APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (16.BÖLÜM)
PKK’YE DOĞRU KATILIM DİRİLTİCİ VE KURTULUŞÇU MİLİTANLIKTA KARARLAŞMADIR
Kadro ve yönetim sorunu öneminden hiçbir şey yitirmeden, hatta daha da ağırlaşarak devam ediyor. Önderlik gerçeğinde en temel sorun, ana kadro yapımızın bize yaşattığı büyük boşa çıkarma ve bir tasfiye gücü olmaktan kendini kurtaramamasıdır. Sorunun bu kadar ağırlaşmasını ne bekliyorduk, ne hak etmiştik, ne de bunun anlamlı bir yanı vardır. En büyük çalışmayı kadro gelişimine ayırdığımız halde, en büyük sorunu ve bundan kaynaklanan en büyük olumsuzlukları da kadroda görüyoruz. Acaba çok ilgilendiğimiz için mi böyle oluyor? Hatayı nerede yaptık? Devrimimizin bu en can alıcı döneminde, pek de haklı bir gerekçesi olmadığı halde bu sorunu halen bu kadar ağırlaştırmak ne anlama geliyor, hangi gerekçelerle izah edilebilir? Eğitime sınırsız bir güçle karşılık verdik. İmkanolanaklar çalışmak isteyen her kadro için, yine bir devrim için ne kadar gerekliyse fazlasıyla verilmiştir. Ama buna rağmen PKK bünyesindeki kadro, işleri adeta çığırından çıkarıyor, boşa çıkarıyor; hatta denilebilir ki, düşmanın psikolojik savaş uzmanlarının bilinçli saptırmalarının yol açamayacağı saptırmaları, olumsuzlukları gerçekleştiriyor. Düşmanı ele alırsak, onu bin defa yenebilir ve istediğimiz noktaya getirebiliriz. Ama maalesef bu kadar olumlu yaklaşımlara rağmen sizi o uygun noktaya getiremiyoruz. Tabii bunun nedeni anlaşılmaz da değildir. Kesinlikle Önderliksel, partisel savaşımın gereklerine kendini katmama, tam tersine Önderliksel gelişmenin veya bu temelde partileşmenin imkan-olanaklarını kendi bireysel açlığını, yoksulluğunu gidermek için bireyci ve çok gözü kara bir biçimde gasp edici bir tarzda kullanma, ancak usta hırsızlara yaraşır bir biçimde örgüt hırsızları, yetki hırsızları, siyasi hırsızlar haline gelme durumu yaşanmaktadır.
Bunun diğer bir biçimi bu sefer tam tersine, emeklerinin sonuçlarıyla hiç ilgilenmeyen en geri bir hamalın pratiğini sergileyerek, partileşmenin birinci sorununun değerlerin korunması gerçeği olduğunu bir tarafa itip en iddiasız, en ölgün, en yaramaz bir katılımı partiye dayatmış olmalarıdır. Bu da partiye yapılabilecek en büyük kötülük oluyor. Ama ne yazık ki, bu durum oldukça açığa çıkartılmasına rağmen hiç kimse sahiplenmiyor ve çok ikiyüzlü, bir kaç yüzlü kişilik yaklaşımlarıyla “bu ben değilim, bu hep başkası için söyleniyor” deyip işin içinden tam bir köylü kurnazlığıyla sıyrılmayı herkes politika sanıyor. Sıkı bir eğitime gelmemek, kendine cesur yaklaşmamak, mütevazı olamamak, anlayışta dürüst olmamak ve tabii yeterince karar gücü, iddia ve ihtirası bununla bağlantılı bulmamak; hayal, azim, irade sahibi olmamak, onun yerine çok darmadağınık, aslında bir çok yönüyle çürük, sistemsiz, iddiasız, yitik kişi özelliklerini örgüt imkanlarıyla yaşatabileceği kadar yaşatmanın ilginç veya kendine göre savaşını vermek... Sizin resminizi ancak tüm bunlarla çizebiliriz. Fakat resimleri böyle çizmek yetmiyor. Bu resmi param parça etmek, yerle bir etmek gerekir. Şu anda vardığım en önemli sonuç budur. Beni boşa çıkaran ne düşmandır, ne halktır, ne sıradan savaşçıdır; merkezimiz başta olmak üzere, tamamen gövde kadrodur. Şu anda en büyük tehlike bunlardan geliyor. İnanılır bir şey değil, şimdi bunları ne yapsak? Aslında diğer tarihi örneklerde bu tür durumlar bir kaç biçimde sonuçlanırlar. Kaba bir hizip savaşıyla çıkan her türlü yöntemle diğerlerini bastırır, tasfiye eder ya da örgütler kendi kendine dağılır. Bu yaklaşımın başka bir sonuç vermesi beklenemez. Sizin bu kadro yaklaşımıyla beklediğiniz, örneklerle de ortaya çıktığı gibi birilerinin bastırılıp diğerlerinin tasfiye edilmesi, büyük bir kısmının ise kendi kendini tasfiye etmesidir. Yönetim gerçekliğine bakın. PKK‟nin bütün tarihi deneyimlerini -ki, hepsi belgelidir- kendi kendinize izah etmeye çalışın, göreceksiniz ki gerçeğiniz böyledir. Tabii bunun toplumsal kökenleri çok açıktır, siyasi hedefleri ve sonuçları yine rahatlıkla tespit edilebilir, ama çok tehlikelidir. Bununla olsa olsa düşman için mükemmel bir yenilgi zemini olunur.
Düşmanın beşinci kolu gibi objektif ajanı olarak hareket edilir ve bu toplumsal gerçekliğimizin en kötü bir biçimde yansıtılması, sömürgecilik statüsüne mükemmel uygulanmasıdır. Son yıllardaki çabalarımızın temelinde bu tehlikeyi görüp gidermek yatıyor. Bu büyük çabaları boşuna sergilemiyoruz. Bütün pratiklerinizde ve günlük yaşam yaklaşımlarınızda görüldüğü üzere o kadar sığsınız ki, sanki iflah olmaz bir hastalığa tutulmuş gibi sorunlara daha da derinleştirerek karşılık veriyorsunuz. Bu durumlarınız karşısında hayretler içinde kalmamak mümkün değil. Kesinlikle çocuklarla ilgilensem kısa bir süre içinde -deneyimler de var- hepsi mükemmel olurlar. Şu anda benim en arzuladığım şey, on-on beş yaş sınırlarında bir grupla ilgilenmektir. İnsan artık sizin gerçekliğinizden korkuyor. Bu kadar bıktırıcı yaklaşımlar yetmiş yaşındaki insanlarda bile yoktur. Onlarla da mükemmel çalışılabilir. Tabii insan bunları dehşetle karşılamaktan kendini alamıyor. Neden bu yaşta böyle yaklaşımların sahibi oluyorsunuz? Gayet tabii bu yaşta bu biçimde siyasete katılış, en tehlikelisi oluyor. Çocuklar büyürken doğrulara, yaşam gereklerine sımsıkı sarılırlar. Yaşlıların da büyük tecrübeleri vardır. Onlar da hayatın acımasız okulundan geçtikleri için yine doğru işlere yüksek değer biçerler. Bir kahveye bile, küçük bir yaşam imkanına bile büyük bir hürmetle, büyük bir saygıyla karşılık verirler. Bunların ikisi de sizde yok. Olmadığı için de en tehlikeli durumları yaşamaktan çekinmiyorsunuz. Bu durumunuzu yaşam okulunu iyi geliştirerek, yine PKK ortamlarını yıllardır önünüze koyarak aşmak istedik.
Ancak siz halen tehlikeli yaklaşımlarınızı sergiliyor, kendinizi çok kurnazca dayatmaktan çekinmiyorsunuz. Yaşam bunlara öğretir dedim. Bu kadar savaş veriliyor, ancak düşmanın bile düşünemeyeceği kadar komuta gerçekliğinde, ordulaşmada, yönetimin gerçekleştirilmesinde en ters durumlara düştüler, en inanılmazı buldular, dayattılar ve yaşattılar. En ucuz önderlik anlayışı, en terbiyesiz, en kaçırtıcı, en kendini dayatıcı, sorunları en çok büyüten, çözen değil de tıkayan ve gittikçe bunda daha da kemikleşen bir gelişme ortaya çıkıyor. Şu anda en ezici kesim bu temelde karşımızdadır. Kendini bela yapmış, adeta “ben PKK‟ye katıldım, kendimi de ortaya koydum, ama intikamımı da Önderlik gerçeğinden, dolayısıyla parti gerçeğinden böyle alıyorum” diyor. Son dönem geliştirmek istediğimiz sorgulama pratiğine baktığımızda, bu arkadaşların kişiliğinde bir intikam olayını görüyoruz. Ki, bunların hepsi dürüst. Çok tuhaf bir şey daha var, bu kişiler sözde ölümüne bize bağlı, hatta en çok bağlı gibi gözükenler oluyor. Ama pratikleri Önderlikten, dolayısıyla da partiden intikam almadır. İnanılmaz bir şey. Bu duruma nasıl yol açabiliyorlar? Daha da genelleştirdiğimizde kadrolaştırma, PKK‟nin Önderlik gerçeğinden intikam alma hareketine dönüşüyor. Tabii bunun altında erken iktidar tutkuları, kendini eğitememenin verdiği her türlü biçimsizlik, bireysellik, sınıf etkileri ve zorluklar yatmaktadır. Tüm bunlar kişilikte adeta en belalı tipi yaratmaktan öteye bir sonuç vermiyor.
Tarihi değerlere, devrimin başarıyı emreden hususlarına ilgi bile yok. Ancak bunu hiç birisi sorun dahi yapmıyor. Düşmana karşı bir karış ilerlesin veya bir darbe indirsinler, on tane darbeyi de bana indirsinler, ben buna da hazırım. Ancak bu da yok. Kesinlikle düşmana karşı yürüyüşleri ya intiharvari ya da en sağcı, kuyrukçu tarzdadır. Hiçbir yeniliği yaratmaya gelmiyorlar. Tarzları tamamen başarısızlık temelindedir, dağınıktır, sistemsizdir. Savaş hususunda başarı ufkuna kesinlikle sahip değildirler. Kendilerini buna vermiyorlar, son derece tutucu, inkarcı ve umutsuzlar. Bu tutumlar gerçekten büyük tehlike yaratıyor. Kaldı ki, gerçekçi de değiller. Zorluklar olsaydı -ki, biz bunları da aştırmak için bir çok imkan sunduk- anlaşılabilirdi, ancak en başarılı iş yapılacak yerlerde durumu daha da kötü bir halde dayatıyorlar. Kadro yetmezliği bu anlamda öyle sıradan bir yetmezlik olarak geçiştirilemez. Aslında askeri kurallara göre en ağır cezalandırılmayı gerektirir. Yetmezliği oportünizm olarak geliştirip bütün sorumsuzluklara gerekçe yapmak, bütün başarısızlıklara kılıf yapmak neredeyse sanat haline gelmiş. Bunlar, en basit bir sanat, en fazla elinizden gelen, ama hiçbir gelişme şansı olmayan yaklaşımlardır. Halbuki bu yaklaşımlar doğru değildir ve anında yerle bir etmek gerekir. Fakat işin tuhaf tarafı, bu konuda müthiş ittifak ve uzlaşma halinde olmanızdır. Ben bir taraftayım, hepiniz bir taraftasınız. Birbirinizin dilinden öyle güzel anlıyorsunuz ki, bu dil de eski dildir, eski Kürt dili gerçeğidir. Aslında bu konuda da insan kendine şunu sormadan edemiyor; sizin üzerinize bu kadar gitmenin anlamı var mı, sizlerle bu kadar uğraşmak ne kadar akıllıca bir iştir? Gerçeği böyle olanlarla, önemli bir aşamayı böyle ele alanlarla neden böyle uğraşıyorum diye kendime soruyorum ve daha değişik yöntemleri neden bulamıyorum diye kendimi de zorluyorum. Sizin bir şeyleri itiraf etmeniz ve karar vermeniz gerekiyor. Bunu gerçekleştiremeyecek misiniz? Son derece kendini konuşturan bir gerçekliği geliştirmişsiniz. Dostun da, düşmanın da iyi bildiği yükseliş gerçeklerimiz, siyasal irademiz, resmiyetimiz var.
Artık bunu düşmanın bile dikkate aldığı bir noktaya getirirken, siz neden dikkate almayacaksınız? Bir yaratma eylemini, işin özünü yakalama çabasını neden gösteremeyeceksiniz? Şimdi sizinle bu kadar uğraşmamızın temel hedefi aslında budur. Kendi cevabınızı netleştirmeniz gerekiyor. Kendinize göstereceğiniz en iyi saygı da budur. “Ben neye varım, neyle uğraşıyorum, esas uğraşım ne olmalıdır” diye kendinize sormalısınız. Bu sorulara ertelemeksizin kesin bir cevap vermeniz gerekiyor. Açık söyleyeyim, bu yöntemle sizin kendinize yaptığınızı en değme düşman bile size yapamaz. Sizler derin bir yanılgı içindesiniz. Tarihin bu anlamlı dönemine büyük haksızlık yapıyor, çok büyük bir biçimsizlikle karşılık veriyorsunuz. Aslında bir yerde bunun bir şans olduğunun ve büyük önem vermek gerektiğinin farkındasınız. Ama bunu en edepsizce, en sorumsuzca, en başarısızca kendinize mal edebileceğinizi sanıyorsunuz. Bunun büyük duyarlılığını, büyük hassasiyetini kendinize egemen kılmadan, yeterli çabayı göstermeden -en kaba köylü gibi mi desem, en serseri lümpen kişilik gibi mi desem- imkanların içine dalarak onları ele geçireceğinizi sanıyorsunuz. Bu yaklaşım tarzınızla başarılı olamayacağınızı, bu işlerin böyle kolay mümkün olamayacağını görünce de müthiş tahripkar oluyor, neredeyse bir bölgeyi, ortamı yerle bir ediyorsunuz. Onlarca yoldaşın şahadeti, çok önemli başarı imkanlarından yoksun kalmanız, hep bu yaklaşım tarzınızla çok yakından bağlantılıdır. Son yılların bizi en çok öfkelendirecek hususu, yaklaşımı budur. Sağduyulu bir yaklaşım, sınırlı bir dikkat, görevlerine sahip çıkmak, gerçeklere sözcü olmak ve bunun gereklerini yerine getirmek belki de bir çok önemli başarıları getirecektir. Ama buna üşenme, sanki hiç gerek yokmuş gibi yaklaşma durumunuz var.
Örnekleri var, en yüksek çözüm gücü verdiklerimiz, en sıradan bir konuşmayı yapmıyor, bir kişiyle ilgilenmiyor, bir örgüt toplantısı düzenlemiyorlar. Rahatlıkla ele alınabilecek bir taktik sorunu, bir pratik çalışmayı ele almıyorlar. Aslında bu hakarettir, ağır bir suçtur. Bu kişileri anında mahkemeye çıkarmak gerekir. Ama siz bunun da kılıfını bulmuşsunuz. Kişilik sorunlarıyla tıkanmışsınız, kendinizi en beterin beteri bir hasta durumuna sokarak işin içinden sıyrılma küstahlığını veya kişiliksizliğini göstermekten çekinmiyorsunuz. Siyasi kişiler böyle olur mu? Askeri kişiler bu yönlü tek bir hata bile yapmazlar, ama bu, sizde bir alışkanlık haline gelmiş. “Ne olmuş örgüt boşa çıksın, ne olmuş kurallar işlemesin, ne olmuş bir kişi kendini her şeyin yerine koysun, ne olmuş yapı bütünüyle yerde olmuşsa, günler çok verimsiz ve boşa geçiyorsa, ne olmuş savaş imkanlarımız çarçur ediliyorsa”, hep “ne olmuş, bir şey olmaz” diyorsunuz. Sizin üslubunuz budur. Bu kişilik bu yaklaşımıyla kendi başına en büyük tehlikedir. Tabii bu büyük bir vicdansızlık anlamına da geliyor. Çok ciddi bir vicdan sorununuz var. Vicdanınızın kesinlikle bir aşınmaya uğradığını görüyorum. Kesinlikle bunu da halletmeniz gerekiyor. Sizde vicdan diye bir şey kalmamış. Sizde değerler karşısında, tarih karşısında, görevler karşısında vicdan değil, çok kötü bireysel ihtiras veya oralı olamama, vazgeçme yaklaşımları var. En kötüsü de buna yola açan nedenler o kadar anlamsız ve o kadar gereksiz ki... Biraz irade, biraz iddia, biraz “yapacağım” diyebilme bir devrimcinin esas özellikleridir. Devrimci kişilik, her zaman iradeli ve her zaman doğruya, başarıya varım diyen bir kişiliktir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (28 Haziran 1996)
YORUM GÖNDER