ÖZEL SAVAŞA KARŞI ZİHNİYET VE YAŞAM MÜCADELESİ (2.BÖLÜM)
Kürdistan Tarihinde Kırılmalar;
Hemen hemen her toplum tarihinin çeşitli evrelerinde kırılmıştır. Tarihten günümüze “saf” hal kalmamıştır. Kırılma salt ekonomik olmamıştır, zihinsel ve yaşamsal her boyutuyla gerçekleşmiştir. En çok da Kürdistan’da yaşanmıştır. “En derin siyasi, askeri ve zihni saldırıların gerçekleştiği yer Kürdistan’dır” demek abartılı değildir. Simgesel olarak Sümer devletleşmesiyle başlayan iktidarcı zihniyetin en çok saldırıyı yoğunlaştırdığı neolitik değerlerin kök hücresi olan Kürdistan ve onu yurt edinen Kürt toplumudur. İktidar ve devlet kendini güvenceye almak için karşıtı olan özü ya da kökü tasfiye etmeye girişmiştir. Tasfiye etmeyi gerçekleştirdiği oranda da başarabilecektir.
Eldeki tarihsel verilere göre, neolitik devrim Zagros dağ kavislerinde gerçekleşiyor ve köklü bir kültürdür. Toplumsallığın tohumları burada filizlendi ve kök saldı. Bunun için Kürdistan coğrafyası hep işgal, istila ve sömürgeci hareketlere maruz kalmıştır. İktidar-devlet sistematiği kendisini kalıcılaştırmak için bu kültürü yok etmekle başarabileceğinin bilincindedir. Hafızası böyle şekillenmiştir, zihniyeti böyledir. İşgal ve istilaların asıl hedefi, Kürdistan’daki ahlaki-politik toplumu ortadan kaldırmaktır. Günümüzde devam eden inkar ve imha saldırılarının zihni de buraya uzanmaktadır. Soykırıma karşı Kürtler toplumsal varlığını sürdürmek için bugünlere dek direnmektedir. Tarihin temel çelişkisi devletçi uygarlık ile demokratik uygarlık güçlerinin mücadelesi, günümüzde Üçüncü Dünya Savaşı biçiminde devam ediyor. Bu temel çelişki çözülmediği sürece, kaynağını bu çelişkiden alan hiçbir sorun (sınıf, cinsiyet, toplum, ekoloji…) çözülemeyecektir. Kürtler bugün içinde bulundukları koşullara birden gelmediler. Arkasındaki binlerce yıllık geçmiş iyi çözümlenip anlaşılır kılınamazsa, Kürtlerin ve Kürdistan toplumlarının özgürlüğe kavuşması mümkün değildir. Bu anlamda ulusal meseleleri salt ekonomi ve sömürüyle açıklamak bütünü görememektir. Sömürü bir sonuçtur, esas olan değildir. Çoğu çevrenin hala Kürtleri anlamakta güçlük çekmeleri, sonuçlarla daha çok ilgilenmeleridir. “Türkiye’de Kürtler ekonomik olarak en yoksul kesimdir ama onlar bu yoksulluklarından daha fazla manevi bir özgürlük peşindedirler” deyip duruyorlar. Anlamamalarının nedeni açıktır. Burjuvanın geliştirdiği aydınlanma kaynaklarından besleniyorlar. Bununla Kürt’ü anlamak mümkün değildir. Kapitalist modern yaşam biçimini yaşayarak, farklı düşünmek olanaklı değil. “Nasıl düşünüyorsan öyle yaşarsın, nasıl yaşıyorsan öyle düşünürsün.” Yani yaşamla düşünce birbirlerini besleyen süreçlerdir. Büyük oranda kapitalizmi yaşayan biri, iktidar eksenli düşünür ve sonuçta devleti üretmesi kaçınılmaz olur. Bu açıdan toplumcu veya sosyalist olma iddiasında olanlar, kapitalist modern yaşamın dışına çıkmak ve ondan kopuşu gerçekleştirmelidirler. Modernist yaşam ölçülerine göre yaşamaya çalışmak ve oradan düşünmek, tarihsel toplumu anlamak ve sorunlara çözümler bulmak güçtür. Doğru yaklaşım, demokratik yaşama yönelmek ve oradan düşünmektir. Ancak bu yaklaşım özgür toplum ütopyasına götürebilir. Böyle yaklaşılırsa Kürtlerin geçmiş ve geleceğine doğru bir projeksiyon tutulabilir. Bunun evrensel çapta sonuçları da olur. Öz irade, öz güç ve özgür yaşama ulaşmak, bu bakış açısıyla doğrudan bağı vardır.
Kürtler neden köleciliğin de ötesinde bir yaşamın içine itildiler? Ülkeleri dörde bölündü, kimlikleri ret ve inkar edildi. Göreceli olarak öz güç ve iradi yitimine uğratılarak, hükümsüz kılındılar. Hatta Kürt doğmak bir utanç haline getirildi. Türkleşme, Araplaşma ve Farslaşma bir meziyetmiş gibi Kürtlerin önüne sürüldü. Küresel emperyalist, kapitalist sistem Kürdistan’ın üzerine çökmüştür. Klasik anlamda Kürtlerin sömürge statüsü bile kabul görmemektedir. Sömürgeciliğin de bir statüsü vardır. Örneğin Portekiz’in Angola ya da Fransa’nın Cezayir sömürgesi bir statüye gönderme yapıyor. Bu durum Kürtler için neden yoktur? Nedenini Kürt’ün toplumsal tarihinde aramak lazım. O zaman derinleştirilmiş ve kapsamlaştırılmış özel savaşa neden maruz kaldığı anlaşılabilir.
Kürdistan tarihinde üç kırılma yaşanmıştır;
Birinci kırılma; Med organizasyonunun dağıtılması ve Kürtlerin Pers devlet egemenliğinin altına alınmasıdır. Gerçi bu alınış Pers-Med yapılanmasıyla belli bir ittifak konseptine oturtulsa da ilk baş aşağı gidişin de başlangıcı olmuştur. Med’de Kürtler özgürdür, ahlaki-politik esaslara göre yaşıyorlar. Komünal bir yaşam hakimdir. İdeolojik ve düşünsel birlikleri olduğundan yaşamda da birlik esastır. Kadın etrafında örülen bu yaşamda sömürü ve baskı yoktu. Çünkü sınıfsal ayrımlar söz konusu değildir, hakiki bir toplumsal yapı esastır.
Asur İmparatorluğu başta Kürtler olmak üzere bütün komünal toplum yapılarını tehdit ediyor. Medlerin öncülüğünde gerçekleşen devrim, Asur İmparatorluğu’nu dağıtır. M.Ö. 612 yılının 21 Mart’ında gerçekleşen bu tarihi güne “Newroz” denir. Bu yeni gün, yeniden doğuş anlamındadır. Doğan nedir? İktidar ve devlet tehlikesi bertaraf edilmiş, toplumsal hakikat önemli oranda güvenceye alınmıştır.
Newroz, toplumsal hakikate dayalı bir direniş sembolüne dönüşür. Günümüzde yeniden dirilişe yön vermesi bundandır. Newroz’un köklü oluşu, meşalesinin sürekliliği; onun demokratik uygarlık gücünü temsil etmesindendir. Newroz, zihinsel ve yaşamsal bir devrimdir ve gücünü buradan almaktadır. Harpagos’un ihaneti sonucu Med organizasyonu Perslerin egemenliği altına girer. Bu ilk kırılmadır, baş aşağı gidişatın başlangıcıdır. Kürtler ihanetle tanışır. İhanet, Kürt tarihinde keskin bir çatallaşmaya ve yarılmaya yol açar. Bundan sonraki tarih, teslimiyet-ihanet ile direniş ekseninde derinleşerek gelişir. 20’nci yüzyılın üçüncü çeyreğine doğru teslimiyet ve ihanet büyüyerek direnişin üstünü adeta külleriyle kaplar. Bu durum, Kürt’ü iktidar-devlet kültürüne açık hale getirir. İktidarla tanışmak, acılı tarihin de başlangıcı olur.
İkincisi; İslam’ın Kürdistan’a girişi ideolojik bir kırılmaya yol açar. İslam öncesi dönemde Kürtlerin ideolojisi, düşüncesi Zerdüştlüktür. Zerdüştlük bir yönüyle doğal inanç bir yönüyle de felsefidir. Zerdüştlük özünde komünal bir inançtır. Kürt toplumsal yaşamının düşüncede var oluşudur. Düşünsel birliği olmayan toplumdan bahsedilmesi güçtür. Kürt halkının en temel sorunu, İslam’la birlikte düşünce birliğini kaybetmesidir. İslam’ın iktidar versiyonu, Kürdistan’a müdahale etmiştir. Araplar, İslam’ın Medine ve iktidar şeklinde ayrışmaya başladığı dönemde Kürdistan’a girmiştir. Kürdistan’a yansıyan ağırlıklı iktidar İslam’ıdır. Zira dönemin koşulları içinde Kürtler İslam’ı kendi düşüncesiyle yani Zerdüştlükle sentezleyerek geliştiremedi. Daha sonraki zamanlarda Medine İslam’ının yansıması sınırlı oldu.
İslam, Kürt toplum yapısını üçe ayırdı. Biri, İslam’ın Sünni mezhebi yani iktidar yorumu oldu. Başlangıçta Sünnileşme daha çok kent yaşamındaki Kürt egemen tabakası içerisinde yer edindi ve işbirlikçiliği derinleştirdi; kendi uzantısı haline getirdi. Diğer bir eğilim, Zerdüşti inanç ve yaşamda ısrar eden, Medine İslam’ından ve Ehlibeyt inancından da kısmı etkilenen Aleviliktir. Bir üçüncü eğilim, Êzidîliktir. Êzidîlik, tarihsel Kürt inancı Zerdüştlükte ısrardır. Ancak bulunduğu objektif koşullarda çözümleyici bir çıkış yapamadığından kendi içinde daraldı, sınırlandı ve sürekli güç kaybeden bir yapıya dönüştü. Böylece Kürt halkı zihinsel olarak da parçalı hal aldı. Bu üç ayrı zihinsel farklılaşma, Kürtleri yerli işbirlikçi ve yabancı egemenlerin yönlendirmesine açık hale getirdi.
Üçüncü kırılmaya; 20’nci yüzyıla, güçsüzleşerek giren Kürt iç yapısı yeni fırsatlara hazırlıksız yakalanmasına neden oldu. Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı konjonktüre rağmen Kürtler çok parçalı ve büyük oranda öz gücünü kaybetmiştir. Zihinsel olarak da yabancılaşmayı yaşayan bir durumdaydı. Savaşın yarattığı fırsatlardan yararlanıp özgür bir yaşam inşasında kudretsizdir. Bu kırılmanın yarattığı sonuç çok tahripkâr olmuştur. Savaş sonrası yeniden dizayn edilen Ortadoğu denkleminde Kürt’e yer yoktur. Kürdistan, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’yla sadece dörde parçalanıp farklı egemen ulus-devletlerin insafına terk edilmemiştir, aynı zamanda yok sayılmıştır. Bu tarihten itibaren inkar tezi devreye konulmuş, Kürt artık yok hükmündedir. Kürtlere, Türkleşme, Farslaşma ve Araplaşma dışında bir yaşam olanağı bırakılmamıştır. Bu karar, Kürdistan’ın paylaşıldığı dört ulus-devleti aşan küresel çapta hegemon olan emperyalistlerin kararıydı. Lozan’ın 100’üncü yılına doğru gidilirken, birlik olmamanın faturasını ağır bedellerle ödeyen Kürt toplumu tarihsel borcunu ancak ve ancak “birlik olmak”la ödeyebilir.
20’nci Yüzyılın ikinci çeyreğinde Kürtler, özel savaşın en ağır uygulamalarına maruz kaldı. Kürt halkının düşünsel ve yaşamsal olarak içinde bulunduğu koşullarda soykırımın eşiğine getirildi. Ülke dört parçaya bölünmüş, toplumsal yapı Sünni, Alevi ve Êzidî olarak parçalanmış, zihniyet olarak da yerle yeksan edilmiştir. 1949’da NATO’nun kuruluşuyla özel savaş sistematize edildi. Özel savaş, Vietnam başta olmak üzere uygulanan yöntemlerinden ve çeşitli pratiklerden çıkarılan dersler sonucu Kürdistan’a taşınmıştır. Zaten Kürt geri, ilkel ve mağarada yaşayan “adam” olarak tanımlanıyordu. Kürt hayvan terekesine indirgenmiştir! Onu “medenileştirmek, adam etmek” gerekiyordu. Arap, Türk ve Fars ulus-devletleri içinde eritme, çağdaşlaşma ve modernleştirme projesi olarak propaganda ediliyordu. Böylece ciddi bir zihniyet ve yaşam tasfiyesi dayatıldı. Kürt’ün ruh ve duygu dünyası etkisizleştirildi. Kültürel ve fiziksel soykırım iç içe uygulandı. Kürt adeta bitik bir haldeydi.
Kaybedileni Bulma Arayışı;
Kürt adına ne varsa mezara gömüldü, üstüne beton döküldü. Kökleri tarihin derinliklerinde olan Kürt artık ölüydü! 1970’lerde dünyada geçerli olan toplumsal bilim disiplinleriyle Kürt gerçekliğini anlamak, anlamlandırmak neredeyse olanaksızdı. Bilimsel sosyalizm, Kürt’ü tanımaya götürecek en yakın disiplindi. Ancak onunla da tam tanımak, anlamak mümkün olamıyordu. Zamanla özgürlük arayışını sürdürenler (ki kendileri de Kürt’tür), Kürt varlığıyla temas kurdukça hakikatleri görmüştür. Elli yıllık pratik sonucu bu arayış, Med hareketinin öncesi ve sonrasını tanımaya çalışma, anlam geliştirme ve güncelleyerek özgürlük için temel akıma dönüştürmeyle başladı. “Kürt var mı yok mu, Kürt nerede ve ne zaman kaybetti, neden bu düzeydedir?” soruları peşin sıra geldi. Bir halk için varlık-yokluk tartışması yürütmek, bir yitirilme halidir. Kürt nerede yitirdi? Zamanın en despot Asur İmparatorluğu’nu nasıl yenilgiye uğratan ve özgürlüğün kapılarını açan Medler, nasıl yenilgiye uğratıldı? Bu yenilgi dalga dalga kimlik tasfiyesine ve soykırıma dönüştürüldü. Medlerin yenilgisinin tepesinde ihanet ve işbirlikçilik vardır. Bu ihanet derinleşerek neredeyse bütün Kürt toplumsal yapısını zehirleyen bir virüse dönüşmüştür. Ardından İslam’ın iktidar eğilimi olan Sünniliğin Kürt düşüncesine zerk edilmesiyle, bu parçalanma hali Kürt’ü tümden yabancı düşünceye karşı önemli oranda savunmasız kıldı. Ve güçten düşürdü.
Kürt’ün bu “ölü” haline bir de egemenler özel savaş yöntemleriyle yöneldi. Gücünü salt sahip olduğu teknikten ve bilimden almayan özel savaş, asıl olarak Kürt toplumunun zayıflıkları ve zaafları üzerinde oynadı. Böylece kültürel soykırımı tamamlayabileceğine inanmaktadır. Ancak sömürgeciler bir şeyi unutmuştu; Kürtlerdeki tarihsel, toplumsal ve komünal değerlerin derinliğini. O değerler yerin en diplerine itilseler de Kürtler ona ulaştı. Kürt nerede kaybetti ve niçin kaybetti mücadelesi, onu açığa çıkarmayı başardı. İktidar-devlet bağlantılı Harpagos’un teslimiyet ve ihanetine karşı dersler çıkarılarak, ideolojik keskin bir duruş sergilendi. Bir söz var: “Nerde kaybettiysen onu orada ararsan, bulursun.” O yüzden Özgürlük Hareketi, kaybedileni kaybedilen yerde arama hareketidir. Bu aynı zamanda insanlık nerde kaybetti arayışıdır da. Bugün insanlığın yaşadığı bütün sorunların temelinde, iktidar ve devlet karşısında kaybedilenlerdir. Demokratik ve özgür yaşam için onları bulmak zorunluluktur. İktidar ve devlet zihniyetinden köklü bir kopuş demek, anlamlı özgürlüğe yönelmek demektir. Bu kopuş, özgür birey ve topluma ulaşmanın ilk yapı taşıdır. İktidar-devlet ekseninde kadın kaybetti. İnsan oluşumu kadın eksenli toplum inşasıdır. İktidar sonucu sadece kadın değil, erkek de kaybetti. Haliyle bir bütün toplum kaybetmeye başladı. Bu ilk tespit, Özgürlük Hareketini günümüzde nasıl bir toplumsal modele ulaşmak gerektiği sorusuna yönlendirdi. Özgürlük, iktidar dışı olacaktır. Özyönetim kavramı böyle ortaya çıktı. Özyönetim, yerinde yönetim veya radikal demokrasidir. İkinci kaybetme noktası ideolojiktir, düşünseldir. İktidar eksenli bütün düşünceler, parçalar, karşıtlaştırır ve savaştırır. O halde kökleri toplumsal hakikatin özüne dayanan anti-iktidar ve anti-devlet eksenli bir ideolojiye ihtiyaç var. Bu ideoloji özü itibariyle insanın ve tüm canlıların olmazsa olmazı eko-sistemi besleyen bir üretim ve paylaşım zihniyetine dayanmaktadır. Yani yeni sistem ekolojik ve kadın özgürlükçü olacak. Bir Afrika sözü, “Ben, biz, biz olduğumuz zaman, benim” der. Yani tek başına ben yoktur; ben, biz bileştikçe ortak bir yaşam ve paylaşım gerçekleşir. Sömürü, baskı ve şiddet ortadan kaldırılabilir.
İdeolojik olarak Kürtler tek başına özgür olamaz! Türk, Arap ve Fars da tek başına özgür olamaz. Medlerin Asur’u yenmeleri, ancak Asur’un zulüm ve sömürüsüne mustarip olan halkların birleşik mücadelesiyle başarıldı. Günümüzde ise içerik ve biçimde güncel ihtiyaçları karşılayacak ve bunu hedefleyecek, halkların birleşik mücadelesi zorunludur. Bunun en somut pratiği, Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin öncülük ettiği devrimde görülüyor. Kuzey ve Doğu Suriye, daha dar haliyle Rojava’da gerçekleşen başarı Kürt, Arap, Asuri, Süryani, Ermeni, Türkmen, İslam, Alevi, Êzidî ve Hristiyan, tüm farklılıkların birleşik kuvvetiyle gerçekleşmiştir. Bu devrim, kendi içinde çok ciddi deney ve birikimleri taşımaktadır. Egemenler küresel, bölgesel ve yerel ne olursa olsunlar, halkların özgürlük arayışları karşısında kendi iç çelişkilerini rahatlıkla bir tarafa bırakıp birleşebiliyor. Günümüzde buna karşın ezilenler de toplumsal hakikatin gerçeğine ulaşabilmek için birleşmeleri tarihi bir zorunluktur. “Ulus-devlete karşı demokratik ulus” formülasyonu bunun için biçilmiş kaftandır. Yerele dayalı Demokratik Özerklik bunun mihenk taşıdır; Demokratik Konfederalizm yerel, bölgesel ve küresel çözümün anahtarıdır.
Sonuç itibariyle Kürtlerin Apê Musa’sının (Musa Anter) “… Karabasan gecelerin sabahlarında / Direnmek kalırdı Kürde / Yaşamanın bir başka adı direnmektir”; Kemal Pir’in Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde “Direnmektir Yaşamak” sözleri Kürtlerin çıkış amentüsü oldu. Özel savaşı yenilgiye uğratmak ancak kapitalist modernist paradigma zihniyetinden köklü bir kopuşla mümkündür. Bu aynı zamanda yeni bir çağa işarettir. Bu, kökleri doğal topluma giden demokratik modernite yaşamıdır; özgür birey ve özgür toplumdur. Medlerde Kürtler tarihin en birleşik halini gerçekleştirmişlerdir. Sanılan veya propagandası yapılan “Kürtler çok parçalıdır; teslimiyet ve ihanet bünyesine köklü sirayet etmiştir” söylemi gerçeği tam yansıtmamaktadır. Bütün parçalarda Kürtler, tabanda birliklerinin öneminin farkına varmıştır. İşbirlikçiliğin, teslimiyetin ve ihanetin toplumsal tabanı oldukça zayıflamıştır. Güney Kürdistan’da yönetim şahsında böyle bir tablo hala kendini gösteriyorsa, bunun dayanağı sömürgecilik ve küresel gericilikle oluşmuş illiyet bağıdır. Bu bağda her geçen gün zayıflıyor. Uyanan ve yeniden yapılanan özgür Kürt zihniyeti karşısında marjinalize oluyor. Kürtler bugün hakikatlerine çok yakın bir noktadadırlar. Kürt varlığından korkan ve onu kendi sonu olarak gören egemen sömürgeci zihniyetin, bütün tekniği ve tarihsel birikimleriyle edindiği hile ve komplocu oyunları artık tutmamaktadır, boşa çıkarılmaktadır. Hileleri, büyük komplo ve entrikaları çeşitlenmiş olsa da örgüt bilinci kazanmış Kürtler bunu aşacak kudrettedir. Kürt özgürlüğü tatmış, doğal bir kültürleşmeye ulaşmış ve objektif örgütlülük düzeyini yakalamıştır. Zorlukları vardır ama özel savaş her an dağılabilir. Çözülebilir düzeye çekilmiştir. O halde özgür toplum ve özgür bireye ulaşmak için tasfiyeciliğin tasfiyesini gerçekleştirmek, tarihi bir görev ve sorumluluk olmaktadır.
HAYDAR ERGÜL
YORUM GÖNDER