KÜRDİSTAN DAĞLARININ GÜLER YÜZLÜ YOLDAŞI
Kod adı: Gülistan
Adı soyadı: Gülistan Tutmaz
Ana adı: Cemile Tutmaz
Baba adı: Nedim Tutmaz
Doğum tarihi ve yeri: 06.09.1981 – Mersin / aslen: Mardin Derikli
Partiye Katılım Tarihi: Ağustos 1999 Katılım Sahası: Dersim/Mazgirt
Şahadet Tarihi: 11 Kasım/1999 Faraşin Hakkari
Gülistan Yoldaş; Devrimci, yurtsever, Kürt Ulusal Mücadelesine duyarlı, onurlu bir ailede dünyaya gelmiştir. Bir dramlar ülkesi olan Kürdistan’ın yasaklı bir kızı olarak, doğar doğmaz birçok acı gerçekle tanışmıştır. Bin dokuz yüz seksenler, Kürdistan’ın siyasi olarak çalkalandığı yıllar, insanlar tedirgin, insanlar hareketli, insanlar işkencelerde, insanlar sürgün. Gülistan, o gece karası, o bebek gözlerle izliyor etrafını.
O aktif bir babanın kızı. Sıra bu şirin bebeğin adını koymaya gelmişti. Babanın devrimci duyguları öylesine güçlü ki, Gule ona göre herkesin çocuğuydu, halkın, devrimin çocuğuydu. Tamda devrimci, onurlu geleneklere göre büyümeliydi. Gule doğarken ondan çok sevinen ve heyecan yaşayan birileri daha vardı ki onlarda babasının yoldaşlarıydı, onlar koymalıydı ismini, bu ona göre saygınında bir gereğiydi. Tartışırlar biraz. Bu devrim rüzgârının çalkantıları arasında doğmuş, umudu, sevgiyi taşıyıp ta gelen, bu küçük şirin, narin kız, küçücük sıcak elini uzatmıştı yaşama. Daha doğrusu yaşamın kendisiydi o, yeniden doğuşun adı. Onun isminin Kürdistan olması gerektiğine karar verirler. Başka bir isimlerde gündeme gelmiş ama ona daha yakışanını bulamamışlardı bir türlü.
İşte Kürdistan o gizemli sözcük bu küçük sıcak yürekte merhaba diyordu herkese. Yalnız bir sorun vardı ki: bu isim hiç bir kağıdın üzerine işlenemezdi, hiç delemezdi taşlaşmış zihniyetleri. O hala farkında olmasa da, bir yasaklar ülkesiydi burası. Dili yasak, adı yasak, kimliği yasak, yasak, yasak, yasak. Kürt sen eğer soy ismine yasak ekleyeceksin. Bütün bunlar olmasaydı Gule öyle çekingen ve hüzünlü doğar mıydı, gölge düşer miydi o masum yüzüne. Kim bilir onu neler bekliyordu hayatta. Adım atmanın suç olduğu bu topraklarda inadına yaşamanın sırlarına ermek, yaşanılır kılmak her şeyi. Ama o gelmişti işte, iyi ki de gelmişti. Sıra kağıt üzerindeki kayda gelince Gülistan oluyor adı, Kürdistan yerine yaygın kullanılan bir isim oluyor o dönemler.
Gül kokulu ülkene hoş geldin Gülistan, diyor babası ve onun arkadaşları. Bu Gule’nin bir övünç kaynağı oluyor hep. İsmim hiç değişmeyecek, kodum bu olacak, diyor ve olayı anlatıyor yoldaşlarına. Bütün genç hayatında Gülistan bununla övünecekti, adımı babam ve arkadaşları koydular diyecekti ve o ismi hep onurla taşıyacaktı. Çok geçmeden bir dünyalar tatlısı kardeş daha geldi arkasından, o ne olup bittiğini anlamadan abla olmuştu işte, ona her şey gibi ablalıkta ne çok yakışmıştı. Küçücük, sıcacık elleriyle dokunurdu Fırat kardeşin yüzüne. Bir yıllık bir yaş farkı vardı aralarında ve beraber büyüyeceklerdi.
Çok geçmeden, daha onlar bebekken, baba N. Tutmaz hapse düşer, çünkü o düşünen, bir babaydı. Üstelik çok tehlikeli şeyler yapıyordu, örneğin kızının ismi Gülistan, oğlunun ismi Fırat’tı. Yani ellerinden gelse Fırat nehrinin akışını, güllerin açılışını engelleyeceklerdi. Bu toprakta açmanın ve de akmanın suç olduğunu bilmiyorlar mıydı? Bilmiyorlardı güller açıyor, Fırat akıyor onlar büyüyordu. Kürdistan da bu dönemde on sekiz yaşını geçmiş her erkek Kürt ise eğer ve işbirlikçi değilse mutlaka bir terör suçlusuydu ve ölmeliydi, bu başarılamazsa mutlaka hapse konmalı vahşi uygulamalarla hapiste çürütülmeliydi. Güle hep baba hasreti yaşayacaktı, küçük ve genç ömrünün uzunluğunda. Babam mahvoldu hapislerde, artık hasta, onunla hep gurur duyacağım diyecekti.
Biraz büyüdüğünde onu tam bir yaşam kavgası bekleyecekti. Gule duyarlı, atik, her şeyin ayırdın da olan, bir kızdı artık. Zamanından önce büyümüştü. Ama o nasıl büyüdüğünü hiç bilmeyecekti, çalışıp onlara bakmak zorunda kalan anneye yardım edecekti. Onun seçimleri değildi belki ama bende olsaydım babam gibi yaşarım diyecekti. Hayat ona yaşından, boyundan ve yüreğinden ağır sorumluluklar yüklemişti. Hem okuyacak hem devrimcilik yapacaktı.
Dağlarda gerilla vardı umudunu onlara bağlamıştı, onlar orda, savaşacak, babası hapisten kurtulacak ve artık hep beraber olacaklardı. Onlar daha temiz bir dünya için direniyorlardı o bunu yürekten hissedecek kadar büyümüştü. Artık on dördüne basmış bir yetişkin devrimci gibi sahnedeydi Gule. Başka gençlere bezemiyordu. Verili dünyanın nimetlerine tenezzül edemezdi. Onun sarıldığı ve katıldığı dünya çok başkaydı. Sırf babasının bir suçu olmadığı halde hapiste çürütülmesi bile tam bir çelişkiydi Gule için.
Ona göre iyi insanların yaşamasına izin vermiyordu bu sistem. Anne onların bu tarz katılımlarını annelik içgüdüleriyle biraz karşı durur, Gule bu duruma biraz üzülse de annedir kaygı duyması normaldir diyecek ve annesine sevgisini hep koruyacaktı. O bir anneydi ve yıllarca onları büyütüp kollamaya çalıştı. Birde hayatında o kadar değer verdiği, onunla aynı dünyayı paylaşan ve onunla yoldaş olan küçük Fırat vardı. Sevgi dolu yüreğini herkse vermeliydi. İşte Gule giderek militanlaşıyor ve sınırlarını genişletiyordu.
Nereye giderse gitsin kiminle tartışırsa tartışsın, duruşu ağır başlılığı, bilinç düzeyi, kararlılığı büyük bir güven veriyordu çevresine. Yine halkın durumundan çok etkileniyordu. Her gün bir yelerden faili belli haberler alıyordu. Yüzlerce insan tutuklanıyor, işkence görüyordu. Binlerce köy yakılıyordu. Babasını her ziyarete gittiğinde hep yeni yüzler görüyordu.
Bütün bunlardan çok etkileniyordu, bazen uyuyamıyor, bazen de yemek yiyemiyor dalıp dalıp gidiyordu. Artık daha çok bir şeyler yapmalıyım, kararına varınca gençlik çalışmalarına aktif katılır. Kendisiyle aynı düşünen gençliğe bağlanırken bunun dışında kalıpta basit, anlamsız, duyarsız, sistemin sunduklarıyla yaşamaya çalışan gençliğe de çok öfkelenir. Kendisi daha genç bile sayılmazken bu kadar çelişkileri net görüp sorgulayabiliyorsa neden diğerleri böylesine sorumsuzdu. Bu olgular onun günlük sorguladıkları ve yaşadıklarıydı.
Her zaman onurlu yaşanması gereğine inanıyordu, insanlığa onursuzluğu yakıştıramıyordu. Bir o kadar da yaşam ağır geliyordu o küçük yüreğe, örneğin şiddeti sevmiyordu, kimden kaynaklanırsa kaynaklansın sevmiyordu. Ona göre sorunların çözüm yolu sadece bu değildi. Bunun içinde daha çok çalışılmalıydı. İşte bu yaşlarda İstanbul’da birçok alanda gençlik sorumluluğu yapar.
Özellikle Roma süreci ve 15 Şubat’ta Önder APO’ya yapılan komplolar döneminde onun sorumlu olduğu alanlarda çok yoğun eylemlilikler yaşanır. Çok aktif bir öncülük sergilemiş ve gençlik içinde bir lider haline gelmiştir.
Tabi bu arada devlet güçleri tarafından takibe alınıyor. Onun gurubundan yakalanmalar oluyor. Bu gurubun içinde onun sorumluluğunda çalışan kardeşi de vardır. Gule deşifre olmuş ve özel operasyonlara maruz kalmıştı. Kimliği ve eşkâli tespit edildiğinde buna İstanbul polisi inanmamıştır. Birçok yerde polis bu kadar işi bu yaşlarda bir kız çocuğu örgütlüyor olamaz demiştir. Gule aklı, zekası, atikliği ile hem dostu hem de düşmanı şaşırtmıştır. Bunun üzerine Güle dağlara gitmeye karar veriyor. Orada kalması demek mutlak anlamda yakalanması demek olduğundan bir gurup yoldaşıyla gerilla saflarına katılıyor.
Dersimde bir yaz gecesi gerilla güçlerine ulaştığında çok büyük bir heyecan duyuyor. Tanışıyor tek tek onlarla kısa bir süre eğitim görüyor ve birçok alan dolaşıyor. Gittiği yerlerde rahat ve girişken duruşuyla gerillayla hemen tanışıyor ve kaynaşıyor. Ona ağır olabilecek işleri yaptırmıyorlar. Gule ise buna kendi karar veriyor birçok iş için ben biliyorum ben yaparım biçiminde kendine hep yapacak bir şeyler buluyor. El attığı her çalışmayı çok titiz ve ustalıkla yapıyor.
Yoldaşları arasında çok seviliyor, kısa dönemde iki Ağustos’ta Önder APO’nun kararıyla kuzey güçleri güneye çekileceklerdi. Bu süre zarfında küçük gerilla hiçbir savaşta sıcak bir temas yaşamadı. Sadece eğitim amaçlı mermi patlattı. Canlı ve coşkulu bir duruş sergiledi hep. O metropol gençlik çalışmasında pişmiş, ama gerillada yeniydi zorunlu olmadıkça bu durumdaki arkadaşlar savaşa sokulmamalıydı, arkadaşlarının yaklaşımı buydu ona. Geri çekilme dönemi gelip çatmıştı. Gule de bir gurupla yola çıktı. Yol boyunca tek bir sorun yaşamadı. Sorumlu, olgun yaklaşımlarıyla gerektiğinde yardım almasını ve vermesini bildi.
On Kasım 1999’da artık Gule’nin de içinde bulunduğu grup güney sınırlarına yaklaşmıştı.
Bunu kutlamak lazımdı çünkü aylardır yürümüşlerdi ve büyük tehlikeleri atlatmışlardı. Yolculuk esnasında silah kullanılıp havaya ateş açılır. O sıra silahının emniyetini kapatmayan bir arkadaşın silahından çıkan bir kaza kurşunu Gülistana isabet eder. Önce yaralanır, doktora yetiştirmek için taşırlar onu. Yetişmeden Şehit düşer. Ve oda Şehitler kervanındaki Onurlu Yerini Alır.
PİROZ KOÇGİRİ
KAYNAK: pajk.org/tr/
YORUM GÖNDER