ZAMAN İLERLİYORDU, BİZ DE İLERLİYORDUK
Arkadaşlar arasında ki kararlaşmayan tutumu bir avuntu haline getirip, belki de böyle bir şey konuşulmadı, ya da böyle bir şeyden bahsedilmedi bile, tamamıyla yanlış anlaşılmış olup, her zaman olduğu gibi, eskiden yaptığımız gibi gidip sığınağımızda rahat edebilecek, dinlene bilecek yiyip içebilecektik. Bunun böyle olmaması için bütün kalbimle tanrıya dua ediyordum. Diyar ve Sadık arkadaşların iyi Türkçe bilmemeleri bu ihtimali arttırıyordu. Buna dayanarak alan değiştirmek için yola koyulduk.
Her an pusuya girecekmiş gibi hareket edip yola devam ediyorduk. Benle Diyar arkadaş önde Sadık ve Bawer arkadaşta arkada savunmalı bir şekilde ilerlerken, hafiften esen rüzgârlar yüreğimizi, bedenimizi okşayıp saçlarımızı yalayıp geçiyordu. Taşlar yuvarlanmasın diye dikkatli yürürken geçen yıldan kalma kurumuş dağ çayının kokusu buram buram tütüyordu ve ciğerlerimizi doldurasıya içimize çekip aynı güzellikte dışarıya savuruyorduk. Yer ve gök sağır kesilmiş, Cınata köyünden gelen köpek sesleri bütün dikkatlerimizi oraya çekmişti. Büyük bir ihtimalle köyün etrafına giden askerlere gidiyorlardı.
Şüphelendiğimiz yerleri sabırla dinleyip, sessizce kontrol ettikten sonra tekrar yola devam ediyorduk. Hava gittikçe soğumaya başlamış, soğuk iliklerimize kadar işliyordu. Ama biz bunun fark edemeyecek kadar dikkatlerimizi bir nokta üzerine yoğunlaştırmıştık. Gözlerimiz etrafı kolaçan edip bir şeyler arıyorduk ve ellerimiz tetikte bekleyip hazırda duruyorduk. Koku duyusunu harekete geçirerek, etrafta parfüm ve sigara kokusu olabilirdi. Sezgilerimizi dinleyerek bir şeyler olmadan önce hissetmek istiyorduk. Kulaklarımız kabarmış bir fısıltı, bir dalın kırılışını, bir taşın yuvarlanmasını ya da aniden bir silahın emniyetinin açılışını duymaya çalışıyorduk.
Zaman ilerliyor, biz de ilerliyorduk. Ay ışığı bize yol gösteriyor ve uzağı görmemizi sağlıyordu. Belli aralıklarla yere çömelerek, yerle gök arasında ki boşluktan bir şeyler görmeye çalışıyorduk. Bu yöntemle önümüzü daha iyi görebiliyor bir şeylerin varlığının bu yöntemle daha iyi fark edip tedbir alabilecektik. Cihazda düşmanın bütün konuşmalarını dinliyorduk.
İki bölge arasında geçen araba gittikten sonra yolu iyicene kontrol ettikten sonra yolun öbür tarafında bulunan tepeye tırmanmaya başladık. Tepenin ortalarında nefes nefese kaldık, üç saatlik yürüyüş ardından bir nebze olsun dinlenmek için mola verdik. Nemlenmiş taşlardan birisine uzanmıştık, yorgunluk ve susuzluktan bitkin düşmüştük. Bedenim takatsizlikten titremeye başlamış, yorgunluktan ve uykusuzluktan gözlerim ister istemez kapanıp biraz olsun uyumak istiyordum.
Yıldızları seyretmek hoşuma gitmişti, uyumamak için yıldızları saymaya başlamıştım, öbür yandan arkadaşlarda birer sigara avuçlarında tutuşturmuş gizliden içiyorlardı. Sigarayla aram yoktu, daha doğrusu yeni bırakmış içmek istemiyordum. O gece yıldızlar ne kadar da yakındılar. Elimi uzatsam tutacakmış gibi geliyordu. Çocukluğumu bir an olsun hatırladım. Her gece yıldızları sayıp, kuzey yıldızını kendime seçerdim ve yaşayan her bir insanın bir yıldızı olduğuna inanırdım. Her bir yıldız kaydığında bir insanın öldüğünü düşünüp, bir saat içinde kaç yıldız kaydı diye aklımda tutardım. Bugün ise benim yıldızım hepsinden parlaktı ve onunla yönümüzü tespit etmeye çalışıyorduk.
Uzaklarda kapkaranlık bir alan ve bizi ne beklediği bilmediğimiz bir sürü tepecik vardı. Her an bir pusuya gire bilirdik ve aniden patlayan bir silahın kurşunuyla öle bilirdik. Ama başarmak için şansımız vardı ve en azından hislerim başaracaksınız diyordu. Zaman her şeyi gösterecekti ve çocukluk hayallerimden vazgeçmek istemiyordum, bu gece yıldızımın da kaymasını istemiyordum. Derin düşüncelere dalmış bir halde sigaraların bitişini bekliyordum. Dört bir yanımız üzüm bağlarıyla çevriliydi. Etrafında hayvanlar girmesin diye duvarlar örülmüştü.
Ömerli halkının yegâne geçim kaynağı bağcılık olup, bağ bozumunda kuru üzüm, pekmez yapıp satıyorlardı. Geçimlerini böyle sağlıyorlardı. Fakirlik halkı boğazlamış seneyi zor çıkarıyorlardı. Geçinmede zorlandıkları için bütün gençler kentlere akın ederek, tekstil fabrikalarında yarı fiyata çalıştırılıyorlardı. Devlet halkı açlıkla terbiye etmekte ve yoksul olan halka para karşılığında ajanlaştırma politikası uygulamaktadır. Sığınağımızın bulunmasında da bu politikanın bir sonucuydu. Uzakta duvarlar üzerinde yapılmış korkuluğa gözlerim dikili kalmıştı. Üşüyordum, bedenim ister istemez titriyordu. Sigaraları biten arkadaşlar ayağa kalkıp yürümeye hazır olduklarını ifade etmeye çalışıyorlardı.
Ben önde diğerleri tek tek sıra halinde ardıma düşmüş ilerliyorduk. Tehlikeli ve şüpheli yerleri dikkatlice kontrol edip ilerlerken, açlık midemize vurmuştu. Gece tenhaydı patikalar yol gösteriyordu, alışık olduğumuz bir patikanın üstüne varmıştık. Yüzlerce defa gelip geçmiştik. Gözlerimi kapatsam patikadan sapmazdım. Araziyi en ince ayrıntılarına kadar tanıyıp ve en küçük bir değişiklik bile bizden kaçamazdı. Saatlerce bir nokta üzerine dürbünü bekletip öylece kala kalırdık.
Bağlar için örülmüş duvarların kenarında ilerlerken ay ışığı giderek yok olup yerini karanlığa bırakıyordu. Ay ışığının vurmadığı yerler ve gölgelikler karanlıkla birleşip yok oluyorlardı. Ne de olsa artık her yer karanlıkların esaretine girmişti. Patikada ilerlerken karanlıklar içinde yerde beyazımsı bir şey ilişti gözüme, oturup elime alıp iyicene kontrol ettikten sonra içime bir şüphe düşmüştü. Elime aldığım kırılmış bir taş parçasıydı. Duvardan yeni düşmüş gibiydi ikiye bölünmüş bir yanı, bembeyaz henüz tozlanmamıştı. Beliydi ki oralardan birileri geçmişti. Ama kimdi? Köylülerin kullandığı patika olmasından dolayı köylülerde olabilirdi. Köylü mü yoksa asker mi? sorusu kafamda zonkluyordu. Gündüzleri buralardan sürü sürü koyun geçerken sürekli kullanılan bir yoldu ama bu kırık henüz taze, tozlanmamıştı ve parlıyordu. Elime aldığım zaman arkadaşlarında dikkatini çekmişti. Arkadaşlar da yanıma gelmişlerdi, tek tek ellerine alıp incelendiğinde herkeste beli belirsiz bir şüphe uyandırmıştı. Gideceğimiz sığınak hemen yanı başımızdaydı. Yaklaşık beş yüz metre uzakta, ilerlemekte olduğumuz tepenin yamacındaydı. Dikkatli olmak zorundaydık, askerlerin sürekli olarak kullandıkları bir alandı ve cihazlarında kullandıkları sırt ve sığınak tartışmasını unutmuş değildim. İçime kötü bir his dolmuş buralarda bir şeyler var dercesine tedirgin olmuştum. Arkadaşların köylüler de olabilir, burayı sürekli kullanıyorlar olmasına rağmen beni avutmamıştı. Olabilir ama yine de dikkatli olmak zorundayız.
ÖZGÜR DENİZ
(DEVAM EDECEK)
YORUM GÖNDER