PKK BİR İNSANLIK HAREKETİDİR
Bugün başta hareketimiz olmak üzere devrimci hareketlere yakıştırılan tek ad, sanki en büyük tehlikeymiş gibi çok ucube bir biçimde yansıttıkları bir terörizm iddiasıdır. Özellikle ABD ideologları ve politikacıları “terörizm” deyip, oturup kalkıyorlar. Her şeyi bu sözcükle izah etmeye çalışıyorlar. Aslında en çok da kendilerini bu sözcükle değerlendirmek gerekir. En büyük teröristin ABD’nin politik güçleri ve ekonomik güçleri olduğunu söylemek yerindedir. Çünkü insanlığın başına en bela olan, en tehlikeli oyunu oynayan, dolayısıyla işkenceyi en amansız uygulayan bu bir avuç borsa teröristidir, politik teröristtir. Çünkü ellerinde müthiş yıkım silahları var. Her gün tehdit olarak elinde bulunduruyorlar. Zaman zaman da gözlerine kestirdikleri güçlere, halklara karşı kullanarak bu terörizmi müthiş uyguluyorlar. Biraz da Yavuz hırsız misali, yani hem bastırıyor, hem kendini güçlü gösteriyor.
Hem insanlığın evini soyuyor, hem de insanlığın sahiplerini suçlu gösteriyor. Özellikle PKK’ye son günlerde ısrarla dayatılan “dünyanın en tehlikeli terörist örgütü” suçlaması ile bunu şimdi daha iyi anlıyoruz. İnsanlık ailesi içinde insanlığa bağlı olarak en büyük özeni gösteren partimize, ABD’nin böyle “baş terörist” demesi, bir gerçeği ifade ediyor. Yavuz hırsız misali kendi suçunu bize yıkıp kendini gizlemek istiyor. Bu, tarihin her döneminde baş vurulan bir taktiktir.
Roma’yı hatırlarsak, o dönemin ilk Hıristiyanları gerçekten ezilenleri, mazlumları temsil ediyorlardı. Neron ise bir çılgındı. Roma’yı yaktı, o fukara Hıristiyanların başına yıktı ve hepsini aslanlara parçalattı. Bu örneği günümüzde ABD’nin imparatoruna ve onun yardakçılarına uygularsak; evet, yalnız bir Roma’yı değil, bütün dünyayı ve bu arada ülkemizi, Türkiye’yi, bir çok ülkeyi yakıyorlar. Kim yaptı? “PKK teröristleri”. Bir de böyle kendilerince büyük basın-yayın gücüne dayanarak “teröristler şurayı yaktı, şurayı yıktı” diyebiliyorlar. Çok abartmaları ve çarpıtarak eylemleri de kullanabiliyorlar. Evet, Neron bir defa Roma için; Hıristiyanları suçladı, fakat bunlar her gün, her yerde bütün insanları, insanlığı suçlayarak kendi büyük yıkma hareketlerini örtbas etmeye ve bu temelde ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar. Burası çok önemli. Bu temelde büyük bir ideolojiyle saldırıya girişme gereği var. Az-çok partimizin bunu biraz yapabileceği ortaya çıkıyor. ABD’nin ideologları, istihbarat şebekeleri, politik güçleri bu anlamda akıllıdırlar, tespit ederler.
Reel-sosyalizmin büyük hataları, kusurları içinde aşama yapamaması ve bunda en kararlı örgütlerin başında bizim yer alışımız, PKK’nin kontrole alınmamış, iddialı olmakla da kendi eylemini yaratıcılıkla sürdürmesi, bunun en azında Ortadoğu için geliştirmek istediği düzene engel teşkil etmesi, kudurmasına yetiyor. Yani çok tuhaftır! İsa’nın çıkışı da bu topraklardaydı. Roma o zaman bütünüyle dünyaya egemendi. İsa, iki elin parmak sayısını aşmayacak bir küçük havari grubuyla birlikte Kudüs’te ve çevresinde söz eylemiyle bu büyük zulmü açığa vuruyordu. Tabii bunun karşısında Roma’nın büyük cezalandırma hareketini biliyoruz. (Çarmıha gerilme, daha sonraki ardıllarının da arenalarda aslanlara yem yapılması.) Yani çok güçlü olan Roma’nın buna ihtiyacı var mıydı? Evet. Ufak bir gediğin bile açılması, Roma’yı böyle hunharca hareket etmek zorunda bırakıyordu.
Günümüzün de buna benzer yanları var. Biz ABD için niye bu kadar büyük tehlike olalım ki? Ama emperyalizm “gedikler meselesini” çok iyi bilir. Nitekim Leninizm’inde döneminde emperyalizmin en zayıf halkasından bir gedik açma hareketi olduğu biliniyordu. Günümüzde de deniliyor ki; “PKK emperyalizmin en zayıf halkasından gediği adam akıllı açıyor ve bu gedikten tehlikeli bir dünya görüşü ve yaşam tarzı fışkırabilir”. Bunun için tarihten aldığı tecrübeyle yüklendikçe yükleniyor. Hatta Türkiye gibi tarihin tanıdığı en barbar ve günümüzde de çok faşist bir rejimi, onun saldırı ve imha seferlerini yeterli görmüyor. Hatta “niye erkenden bitiremedin?” diye kızıyor. Diğer irili-ufaklı emperyalist ülkelerde alabildiğine destekleyin “niye bu terörizmi önlemiyorsun?” diyor. Karşı çıkışları başarısızlıklarındandır.
Gizliden, on yılı aşkındır bütün güçleriyle desteklediklerini biliyoruz. Son saldırı operasyonlarına da tüm yönleriyle destek verdiklerini biliyoruz. Ama artık mızrak çuvala sığmıyor. Tüm dünya halkları gördü ki, bu bir işgal-istiladır. Nereye bunlar saldırıyor ve kimin desteği var? Biraz daha halklara karşı çok güç durama düşmemek için, görünüşte de olsa “karşıyız” diyorlar. Ama kendini en güçlü hisseden Amerika, halen utanmadan çok açıkça “destekliyoruz” diyebiliyor. Utangaçta olsa işte “yeter, operasyonları geriye al filan” diyor. Bunu söylemesinin nedeni ise; başarısızlıktır ve gittikçe kendileri açığa çıkıyor, tehlike büyüyor. Tıpkı Roma döneminde olduğu gibi Hıristiyanlık giderek kökleşiyor, kendileri ise tüm o görkemliliklerine rağmen daraldıkça daralıyorlar, kudurdukça kuduruyorlar.
Neron’un bütün Roma’ya hükmetmesi, imparator olması, hiç de Neron’un güçlü olduğunu göstermez ve nasıl bir sonuca gittiğini biliyoruz. Şu anda baş emperyalist gücün de durumu böyledir. Onun en önemli yardakçısı, Ortadoğu’daki işte Kudüs valisi gibi Anadolu’daki valisi de zor durumda. Ne kadar çıldırırsa çıldırsın fazla ilerleyemiyor. Dolayısıyla işte PKK’ye en büyük terörist örgüt diyebiliyor. “Tek bir dünya devleti veya insanı yardımcı olmamalıdır” demesi, bu tarihi özellikten ötürüdür.
Böylesine engin bir tarihi açıdan bakıldığında ABD’nin bu iddiası anlaşılır. Tabii Anadolu’daki valisi, kıt-dar düşünür, belki çok tahrip etmek ister, ama yarattığı olumsuz sonuçları görmeyebilir. Avrupa’nın da eleştirileri bu temeldedir. Anlaşılıyor ki; bu kadar dünyanın baş köşesine oturmamız, aslında salt bir ulusal kurtuluş hareketi özelliğinden ötürü değil, yine mahalli bir şiddet örgütü, hatta sosyalist örgütü olmadan da değildir. Mevcut emperyalist sistemi en tehlikeli yerinden deldiği ve kendilerine göre çok kötü bir örnek olma durumunu sezdikleri içindir.
Tabii hareketimizin gelişimi de biraz buna uygun. PKK’nin bir insanlık hareketi olduğu tartışma götürmez. Sosyalist ideallere daha başlangıcından itibaren oldukça bağlı, iddialı ve onun bilimsel anlamına bütün yönleriyle dikkat ediyor. Bu anlamda, tam böyle bir emek hareketi olmanın özelliklerine sahip olmaya çalışıyor. Yirmi yılı aşkındır, özellikle asrın son çeyreğinin çözülen, aşama yapamayan reel-sosyalizmine karşı aşama yapan, en önde gelen parti hareketi oluyor. Bu önemli. Ayrıcalığı burada, farkı burada. Gerçekten aşama yapamayan reel-sosyalizm, PKK’nin baştan itibaren eleştiriye tabii tuttuğu sosyalizmdi. Aşırı devletleşmesini, bütün dünyanın sosyalist-komünist partilerinin dış politikasının, devletinin bir eklentisi haline getirmesini kabul edilemez bir yaklaşım olarak görüyordu ve bu konuda da olumsuzlukları gördü. Özellikle TKP gerçeğinde ve Türk Sol gereğinde –ki hepsi de bu reel-sosyalizmden etkilenmişlerdir- oldukça yüklendiler. Kendisi de çok yoğun bir mücadele yürüttü. 1970-‘80 arası, bir anlamda reel-sosyalizmin olumsuz etkilerine karşı, devletçi sola karşı mücadeleydi. Ki Türkiye’de bu eşittir Kemalizm’in solu biçiminde kendisini göstermiştir.
Sol, Türkiye’de Kemalizm’dir.
Ve halen de bu özelliğini aşmış değildir. Bu da çok somut olarak; bir sosyal-şovenizm, Türkiye’de aşırı devletçilik ve ulusalcılık, Kürt gerçeğinin imhasına dek inkar edilmesi, yok edilmeye rıza gösterilmesidir. Ve bunun da yüzde yüz sosyalizmin inkarı olduğu açık. Yine baştan beri bunun, kuruluş aşamasındaki Kemalizm’le bağlantısı kadar, çözülüş sürecinde de Kemalizm’in en büyük destekçisi olması, evrensel etkileri olan bir gerçeklik idi. İşte biz bu gerçekliğe yüklendik. Kurulan sosyalizmin bu en temel yanlışı süreçle gelişti. Ki, 1925’lerde bu görülmeye çalışıldı.
Komünist enternasyonal içinde Kemalizm’e TKP türü yaklaşmanın sosyal-şovenizm olduğu, sosyalizmin özüyle bağdaşmadığı, ama Leninistlerin o zaman buna bir taktik olarak bakılması gerektiği, ancak daha sonra bunun bir taktik değil, nerede ise tamamıyla bağlı kalınan bir politik tutum olduğu ortaya çıkınca genelleşti, evrenselleşti ve sonuçta, sosyalizmin çözülüşünün en baş nedenlerinden birisi oldu.
Kemalizm’in kendisi de bu anlamda en çok reel-sosyalizmden yararlanan rejimin adıdır. Onun solu da, en sosyal-şoven soldur. Dolayısıyla Türkiye’deki emekçi halka hiçbir şey veremeyen sol, bu nedenle verememiştir. Kemalizm özünde ne kadar halk karşıtıysa da, solun da sosyal-şoven niteliği gereği o kadar karşıt olacağı açıktır. Bu açıklık günümüzde o kadar açığa çıkmıştır ki, emekçileri din ideolojileri dahil, en bayatlamış liberal veya milliyetçi ideolojiler bile etkileyebiliyor, umut olabiliyor. Sözüm ona en radikal solum diyenler zırnık kadar emekçiler dünyasında etkili olamıyorlar. Bunu değerlendirememeleri, nedenlerini ortaya çıkaramamaları hayli düşündürücüdür.
Biz tabii anlamakta güçlük çekmedik. Anlamak kadar da etkili bir mücadeleyle yüklendik ve PKK’yi PKK yaptık, PKK’nin ideolojik anlamda belki de söylenebilecek en olumlu ve güçlü yanı; genelde reel-sosyalizmin ve bu Kemalizm’e yönelik yaklaşımlarındaki hatalarına düşmemek, onu hem ilkede, hem pratikte kıyasıya eleştirip aşmak olmuştur. 1970-‘80 arasında bunu çok güçlü yaptığımız için, daha sonrasını getirme özünü koruyabildik. Eğer diğer sol gruplar gibi olunsaydı, hiç şüphesiz, 1980 sonrası atılım gösterilemeyecekti. Diğer gruplar zayıf oldukları için değil, ideolojik olarak sol-Kemalist konumu aşamadıkları için gelişme sağlayamadıkları ve emekçilerle birleşemediler. Bugün emekçiler belki de evcil hayvanlardan daha kötü durumdadırlar.
Dünyanın hiçbir emekçi halkı, Türkiye’deki emekçi halk kadar düşürülmüş düzeyde değildir. Ne Afrika’nın halkları, ne Asya’nın, ne Latin Amerikan halkları, emekçilerinin hiç birisi Türkiye halkı kadar onursuz bir durumu yaşamıyor veya yaşatılmamıştır. Özellikle Türkiye halkı adına düşünmek durumunda olanların, bu onursuz durumu bütün yönleriyle kavramaları, mümkünse bir çözüm göstermeleri gerekiyor. Hiçbir yerde emekçi halkın bu duruma düşürülmesi görülmemiştir. Neden düşürüldü? O zaman bunu TC gerçeğinde, hatta Türk egemen sömürücü gerçeğinde yerli yerine oturtmak gerekir. Bu oturtulmadan bugün dayanılmaz boyutlardaki baskı, sömürü ortadan kalkmaz. Dünyada kendileri söylüyor en kolay yönetilen emekçiler Türkiye’dedir. En kolay sömürülenler Türkiye’dedir. Bir emekçi halk onursuz kılınır, lanetli kılınır da bu kadar kılınmaz.
Biz Kürdistan halkı için de benzer değerlendirmeler yaptık. Bizim ki daha da tarihidir, daha da yoğundur. “Lanetli halk” dememiz yerindedir. Çünkü bu kadar kolay sömürülmeye, bastırılmaya rıza göstermek, en lanetli olma durumunu ifade eder. Biz biraz direndiğimiz için bu lanetliği yıktık, aştık ve yüz aklı olma durumu sağlanıyor. Ama Türkiye’de bu yok. O açıdan durumları daha kötü. Emekçilerin ufku son derece karartılmıştır, eylemi cılız bile değildir. Eylemsizdir, kişiliksizdir, amaçsız, iddiasızdır, çaresizdir her yönüyle. Kırıntılara bile razıdır, verilmiyor. Her gün kendileri istatistiklerinde gösteriyorlar. Nasıl yaşadıkları biraz mucizedir. Belki de bu anlamda Türk halk gerçeği üzerinde düşünmek, günümüzde çok evrensel bir konum arz ediyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER