SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (21.BÖLÜM)
2- Etnik Yapıların Direnişi Ve Köleci Uygarlık:
Doğuşundan çöküşüne kadar köleci sistemin sürekli boğuşmak zorunda kaldığı bir tarihi hareket türü de bilinç kazanmış etnik (kabile, aşiret) birliktir. Neolitik çağda kendiliğinden bir yapıya sahip olan etnik varlıklar, kendiliğinden işçi sınıfı gibi bir anlamı ifade ederler. Varlıklarını sürdürmek için bir direniş bilincine gereksinimleri yoktur. Çünkü saldıran düşman yoktur, etnik bilince yol açacak çelişkiler oluşmuş değildir. Etnik birlik ve direniş hedef gerektirir. Bu hedefin hem dış kökenli olması hem de etnik yapıyı aşan bir sınıflı toplum tarafından yöneltilmesi, bilince yol açacak çelişkinin doğası gereğidir. Yanı başlarında ve bağırlarında gelişen yeni sınıflı siyasal toplum bu çelişkiyi doğurur. Etnik yapının üst kesimi yeni sınıflı topluma katılırken, alt kesimi kendini çok yönlü bir tehditle karşı karşıya bulur. Başlangıçta sınıflı toplum birimleri neolitik dünyanın okyanus genişliğinde birer ada durumundadır. Tehdit zayıftır. Uygarlık adaları dört taraftan gelişince, bu sefer kendileri adacık durumuna düşerler. Tümüyle yutulmamak için, gözlerini dört açmaktan ve direnmekten başka seçenekleri yoktur. Halen Ortadoğu ve benzer yörelerde çok güçlü olan etnik bilincin altında bu tarihi gelişme yatar. Köleci uygarlığın emperyalizm aşamasına gelmesiyle birlikte, etnik varlıklar açısından “bilinçli etnik gruplar olma” dönemi gelmiş demektir. Tarihsel gelişim açısından bu süreci şöyle izlemek mümkündür.
A- M.Ö 3000 yıllarında kent uygarlığına dayalı kolonileştirme hareketleri, etnik yapıların kendi bölgelerindeki hammadde kaynaklarına ve ticari çıkarlarına sahip çıkma bilincine yol açmıştır. Koloni yönetimleri zorla imkanlarına el atınca, bilinçlilik, direnişi ve çok kanlı bir dönemin açılışını da beraberinde getirmiştir.
B- İşin içine önemli maddi çıkarlar girince hem kendi içinde hem de dışa karşı etnik yapının yeniden örgütlenmesi, özellikle savunma ve saldırı gücüne kavuşması yeni bir aşamadır. Kolonilerde ve emperyalist savaş sürecinde öğrendikleri silah teknolojisiyle bir askeri komutanlık oluşturmaları kaçınılmaz olmuştur. Ayakta kalmaları ve çıkarlarını savunmaları artık askeri güçlerine bağlıdır.
C- Güç dengesine ulaşmak için, benzer çelişkilerle karşı karşıya olanlarla bir ittifak kaçınılmaz olmuştur. Bu ittifak tarihte karşımıza “kabileler federasyonu” biçiminde çıkmaktadır. Bu durumun sistem içindeki çelişkilerle birleşmesi ve yönetimlerde birçok hanedan değişikliğine yol açılması bu süreçle yakından ilişkilidir. Bu süreç aynı zamanda aşiretlerin “kahramanlık çağı” dediğimiz dönemlerine denk gelmektedir.
D- Kurulan federasyonları iki sonuç beklemektedir: Ya başarılı olup daha fazla merkezileşmeye ve kent merkezine sahip bir devlete dönüşecekler, ya başarısızlık karşısında dağılıp dağlara ve çöllere sığınarak kendilerini korumaya çalışacaklar veya hâkim sınıflı toplumun yeni esirleri olarak eriyip gideceklerdir. Tarihin çarkı bu gerçeklik karşısında hep böyle dönmektedir. Bu, günümüze kadar sürüp gelmiştir.
E- Bu tarz aşiret bilinci sınırlı ve ilkel bir kavim (millet değil, milliyet) bilincini bağrında taşımaktadır. Kavim bilinci aşiret bilincinden sonra gelir ve onun aşılmasıyla gelişir. Aşiret bilincinin çok köklü olduğu yapılarda kavim bilinci kolay gelişemez. Aşiret yapısının yetmediği, hatta engel teşkil ettiği aşamalarda veya sorunlar karşısında, milliyet bilinci ve yapılanması bir adım daha atar. Bu adımlar çoğunlukla siyasi ve askeri niteliklidir. Ortadoğu tarihinde ve coğrafyasında bu çözümlemenin ışığında da somut olarak şu gelişmeleri görüyoruz:
I- Semitik kabile dalgaları üç büyük aşamada önemli rol oynamışlardır. Mısır ve Sümer uygarlıklarının oluşumunda katılımları belirgindir. İkinci aşamada daha çok direniş göstermişlerdir. Ağırlıklı olarak peygambersel önderliklidir. Doğuda Sümerlere karşı çıkıp saldıran Amoritler, batıda Mısır’a direnen ve zaman zaman saldıran Kenaniler ve İbraniler bu ikinci aşamayı teşkil ederler. Son aşama feodal İslam çağının Semitik Arap yayılması çağıdır. Halen yayılmayı Araplar sürdürmektedir.
II- İkinci büyük grup, Aryen kökenli olanlardır. M.Ö 3000’lerde etnik bilinci yükselen Aryenler, Sümerler tarafından çeşitli adlarla adlandırılmaktadır. “Yüksek memleketliler’” anlamına gelen “Horrit” kelimesiyle bu dalgalanmaya genel bir ad verilmektedir. Horritlerin kolları durumunda olan Gutiler, Kassitler, Mitaniler, Urartular ve en son Medler birinci kuşağı oluşturmaktadır. Bölgede çok güçlü olan aşiret bilinci, kaynağını bu yıllardaki uzun süreli amansız takipler karşısında yaşanan direnişlerden almaktadır. Aşiretçilik adeta ayakta kalmanın ve varlığını en ücra dağ köşelerinde sürdürmenin temel aracı haline gelmiştir.
III- Aryenlerin Hint ve Avrupa’ya dağılan kolları (dağılım fiziki değil, daha çok kültüreldir) daha çok paleolitik (eski taş devri, yabanıl dönem) yapıları yıkarak, tarımsal devrimi ve neolitik kurumları geliştiriyorlar. Hedef sınıflı toplum değil, daha geri ilkel toplumsal yapılardır. M.Ö 2000-1000 yılları arasında Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na kadar Aryen kültürü temelinde Çin, Hint, Türk, Kelt soy gruplarına dayalı uygarlık oluşumları, Sümer ve Mısır’ın etkilemesiyle birlikte ortaya çıkmaya ve biçimlenmeye başlarlar. Yayılmanın ikinci büyük dalgası dönemi söz konusudur. Asya ve Avrupa uygarlıklarının oluşumunda, esas olarak tarım devrimi ve kültürünü temsil eden Aryen soy gruplarının etnik yapılarının büyük hareketliliği belirleyici rol oynar.
IV- Bu dönemin dünya çapında en büyük gücü, Aşağı Mezopotamya’dan kuzeye yayılarak oluşan ve daha çok Sümer kültürünü özümseyip Akadça’yı daha da geliştirerek resmileştiren Amorit kabilelerinin hâkim tabakalarının temsil ettiği Babil-Asur İmparatorluğu’dur. M.Ö yaklaşık 2000’lerden başlayan bu süreçte, Pers İmparatorluğu’nun kuruluşuyla M.Ö 550 yıllarında siyasi varlığını yitirmiştir. Bu dönem, özellikle Asur İmparatorluğu’nun tarihte ilk defa en kanlı bir biçimde hakimiyetini tüm Ortadoğu’ya egemen kılmasıyla tanınmaktadır. Etnik yapıların temizlenmesinde ilk soykırım denemeleri Asur belgelerinde iftiharla anlatılmaktadır. Gerek Hz. İbrahim’in atalığında kabul gören tek tanrılı dini biçimler altında gelişen ve ağırlıklı olarak Semitik kabile gruplarına dayalı peygamber önderlikli özgürlük hareketleri, gerek doğrudan aşiret bilincine ve önderliklerine dayalı Aryen kökenli kabile federasyonlarının direnişleri tarihsel gelişmede önemli bir role sahiptir. Sonuç olarak; köleci emperyalizme karşı gelişen ve iç içe bir durumu yaşayan tek tanrılı dini şekillenme altında ideolojik ve kabile federasyonları biçimindeki politik gelişme, klasik kölecilik merkezlerini yıkıp, feodal uygarlık sistemine ulaşmayı başaramamışsa da sarsılmasında ve yeni biçimler kazanmasında belirleyici rol oynamıştır. Sistemin yumuşaması ve reformasyonunda bu direnişlerin varlığı kesindir. İnsanların zihniyet ve ruh yapısında kurtuluş ve özgürlük normlarının gelişmesinde de bu büyük hareketliliklerin önemi küçümsenemez. Adeta bir eşya, bir gölge haline getirilmiş, ezilen ve yönetilen tüm grupların acılarını dile getirme, isyan etme ve kurtarıcı arama süreci başlamıştır. Bu, büyük bir arayış dönemidir. Ortadoğu coğrafyasında etnik yapılar yanında mistik (gizemli) yapıların ortaya çıkış aşamasıdır. Bu yeni tür bir sosyal oluşumdur; etnik yapısına bakmadan, birbirlerini gizli tarikatlar temelinde kardeş kabul eden bir toplumsal dönüşümdür.
Dolayısıyla hem köleci sınıflı toplumdan hem de etnik toplumdan ayrı üçüncü bir toplumsal şekillenme türü insanlık yürüyüşüne katılmıştır. Tarih önemli oranda bu tür toplumsal grupların hareketiyle adeta bir “din ve mezhepler tarihi” şekline bürünmüştür. Daha sonra temel anlatım halini alacak olan dinler tarihi söylemi bu gelişmenin ürünüdür. Artık Ortadoğu tarihi boydan boya bir din ve mezhep savaşları tarihidir ki, orta çağda bu doruk noktasına varacaktır. Bu grupların geçirdiği dönüşümler felsefi nitelikli grupların da prototipidir. Arayışlar din alanından yavaş yavaş felsefe alanına kaymaktadır. Dini, özellikle tek tanrılı dini gelişmeler nasıl mitolojinin bağrında gelişim gösterdilerse, felsefi yaklaşımlar da uygarlığın maddi zeminindeki ve gizemli grupların bilinçli hareketliliğindeki gelişmelerden etkilenerek ortaya çıkmaya başlayacaklardır. Köleci sistemin reform ihtiyacı ve insanlığın zihni ve ruhi yapısındaki gelişim, düşünce biçiminde felsefe çağına geçişe zorlamaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER