SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (50.BÖLÜM)
IV- Köleci sistemin zaman ve mekan bağlantısı: Tanımlanması gereken bir başka konu, sistemin tarih zamanları ve coğrafya koşullarıyla bağlantısıdır. Her toplum sisteminin, zamanın ruhu diyebileceğimiz, yaşanılan çağın ve dönemin temel zihniyet ve ruh kalıplarıyla ilişkisini kavramak, doğru bilgilenme açısından önem taşımaktadır. Çağımızın zihniyet ve ruhsal oluşumuna köleci ilişkileri dayatmak çok zordur. Bu ancak büyük bir bilinç tahribi ve saptırmasıyla, insanların kişilik ve aidiyetini taşıdıkları toplum yapısının başkalaşıma uğratılmasıyla mümkündür. Buna karşılık özgürlük bilinci ve iradesinin direniş düzeyi ve çağın genel eğilimi, bu yaklaşım ve uygulamalara tahammül edilecek boyutların çok üstündedir. Çağın karakterine ters bir uygulamanın yürüme şansı, ancak çok özel durumlarda (savaşlar, isyanlar) mümkün olabilir ki, mevcut iletişim, evrensel hukuk ve siyasal birlik düzeyleri, bu uygulamaların kalıcı olmalarına uzun süre fırsat tanımaz. Köleci ilişki tarzı bu nedenle insan hukukunun henüz resmen tanınmadığı, iletişimin çok dar kaldığı, hesap verilecek iç ve dış siyasi ağırlıklı kurumun oluşmadığı dönemlerle yakın ilişki içindedir.
Toplum üyelerine siyasi ve dini (siyaset ve din iç içedir) otoritenin mutlak egemenliği, sistemin temel özelliği olmaktadır. Yükselen köleci sınıfın her düzeydeki kurumlaşması, bireyi ancak kendi karnını doyurmasına dayanan bir ilişkiye bağlanmaya mecbur bırakmaktadır. Zihni, ruhu, tüm yaşamı bu ilişkiye göre oluşmak durumundadır. İlkçağ köleciliğinin zaman bağlantısı, insanla bu tarzda kurulmaktadır. Burada zamanla toplum şekillenmesi arasında tam bir diyalektik bağ kurulmuştur. Bu keyfi bir tercih değildir. Zaman, fizikçi Einstein’ı doğrularcasına bir bağlantılık (rölativite) boyutu olarak sistemi bağlamaktadır. Tam bir kuvvet durumundadır. Zamansız köleci sistem olamayacağı gibi, zamanla yaşamayan bir toplum şekillenmesi de söz konusu olamamaktadır. Zamanı sadece doğa bilimlerinde bir etken olarak ölçmek yetmez. Daha önemlisi zaman-toplum ölçüsünü yakalayabilmektir. Zaman, toplum bilimlerinde önemi kavranıp etkisi açığa çıkarılmamış bir boyut konumundadır. Doğru bir toplum bilimi, ancak zaman ölçüsünü doğru tayin ettiğinde ve tüm toplumsal ilişki, çelişki, hareket ve oluşumlarında zaman boyutunu hesaba kattığında mümkündür. Bu anlamda köleci uygarlığın kronolojisi (zaman dizimi) yapıldığında, bazı ana dönemleri belirlemek mümkün görünmektedir.
a- Doğuşu ve gelişmesi: Tahminen M.Ö 3500-2500 yıllarına denk düşürülebilir. Devlet yaratılmıştır. Sistemin yaşanabilirliği kanıtlanmıştır. Yayılmaya, kolonileşmeye uygundur. İnsanın zihin ve ruhsal durumuna, tanrılar birliği (pantheon) biçiminde bir mitolojiye büründürülen rahip-krallar, siyasi bir hanedanın veya grubun mutlak hakimiyetiyle karakterize edilebilir. İdeolojik hakimiyet esas iken, politik yönetim yeni gelişmektedir ve ikinci plandadır. Egemenler, devlete bağladığı ilişkilere tümüyle kendi sınırsız mülkiyetleri gözüyle bakmaktadır. Bu döneme tanrı-krallar düzeni demek de mümkündür. Özü Sümerlerde temellendirilmiştir. En yakından etkiledikleri Mısır, İndus ve Pencap’taki Harapa ve Mohenjadaro uygarlıklarıdır.
Mısır’dakinin M.Ö 3000-2350, diğerlerinin ise M.Ö 2500-2000 arasında bu dönemi yaşadıkları tahmin edilmektedir. Bu zamanın temel düşünce biçimi mitolojidir. Dili şiirseldir. Başlangıç zamanların mitolojik düşünce biçimlerinde tümüyle şiirsel dil hakimdir. Yaşamda duruluğu, saflığı en iyi şiir dile getirmektedir. Şiir dili yaşamın matematiğidir. Şiirselliğin yırtıldığı ilişkilerde yabancılaşma, düşüş boyutlu bir bağlantılık söz konusu olmaktadır. Yaşamın şiirsel gösterisi, özüne daha doğru bir yanıt niteliğindedir. Şiirsizlik yaşamın yitirilişiyle yakından bağlantılıdır. Bu konuda şu hataya düşmemek gerekir: Vezin ölçüleri, kıtalar düzeni, kısalık ve uzunluk gibi hususlar ayrıntıya ilişkindir ve şiir gerçekliğini belirlemez. Şiir dilinde ölçülü cümleler ve diğer biçim düzenleri değil, ihtiva ettiği öz esas ve belirleyicidir.
Ayrıca bu dönem yazı kurumuyla da belirginleşir. Uygarlığın doğuşuyla yazı düzeni arasındaki ilişki kesindir. Yazı deyince sadece harf işaretleri ve sayılar kastedilmemektedir. Düşüncenin kendini yansıtma işaretleri olarak anlaşılmalıdır. Ancak bu düzeye gelen bir düşünce dönemi uygarlığı doğurabilir. Diğer temel kurumlardan tapınak ve saray mimarisi ortaya çıkmıştır. Tapınağı ve sarayı olmayan bir kölecilik döneminden bahsedilemez. Tüm saray ve tapınakların temeli, kuruluş dönemlerinde bir ilk olarak gerçekleşmiş, daha sonraki dönemlerde bu iz üzerinde gelişim sürmüştür. Mülkiyet düzeni, bu zaman döneminde tanrıların hakim oldukları dünyanın ilişkilerdeki temsili biçimindedir. Kolektif mülkiyet ağır basmaktadır. Toprağın, ilişkilerin sahibi, yöneten, topluluğun tümüdür. Yönetim tanrısal kaynaklı olup, kulların ancak hizmet etme görevleri vardır. Temel yerleşme mekanı şehirdir. Şehir bu dönemin ruh ve zihniyetini belirleyen temel bir kurumdur.
Uygarlığın başlatılmasının şehir devrimiyle bağı kesindir. Şehir sadece fiziki bir yerleşme biçimi değil, yeni ruh ve zihniyeti doğuran sosyal ve siyasal toplumun merkezidir. Zanaat yoğunlaşması gelişen bir kurumdur. Ama bağımsızlığı henüz yoktur. Tapınak ve sarayın bir parçası olarak köle ilişkileri hakimdir, insanın mülk konusu olması esastır. Gelişen ticaret de benzeri bir ilişki biçimine sahiptir. Orta sınıf ve kişileşmesinden bahsetmek zordur. Mutlak yöneten-yönetilen, her şeye sahip olan ve sahip olunan ilişki tarzı tüm konularda egemendir. Orta sınıfın herhangi bir kimlik ve iradesi ile özgürlüğünden bahsedilemez.
Üretim araçları ağırlıklı olarak neolitik toplumun yaratımları olup, yeni şehir yönetiminin kolektif mülkiyetine geçirilmeleriyle, yeni bir ilişki tarzı kurulmuştur. Kendine mahsus ciddi bir araç yaratımı gözükmüyor. Aynı toplulaştırma toprak için de geçerlidir. Yapay ve doğal sulama en çok bağlanılan olgulardır. Etnik topluluk yerini sınıfsal topluma bırakmıştır. Hakim hanedanlık kültürü yükseltilmektedir. Bu zaman diliminin maddi kurumlaşmaları ve ruh-zihniyet yapılarıyla olduğu gibi çözümlenerek anlaşılabilmesi, tarih biliminin en temel sorunu ve görevidir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER