APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (17.BÖLÜM)
CESARETLİ OLMAK VE DOĞRU TARZI ORTAYA KOYMAK MİLİTANIN EN TEMEL ÖZELLİKLERİDİR
Sorunları ağırlaştırarak Önderliğe taşırmayı alışkanlık haline getirmişler. Sorunları bu kadar ağırlaştırmanın izahı ne olabilir? Şu anda herkes adeta, sorunu daha fazla nasıl ağırlaştırabiliriz diye birbiriyle yarışıyor. Hatta öyle bazı örnekler var ki, beni kendisiyle ilgilendirtmek için özel olarak da sorun yaratıyor. Bir anda bütün kurallar bir tarafa diyor, bir duygusallığa kapılarak kendini yere atıyor. Sözde örgütü uğraştıracak, sözde ses yapacak! Utanmadan kendini buna göre ayarlayan kişi az değil. Sorunları böyle anlamsızca geliştiren tipler asla içimizde de duramaz. Örgüt içinde kendisini böyle dayatmak bir defa ahlaki açıdan en büyük şerefsizlik, yine siyasi açıdan en tehlikeli dayatma ve örgütü tamamen bozmadır ve hepsi de en ağır suçu ifade eder. Siz bir yöntem olarak buna alıştırılmışsınız. Ben yine gelişmeler için bir çare bulurum, ama bu kişilikleri affetmeyeceğim, bu kişilere yaşam hakkı tanımayacağım. Hele bekledikleri gibi bir ilgi göstermek şurada kalsın -bir ilgim olacak, ama nasıl bir ilgi olacak- onu belki de doğduğuna bin pişman edecek bir ilgi, bir yaklaşım gösterilecektir. Her zaman savaşımın diğer yönünün de bizden eksik olmadığını, bizi her tür yöntemlerle oyalamanın, hem de en saygı duyduğumuz en ciddi ortamlarda bunu böyle yapmanın en aşağılık, en alçakça davranış olacağını söyledim. Bile bile oynuyorlar. Hasta değil, kolu-kanadı kırılmış değil ve ciddi bir fiziki, ruhsal rahatsızlığı söz konusu değil. Bazıları kuralları bilerek uygulamıyor, bilerek işleri bozmakta bir sakınca görmüyorlar. Kendi payıma bu tip yaklaşımlara zaten yöneliyorum, siz de yönelmelisiniz. Kadromuz bir kişinin elinden zar ağlıyor.
Diyorlar ki; “tükendik artık kaçmak istiyoruz.” Kadrosunuz, bir defa doğruların canına okunuyor, ama bir şey yapmıyorsunuz. Birinci suç bu; ikincisi, kendi kendinizi de işlemez duruma getiriyor ve bunu da normal karşılıyorsunuz. Bu da büyük bir suçtur ve size konuşma hakkını vermez. Görev adamı, örgüt adamı olmak ne demektir? Görevlerinize hiç sahip çıkamamaya ve bunalım teorilerine sarılmaya alışmışsınız. Bunun savunusu, bunun gerekçeleri olamaz. Bu ahlakı terk edeceksiniz. Görev adamı her an görev içindir. Bu ahlakı edineceksiniz. Beni ilgilendiren örgütün kuralları, örgütün başarılması gereken görevleridir. Kişilerin bunu boşa çıkarmaya hakkı var mı? Kimsenin buna hakkı olmadığını biliyorsunuz. Peki, bir kişi ısrarla bozuyorsa, yüzlerce kişi bir aradasınız, neden örgüt iradesini buluşturmuyorsunuz? Köleler bile böyle olmaz. Ama bu seviyesizliği, bu düşkünlüğü hepiniz yaşatıyorsunuz. Bunlara nasıl cevap vereceksiniz? Rahatlıkla yapabileceğiniz işleri bile sabote ediyorsunuz. Kocakarılar gibi “kendini dayattı, beni zorladı, beni bastırdı” diyorsunuz. Bu bize söylenir mi? Siz örgütün yiğit bir militanı, bir savaşçısısınız, bunu söylemek kimin haddine. Aslında bu durum kişiliksizliğin örgüt saflarımıza yansımasıdır. İşin acı tarafı, hem buna yol açıyor hem de hiçbir hakkınız, hiçbir gerekçeniz olmadığı halde bunu bize yansıtıyorsunuz. Hem görevlerinize sahip çıkmamanız, gereklerini yerine getirmemeniz hem de bunu tümüyle bize yansıtmanız kabul edilemez.
Eğer, “ben yanıldım, yapamadım” diyorsanız içinizde kalsın, Önderliğe neden yansıtıyorsunuz? Bu da bir kadronun hangi düzeye geldiğini gösterir; ne kadar akıllı, kurnaz olduğunuz anlamına gelmez. “Cesaretim yok, inisiyatif koyamıyorum, olacakları kestiremiyorum, ne olacak” diyorsunuz. Bir militan bu sözcükleri de kullanmaz. Cesaretli, inisiyatifli olmak ve tarzı doğru ortaya koymak militanın en temel özellikleridir. Bir kadro bunun için vardır. Başka türlü militan olunamaz. Başka türlü komutan, hele tarihin anlı-şanlı, ünlü kişileri haline gelinemez. Bu yaklaşımlarınızla neyi elde ettiniz? Bizim toplumun derin bir özelliğini her zaman size söylüyorum; toplumumuzun ağlamakta, kendini aldatmakta, kendini hep bunalımlarla yansıtmakta ısrar gibi inanılmaz bir tutumu ve hiçbir toplumda görülmeyen özellikleri var. Tabii bunu düşman dayatmıştır. Kaldı ki PKK, bunun tam tersidir, bu özelliğin canına okumaktır. Buna büyük öfke duyarak yola çıktık. Bunu örgüte yansıtmak mümkün mü? Biz bu özelliğin canına okumak için varız, ama şimdi PKK‟ye bakıyorum, içini neredeyse bu tip hastalıklarla doldurmuşlar. Bir kaç tane akıllı çıkıp da “PKK gerçekliği bu değil, ben doğruyu biliyorum ve biraz uygulamak istiyorum” demedi. Dikkat edersiniz, böyle bir akıllı kişi çıkmıyor. Tabii bu alışkanlıktır, insanın kendine sevdalanmasıdır ve bu özellikleriniz hoşunuza gidiyor. Peki, bu kendinize sevdalı halin çıkarını söyleyin, şimdiye kadar avare dolaşmaktan, ömrünüzü çarçur etmekten başka ne yaptınız? Düşmanın oyunlarına gelmekten, seviyesizlikten, saygısızlıktan başka ne elde ettiniz? Söyler misiniz hangi güzelliği elde ettiniz, hangi saygınlığa yol açtınız? Bizim topluma bakın, bu tür yaşam özellikleriyle dünyanın neresindeyiz? Dünyada bizden daha geri bir halk var mı? Tarihte düşmanının bu tür bir baskıyı uyguladığı başka bir halk var mı? Bunlar ideolojik gerçeklerdir. Bunları bilecek, bilmekle de yetinmeyerek karşı duracaksınız. Sizi bu hastalıklı halinizle kabul etmem.
Size gelişmenin temel bir özelliğini söyledim. Ben buna tepki duyarak yola çıktım. PKK‟de Önderlik tamamen bu tip bir toplumdan kaçıştır, buna isyandır. Bunu nasıl anlamıyorsunuz? PKK‟nin varolan, yürüyen esas özelliği budur. Eğer tarihi bir anlamı varsa, bu gerçeklikle bağlantılıdır. Siz bunu reddediyorsunuz, ne kadar yaramaz-yetmez, toplumdan kapma hastalıklı özellikleriniz varsa, hem de bu tarihi aşamada getirip bana dayatıyorsunuz. Adeta “katlan, dayan, çek, götür ve yürüt” diyorsunuz. Eskiden lümpenleri de, lümpenlerin gücünü de çok iyi tanırdım. Onların yanından geçmeye korkardım. Bunlarla dolaşsam biterim diyordum, onun için onları bıraktım. Kendime göre bir savaş geliştirdim. Şimdi görüyorum ki, eskinin lümpenleri çoğalmış, sahte bir PKK‟leşmeyle silahlanmışlar ve bütünüyle bizim çalışmalarımıza dadanmışlar. Şu anda PKK‟de, kolektif lümpenlik veya objektif lümpenlik başını almış gidiyor. Bilindiği gibi lümpenler ve kabadayılar laf anlamaz, bildiklerini okur ve disipline gelmezler, ama ellerinden de hiçbir şey gelmez. Polisin elinde oyuncaktırlar. Özünde çok güçsüzdürler, hiçbir şeye çare olamazlar. Diyebilirim ki, maalesef PKK‟deki siyasi lümpenlik belki de hiçbir örgütte yoktur ve bazıları da neredeyse bunu temel militan özellik diye dayatıyor. Çeşit çeşit lümpenler, serseriler var, bir de bunların ağızları açılıyor, yani PKK‟den oldukça güç almışlar. Aslında bu, en tehlikelisidir. Sokaktaki lümpenler bile çok saygılılar ve ben artık onları tehlike olarak görmüyorum. Fakat PKK içindekiler çok tehlikeli ve yanlış bir hesap içindedirler. Lümpenler olmadık yerde çekişmeye başlar, kavga yaratırlar. Sizin örgüt içindeki durumunuz da buna benziyor. Olmadık yerde anlaşmazlık ve kavga çıkarmayı örgüt kurallarıyla çekişme olarak değerlendirmek gerekir. Ahbap-çavuşluk bir lümpenlik, bir kabadayılık tarzıdır ve karşısındakilere kin gütmeyi getirir. Bunların hepsi sizde var.
Aynı örgüt içinde bir grup yoldaşını can-ciğer kuzu sarması diye yanına alırken, diğerini de düşman yerine koymak lümpenliktir, mahalle kabadayılığıdır. Kendi biriminde bir grubu düşman gibi ele almayan komutan yoktur. Yanlarına bir kaç tane de uşak alırlar. Bu kesinlikle lümpenizmin örgütlenmesidir ve ilişkilerinin herhangi siyasi bir değeri yoktur. Bu yaklaşımlar sizin hoşunuza gidiyor. Ama ben de diyorum ki, bunun hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Toplumdaki en tortu ideolojiyi, en tortu kişiliği PKK‟nin gücüne dayanarak yaşatıyorsunuz. İşin en tuhaf yanı, bana bağlılığınız da lümpenlerin bazı değerlere bağlılığı gibidir. Adeta “baba sensiz edemeyiz”, “abi, dayı sen her şeyimizsin” biçiminde bir yaklaşımınız var ve bu da lümpenizmin diğer bir biçimidir. Neden böyledir? Çünkü esas gücünüzü benden alıyorsunuz. Bu bir kader midir? Bunu aşamaz mısınız, bununla mı öleceksiniz? Herhalde bu kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüktür. “Ben doğmadan ölmüşüm, benim yaşamım bir beladan ibarettir” diyenler var, bunu mu doğrulayacaksınız? Siz, bu duruşunuzla başka bir şeyi doğrulayamaz, kanıtlayamazsınız. Bu anlamda tutucu davranıyorsunuz. Böylece de en örgütsüz, en terbiyesiz ve en ölçüsüz kişilikler olarak kalmak istediğinizi kanıtlıyorsunuz. Bu kimin davranışıdır? İşte adını koydum. Bu iyi bir kavga türü müdür? Hem de örgütün en can alıcı yerinden kişisel düello istemek akıllılık mıdır? Size göre “normaldir”, size göre “sınıf savaşımıdır”, “iktidar savaşımıdır.” Bu bir çingene savaşı bile değildir. Bir tür lümpenlerin yer kapma savaşıdır. Tabii gerçekler yalnız bundan ibaret değildir. Başka işler yapmıyorsunuz, başka yönleriniz de yoktur demiyorum. Onlar da var, ama farkında olmadan kendinizin canına okuyorsunuz. Sizi nasıl ikna edeyim diye çok düşünmeme ve çabada bulunmama rağmen çıkış bulamıyorum. Sizi doğrular temelinde ikna etmek ve anlayışa çekmek gerçekten eşi görülmemiş bir olaydır. Kara cahiller bile bence bu kadar kör yaklaşmazlar.
Karargahımıza, ben sizin yönetiminizi, kara cahiller yönetimi olarak değerlendiriyorum dedim. Bu da yeni bir tanım, kara cahillerin yönetim gerçeği. Bir çok sıfat var, bir sıfat da bu. İşleri olur gibi gösteriyor, ama uygulamaya hiç geçiremiyorlar. İktidarsızlık iliklerine işlemiş. Ben bunları çözdüm. Örneğin güçsüzlükten nasıl güce ulaştığımın hikayesini bilmeyen kalmadı, ama siz halen öğrenemiyorsunuz. Yani şu anda insan olarak size, beyninize güvenmeli miyim? Beyne hitap etmeyi bir tarafa mı bırakalım? Artık sizde insanlık veya gelişme durmuştur hükmüne mi varalım? “Biz adam olamayız” sözünü mü onaylayalım, tamamen öylesiniz mi diyelim? Kendine göre Kürt veya size göre Kürt olayı, hiçbir şeye gücü yetmeyendir. Çok iyi biliyorsunuz ki, bu anlamda Kürt, şu anda dünyanın en zavallısıdır, en çaresizidir, en başarısızıdır. Ama eğer iş yapabilecek bir Kürt varsa, o da benim geliştirmek istediğim Kürt‟tür. Bunu da bilmeyen yoktur. Bu aşamada herkesin biraz insanlık onuru, ulusal onuru varsa, bu da bizim etrafımızda canlandı. Bu çok açık, bunu niye esas almayayım. Bunu neden biraz saygıyla değerlendirip,“bunu cesaretle ele alayım, bu bana umut veriyor, bu büyük gerçeğe ve bu büyük şansa sahip çıkayım” diye bir yaklaşım göstermeliyim? Bunu sizin için istiyoruz, kendimiz için istemiyoruz. Buna ihtiyacı olan sizsiniz. Siz benim on iki yaşındaki çocukluğum kadar da mı güçlü değilsiniz? Oysa sizi o kadar güçlendirdik. Şimdi bakıyorum ki, gerçekten ilk adımlar noktasında bile bir belasınız. Hiçbir şey elinizden gelmiyor. Tek bir kelime bilmediğim, hiçbir deneyimimin olmadığı, toplum ve devlete ilişkin konularda şaşalamaktan başka bir durumumun olmadığı bir zamanda bir takım adımlar attığımda çok seviyeli, çok dengeli ve çok başarılıydım. Sizin bu kocaman kişiliklerinize bakıyorum, tam tersi, “nasıl kaybettik, örgütü nasıl parçaladık” demekten başka bir şey bilmiyorsunuz.
Ben de diyorum ki bu, bitmiş Kürt demektir. Bu, her gün kırk defa yenilen Kürt demektir. Düşmanın üzerinde her gün her şeyi uyguladığı Kürt demektir. Bunu inkar edebilir misiniz? Bunları öğreneceksiniz. Bu, insan olmanın ilk dersidir. Bırakın yurtsever olmayı, PKK‟li olmayı; insan olun. Öncelikle insan olmaya karar vereceksiniz. Geç de olsa, bu kararı vereceksiniz. Bu kararı oyalanmadan, kılıf biçmeden doğru vermelisiniz. Önderlik bu konuda sizi affetmeyi, sizi ıslah etmeyi, size yardımcı olmayı da kabul ediyor. Yalnız tek bir şartla, bu çerçevede insan olmalı, yurtsever olmalı ve mümkünse de asker olmalısınız. Şimdi siz kendinizi asker sanıyorsunuz, ama ben halen sizin askerliğinize gülüyorum. Bu askerleşme durumunuzu inanılmaz buluyorum. Beni öldürseniz, sizin gibi bir asker olmam. Bana göre sizin uyguladığınız, deli tarzından daha tehlikeli, daha anlamsız bir tarzdır. Bunu kendinize böyle yakıştırıp gidiyorsunuz. Dünyada hiç kimsenin sorumluluk gösteremeyeceği bu çözümleme gücünü bunun için gösterdim. Size bir şeyler anlatmak istiyorum. Böyle yapacağınıza bundan vazgeçin, kendinizi aldatmayın, bırakalım askerliği, en sıradan toplumsallık bile bu kadar delice bir yaklaşımla geliştirilemez. Deliliği önlemek ve size biraz anlayış kazandırmak için bu kadar yoğunlaşıyorum. Kaç ha kaç! Öl ha öl! Nereye ve ne zamana kadar böyle gidecek. Bize kaçış değil, öze dönüş; bize ölüm değil, yaşama dönüş gerekir. Bir halk evladı olmanın, bir halk adına önder olmanın ilk vasfı, yaşama ve öze dönüştür. Varsa bir çabamız, buna ulaşmak içindir. Savaş, askerlik hep bunun için bir araçtır. Kimse sizden aşırı fedakarlık istemiyor. Açık söyleyeyim, bize gösterdiğiniz bağlılık, fedakarlık, hatta bu cesaret bile fazladır. Ben bu bağlılığı zaten tehlikeli de buluyorum.
Çünkü siz, bu yönlü bir bağlılıkla aslında kendi söylediğiniz büyük olumsuzluklarınıza gerekçe bulmuş oluyorsunuz. “Ben kendimi ölüme yatırmadım mı, ben kendimi ölümüne bir-iki işe vermedim mi” diyorsunuz. Aslında bu tehlikelidir. Kendinizi böyle ölümüne vermenize veya aşırı feda etmenize gerek yok. Bu yaklaşım yanlıştır. Hatayı burada yapmışsınız ve karşılığını hiç örgüt tanımadan, örgütün hiçbir kuralına, yaşam gereklerine anlam vermeden, iki başlı bir tehlike olarak bize ödettirmek istiyorsunuz. Böylece yanlışlık derinleştiriliyor. Katılım tarzınızın bu biçimi hem kendinizi mahvediyor hem de örgütü. Ben size, cesaretle böyle ölüme koşun, kendinizi böyle feda edin demedim. Kendinizi benim gibi katın dedim. Katılımınız kılı kırk yarmak, ölçüp-biçmek, düşmanı müthiş takip etmek, kendi imkan ve olanaklarını müthiş örgütlemek, kendini kolay ölüme yatırmamak ve müthiş korumak temelinde olsun dedim. Size bunları söylemedim mi, gece-gündüz bunları söylemiyor muyum? Peki sizin tarzınızla bunun arasında herhangi bir bağ var mı? Siz ise kendinizi ucuzundan ölüme yatırıyor, en ucuzundan yaşamla oynuyorsunuz. Benim sorumluluğunu paylaşacağım fedakarlık, cesaret, partiye katılım, savaşa katılım az-çok belli değil midir? Bunu öğrenmek, sizin en temel göreviniz ve başarının en vazgeçilmez şartı değil midir? Sizin bu tarzınız ise kendi uydurma kalıplarınızla ölümüne bir eylemdir veya kendini yitirerek tümden feda etmedir. Ben bunu istemiyorum. Benim istem tarzım bellidir. Ben bu çalışma tarzımı, kendi keyfimi tatmin etmek için sergilemedim. En ince hesaplarla, en büyük sorumluluk duygusuyla hatalı bir adım atmamak için ölçerek-biçerek, bir halkı kurtuluşa götürmek için, yani bizim tarihimizde hiç başarılmayanı başarmak için yaptım. Ve siz -ki, bütün gelişmeler esasta buna dayanıyor- bu çabalarımızın canına okumak için, “ben de kendimi feda ettim, ben de silahı aldım, ben de kendimi kattım(!)” diyerek böbürleniyorsunuz. Ardından farkında bile olmayarak sınır tanımaz bir biçimde hak-hukuk peşinde koşuyorsunuz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER