PARTİ TARİHİ (17.BÖLÜM)
1991'de önemli bir gücümüz Garzan'a yerleşti. Zamanında kayıpsız ulaştı ve girişte olumlu oldu. Ama bunun üzerine yatıldı. Eğer o giriş devam ettirilseydi, biraz daha olumlu sonuçlar almak mümkündü. Yine Amed'e, Mardin'e, Dersim'e, Serhat'a önemli güçler aktarıldı. Nitelik olarak da, nicelik olarak da. İlk kez savaş Botan'ın dışına taşırıldı. Hemen hemen gerilla birimleri her alana ulaştı. Zayıfta olsa, tam oturmamışta olsa, denilebilir ki, ülkenin her yerine ulaşmış olduk. Güney-Batı yine öyle. GAP yine faaliyete açıldı. Bu anlamda olumlu bir sürece girildi. Yine çetelere yönelik çıkarılan af olumlu gelişmelere yol açtı. Ama bu af bizim güçlerimiz tarafından doğru kavranmadı. Yaratıcı uygulanmadı. Onun için bazı yerlerde olumlu sonuç yaratırken, bazı yerlerde de tersinden sonuçlar da yarattı aslında. Yani çeteler bundan yararlanarak daha çok azgınlaştı. Bazı yerlerde çete olmayanlar çeteleşti. Tabii ki bunlar neyin sonucuydu? Bu af yasasının doğru kavranmaması, pratikte bunun doğru uygulanmaması, Herkesin biraz kendine göre uygulamasının sonucu olarak ortaya çıktı. Ama genel anlamda olumlu sonuçları da oldu. Eğer uygulamada daha yaratıcı olunsaydı, daha iyi sonuçlara ulaşmak mümkündü o süreçte. Yine kongrede bu yargılamalardan ötürü, cezalandırmalardan ötürü çıkarılan bir karar vardı. Adeta halktan özür dileniyordu. Halka bir anlamda hesap veriliyordu. PKK adına olup biten şeylere PKK cevap veriyordu. Bu da halkta önemli bir rahatlamaya yol açtı. Partiye olan görevini artırdı. Güven epey sarsılmıştı. Bu sarsılan güveni de giderdi. Partiye güven alabildiğine gelişti. Böylesi olumlu bir sürece girildi. Yine savaşçı alımında, savaşçıların akımı başladı. Ki en önemlisi de, bu süreçte biliyorsunuz Serhildanların gelişmesidir. Yani mücadelenin kitle hareketinin serhildan biçiminde gelişmesi de ki daha ’90'da başlamıştır. ’91’de serhıldanlar epey gelişti. ’90'da birkaç yerde başlayan serhıldanlar, giderek ülkenin önemli bir kesimine yayıldı. Bu önemliydi.
Çünkü hareketin hem kır, hem şehir temeli güçleniyordu. Sınıfsal temeli güçleniyordu. Kitle temeli güçleniyordu. Savaş temeli yine güçleniyordu. Yine TC 'nin o ’87'lerle birlikte başlattığı özel savaş ve o özel savaşın taktikleri, işlenmez kılınıyordu. Bu mücadeleyle birlikte, mücadelenin bir yan ürünü olarak, yeni olanaklar ortaya çıkıyordu. Legal olanaklar, imkanlar. Bu mücadelenin direk sonucudar. Sonuçları olarak ortaya çıkan yan ürünleridir. Bunlar böylelikle ortaya çıkıyordu. Bu dönemde partinin bir seçim taktiği var. Ki bu taktiği geliştiren de parti Önderliği idi. Bu taktiğe çeşitli yerlerde yanlış yaklaşanlar, bilerek boşa çıkarmak isteyenler oldu. Özellikle Mardin ve GAP'ta Adnan unsuru (Edip) tarafından. Fakat Parti Önderliği tarafından boşa çıkarıldı. TC'nin o dönemde izlediği taktik vardı. PKK'yi bir takım şeylerden mahrum bırakma taktiğiydi ama Parti Önderliği tarafından boşa çıkarıldı. İşte o bilinen SHP-HEP ittifakı bunun içindi. Ve bu ittifak gerçekten TC'nin tüm taktiklerini alt üst etti, gedik yarattı. O zaman Parti Önderliği'nin Türk Soluna yönelik de harekete geçirme çabaları vardı. Fakat fazla sonuç vermedi. Türk Solu taktiksiz bir sol. Taktiğe çekmek istedi fakat gelmediler. Tabi gelemedikleri için de kaybettiler. Bu taktiğin ne kadar doğru olduğu, ne kadar sonuç ortaya çıkardığı daha sonra çok net ortaya çıktı. Bu önemlidir.
Bu dönemde Mardin'de Edip unsurunun geliştirdiği bir tasfiyecilik var. Mardin ve GAP sahasını örgüte kapatma, örgütten koparma, orada kendine göre bir anlayış ve yapı şekillendirme, partiyi sınıfsal temelinden uzaklaştırma başka sınıflara dayandırma. Mardin'deki o kayıplar, yozlaşmalar bunun bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Hala da Mardin kendine gelememiştir. Bunun, oraya dayanarak hem metropollere hem ülkenin çeşitli alanlarına el atma planları var. Eyaleti tüm çalışmalara, örgütün müdahalelerine kapatıyor. Ama oradan dalga dalga her yere el atmaya çalışıyor. Eyaletin hiçbir hizmetini mücadelenin hizmetine sunmuyor. Ki Mardin Eyaleti, kongrede Botan'ı beslemekle görevlendirilmişti. Botan'ın çeşitli ihtiyaçlarını gidermekle görevlendirilmişti. Fakat Mardin bu görevi hiçbir zaman yerine getirmedi. Neden? Çünkü Edip bunu engelledi. Ki Mardin, bin ülkeyi besleyecek imkanlara sahipti, değil bir Botan'ı. Fakat o zaman Botan'a ne savaşçı anlamında, ne maddi, ne manevi anlamda hiçbir desteği olmamıştı. İlişki kesilmişti. Bu durum görüldüğü için müdahale de edilmek istendi. O dönemde Mardin'e benim yazdığım bir yazı var, 'Siz Hayri Kozakçıoğlu'nun taktiğini uyguluyorsunuz.' demiştim. Gerçek de buydu. O zaman Edip denen unsur bir yazı göndermişti. Çok tehlikeli bir yazıydı. Bazı arkadaşlar okudu. Buraya da gönderdim. O yazıda onun ne yaptığını insan rahatlıkla gözleyip, anlayabiliyor. Ve gerçekten de uyguladığı H. Kozakçıoğlu'nun taktiğiymiş.
Mesela bazı arkadaşların intihara sürüklenmesi var. Yani eylemlerde bilerek şahadete gidiyor. Sırf ihanetçi damgası yememek için. Orada bu tür şeyler de var. Yine oradaki maddi imkanların kullanılış biçimi var. Yine orada TC’nin birimlerimize yaklaşım biçimi var. Örgütün, milisin, bazı kesimlerin kontrol altına girmesi var. Örgüte bağlı olanların tasfiyesi, diğerlerinin yaşatılması var. Böyle ilginç, karmaşık şeyler orda uygulanmıştı. Tabii ki bütün bunlar da Edip'in sorumluluğu altında yapılıyor. O zaman bunların hem ana karargaha, hem Avrupa'ya tavır alışları var. Cemal Arkadaş da o zaman Avrupa’dan sıkıştırıyordu. Bu Özellikle seçim taktiği meselesinde o tavırları boşuna değil. Bunlar iki yerden sıkıştırılıyor. Sıkıştırılınca, gerçek yüzleri ortaya çıkıyor. Onun için karşıtına giriyor. Uzun süre Mardin ile Parti Önderliği'nin ilişkilerinin olduğunu sanıyorduk. Sonra Parti Önderliği ile görüştüğümüzde, Mardin'in ilişkilerini kestiğini söyleyince, müdahale etme gereğini duydum. Yusuf Arkadaş müdahale olarak giderken, Cudi'de şehit düştü. Dolayısıyla bu müdahale sonuçsuz kaldı. Ama o yazdığım yazıdan ötürü, Edip onlar gerçeği fark etmişti. Onun üzerine Parti Önderliği benim için bir eleştiride bulundu. Dedi ki 'Doğru yapmadın, öyle yaklaşmayacaktın. Biraz daha politik yaklaşmak gerekiyordu.' Tabi olan olmuştu. O zaman Parti Önderliği'ne dedim ki 'Müdahale edip, alabiliriz de.' Parti Önderliği kabul etmedi. 'Sorun bu biçimiyle ele alınamaz. Bu biçimiyle ele alınırsa, bunlar daha tehlikeli sonuçlar yaratır.' Daha sonra bunlar sözümona Türkiye'ye gittiler. Orada Türkiye çalışmalarına gidiyor. Orada bizim dost bir örgütümüz var. O örgütün idaresini eline geçirmek istiyor. Tabi daha sonra tasfiye oluyor fakat önemliydi. Edip'in 4. Kongre sonrası Mardin'de yaşatmak istediği pratik çok önemliydi. İşte Agit denen unsur da o anlayışın ortaya çıkardığı biri. O dönemde en çok bu unsur öne çıkarılmış ve çalışmalar bunun kontrolüne verilmişti. Bu da ağalık yapmıştı. Parti ne zaman ki 'Doğru tutuma gel' dediğinde adam TC'nin yanına gitti tabi. Mardin'deki Agit denen mesele bu meseledir.
Bu dönemde ülkede gerillada belli bir açılım sağlanıp, serhıldanlar gelişirken, hareketin kitle temeli güçlenirken, niteliği bu anlamda güçlenirken bu sahada Zindan Konferansı gerçekleşti. Önemli bir kesim daha önce belirttiğimiz biçimde de olsa, cezaevinden çıkmıştı. Bu sahada bir konferans gerçekleştirildi. Konferans şüphesiz cezaevi pratiğini önemli ölçüde ortaya çıkarmıştı. Fakat daha sonra yaşadığımız süreç, konferansın tüm yönleri ortaya çıkarmadığını gösteriyor. Yeniden bu sürecin değerlendirilmesinin gerektiği ortaya çıkıyor. Gelen yapı, cezaevinden oldukça sorunlarla yüklü olarak geldi. Evet, gelmişler, direnmişler, partiye de genel anlamda bir bağlılıkları var ama gerçek partiden uzaklaşmışlardı. Partiden kopmuşlar aslında. Örgüte disipline, ordulaşmaya, savaşa, Önderliğe gelemeyen ama diğer taraftan da her şeyi haketmiş, kendisini kanıtlamış, kimsenin artık eleştirmemesi, bir şey dememesi gerektiği, el üstünde taşıması gerektiği, tüm değerlerin sunulması gerektiği gibi ilginç bir durumun içindeler. Ne örgütten haberleri var, ne örgütün gelişme düzeyinden haberleri var. Kendilerine göre bir devrimcilik yaşıyorlar. Ki düşman aslında önemli ölçüde çarpıtmış. Bunun sonucu bu durumu yaşıyorlar. Hem kişilikte, hem düşüncede, hem ruhta. Düşman zaten biraz da buna güvenerek bırakmış, göndermiş. Yani bunlar kolay kolay PKK'ye gelmez. Biraz da PKK'yi bozmakla uğraşırlar. PKK'de bunlarla biraz uğraşır. M. Şener'in dayanacağı zemin zaten bu zemin. Düşmanın hesabı, bunların biraz da Şener'in kadrosu olacağı.
Daha sonra konferansla, bu süreç bıçak keser gibi durdu. Hesaplar tutmadı. Çünkü gerçekten geldiklerinde Parti Önderliği'ni çok uğraştırdılar. Yani diyebilirim ki Parti Önderliği çok sorunla uğraştı, çok kişiyle uğraştı. Ama cezaevinden gelen arkadaşlarla uğraşması diğerlerinden daha fazla, daha boyutludur. Sabırla, olgunlukla uğraştı. Günlerce uğraştı. Bunları bu durumdan çıkarmak, olumsuz gidişatlarının önünü almak için birçok şeye hatta tahammül eder, hoşgörü gösterir. Mesela ilginçtir, bir Sakine Avrupa'dan gelirken bavullar dolusu çocuk oyuncağı alıyor, çocuk eşyası alıyor ve Parti Önderliği'nin yanına geliyor. Yani ben olsaydım, açık tepkiden de öteye giderdim. Ama Parti Öderliği buna rağmen son derece olgun yaklaşıyor. Bu bavullarla çocuk oyuncağı getirmek öyle boş bir mesele değil, bir anlayıştır. Partiye dayatılmak istenen bir anlayış. O bavullar o anlayışı biraz temsil ediyor. Ve bilerek onları getiriyor. Sakine cezaevinde yatmış sözüm ona bu kadar düşmanı yaşamış, çıkmış geliyor. Parti bu kadar mücadele ediyor, partinin ihtiyacı çocuk oyuncakları mıdır acaba? Parti acaba neye ihtiyacı olup olmadığını bilmeyecek durumda mıdır ki bunları getiriyor! Bunlar önemlidir, Parti Önderliği de bunu anlamayacak durumda değildir. Buna rağmen olumlu yaklaşıyor. Yine gelir gelmez Parti Önderliği'nin üzerine 'Çekil bir tarafa, bizim de çözümlemelerimiz vardır.' diyor.
Yani gözü kara tarzda geliyor. Parti Önderliği yine olgunca yaklaşıyor. Bu tabii ki en uç tipidir. Diğerlerinin de genel durumu farklı değil. Hepsi bir sorun, hepsi apayrı bir örgüt. Bunlarla uğraşmak, bunları düzletmeye kalkmak büyük bir mesele. Yani, şunu belirteyim, eğer bunlar doğrudan Önderlik sahasına değil, diğer alanlara gitseydi, gittikleri yeri epey yakıp yıkabilirlerdi. Objektif olarak, yani niyet olarak değil. Bu arkadaşlar yıllarca zindanda da kaldı, partiye bağlılar, mesele o anlamda değil. Anlayış, ruh, yaşam olarak kopmuş, durumdalar. Nereye giderlerse, orayı olumsuz etkiliyorlar. Kızıyorlar ve gerçekten çok tahripkar şeyler olabiliyor. Başlangıçta bu sahaya gelmeli bu anlamda olumlu oldu. Evet, belki Parti Önderilği'ne yük bindi, çok yıprattılar ama hiç olmazsa ülkeye fazla tahriplerinin olmaması anlamında olumluydu. Cezaevi yapısıyla Parti Önderliği çok yoğun ilgilenerek bu çarpıklıkları giderip, arındırmaya çalışır, partiyle bütünleştirmeye çalışır. Bu, zorlu bir süreç olur. Bunun sonunda o bildiğimiz Zindan Konferansı gerçekleşir. Dedik ki Zindan Konferansı önemli ölçüde cezaevi pratiğini, o direnişini olumlu, olumsuz yönleriyle otaya koyar. Ama daha sonraki süreç bu konferansın, her ne kadar o süreci değerlendirmiş olsa da bazı yönleriyle eksik kaldığı ortaya çıkacaktır. Ve bu sürecin yeniden ele alınmasının gerekliliği ortaya çıkacaktır. Bu konferans gerçekleştirildikten sonra bunun sonuçları cezaevlerine taşırılmak istendi, taşırıldı. Bunun cezaevindeki çarpıklığı gidermede önemli bir rolü olur.
Gerçekten böyle bir konferansı gerçekleştirmek ve cezaevine taşırmak büyük bir olay. Kimsenin cesaret edemeyeceği bir olay. Bunun önemini derinden duyan Parti Önderliği'dir. Çünkü Parti Önderliği şunu çok iyi bilmekteydi; cezaevleri tasfiyeciliğin merkezi olmuştur. Tüm örgütlerin tarihinde böyle olmuştur. Birçok örgüt cezaevlerinde bitirilmiştir aslında. Parti Önderliği bunu çok iyi biliyor. PKK'ye de dayatılanın bu olduğunu çok iyi görüyor. Bunun tersine çevrilmesi gerek. Bunun için, sonuçlarını cezaevine taşırdık. Fakat bu taşırılırken, şöylesi bir tehlike de vardı; cezaevindeki, direndiğinin çok iyi bilincinde hatta Partiyi kurtaranların kendileri olduğunun düşüncesindeler. Bu konferansta, işlerin hiç de öyle olmadığı ortaya çıkar. Bu değerlendirmeler cezaevine aktarıldığında, cezaevindekiler buna tepki duyabilir, buna yatkındır. Düşman da bunu körükleyerek, cezaevi yapısını partinin karşısına dikebilir. Bu tehlikeye karşı, riskler göze alınarak bu yapıldı. Bunu çoğumuz fark etmemiştik fakat dışımızda olan Yalçın Küçük bile ne kadar önemli olduğunu görüp, anlar. Parti Önderliği ile görüşmesinde aynen şunu söyler,, 'Hangi cesaretle, neye dayanarak siz bunu yaptınız. Bu riski nasıl göğüsleyebildiniz?' Çünkü Y. Küçük'de cezaevlerinin, örgütlerin durumunu çok iyi bilir. Böyle bir çabanın partiyi düzeltebileceği gibi, partiye karşı bir güç oluşturma tehlikesinin olduğunu da çok iyi bilir. Onun için çok önemli ve ciddi olduğunu söyler. Çeşitli toplantılarında, yazılarında da, konuşmalarında da bunu dile getirir.
PKK'yi, PKK Önderliği'ni Yalçın Küçük bu olaylarla değerlendiriyor. PKK Önderliği'nin yaşanan önderliklerden farklı olduğunu bu olaylarla da görür. Yine bu önderliğin sorunlara yaklaşımının farklılığını burada da görür. Onun için çok değer biçer. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, dışımızda biridir fakat, PKK yi, PKK Önderliği'ni bizden daha çok kavrayan, sonuç çıkaran biridir. Biz, onun kavradığının, çıkardığının %1'ini bile kavrayacak durumda değiliz. Acı olan da burası, en çok sonuç çıkarması gereken biz iken, dışımızdaki biri bizden daha çok sonuç çıkarıyor. Bunu da görmek gerek. Tabi ki cesaret istiyor. Devrimci mücadelede savaş alanı risklerle, bilinmezliklerle doludur. Biraz da bu riskleri göğüsleyebilen savaşı yürütebilir. Risklerden kaçan hiçbir zaman savaşı geliştiremez. Bu, gözükara anlayışla mücadele etmek anlamına gelmiyor. Tam tersine daha çok duyarlı olmayı gerektiriyor. Buradan çıkarılması gereken budur. Birçoğumuzda egemen olan savaş olayını kavramamaktır. Hele risklere hiç katlanmamaktır, hiç görmemektir. Bir kısmımızda bu yaşanırken, bir kısmımızda bunun tam tersi, adeta gözü kara yürüme. İkisi de tehlikelidir ve ikisi de tasfiyeye götürür. İşte, bu Zindan Konferansı’nın sonuçlarının cezaevlerine aktarılması ve tabi ki üzerinde durularak tartışılması sonucudur ki, cezaevi o çarpıklığı önemli ölçüde aşıyor, ciddi bir sorun olmaktan çıkıyor. TC, bunu görünce, o bırakmaları durduruyor... Konferans sonrası hesapları tutmadığı için bırakmaları da durdurmuştur. Bu PKK'nin PKK ile vurulması taktiğidir. Ama Parti Önderliği düşmanın bu taktiğini görmüş ve tersine çevirmiştir, olanaksız kılmıştır. Düşmanın sonuç alamamasının nedenini burada aramak gerekir.
Güneydeki ayaklanmadan bahsettim ve dedim ki, diğer hiçbir örgüt yoktu, bu ayaklanmaya biraz da biz damgamızı vurduk. Ama sonuçta üzerine başkaları kondu. Bu önemlidir ve sadece Güney açısından sonuç çıkarmamak gerekir, Kuzey açısından da geçerlidir. Yani burada şu gaflete düşmemek gerekir: 'Biz mücadele ediyoruz, güçlüyüz. Diğerleri bir şey yapamaz.' Güney yapabileceklerinin çok açık örneğidir. Yani kan dökebiliriz, acı, işkence çekebiliriz, meyvayı olgunlaştırabiliriz. Eğer buna yeterince sahip olmaz, gerektiği gibi öngörülü yaklaşmaz, görevleri zamanında yerine getirmez, atılması gereken adımları zamanında atmazsak, öncülüğü çok sağlam tutmaz ve hakim olmazsak Güney'de yaşanan Kuzey'de de yaşanabilir. Bu mümkündür. Sırf kitle açısından değil. Bence PKK'de bu yaşanabilir. Parti Önderliği bu noktayı çok çarpıcı koyuyor. Yani, düşman neden bu iş APO'nun işidir, diyor. Bunu boşuna söylemiyor. PKK, azınlık da demeyeceğim, Parti Önderliği tarafından temsil ediliyor. Düşman, bu gerçeği çok iyi bildiği için bu noktadan yükleniyor. Yani PKK, PKK mensuplarınca fazla temsil edilmiyor. PKK, Önderlik tarafından temsil edildiği için 'APO sorunudur' diyor. Önderliğin dışındakiler ciddiye alınmıyor veya PKK'li olarak görülmüyor. Onlar da kendilerini PKK'li olarak göremedikleri için oluyor bu. Sanki PKK'nin tüm sorunu Önderliğin sorunuymuş gibi ortaya çıkıyor ve bu yüzden düşman Önderliğe bu kadar yükleniyor. Ve bu noktada bitirip, sonuç almak istiyor. Kendimiz açısından çıkaracağımız bir sonuç da bu olmalı. PKK’liyiz diyoruz ama sadece diyoruz. Dikkat ederseniz düşman da bizi PKK'li olarak görmüyor, kendisine ait olarak görüyor.
Tüm PKK'yi tasfiye etme taktiğini de bize dayandırıyor. Bundan ciddi sonuç çıkarmamız ve ciddi bir sorun yapmamız gerekiyor kendimiz için. Eğer gerçekten PKK'lileşeceksek, Önderliğe bağlı kalacaksak, savaş yürüteceksek, zafer kazanacaksak ve sonuç alacaksak bunu kendimize ciddi bir sorun yapmamız gerekiyor. Bu sorunu kendi sorunumuz olarak görüp, yüklenerek çözmek gerekiyor. Sorunun çözümü biraz da buradadır, düşmanın başarısızlığa uğratılması da buradadır. Düşman bugün PKK'yi bitirmek istiyorsa, verilecek cevap da bu noktadan olmalıdır. Eğer bu noktadan verilirse, düşmanı etkisiz kılmak, PKK'yi zafere yürütmek mümkün. Dikkat edilirse düşman çok sistemli çalışıyor. Biz düşmanı daha kavramamışız. Düşmanı yaşıyoruz, çoğumuz bunun farkında bile değiliz. Düşmanı yaşadığımız için zaten düşman bizi kendisine ait görüyor. 'PKK sizi çaldı, uyanın' diyor, 'Siz benim malımsınız, PKK'nin değil.' O pişmanlık yasaları, bilmem propagandalar... bunun için çıkarılıyor aslında. Nedensiz değil ama biz bunu ne kadar görebiliyoruz? Fazla gördüğümüz yok ama PKK’liyiz Bizim PKK'liliğimiz öyle ilginç bir PKK'lilik ki her şeye hizmet eden bir PKK’lilik Onun için pratikte PKK'ye de hizmet ediyor, TC'ye de hizmet ediyor. Kendimizi bu konumdan çıkarmamız gerekir.
CEMİL BAYIK (HEVAL CUMA) 17.BÖLÜM
YORUM GÖNDER