürüyoruz ve dönüp içeri giriyoruz. Park aynı zamanda çocuk parkı. Genç kızlar küçük kardeşlerini getiriyor. Aynı zamanda gençlerin de bol olduğu bir yerdi. Üçümüz birlikte yürüyorduk. Cuma arkadaşta iş olsun diye şöyle dedi: “Yanımızda böyle bir park var ve biz bu parktan hiç yararlanamıyoruz.” Cuma arkadaş sırf kızdırmak için ya da tepkiyi ölçmek için söyledi.
Önderlik buna çok kızdı. Hatta zaten siz adam olmazsınız, dedi. Devrimcilerin yaşamını anlattı. Devrimci nasıl yaşar? Bu yaşama karşı nasıl tutum alır? Soyut yaşama, anlama, duyguya dayanarak yaşamak. Yani olanaklar üzerinde yaşamak değil. Önderlik yarım saat ile bir saat arasında sadece bu konu üzerinde konuştu. Cuma arkadaş çok bozuldu. Fakat şu an gidip Cuma arkadaşa sorun. Cuma arkadaş “Ben dersimi daha o zaman aldım” diyor. Önderliğin o şaka üzerine yaptığı konuşma benim hayatımın derisidir, diyor. Ondan sonra ölçülü yaşamaya başladım, diyor. Önderlik budur. Siz o yaşamın dışındasınız. O yaşama karşı tavır alıyorsunuz. Ona ilgi duyamazsınız. Onunla mücadele ediyorsunuz. Ona karşı ilgi ancak nasıl olabilir? Onun iç yüzünü daha iyi öğrenebilmek için olabilir? Ona ilgi olumluluk anlamında bir ilgi değildir. Bu nedenle sistemin hiçbir şeyine ilgi duyamazsınız. Hayır, ben böyle yaşamayacağım dediğiniz zaman sistem ile ilginizi kesmiş oluyorsunuz.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER