APOCU HAREKETİN GELİŞİM TARİHİ İÇERİSİNDE PKK'LİLEŞME HAMLELERİ (2.BÖLÜM)
İKİNCİ PKK’LİLEŞME HAMLESİ (1984-2000)
İkinci PKK’lileşme Hamlesi, Birinci PKK’lileşme Hamlesi’ni tamamlayan ve kendinde temsil eden bir süreç olma özelliğine sahiptir. İki ayrı dönem olarak ele alınmalarının nedeni de; Apocu Hareket’in mücadele tarihi içerisinde yaşadığı gelişim evrelerini anlatmak içindir.
Birinci PKK’lileşme Hamlesi’nde olduğu gibi İkinci PKK’lileşme Hamlesi’ni de kendi içerisinde; Komutanlaşma-Ordulaşma ve Serhildanlar Dönemi olarak iki başlık altında ele almak gerekmektedir.
a-Komutanlaşma, ordulaşma süreci;
“12 Eylül askeri darbesinin uygulamaları, Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere cezaevlerine doldurulan insanlara yönelik korkunç işkenceler ve tümüyle toplama kampına dönüştürülen toplumsal yaşam alanları bir an önce yeni stratejik hamleyi başlatmayı gerektiriyordu. İdamlar devredeydi. Ölüm oruçları başlamıştı. Ne yapılacaksa tam zamanıydı. Tarih gecikmeyi affetmezdi. Zaten özsavunma niteliğindeki eylemlilikler hiç durmadı; azalıp çoğalan bir seyir halinde hep devam etti. Yapılması gereken, bu eylemliliği daha üst bir noktaya sıçratmaktı. Bunun hazırlıkları da fazlasıyla gerçekleştirilmişti. Özgüce dayalı Halk Savaşı Stratejisi için fazla beklemek ve oyalanmak oportünizm anlamına gelecekti. Bu gerekçelerle daha 12 Eylül gerçekleşmeden, Temmuz 1980’de Kemal Pir ve Mahsum Korkmaz önderliğinde ilk grubu yeniden ülkeye yollamıştık. Daha sonra İran ve Irak üzerinden grup akışları devam edecekti. Dolayısıyla kritik 1982 yılı (özellikle Diyarbakır’daki işkence ve ölüm oruçları nedeniyle) bana göre mutlaka yeni hamle yılı olmalıydı.” Önder Apo’nun yapmış olduğu bu belirleme, Kürdistan Devrimi’nin gelinen aşamada başlatacağı yeni bir hamle dönemine işaret etmekteydi. Kürdistan’da Komutanlaşma ve Ordulaşma (askerileşme) olarak ele alınan bu döneminin ilk adımları, İkinci Parti Kongresi’nden sonra eğitimini tamamlayan kadroların Bakurê Kurdistan’a geçmek üzere Başûr ve Rojhilatê Kurdistan’da, sınırlar üzerinde hazırlanan kamplara ulaştırılmasıyla atılmıştı. Ancak yürütülen uzun, zorlu ve engellerle dolu olan bir çalışmayla ulaşılan Başûr’dan, Bakurê Kurdistan’a Hêzil Çay’ını geçerken (Kasım 1982’de) Şahin Kılavuz komutasında sekiz yoldaşın, 2 Mayıs 1983’te Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin yoldaşların Qendîl’de şehadete ulaşmalarıyla başlayan bu süreç daha ilk başlangıçta yaşanan en ciddi zorlanmalardı. Bu zorlanmalara kimi yanılgılı yaklaşımlar da eklenince, İkinci Kongre planlamalarının pratikleştirilmesinde aksamaların yaşanmasına neden oldu.
Kürdistan’da Silahlı Propaganda ve Gerilla Mücadelesi Dönemi’ne böyle bir zeminde yapılan hazırlıklarla girildi. Şahin Kılavuz ve 7 yoldaşın Hêzil Çay’ında yaşanan şehadetine rağmen Bakurê Kurdistan’a girişler devam etti. Bakur’a geçen ilk gerilla gruplarının önüne görev olarak da keşif, istihbarat ve üstlenme sorunlarının çözümü konuldu. Bunu sağlamaları için de, çok küçük gruplar halinde, öncelikli olarak görülen bölgelere gidilerek çalışmalara başlandı.
Birkaç kişiden oluşan gerilla birlikleri belirli bölgelere yerleşti ve yoğun propaganda faaliyetleriyle örgütlenmeye başladılar. Ancak bu grupların hazırlık ve örgütlenme çalışmalarını öngörülen zamanı aşarak sürece yaymaları ve pratik önderliğin rolünü oynamada içerisine düştüğü yetersizlikler, eyleme geçilmesinde gecikmelere neden oldu. Önder Apo’nun yapmış olduğu eleştiri ve müdahaleler sonucunda hazırlıkları yapılan eylem planlamaları bölgelere ulaştırılarak eylem sürecine geçilebildi.
Hêzên Rizgariya Kurdistan-HRK’nin ilan edildiği 15 Ağustos 1984 Gerilla Hamlesi de böylesi bir atmosferde başlatıldı. Üç hedefe; Eruh (Dihê), Şemdinli (Şemzînan) ve Çatak’a (Şax) yapılan eylem planlaması eksik uygulanmış olsa da, Kürdistan tarihi açısından “yeni bir başlangıç” anlamına geldi. Bu adımın siyasal anlamı daha güçlü oldu. Toplumu derinden etkiledi. Umutları yeniden yeşertti. Sömürgeciliğe sıkılan “İlk Kurşun” ve “Ulusal Diriliş Bayramı” olarak kabul edildi, ‘kahramanlık çağı’nın başlangıcı olarak tarihe geçti.
İçerisine girilen ‘kahramanlık çağı’nı önceki dönemlerden ayıran temel özellikler vardı. Artık Kürdistan’da tarih ‘yas tutmayacaktı.’ Nuri Dersimi’nin intikam vasiyetinin gereklerinin yerine getirilmesine tanıklık edilecek ve bu yaşanacaktı. Bunun anlamı ise beyinlerdeki karakolların yıkılması ve zincirlerin kırılmasıydı.
Eğer 15 Ağustos Atılımı’nın yarattığı etki doğru tahlil edilip gerekleri yerine getirilebilseydi kuruluş ilanı yapılan Silahlı Propaganda Birlikler’nin etrafında yaygın bir halk ordusunun örgütlenme olasılığı vardı. Fakat bu değerlendirilemedi. Düşman da bunu kendisi için bir fırsata dönüştürdü. Halk üzerinde baskısını daha da derinleştirerek, klasik politikasını, “Kür‘te karşı Kür‘tü kullanmayı”, “köy koruculuğu” yasası ile yeniden devreye koydu. Ancak 1986’da yapılan Üçüncü Kongre’de alınan ordulaşma kararı ile Arteşa Rizgariya Gelê Kurdistan-ARGK’nin kuruluşuyla yaşanan bu sorunlar savaş, eğitim ve bilinçlenmeyle aşılacak ve PKK’nin ön gördüğü disiplinli gerilla ölçülerine ulaşılacaktı. Bu güçle, savaş içerisinde öncüleşilecek, komutanlaşılacak ve büyüyerek ordulaşılacaktı. Her ne kadar büyüyen bu güç askeri, ideolojik, siyasi eğitim görse de, aralarında yerel, aşiretsel, aileden ve sistemden edinilen özellikleri aşamayanlar da bulunmaktaydı. Bu özellikleri koruyanların ortak noktalarda buluşmaları da söz konusuydu. Geriye çeken bu özellikler karşılıklı olarak birbirlerini besleyerek, gerillalaşma-ordulaşma ve Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nin pratikleşmesi önünde ciddi engeller haline gelecekti. Özellikle de Parti ve öncülüğün zayıf kaldığı zamanlarda, kendini savaş bölgelerinde çok daha sarsıcı bir şekilde hissettirmekten geri kalmayacaktı.
Silahlı Propaganda ve gerillanın gelişmesi ve düşmanı darbeleyecek bir güce ulaşmasıyla, Rojavayê Kurdistan’da işçi, köylü, esnaf, aydın, öğrenci vb toplumsal kesimlerin PKK’ye olan ilgi ve sempatisi arttı. Başta üniversitelerden olmak üzere, tüm bu toplumsal kesimlerden onlarca genç PKK saflarına geldi. İdeolojik, siyasi, askeri eğitimler görerek yerel çalışmalara ve gerillaya katıldı. Kürdistan Devrimi’nin öncü kadroları arasında yerini aldı.
Bakur, Rojava, Türkiye metropolleri ve yurtdışı alanlardan yaşanan katılımlarda yer alan üniversite öğrencilerinin tercihlerini duygusallığın ötesine taşımaları, bilinç ve sorgulama düzeylerinin varlığı önemliydi. Yine farklı toplumsal kesimleri ve yurt dışını kapsaması, aritmetik olmanın ötesine geçen bir gelişimin önünü açtı ve giderek diğer Kürdistan parçalarında da katılımlar artmaya başladı.
PKK’lileşmenin önündeki en büyük engel: Çetecilik-tasfiyecilik;
Komutanlaşma-ordulaşma özelliklerinin öne çıktığı dönem ile yaşanan önceki süreçler arasında farklılıklar vardır. Düşmanla yaşanan açık ve doğrudan savaşın bir tarafı, gücü haline gelinmiştir. Gerilla savaşının toplumda yarattığı derin etkilenme ve açığa çıkardığı potansiyel, 1985 Newroz’unda Eniya Rizgariya Netewa Kurdistan-ERNK’nin ilanıyla cephe örgütlenmesinde bir araya getirilerek, devrim denizinde ve gerilla ile Parti öncülüğünde bütünleştirilmiştir. Devrimde önemli bir kazanım olan bu konumlanış ve mevzi tutma, maddi imkanlara ulaşma olanaklarının da yolunu açmıştır. Tam da bu noktada partili, devrimci bir duruşun sahibi olunacağı gibi parti dışı yanlış eğilimlerin baskın çıkma olasılığı da ortaya çıkmıştır. Yaşanılan bu kritik anlar ne kadar partileşildiğinin, devrimcileşildiğinin, yeni Kürt toplumsallığına girildiğinin ve bunların bir gereği olarak komutanlaşma-ordulaşma ölçülerinin ne kadar yakalandığının bir göstergesi olmuştur. Yoğun baskı, saldırılar karşısında nasıl safları terk edenler ortaya çıkmışsa, içerisine girilen bu süreçte, ortaya çıkan imkanlara konmak isteyenler de çıkmıştır. Aslında dikkatli bir şekilde ele alındığında görülecektir ki; safları terk ederek kaçmış olan da, maddi imkanlara konarak kendini yaşatmak isteyen de partileşmeyen, devrimcileşmeyen, gelinen sömürgeci kapitalist modernite “toplumunun” özelliklerinden kendini arındırmayan kişiliklerdir.
Komutanlaşma-ordulaşma özelliklerinin öne çıktığı bu dönem; Önder Apo’ya katılmayan, PKK mücadelesinde kendini yeniden yapılandırmayan kişilikleri de açığa çıkarmıştır. Bu kişilik ve sınıf mücadelesinde Önder Apo’nun sürekli müdahalelerde bulunarak tedbirler alması ve aldığı tedbirlerle parti, çizgi dışı eğilimleri taşıyan kişilikler önünde engelleyici bir rol oynaması, şehitlerde temsilini bulan PKK kadro duruşunu netleştirdi. Buna rağmen, pratik önderliğin rolünü oynamada yeteriz kaldığı, kendini pratikleştiremediği yer ve zamanlarda; parti ve çizgi dışı eğilimlere sahip olan kişiliklerin kendilerini çok rahat bir şekilde etkin hale getirmiş olmalarına ve yaptıklarını Parti doğrusuymuş gibi göstermelerine de tanık olunmuştur. Daha doğrusu bu tür kişilikler sömürgeci kapitalist moderniteden aldıklarını, öğrendiklerini sanki Parti doğrusuymuş gibi uygulamaya koyabilmişlerdir. Elde tuttukları Parti yetkisine, komuta gücüne, üstlendikleri sorumluklara dayanarak, sömürgecilik altında yaşadığı kompleksli, bastırılmış, kendi özüne yabancılaşmış kişilik özellikleri, yaşadığı açlıklar büyük bir doyumsuzlukla, iğrenç dürtü ve güdülerini tatmin etmek için harekete geçmiş ve her şeyi elde etme arayışına dönüşmüştür. Adeta bir gerilla komutanı, parti sorumlusu olmaktan çıkılarak, rahatına düşkün, kendine sevdalı, sorumsuz, PKK mücadelesinin ortaya çıkardığı değerler üzerinde kendini yaşatan, keyif çatan; sempatizanlar, taraftarlar üzerinden amirlik, müdürlük yapan, devrimin kazanımlarını sınıfsal ve ailevi çıkarları için kullanan, halka lojistik deposu olarak bakan, gerilla adaylarını hizmetinde çalıştıran, bir derebeyi, savaş ağası haline gelenler de olmuştur. Bunlar yıkıcı ve tahrip edici rol oynamışlardır. Komplo ve basit ayak oyunları ile konumunu sağlama almak için önünde engel olarak gördüklerini katletme dahil sahte gerekçelerle çok basit bir şekilde tasfiye girişimlerinde bulunabilmişlerdir. Bunların sorumluluğu altında olan askeri güçlerde başına buyruk, ilişkilerde ahbap-çavuşluk, savaştan çok rahatını düşünen eğilimler, asi-avare tarz öne çıkarak, gerilla olmaktan uzaklaşma yaşanmıştır. Bir yandan gerillayı açıktan tasfiye eden bu tür parti ve çizgi dışı yaklaşımlar etkisini gösterirken, Önder Apo döneme ilişkin çözümlemelerinde şu değerlendireyi yapmaktadır: “Gerilla yönetimi, sağ sapma içinde bulunan kişilikler ve onlardan da beter biçimde ilkel kalmış, egolarını tatmin etmekten öteye gidememiş köylü kurnazları ve küçük-burjuva şarlatanlar birer soykırım olan bu uygulamaları seyretmişler, hatta yetmez ve yanlış pratikleriyle bu uygulamalarda bulunanlara en büyük desteği sağlamışlardır.” Gerilla alanları ve savaş dışında olan örgütlenme aslında gerilla ve savaşın tamamlayanı ve ayrılmaz bir parçası olan kimi mücadele alanlarında da, oraların özgünlüğünde ihanete varan, ucu istihbarat örgütlerine kadar dayanan ajan, tasfiyeci provokasyonlara rastlanmıştır.
Böylece Stratejik Partileşme Hamleleri döneminde en görkemli, aktif ve sonuç alan süreçlerden olan komutanlaşma-ordulaşma özelliklerinin öne çıktığı böylesi bir süreç gerek içerden, gerekse de dışardan yapılan boşa çıkarma çabaları ile tasfiye edilmek istenmiştir. Önder Apo tarafından “Dörtlü Çete” olarak adlandırılan kontra-tasfiyeci provokasyon ve ihanet çizgisiyle gerilla alanlarında bu yapılmaya çalışılmıştır. Bir diğer mücadele alanı olan Avrupa ve zindanlarda da benzer tasfiyeci çizgiler kendini göstermiştir. Avrupa’da Çetin Güngör ve Kesire Yıldırım gibi kişiliklerde ifadesini bulan teslimiyetçi, Kemalist, küçük-burjuva ihanet çizgisi ve kendisini bu çizginin temsilciliğine yatıran, bu kişiliklerle ilişkili olan Hüseyin Yıldırım gibi kişiliklerin başını çektiği bir tafiyeci çizigi boyvermiştir. Bu işbirlikçi ihanetçi çizgi kendini Avrupa istihbarat örgütlerine ve sosyal demokrasisine dayandırmıştır.
Yine zindanlarda teslim alınan, MİT tarafından hazırlanarak zindan direnişçiliğinin özünü boşaltma ve dayatılan rehabilitasyon politikalarıyla zindanlarda işkenceyle yapılamayanı yapmayı hedefleyen, daha sonra da Önderlik sahasına, gerilla ortamına taşırılmaya çalışılan Mehmet Şener provokasyonu ile sonuç alınmak istenmiştir. Uluslararası sermayeden güç alan, Gladio karargahlarında alınan kararları uygulayan sömürgeci, soykırımcı TC devleti, doğrudan cepheden yürüttüğü savaşın yanısıra özel kirli savaş taktikleriyle de sonuç almaya çalışmıştır. PKK öncülüklü mücadelenin üç sacayağı olarak gördüğü; gerilla, Avrupa ve zindanlarda Önder Apo çizgisini, PKK’yi tasfiye ederek hedefine ulaşmak istemiştir.
Önder Apo, komutanlaşma-ordulaşma sürecinde karşılaşılan bu türden parti, çizgi dışılıkları, “Bunların ezici çoğunluğunun ajan olduğunu sanmıyorum. İçlerinde tek tük ajan olabilir. Büyük kısmının çeteci pratiklerinin psiko-kültürel etkilerden kaynaklandığı, sağ sapmanın, yetmez devrimciliğin ve yerine getirilmeyen sorumluluk anlayışının sonucu olarak geliştiği kanısındayım.” şeklinde değerlendirdi. “Bu anlayışın temsilcileri halk savaşını geliştireceklerine, kendi konumlarını korumanın ajanlıktan beter en iğrenç biçimlerine sevdalandılar. Bu temelde en değerli gerilla adaylarını hiç anlamı olmayan eylemlerle harcarken, gerilla savaşını geliştirebilecek dürüst komuta adaylarını da arkadan vuracak kadar alçaklaştılar. Özellikle Dörtlü Çete (Şemdin Sakık-Zeki, Şahin Baliç-Topal Metin, Halil Kaya-Kör Cemal ve Cemil Işık-Hogir) bu konuda tam uzman kesildi. Çetenin elebaşları ‘Ajanları tespit ediyoruz’ adı altında yaptırdıkları işkenceli sorgulamalarda büyük ihtimalle yüzlerce dürüst yoldaşın katledilmesine yol açtılar. Terzi Cemal-Ali Ömürcan ve Doktor Süleyman-Sait Çürükkaya gibi kaçkın birçok elebaşı, kadro ve savaşçı yeme makinesine dönüştü”. Tüm bu yaşanan sorunlar karşısında Önder Apo neredeyse tüm komuta ve savaşçı yapısını tahlil etti.
Komutanlaşma-ordulaşma süreci tüm bu yaşanan olumsuzluklara rağmen Önder Apo’nun müdahaleleri, parti ve çizgi mücadelesinde ısrar eden Egîd-Mashum Korkmaz, Erdal-Mustafa Yöndem, Bedran-Mehmet Sevgat gibi yoldaşların ısrarlı yaklaşımları büyük bedeller ödeme pahasına da olsa gelişim çizgisini korudu. Niceliksel bir büyüme yaşadı ve güçlendi. PKK’nin sadece Kürdistan’ın bir parçasının değil tüm Kürdistan’da, yurt dışında da öncü parti olduğunu pratikte gösterdi. Kürt Ulusal Birliği PKK’de somut bir şekilde temsilini bulmaya ve anlam kazanmaya başladı. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise PKK mücadele tarihinde yeni bir gelişme sürecine daha girildi.
b-Serhildanlar süreci;
15 Ağustos 1984 Atılımıyla Kürdistan halkı gerillaya, meşru savunma güçlerine kavuşmuştu. 15 Ağustos 1984 Atılımıyla Kürdistan’da ve Türkiye’de askeri, siyasal, toplumsal ve kültürel olarak büyük gelişmelerin önü açıldı. Gerilla ordulaştı. O güne kadar evinden, köyünden çıkması engellenen ve hep erkekten sonra adı anılan kadınlar mücadele saflarına katıldıkça erkek egemenlikli cinsiyetçi düşünce ve yaklaşımlar kırılmaya başladı. Gerillada daha etkin olarak yer aldıkça özgün örgütlenme ve ordulaşma oluşturuldu. Kadın, serhildanlara öncülük yaptı. Öyle ki, Kürdistan’da fitilini ateşlediği yeni bir kültür devriminin, demokratik devrimin öncüsü haline geldi.
Serhildanlarla, Kürdistan tarihinde yeni bir sürece girildi. Devletin, ağaların, jandarmanın Bakurê Kurdistan’da hükmü kalmadı. Halk kendi öz bilinci, gücü ve kimliğiyle tarih sahnesinde iradi bir güç olarak varlığını göstermeye başladı. Bununla da kalmayarak, 12 Eylül askeri faşist cuntasını gerileterek, Türkiye toplumunun, devrimci, demokratik güçlerinin de kendilerini ifade etmelerinin, örgütlenmelerinin önünü açtı. Bunun bir sonucu olarak da gerek Kürdistan’da, gerekse de Türkiye’de büyük emekçi ve halk hareketleri yaşandı. Türkiye’de 1980’li yılların sonlarına doğru başlayan ve giderek yaygınlaşarak büyüyen işçi-emekçi eylemleri, gösterileri, grevleri bunun somut göstergeleri olarak tarihe geçti.
Bunlar Kürdistan tarihinde artık yeni bir mücadele sürecine girildiğini gösterirken, Kürdistan toplumu eskinin sömürge toplumu olmaktan çıktı, mücadele ederek dirilen bir halk haline geldi. Yeni bir ruhsal şekilleniş içerisine girerek bunun özelliklerni edindi. Artık sömürgeci TC devletinden, onun askerinden, polisinden, memurundan korkmuyordu. Gerillaya “bizim çocuklar” diyerek açıktan sahip çıkıyor, meydanlarda ölümün üzerine yürüyordu. Kürtler, öncesinde ‘kaçakçılık’ iddiasıyla devlet tarafından katledilen en yakınını bile tanımazlıktan gelerek sahip çıkmazken; şehitlerine sahip çıkıyor ve cenazelerini törenlerle toprağa veriyordu. Düğünler, törenler Kürtçe türkülerin, marşların söylendiği gösterilere dönüşüyor; halk bunların eşliğinde halaya duruyordu. Sömürgeci sisteme karşı esnaf kepenk, şoförler de kontak kapatarak yaşamı durduruyordu. Kadınlar için hapishane olan evlerin duvarları yıkılmıştı. Kadınlar, gençler, çocuklar serhildanların en etkin katılımcılarıydı. Sokaklarda açıktan, korkmadan Kürtçe konuşuluyor ve Kürtlere ait folklorik özelliklere sahip çıkılıyor, elbiseler giyiliyor, takılar takılıyor, renkler taşınıyordu. Tüm bunlar, Kürdistan’daki toplumsal kırılmanın yerine yeni bir toplumsallığın doğduğunu gösteriyordu. Bununla da kalınmayarak; Kürt olmayan topluluklar üzerinde demokratik, özgürlükçü düşünce ve eğilimlerin gelişmesini sağlayıcı etkide de bulunuyordu.
‘Diriliş tamamlandı sıra kurtuluşta’;
Kürdistan halkı böylesi bir süreçte mücadelesi ile kendi meşruiyetini yaratarak sömürgeciliğin engellerini, yasaklarını parçalamış ve bunu da Önder Apo’nun “Diriliş tamamlandı, sıra kurtuluşta” sözleri ile ifadelendirmekteydi. Bakurê Kurdistan’da başlayan bu yeni dönem, Kürdistan’ın diğer parçalarını da etkileyerek ulusal birlik yönünde güçlü düşünce ve umutların gelişmesinin önünü açtı. Yaşananların etkisiyle Kürdistan’ın diğer parçalarında bunun doğrudan sonuçları görülmeye başlandı. Bunlar birer düş ve hayal değildi. Hakikatin kendisiydi. Kürdistan halkı ile sömürgeci devletin iki temel karşıt güç haline gelmiş olmasının bir göstergesiydi.
İçerisine girilen bu sürecin temel özelliğini; gerilla mücadelesiyle serhildanların birleşmesi, bir başka ifadeyle kır-kent birliğinin sağlanması oluşturdu. Bununla, gerillaya dayalı halk savaşı doğrudan toplumu da içerisine almış oluyordu. Artık bu süreçle beraber, Bakurê Kurdistan’da işçi, yoksul köylü ve tüm ezilenler PKK saflarında yerlerini almaya başladı. Kürdistan’ın diğer parçalarından katılımlar daha da yoğunlaştı.
Zaten böyle olması da kaçınılmaz bir sonuçtu. Gelişen ve etki düzeyi artan devrim mücadelesinin diğer farklı sınıf ve toplumsal kesimleri etkilemesi, o güne kadarki pozisyonlarını değiştirmeleri için gerekli olan koşulları yarattığı gibi Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşayan halkımızın da yönünü PKK’ye çevirmesine neden oldu; ulusal birlik düşünce ve eğilimlerini güçlendirdi. Düşman gerilemiş, PKK yeni mevziler kazanmıştı. Bakurê Kurdistan’da dirilişin tamamlandığı, sıranın kurtuluşa geldiği, ikili iktidarların tartışıldığı, Kürdistan Ulusal Meclisi’ni kurma girişimlerinin ağırlık kazandığı koşullarda bundan farklı bir sonuç da beklenemezdi.
Bu süreçte, gerilla saflarına katılım oranlarında adeta bir patlama meydan geldi. Kürdistan’ın tüm parçalardaki köylerinden, şehirinlerden, Türkiye metropollerinden,yurtdışı alanlarından, üniversitelerden, öğrencisi, işçisi, köylüsü, esnafı, sanatçısı tüm toplumsal kesimlere varıncaya kadar binlerce Kürt, PKK saflarına katıldı. Genç kadın katılımları zirve yaptı, kadının rengi PKK saflarında çok daha belirgin bir hale geldi.
Kadın katılımlarının ifade ettiği tarihsel anlamla, bu süreçte yaşanan katılımlar arasında nitelikleri gereği partilileşerek komutanlaşma ve ordulaşmada yaşanan boşluğu dolduracak, ulusal birlik düşünce ve mücadelesinin gelişip serpilmesine güç verecek bir potansiyele sahip olanların oranı oldukça fazlaydı. Sadece Bakurê Kurdistan açısından değil, Rojava ve Başûrê Kurdistan için de böyle bir belirlemede bulunmak mümkündür. Serhildanlar sürecinde yaşanan bu katılımlar ve yükselen toplumsal devrimci dalgalanma giderek Rojhilatê Kurdistan’ı da etkisi altına aldı.
Ayrıca bu süreçte PKK’ye gerçekleşen katılımlar da: Arap Aziz-Nadir Şêx Hasan, Çerkez Hêlîn-Nermin Akkuş, Rojbîn Arap-Fatma Özen, Pir Kemal-Dursun Ustacan, Çiğdem-Hüsne Akgül, Ronahî-Andrea Wolf gibi Arap, Fars, Çerkez, Türk, Türkmen, Alman vb farklı kültür ve kimliğe mensup olanlar da yer aldı. Bu katılımlar PKK’nin Haki Karer ve Kemal Pir’lerle başlayan enternasyonalist karakterini daha da güçlendirdi.
Bu katılımlar “Dörtlü Çete” pratiğinin etkili olduğu dönemde katledilen; partileşerek, komuta özelliklerine ulaşarak, dönemin öncülük görev ve sorumluluklarını yerine getirebilecek çok sayıda kadro ve gerilla adaylarının bıraktığı boşluğu doldurabilecek bir özellik taşımaktaydı. Önderliğin “Zafere Yürüyüş” adını verdiği eğitim devresine katılanların büyük bir kısmı bu katılımlardan oluşmuştu. Bu yönüyle de değişim ve dönüşüme hazırdılar. Ki, yaşananlar da bunu doğruladı. Bêrîtan-Gülnaz Karataş, Zîlan-Zeynep Kınacı ve Serhildan-Sema Yüce yoldaşlar da bu süreçte katıldılar.
Her devrim sürecinde olduğu gibi Kürdistan’da yaşanan devrimin de karşılaştığı zorluklar oldu. Gerillaya katılımların sayısı bir anda binleri buldu. Gerilla ile halk serhildanları bütünleşerek Devrimci Halk Savaşı’na dönüştü. Savaş bölgeleri binlerce gerillanın kontrolünde olan “kızıl alanlara” dönüştü. Düşman güçleri garnizonlarına kapanarak hareket edemez hale geldi. Düşman -generalleri bu gerçekleri ifade ediyor- kimi Kürdistan kentlerini boşaltma hazırlıklarına başladı. Devrimin elde ettiği bu kazanımların, tamamlanan dirilişin, devrime dönüştürülmesi gerekirken, içerisine girilen ciddi yetersizlikler bunu engelledi. ‘Zafer sarhoşluğu’ ve ‘erken iktidar hastalığı’ gibi parti ve çizgi dışı eğilimler etkisini göstermeye başladı. Örgütlenme ve mücadele alanlarında da etkisini gösteren bu eğilimler büyük bedeller ödenerek, fedakârlık ve kahramanlık gösterilerek yakalanan devrimin, toplumsal bir örgütlenme ve siyasal şekillenişe dönüşmesini engelledi.
Her ne kadar içerisine girilen böylesi bir dönemde erken iktidar hastalığı, zafer sarhoşluğu gibi kendini kaybeden, çizgi dışı hatalı yaklaşımlarla, öncülükte kimi yetersizlik ve sorunlar yaşanmış, yeni Kürt toplumsallığını engelleme saldırılarıyla karşılaşılmış olsa da; PKK, mücadelesine ve tarihsel yürüyüşüne devam etti. Daha önce kadroda somutlaşan yeni Kürt toplumsallığı genel Kürt toplumsal şekillenişi haline dönüşmeye başladı. Buna bağlı olarak; ‘Dirilişin tamamlandığı’ Kürdistan’ı özgürleştirerek, özyönetimine kavuşturmanın temel bir görev olarak belirlendiği bir döneme girilmiş oldu.
CEMAL ŞERİK
YORUM GÖNDER