FAŞİZME VE RESTORASYONA KARŞI TEK YOL DEVRİM
AKP-MHP ittifakı artık yolun sonuna gelmiştir. ‘Altılı Masa İttifakı’nın ise restorasyondan öte gerçekleştireceği bir şey yoktur. Türkiye’nin ihtiyacı ise radikal bir demokratik değişimdedir.
İnsanlık miladi 2023 yılına girdi. Tabii Türkiye de kader belirleyici yıla girmiş oldu. Çok açık ki 2023 yılında insanlığın kaderi Türkiye’de yaşanacak olaylarla belirlenecek. En azından 2023 yılının ilk yarısında durum kesinlikle böyle olacak. Nitekim bu durumun ilk işaretleri ve de sancıları yaşanmaya başladı bile. Siyaset her gün biraz daha fazla ısınıyor. Gerginlik ve çatışmalı durum her geçen gün artıyor. Fikirler daha çok açıklanıyor ve tutumlar daha fazla netleşiyor. Artan baskı, yalan ve hile yanında demokratik tutum ve mücadele de daha çok gelişiyor. Artık küresel çaptaki gelişmelerin nabzını Türkiye’de yaşananlar tutuyor.
Peki Türkiye’deki büyük mücadele hangi güçler arasında ve nasıl sürüyor? Aslında bir süreden beri eğilimler sürekli netleşiyor ve dengeler somut olarak oluşuyor. Bu temelde üç akım çok net bir biçimde şekillenmiş bulunuyor: ‘Cumhur İttifakı’nda somutlaşan faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset; ‘Millet İttifakı’ ve ‘Altılı Masa’da somutlaşan restorasyonculuk; ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’nda somutluk kazanan demokratik değişimcilik. Peki hiç ara eğilim yok mu? Bazı çevreler arada durmaya çalışıyorlar, ancak varlık göstermeleri mümkün olmuyor. Bu üç ittifak Türkiye somutunu o kadar çok belirliyor ki, başka hiçbir akım arada kalamıyor. Her eğilim bu üç akımdan birine mutlaka endeksleniyor.
Şimdiye kadar kendini en açık bir biçimde ortaya koyan ve pratikleştiren akım, hiç kuşkusuz AKP-MHP ittifakında somutlaşan faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset oluyor. Bu akım, kendisine İttihat ve Terakki Yönetiminde somutlaşan savaşçı, ırkçı, Turancı, Kızıl Elmacı, faşist ve soykırımcı zihniyet ve siyaseti esas alıyor. Daha sonraki CHP, DP, AP ve ANAP süreçlerini kendi çizgisine içererek 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesinin ‘İkinci Cumhuriyet’ gerçeğinde birleştiriyor ve AKP-MHP ittifakı olarak bunu somuta kavuşturmuş bulunuyor. 12 Eylül mahkemelerinde MHP Lideri Alparslan Türkeş’in ifade ettiği “Fikirlerimiz iktidarda, biz cezaevindeyiz’ sözü AKP-MHP ittifakı ile tam somutluk kazanıyor. Artık MHP cezaevinde değil dışarda ve yapılacakları belirliyor, AKP de yapıyor. Türkiye’de 2015 yılından bu yana tam Kürt düşmanı, soykırımcı bir faşist diktatörlük bu biçimde yaratılmış bulunuyor. İttihat ve Terakki Yönetiminin savaşçı, soykırımcı, ırkçı-faşist gerçeği AKP-MHP diktatörlüğünde somutlaşmış ve uygulanır hale gelmiş oluyor.
Böyle bir iktidarın düzen içi muhalefeti olarak ‘Altılı Masa İttifakı’, bazı restorasyoncu söylemlerden öteye AKP-MHP faşist yönetiminin temel uygulama ilkelerine dönük olarak esasta hiçbir şey belirtemiyor. Aslında durmadan sonuçları dillendiriyor, fakat bu sonuçları ortaya çıkartan nedenler, yani sebepler üzerinde, AKP-MHP ittifakının temel zihniyeti ve siyaseti üzerinde ciddi bir şey belirtmiyor. Örneğin bol bol ekonomik krizden ve Türkiye’nin yaşanmaz bir ülke haline gelmesinden söz ediyor; ancak bütün bunları yaratan savaş ve savaşı doğuran Kürt düşmanı zihniyet ve siyasete dair hiçbir şey söylemiyor. Tersine AKP-MHP’nin Kürtlere yönelik savaşına destek veriyor, dolayısıyla savaşı doğuran zihniyet ve siyaseti desteklemiş oluyor. Tayyip Erdoğan’ın kişisel diktatörlüğünü eleştiriyor, yerine grup diktatörlüğünü geçirmek istiyor. ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ denilen özünde bu oluyor. Kısaca Kürt sorununun çözümünde somutlaşan özgürlükler ve demokrasiyi esas almıyor. Kürt sorununu özgürlük ve demokratikleşme temelinde çözmeyi öngörmediği için de aslında mevcut AKP-MHP düzenini restore etmekten öteye hiçbir şeyi ciddi biçimde programlayamıyor.
Geriye Türkiye halklarının kurtuluş umudu olarak ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’ kalıyor. Bu İttifak, Kürtler üzerindeki soykırımcı zihniyet ve siyasete ve Kürtlere yönelik savaşa karşı çıktığı için, savaş yerine barışı, Kürt soykırımı yerine Kürt özgürlüğünü, faşist baskı ve terör yerine demokratik hakları esas aldığı için, Türkiye’de mevcut faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti aşma ve Türkiye’yi demokratik değişime uğratma yönündeki tek güç haline geliyor. Tek yol olarak faşizmin yıkılmasını ve demokrasinin kurulmasını öngörüyor. Bu da anti-faşist bir demokratik devrim anlamına geliyor.
Çok açık ki, önümüzdeki günlerde, haftalarda ve aylarda bu üç akım Türkiye’de kıyasıya mücadele edecek. Cumhur İttifakı’nda somutlaşan AKP-MHP faşist diktatörlüğü içerde ve dışardaki çok yönlü saldırılarına zaten başlamış durumda. Özellikle Kürdistan Özgürlük Gerillasının Zap, Avaşin ve Metina direnişi karşısında yaşadığı yenilgi sonucunda başka hedeflere yönelik saldırılarını artırmaya çalışıyor. Kürdistan ve Türkiye’de faşist-soykırımcı baskı, sömürü, tutuklama ve terörü arttırıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecrit ve işkenceyi artırarak, işi spekülasyonlara kadar vardırıyor. Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik askeri saldırılarını her geçen gün tırmandırıyor. Ve nihayet saldırı düzeyini yeni bir Paris katliamına ulaştırmış bulunuyor. Bütün bunlara rağmen fazla etkili olamayınca, bu sefer işi kendi içinde çete çatışmasına kadar vardırmış bulunuyor. Sıkıştıkça, çözülüşü ve çöküşü hızlandıkça her türlü oyun, hile, terör, iç çatışma, komplo, provokasyon, darbe ve savaşa başvurabileceği anlaşılıyor.
Bazı çevreler tarafından parlatılmaya çalışılsa da ‘Altılı Masa İttifakı’nda fazla bir ışıltı görülmüyor. Çünkü özünde AKP-MHP’yi aşan bir zihniyete ve siyasete sahip değil. Söyledikleri ancak mevcut sistemi restore etme özelliği taşıyor ki, bu da faşist diktatörlük altında inleyen kitleler için fazla çekici ve çözümleyici gelmiyor. AKP-MHP ile ağız dalaşı yaparak sonuç alabileceğini sanıyor. Adeta umudunu dış desteğe, AKP-MHP yıpranmasına ve demokratik güçlerin zayıflığına bağlamış bulunuyor. Bu ortamda sıranın kendisine geleceği beklentisi ve umudu içinde. Acaba AKP-MHP faşist diktatörlüğünü aşmada kısa bir durak olabilir mi? Aslında bu da pek mümkün gözükmüyor.
Böyle bir ortamda Türkiye’de gerçekten değişim isteyen iç ve dış güçlerin gözünün ve umudunun ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’nda olduğunu belirtmek bir abartı değildir. HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar’ın da belirttiği gibi, söz konusu İttifak ve onun motor gücü HDP, günümüz Türkiye siyasetinin kutup yıldızı gibidir. Her sözü ve eylemi giderek daha çok gündem oluyor ve de tartışılıyor. Bu düzende herkesten çok baskıya uğraması ve baskıya karşı direnmesi ona sürekli puan kazandırıyor. Devletin halktan sömürdüğü paraları seçim için diğer partilere verirken HDP’ye vermemesi, HDP ve İttifakı’nı toplum nezdinde daha çok sahip çıkılır hale getiriyor. Çünkü para veren devlet, verdiği paralar karşısında partilerden kendine biat etmesini ister. Bu biçimde partileri sömürüye ortak etmiş olur. HDP’nin sömürüye ortak olmaması ve devlete değil halklara bağlı olması, onu daha da güçlendirmektedir. Eğer oyunları bozar, sağlam durur, daha çok kitlelere gider ve dayanırsa, AKP-MHP diktatörlüğünün yıkılması ardından yönetim olabilir ve Türkiye’nin kaderini belirleyen güç haline gelebilir.
Nereden bakılırsa bakılsın, AKP-MHP ittifakı artık yolun sonuna gelmiştir. Türkiye’de gelecek yaratacak bir karşılığı yoktur. AKP-MHP’yi iktidarda artık büyük bir hile ve zor kullanımı ya da Rusya ve NATO gibi güçlerin açık desteği tutabilir. ‘Altılı Masa İttifakı’nın ise restorasyondan öte gerçekleştireceği bir şey yoktur, dolayısıyla uzun ömürlü olması beklenemez. Bu ittifak, zorunlu kalınınca demokratik değişim için geçici bir durak olarak değerlendirilebilir. Çok açık ki, Türkiye’nin ihtiyacı radikal bir demokratik değişimdedir. Ancak radikal bir demokratik değişim Türkiye’nin kaderini olumlu yönde belirleyebilir. Bu da Türkiye için tek çarenin demokratik devrim olduğu anlamına geliyor. Yani eski THKP-C’lilerin uzun süre ve sıklıkla attıkları slogan gibi, Türkiye’de artık tek yol devrimdir. Bundan gerisi laf ü güzaf ve de düzene hizmettir.
SELAHATTİN ERDEM
YORUM GÖNDER