ÖNDERLİK GERÇEĞİ-23.BÖLÜM
Önderliğin temel özelliklerinden biri nedir? Sadakattir. Sadik. O da yol arkadaşı olmak demektir değil mi? Yani yolu birlikte yürümek, yoldan ayrılmamak. Sadakatte buradan gelir. Yol kavaramı ile doğrudan bağlantılı bir kavramdır. İnsanı bir yana bırakın Önderlik hayvanda bile sadakat arıyor. Güvencinler olur. Önderliğin beslemiş olduğu güvercinler de vardı. Önderliğin güvercinlerinden biri başka bir güvercin sürüsü ile uçtuğu için Önderlik onun tüm tüylerini yoldu. O güvercin kendi sürüsünde uçmadığı için Önderlik onun tüylerini yoldu. Önderlik “İntikamımı aldım” diyordu. Yine Önderlik “Bizim bir köpek vardı, yemeğini bizim kapıda yer ve gider başkasının kapısında havlardı” der. Bu yüzden bir gün taşlar ile köpeği kovaladığını söyler. Önderlik hayvanda bile sadakat arıyor. Sadakat yoldaşlığın en temel özelliklerinden biridir. Birbirini izlemek, birbirine bağlı kalmak, ihanet etmemek, birbirine ters düşmemek. Bu çok önemli. Şöyle de ifade edebilirim: Birbirine sadık olmayanlar Önderliğe sadık olamaz. Birbirileri ile yoldaşlık etmesini bilmeyenler Önderlik ile yoldaş olamazlar. Önderliğin istediği bu değil midir? Büyük arkadaşlıklar oluşturduğunuz zaman zaten Önderlik ile büyük arkadaşlık yakalamışsınız demektir.
Öncelikle büyük arkadaşlıkların, büyük yoldaşlıkların örgüt içerisinde yakalanması gerekiyor. İşin özü budur. bir örnek vereceğim. Bir grup vardı. Bizimkiler bunlardan birkaç kişiyi dövmüşler. Ben Dersim’de bir otelde kalıyordum. Otelin çalışanları bizim gençlerdi. Bize bağlı gençlerdi. Saat on sıraları bana “seni çağırıyorlar” dediler. Ben aşağı indim. Tabi hazırlıklı gelmişlerdi. Benim yanımda da iki tane otel çalışanı var. Bizim arkadaşları dövmüşsünüz dediler. Ben de benim haberim yok, şuan uygun değilim sabah konuşalım, dedim. Yok, şimdi konuşacağız dediler. Bizden kopup onlara katılan biri vardı. O kişi ters bir şey söyledi. Benim yanımdaki gençlerden biri fırlayıp o kişinin başından tuttu ve kafasını koltuğunun altına alarak yumruğunu kaldırdı. O esnada silah çektiler. Allahsız oğlu allahsızlar dağılın dediler. Ondan sonra bana sıkmaya başladılar. Ayaklarımın arasına sıkıyorlardı. Beni vurmak için sıkmıyorlardı. Korkutmak istiyorlardı. O esnada benim yanımdaki o genç kafasını tuttuğu kişiyi bırakıp benim önüme geçti. O genç yakasını yırtarak “Yiğitsen beni vur” dedi. Öyle ateş edilmez, vur dedi. Bunlar kaçtı. Biz silahsızdık. Diyarbakır’a gittim. Urfa’ya geçeceğiz. Bu sefer Diyarbakır’da yakalandım. Kemal arkadaş yakalandığımı duyuyor. Kemal arkadaş o zaman Diyarbakır’daydı. Yanında Rıza arkadaş vardı. Kemal arkadaş Rıza arkadaşa diyor ki: Haberin var mı, Fuat’a silah sıkmışlar. Bizim arkadaşlara kurşun sıkmışlar, diyor. bu yüzden örgütleyerek Ankara’ya gidiyor. Kemal’dir, her yere haber veriyor. Bizim bütün arkadaşları Ankara’ya toplamış.
Beni yakaladılar, Dersim’e götürdüler, oradan Ankara’ya götürdüler ve orada bıraktılar. Siyasal Bilgiler Fakültesi kantininin ön tarafı o grup ile doldurulmuş. Ben de onların içinden geçtim. İçeri girdiğimde içerinin bizimkiler ile dolu olduğunu gördüm. Rıza arkadaş bana kurşun sıkan kişiyi yakalayarak silahı kafasına dayıyor ve sıkıyor. Silahın iğnesi kırıldığı için silah patlamıyor. Yani Rıza arkadaş onu öldürecekti. Ondan sonra arkadaşımıza sıkarsınız değil mi diyorlar. Linç ediyorlar. Onlarda hep Ankara’da toplanmış. Ama bizimkiler onları perişan etti. Öldürebilirlerdi. İyi ki vurmamışlar. İyi olmazdı. Diğer gruplar bizim ile kolay kolay kavga etmezlerdi. Genelde yapı ile kavga ederlerdi, ama bizimle etmezlerdi. Mesela bizim gençleri yakalayıp bıçaklarlardı. Biz işin içerisine girdiğimizde bize bir şey yapmazlardı. Neden? Çünkü bunların arkadaşlıkları birbirine çok bağlıdır, bunlardan birine bir şey olursa biz de gideriz, diyorlardı. Bu konuda bir örnek daha vereyim. Lisede olay olmuş. Bizim daha sonra şehit düşen bir arkadaşımız vardı. Latif Tepe diye biri, evli biriydi. Belediyede memurdu. Ben de onun yanında oturuyordum. Sesler geliyordu. Ben de okulda herhalde olay var, oraya gideceğim dedim. Kendisi gitme dedi, ama ben gittim. Yukarıdan yüzlerce öğrenci kaça kaça geliyordu. Kaçanlar diğer gruplardı. Bizimkiler ise kovalıyordu. Ben tek aralarına girdim. Etrafımı sardılar. Bu işlerin hepsi senin başının altından çıkıyor, dediler. Bana dokunmadılar bile.
Gerçekten APO’cularda arkadaşlık bağları çok güçlü. Birine bir şey yaparsanız intikamını mutlaka alırlar. Zaten yoldaşlık bağları budur. işte bizde aşınan da budur. yoldaşlar, arkadaşlar birbirileri için ölen insanlardır. Yoldaşlar birbirilerini ölesiye severler. Severken ölesiye severler. Burada bir kitap vardı. Adı “Ölesiye Sevmek” idi. Sevmek demek ölesiye sevmek demektir. Yoldaşlık sevgisi de ölesiye bir sevgidir. Onun için ölümü göze alırsın. Bir başkası için ölebiliyorsan bu sevgidir. İnsan yoldaşı için ölür. Bunun gerillada da harika örnekleri var. Mesela insanlar hep acı çekerlerken hep annesini anar. Çocukken bir yerimiz ağrırken işte oy anne derdik. Yani hep annemizi çağırırdık. Arkadaşlar anlatıyordu. Ben kendim bizzat tanık olmadım. Son nefesini veren arkadaşların ağzından hep “Heval” sözcüğünün çıktığı söyleniyor. Biz de gelenek gerilla ile yaratıldı. O açıdan gerillayı küçümsemek, gerilladaki yoldaşlığı küçümsemek kesinlikle doğru değil. Diyorum ya sadaka olayı arkadaşlıkta belirgindir. En belirgin unsurdu. Yine Önderlin çocukluk dönemlerine dönüyorum. Birçoğumuz okula giderken dil bilmiyorduk. Türkçe bilmiyorduk. Ana dilimizden başka bir dil biliyorduk. Önderlikte öyledir.
Zaten Önderlik okula giderken ilk şeyi şöyle yaşadım diyor: Neden bu eğitim bizim dilimiz ile değil, bizim ana dilimiz ile değildir? Önderliğin ilk aklına gelen sorgulama budur. bu eğitim neden Kürtçe değil? Eğitim başladığında bu benim içi bir soruydu, diyor. Ama yine de bir işin içerisine girmişim ve bu işin en iyisi olacağım, diyor. ilk önce kendi adımı yazmasını öğrendim, diyor. Öğretmen beni tahtaya kaldırdığında, kendi adımı yazmamı istediğinde ve ben de kendi adımı doğru yazdığımda bir zafer kazanmış gibiydim, diyordu. Bir işe giriyorsunuz ve doğru yapıyorsunuz. O zaman başarı ortaya çıkıyor. O açıdan hedefte, ufukta hep başarma var. En iyisi olma, en iyisini yapma var. Benimsemeyebilirsiniz ama yaptınız işi en iyi bir biçimde yapma istemi son derece belirgindir. O gün Xıdır ark. konuşuyordu. Dil bilmiyorsan tercüman gerekir, diyordu. Şimdi gidiyorsun, öğretmen sana adın ne diyor. Öğretmenin ne dediğini anlamıyorsun. Ben de öyleydim. Hepimiz ona tanık olmuşuz. Yanımdaki çocuk Zazaca “navite çıko” yani adın ne diye sorduğunu bana söylüyordu. Öyle cevap verebiliyorsun. Orada kişiliğini kaybediyorsun. Özü kaybediş orada başlıyor. Değerini yitiriş orada başlıyor. Sen bir şeyi öğrenmeye mecbursun. Mesela kendi dilin ile sen ne diyorsun diyerek itirazda bulunabilirsin. Ama onu sormuyorsun. Sorman suçtur. Çocuğun kişiliksizleşmesi öyle başlıyor. Önderlikte bir itiraz var. Eğitim neden Kürtçe değil? Bu bir soru işareti ve her soru mutlaka cevabını bekler. Önderlik cevap bulmadan soru sormuyor veya soru sorarken mutlaka cevabını bulmak istiyor. Onun için sorunun cevabının da peşinde koşuyor. Bunlar hep sorgulamalık şeyler. Özellikle öğrencilik yapmış olanlar için.
Mesela ben yazarken kendi düşüncelerimi yazabiliyordum. Sıra anlatıma geldiğinde -özellikle orta okulda- zorlanırdım. Türkçem yetmiyordu. Türkçem yetmediği için anlamaktan çektiğim sıkıntı üzerinde yoğunlaşırdım ve sonra derdim ki “Keşke bu kitapların hepsi bizim ana dilimiz ile yazılmış olsaydı.” Öyle olsaydı daha iyi ders anlatırdım. Kendimi ana dilim ile daha iyi ifade edebilecek durumdayım. Onun farkındayım. Ama bir başka dille kendimi ifade edemiyorum. Bu siz de bir eziklik yaratıyor. Sadece bir soru ve eziklik. Peşine düşmüyorsun. Peki, neden böyle? Ama Önderlikte ise peşine düşme var. Civin köyü bir Ermeni köyüdür. Ama Türkleşmiş bir köydür. Daha fazla Türkçe konuşan bir köy. O nedenle de oradaki öğrenciler Kürt köylerinden gelen öğrencileri biraz daha geri görüyordu. Önderlik kuyruklu Kürt sözünün ilk defa orada kulağına çalındığını söylüyordu. Kuyruklu Kürt ne demektir? Evrimini tamamlamamış insan, maymuna yakın insandır. Yani hayvanlaşmanın sınırlarını yeterince aşamamış insan demektir. Kuyruklu Kürt esas itibarı ile bu anlama geliyor. Kürdü bu denli hor görme, aşağılama durumları var. Bu da acı veriyor değil mi? Kuyruklu Kürt sözü gerçekten acı veriyor. Önderlik bunun acısını hissediyor. Kürt olmak acıları yaşayan insan olmaktır. Öncelikle bu. ama bundan kaçmak ise en büyük alçaklıktır, diyordu. Tamam, Kürt olmak acı veriyor, ama Kürt gerçeğinden kaçmak en büyük namussuzluktur, diyor. Önderlik bunu yapmadı. Kürtlük bir bakıma, ilerlemek istiyorsunuz ayağınızdaki pranga gibidir. Devlet katında yükselmek istiyorsunuz. Ayağınızda bir pranga var. Kürtlük prangası. İki yolunuz var: Ya bu prangayı kırarsınız, Kürt olduğunuzu kabul etmezsiniz, onu reddedersiniz; ya da onu kabul edersiniz bu yükselmeyi o tarzda kabul etmezsiniz. Önderlik için okumak yükselmektir. Güç olmaktır. Güç olmanın yolu oradan geçiyor. Güç olmadan değişim olmaz. Gücü nasıl kazanırsın? Mesela devlet memuru bir güçtür.
Önderlik bunu çok güzel ifade ediyor. Elbisesi, giyimi, kuşamı bile bizim için yeni bir tanrısallıktı. Onun için devlet ile bağ içinde olan insan gerçeğinde bir tanrısallık var, güç var. Tanrısallık güç anlamına geliyor. Dolayısı ile güce ulaşmak için de sadece yürüyerek değil, koşarak varılması gereken bir hedef oluyor. En önemli güç orduda ifadesini buluyor ve o koşullarda darbe oluyor. 1960 darbesi oluyor. Darbede Türkiye devleti kendi Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakan ve önde gelen devlet yetkililerini tutukladı. Kendi Başbakan ve iki tane bakanını astı. Biri Başbakan, biri dışişleri bakanı, diğeri ise maliye bakanı mıydı, bunları astı. Yani üç tane bakanını idam etti. Önderlikte o koşullarda mevcut durumu değiştirmek üzere darbe hazırlıyor. Darbecilik oyunu başlıyor. Önderlik o oyunu gündemleştiriyor. Önderliğin kendisi sanıyorum Hava Kuvvetleri Komutanı. Birini Kara Kuvvetleri Komutanı olarak atıyor. Bu çocuk oyunları ile toplumda verili durumu, düzeni değiştirmek üzere darbe gerçekleştirecekler. Haksızlıktan hesap soracaklar. Bazılarını idam edecekler. O tarzda darbe yapıyorlar. Burada ne var? Durumu değiştirmek üzere güç olma istemi var? Güç olmak isterken de gücü esas olarak elinde bulunduran olguya, yapıya benzeme istemi var. Zaten Önderlik bunun için askeri okula gitmek istiyor. Sınavlarına da giriyor, fakat daha sonra yaşı büyük olduğu için - sınavda başarısız kaldığı için değil- okula girişi reddediliyor. O koşullarda Önderliğin bu durumla karşılaşması Önderlikte büyük bir hayal kırıklığına yol açıyor. Ama biz şunu söyleyebiliriz: İyi ki gitmemiş. ilkokulda da öğretmeninin gözdesidir.
Bir keresinde Önderlik “Öğretmenim beni çağırdı, kendi evine çağırdı, yemek sofrasını kurmuştu, beni sofraya çağırdı, bana yemek yedirtti” diyordu. Büyük bir onurlandırmadır. Öğretmeni ile aynı sofrada yemek yemek büyük bir onurlandırmadır. Çocuğun algısı da öyledir. Öğretmenin yaklaşımının içeriğinde de o var. Önderlik okulda çalışkandır. Genelde aileler çocukları çok okutmuyorlar. Önderliğin öğretmeni Ömer amcaya bakıyor ve muhtemelen Önderliği okutmayabilir diye düşünüyor. Bu yüzden Ömer amcayı okula çağırıyor. Önderliğin öğretmeni “Ne yaparsan yap, çocuğunu mutlaka okut” diyor. Büyük adam olacak, diyor. Önderliğin ortaokula gidişi bu telkinler üzerine oluyor. Normalde ondan sonra okutulmayabilir. Nitekim Mehmet okumuyor. Mehmet Önderlikten sonraki erkek çocuğudur. Mehmet ilkokulu bitirdikten sonra okula devam etmiyor.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER