ANLAMLI YAŞAM ÖNDERLİĞİN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAĞLAMAKLA MÜMKÜNDÜR
Fuat arkadaş’ın yazdığı “Apo” isimli şiirinde “size şah damarınızdan daha yakındır” diye anlatılan tanrıyı kıskandırırcasına ve onu geçerek “şah damarınızdır” der. Bu belirleme, anlayıp bilmeyen için abartı ya da başka birşeyle addedilebilir. Ancak Önder Apo gerçeğini az da olsa tanıyan, hisseden, anlamlandıran için normalin normalidir. O bizim şah damarımızdır. Ama şah damardan daha yakın olan tanrıya tezattır; bizi yargılayan, korkutan, ürküten değildir. Ceza yağdıran ya da gazap yağmurları altında yürüyemez hale getiren, toplumsallaşmaya, insan olmaya takat bırakmayan, bencilliğin, toplum karşıtlığının her türlüsünü mübah gören ve nihayetinde kahreden değildir. Bunlar tanrının sıfatları oluyor aslında. Şah damarınızdan daha yakın olması, sizi denetlemesi, belirlemesi içindir. Önder Apo’nun şah damarımız olması ise bizimle bir olması, biz olmamız anlamındadır. Onsuz nefes alamayacağımız, onsuz bedenimizin soğuyacağı anlamındadır. Onun varlığıyla özgür ve mutlu yaşayacağımız anlamındadır. Hiçbir aşık, mâşuk da dahil olmak suretiyle, Önderlikten başka kimsenin onu bu kadar yakından anlayıp hissettiğini iddia edemez.
Felsefelere konu olan vahdet-i vücuda uyan bir olma, anlam birliği, aynı anlam zerresinde buluşmadır. Bunu en fazla yaşayanlar şehit yoldaşlarımız, şehit öncü arkadaşlarımızdır. Bunu kimileri salt ölümü kutsama olarak görmektedir ancak öyle değildir. Ölüme rağmen anlamı yüceltmek büyüklüktür. Yaşam adına ne varsa feragat edebilmek yüceliktir. Şüphesiz tüm PKK militanları bunu bilir, anlar, düşünür, hazırlanır ve zamanı geldiğinde bunu yapar. Ancak şehitlerimiz tüm bu aşamaları yürümüş, katetmiş, yaşamış ve tamamlamışlardır.
Önderlik gerçeğini anlatmak şüphesiz büyük derslerin ve zamanların işidir. Başlı başına bir evren felsefesine giriştir. Ancak bizler PKK militanları olarak, Önder Apo’nun öğrencileri olarak hayatımıza kendimiz yön vermeye karar vererek, onu anlamaya da giriş yapmış olduk. En azından bunun kararını verdik. Önder Apo kendisi de Önderlik gerçeğinin derslerini hep anlattı. Tüm bunlarla birlikte “anladığımız, uyguladıklarımızın toplamıdır” gerçeğine vurursak, bir anlama kıtlığı yaşadığımız, anlamama inadı içinde olduğumuz da görülecektir. Varsa anladığımız ve uygulayamadığımız, ifadesiz kaldığımız, kendimizi anlatma, uygulama olanağı bulamadığımız, bu da bizim özgürleşmeyişimizi anlatır. Nihayetinde, gizli kalmış hakikat, hakikat olmaktan uzaktır.
Önder Apo, bilmeyi verilere dayalı bilgi olarak ele almadı. Hisleri de “tanımlanabilen, söze dökülebilen, bir çerçeveye sığdırılabilen kimi insani durumlar, faaliyetler” olarak ele almadı. Kimi görüşmelerinde, “Beni sevmiyorsunuz” dediğinde ve bizden, “Hayır başkanım, seni çok seviyoruz” mealinde bir cevap aldığında, bir kez daha doğrulandığını görmesi, bizler açısından büyük bir sınavdı. Ve biz başarılı olamamıştık. Zira böyle bir -diyelim ki- itham karşısında böyle bir cevabın ne anlama geldiğini, en basit iki insan ilişkisinden dahi bilmekte ve tahlil etmekteyken, Önderimize böyle bir cevap vermemiz, ulaştığımız özgürlük düzeyinin kötü bir ifadesi oldu. Ki, Önderliğimiz bu düzeyi bir görüşmesinde “arpa boyu” olarak tanımlamıştı.
İmralı gerçeğini bilmek için Önderlik gerçeğini iyi bilmek, anlamak, hissetmek ve yaşamak gerekir;
Bugün İmralı gerçeğini aşacak bir mücadele yürütüp faşist Türkiye devletini, bu sistemi yıkacak düzeye getirmemişsek, verdiğimiz mücadele yeterli gelmemiştir. Salt Türk devleti değil, tüm dünya hegemonyası üzerimize geliyor, tüm bölge devletleri aynı soykırım konseptinde birleşiyor, düşmanlarımız az değil. Tüm bunlara rağmen şunu bilmekteyiz: Hiçbir kale yıkılmaz değildir. Bizim parti olarak bu sistemi yıkmamış olmamız da kadrolar olarak Önderlik gerçeği temelinde anlamın ve hissin yaşattığı insanlar olabilme konusundaki yetersizliğimizdendir.
Oysa bizler bilmeyi, bilgiyi, anlamdan kopararak ele alıyoruz. Önderliğin tespitlerini, adeta kavramları giyindikleri ruhtan sıyırarak, onları fazlalık olarak görüp zerre zerre çıkarıp atarak algılayabileceğimizi sanıyoruz. Önderliğin zaman-mekan-anlam tahlillerini, bu kavramların içerdiği hakikatin gerisinde algılamaya çalışıyoruz. Hatta kimi zaman hadsizliklere düşüp, Önderliği objektif ele aldığımızı sanıyoruz.
Önder Apo’nun zaman algısı, yaşayan bir hakikate tekabül eder. Geçmiş zamanlar, onun hakikatinde geçip gitmez. Yaşanır, bir anlam yaratır, o anlam yeni zamanlarla yeni anlamlar doğurmak üzere dönem dönem bekleyebilir, ancak ölmez. Ve böyle bir bakış açısının devamı olarak da geleceğe dair tespitlerde bulunur, öngörüler inşa eder. Bunları bizimle paylaşır. Ancak bizim bu öngörülere yaklaşımımız yüzeyseldir. Gerçekleşmemişse, çok uzak zamanlara konu olabilecek olarak düşünmek bir gaflet olurken, gerçekleşenleri de adeta kehanetin gerçekleşmesi gibi ele almamız başka bir gaflet olur. Örneğin; Önderliğin en son Afganistan’a dair yorumlarını okuyoruz, tartışıyoruz. Kimilerimiz, “Vay be, Önderlik yıllar öncesinden bugünü bilmiş” diyebilmektedir. Hatta kimilerimiz bunu Önderliğe insan üstü yüce anlamlar biçme niyetiyle yapmakta ne yazık ki. Oysa Önderlik peygamber değildir, kahin hiç değildir, ve hatta bize şah damarımızdan daha yakın olan da değildir. O bizim şah damarımız olduğu kadar tarihin ve zamanın da şah damarıdır. Zamanın kendisi olan, öncesi ve sonrasını bilemez mi? Neden bu durumlar karşısında bunca şaşırırız!
İmralı gerçeğini bilmek için Önderlik gerçeğini iyi bilmek, anlamak, hissetmek ve yaşamak gerekir. İmralı sistemi ile dünya egemenlik sistemi Önderliği esir alarak Önderlikte toplanan özgür insan, özgür Kürt bireyinin anlamını yoketmeyi, bu irade etrafında birleşen ve yeni bir anlam yaratan Kürt toplumsallığını yok etmeyi amaçlamıştır. Aynı şekilde bunun karşısında “terörist” söylemini bir kara büyünün lanetleyen sözü gibi kullanarak Türkiye halklarına da karşı en büyük komployu kurmuştur.
Önder Apo yaşanmış ve yaşanacak olan en güzel zamanlarımızdır;
Önder Apo 5 ciltlik ‘Demokratik Uygarlık Manifestosu’ adlı savunmalarında İmralı sistemini çözümlemiş, son ciltte de bu sisteme nasıl katlandığını ortaya koymuş, bunu yaparken bizdeki yanılgılı bakış açılarını da düzeltmeyi esas almıştır.
İmralı sistemi mutlak bir yalnızlık sistemidir. Yaşamın durdurulduğu, akışın gerçekleşmediği bir sistemdir. Cıva akışkanlığında yaşamların ölüme mahkum edilmişliğinin yeridir. Önderliğin çocukluğundan başlayarak üniversite yıllarında somutlaşarak toplumsal bir form kazanan mücadelesi bilinmektedir. Bu form, 70’li yıllardan ‘99 yılına kadar amansız bir mücadele olarak sürmüş, tüm dünyaya kendini kabul ettirmiştir. Partisini, örgütünü, ordusunu yaratmış, tüm bunların öncülük düzeyinde benimsendiği bir ulusal bilinç yaratmış, Kürtlük tanımını ortaya çıkarmıştır. Önder Apo, “Kendimi toplumsal özgürlük alanlarında âdeta eritmiştim. ‘Ben’ diye bir şeyi de pek geride bırakmamıştım. Toplumsal açıdan zindan süreci böylesi bir anda başlamıştı” der. Bu tespit, İmralı sürecinde ortaya çıkacak olan yoğunlaşma ve zihniyet devriminin, esaret süreci başlamadan önceki dönemin destansı tarihselliğine, ulaşmış olduğu insan-ı kamil gerçeğine dikkat çekmektedir.
Tek kişilik hücrede 23 yıldır tutulan Önder Apo bu durumu, “Mitolojik tanrılar düşünselerdi, İmralı kayalarına bağlamak kadar ağır bir cezayı herhalde akıl edemezlerdi” şeklinde tanımlamıştır. Bugünün tanrıları mitolojik dönemlerin tanrılarından daha kahhâr, gaddar ve kötüdür. Ada hapishaneleri tüm dünyada benzer amaçla kullanılmıştır. Toplumdan koparılmak istenen kişiler, egemen sistem tarafından istenmeyen kişiler, öldürülmek yerine doğal tecrit olmuş ada koşullarında esir tutulmuştur. İmralı da bu amaçla kullanılmıştır. İklimi çok sert ve nemli, yani insan bünyesini yıpratan, çürüten bir yapıdadır. Hele hele Önderlik gibi bir karasal iklim çocuğunun böyle bir deniz ortasında tutulması zaten bir cezalandırma yöntemi olmaktadır.
Önder Apo kendisi için, yalnızlığa hazır olduğunu, bağımlılık temelinde gelişen aile, akraba, yakın arkadaş ve kadın ilişkilerini soyutlaştıracak deneyim sahibi olduğunu, ancak bu yalnızlaştırmaların hiçbirinin İmralı sisteminin yarattığı ağırlaştırılmış tecridi anlatmaya yetmediğini belirtmiştir. Önderliğimizin komployu kırması yarattığı zihniyet devrimiyle ilgilidir. Bu devrim, Önderliğin bir kez daha Önderlik gerçeğini Kürt toplumuyla birleştirmesiyle de güçlenerek tecridin sınırlarını büyük oranda kırmıştır. Bugün dost düşman herkes, “Kürt halkı sadece İmralı’yı dinliyor.” demektedir. Bu belirleme doğrudur ancak bu belirlemeyi şöyle açımlamak daha doğru olacaktır: Kürt halkı, kendi özgür geleceğinin sesini dinliyor. O, şah damarımızdır. Yaşanmış ve yaşanmamış en güzel zamanlarımızdır.
Önderliğe yönelik ceza, hukuk üstüdür. İdam cezası hükmü uygulanmamasına rağmen, idamın infazı olan ağırlaştırılmış müebbet uygulanmaktadır. Yani idam cezası kalkmış olmasına rağmen idamın uygulanır biçimi olan ağırlaştırılmış müebbet pratikleştirilmektedir. İdamda, varolan yaşama dair hiçbir olasılığın bırakılmaması ve ölümün beklenmesi durumu, aynı şekilde ağırlaştırılmış müebbet adı altında uygulanmaktadır. Şüphesiz Önder Apo’nun durumu salt bu hukuki tanımlarla ele alınamaz ancak Önderliğimiz belli bir yaş sınırında İmralı zindanına alındığı için zindan koşullarının fiziksel olarak büyük etkisi olmakta ve nihayetinde bundan dolayı da hamlelerimizde Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlamayı hedeflemekteyiz.
Önderlik üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi kırmada üzerimize düşen tarihsel rolü oynayamadık;
Önderlik ile Kürt halkı arasındaki canlı dinamik bağ-ilişki bu zindan sürecinden etkilenecekti. Ancak bu etkinin salt negatif olması değil, aynı zamanda tepki ve öfkeyi de büyüteceği zamanla daha fazla anlaşılacaktı. Önderliğin esaret yılları boyunca doğan kuşaklar faşist soykırımcı Türkiye cumhuriyetine öfke ile büyüyecek ve bölgeyi tehdit eden sorunsallık, bu komplonun sonuçları temelinde daha da sulanmış ve büyütülmüş olacaktı. Önder Apo bu sorunu aşmak için büyük çabalar gösterdi. Önder Apo, İmralı sistemini aşmanın en büyük adımının onu anlamak olduğunu verdiği anlamla bize gösterdi. Çağın komplo ve esaretini, tüm çağların hakim düşüncesini aşarak boşa çıkardı. “Anlamak, aşmaktır; durmamak, yürümek ve yola devam etmektir” dedi bize.
Ancak her ne kadar Önder Apo İmralı sistemini anlayarak aşmış ve komployu boşa çıkarmışsa da bizim Önderlik militanları olarak Önderlik eylemine gereken anlamı ve cevabı verdiğimiz söylenemez. Bu durum tek tek kişiler somutunda böyle olurken, aynı şekilde çalışmalarımıza yansımış, toplumu örgütleme, topluma öncülük etmede yetersiz kalınmıştır. Nihayetinde Önderlik üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi kırmada üzerimize düşen tarihsel rolü oynayamadık. Serhildan toplumu yarattık, büyük devrimler yaptık, büyük dönüşümler ortaya çıkardık. Ancak nihayetinde Önderliğimizle özgür bir yaşam inşasını gerçekleştirecek düzeyde bir sonuç ortaya çıkaramadık, toplumu sürekli bir ayaklanma halinde tutamadık. Paramparça edip çöküşün eşiğine getirdiğimiz faşizmi çürümüş-bunamış hale getirdiysek de tümden yıkamadık. Toplumsal büyük hareketlilikler olduğunda bunu devrimsel sonuçlara dönüştüremedik. Düşman gerçeğinin farkındaydık, bir karşı duruşumuz vardı ancak tarihsel süreçlerde daha doğru, bilinçli ve tarihsel adımlar atmak yerine dönemlerin karşımıza çıkardığı durumlara göre davrandık. Bu durum, karşımızdaki gücün düşmanlıkta sınır tanımazlığıyla birleşince, büyük tarihsel süreçlerin ve kazanım eşiğindeki süreçlerin tersine dönmesine ve büyük zarar vermesine de yol açtı. Bu durum, faşizmin halkımız üzerindeki baskılarını giderek mantık sınırlarının ötesine taşıması, korku iklimi yaratmaya çalışarak devrimimizin kırk yıllık kazanımlarını yoketmeye cesaret etmesine de yol açtı. Tüm bunların kökeninde; Önderliğimizi yeterince anlamamak, hissedememek, Öderlikle aramızdaki bağı da yeterli derinlikte kuramamak ve tabii ki İmralı sistemini yıkamamak vardır.
Özgür yaşamak isteyen tüm Kürtler tecrittedir;
Önder Apo kendisi ile bizim aramızdaki bağı bize hep anlatmaktadır. Ancak bizim bu konudaki anlatılanları anlama yetimiz azdır. Konu bağlamında, İmralı ağırlaştırılmış tecrit sisteminin tüm Kürdistan’a ve tüm Kürtlere uygulandığını, dönem dönem fiziki koşulları farklılaşsa da bu siyasetin tüm Kürtler için esas alındığını defalarca belirtmiştir. Hatta süreçlerin rüzgarına kapılmamak gerektiğini, süreçleri tarihsel anlamı bağlamında derinlikli ve doğru okumak gerektiğini, rüzgarın hafif değişmesiyle tüm meclisteki milletvekillerinin dahi tutuklanabileceğini, devlet denetiminde yaptıklarından dolayı yargılanabileceklerini de belirtmiştir. Ancak genel okuma, Önderliğin kaygılı ve aşırı tedbirli yaklaşımlarına yönelik olduğundan, bu durum yeterince anlaşılmamış ve tedbir alınmamış, nihayetinde belirtilenler, çok değil birkaç yıl içinde gerçekleşmiştir.
Bugün özgür yaşamak isteyen tüm Kürtler tecrittedir. Önder Apo üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi kırma ve faşizmi yıkma amacıyla başlattığımız bir hamlemiz var. Çünkü; biz de, geç de olsa bu tecridin tüm Kürdistan üzerinde, tüm Kürtler üzerinde olduğunu, özelde de partimiz PKK üzerinde olduğunu görmekteyiz. PKK ‘terör’ listesindedir ve bu uluslararası konsepti özgürlük mücadelemizle değiştirene kadar da tüm işbirlikçi Kürtler de dahil, tüm egemen güçler bu konsept temelinde yaklaşacaktır. Ancak bunun ötesinde bir tecrit ve baskı durumu söz konusudur. Bu tecride, PKK’ye yakınlaşan tüm Kürtler ve Kürt dostları da maruz kalmaktadır. Türkiye’de bu durum, terörist sözcüğünün zehirli etkisiyle gerçekleştirilmekte, boş sözlerle ‘vatan’ ilahileştirilerek Türkiye toplumunda bilinç bulanıklığı ve kullanıma açıklık yaratılmaktadır. Bir yandan bunlar olurken, diğer yandan tüm TC devleti, iktidarı ve sahte muhalefetiyle Barzani ailesiyle görüşmeler yapmaktadır. Çünkü Barzanilerde, köle Kürt’ü görmektedirler. Kürt’ün köleliğinde PKK’nin yokluğunu görmekteler. Kürt’ün köleliğinde kendi faşist sistemlerinin de o çokça dillendirdikleri bekalarını görmekteler. Bundan dolayı da Barzani Kürtlüğünü kabul etmekte ve yarım ağızla da olsa muhatap almaktalar.
Bir yandan Kürt halkının özgürlüğü için yarım asırlık mücadelenin Önderi olan Önder Apo üzerinde bunca baskı ve tecrit uygulanmakta, diğer yandan Kürt olduğunu iddia eden bir grupla görüşülmektedir. Bu iki zıt durum, Kürdistan tarihindeki iki çizginin varlığını net ortaya koymaktadır. Barzanilerin temsil ettiği çizgi tecrit edilmiyor, hatta Önder Apo düşüncesi, fikri, bedeni ve partisi PKK tecrit edildikçe Barzanilere alan açılıyor.
Tabii bunu PKK üzerindeki saldırıların derinleşmesi, giderek PKK’ye yönelik operasyonlara katılma, alan tutma, özel güçler oluşturup gerilla kamplarına saldırma, gerillaların yol güzergâhına pusu kurarak katletme, Kürt Özgürlük Mücadelesine yakın kimi kurum ve şahısları rehin alma şeklinde giderek derinleşen, kapsamlılaşan bir ihanet temelinde yapıyor. KDP, ihaneti derinleştirdikçe, Kürdistan bölgesinde çeteleşmesine ve halk tarafından kabul edilmemesine ters orantılı olarak faşist rejim ve dünya egemenliği tarafından kabul ediliyor. Hatta Rojava gibi on binlerce şehit vererek devrim yapan bir alanda KDP temsilini alanda yapan, Türk işgalciliğini Efrîn’e rağmen olumlayan ENKS gibi ihanetçi kesimlerle ortaklaşmayı dayatacak kadar ileri götürüyor. Bir anlamda, Önder Apo’nun kendisi gibi fikirleri ve ona en ufak bir yakınlık duyan tüm toplumsal hareketler de tecrit ediliyor. Hem de dünya egemenliği kadar işgalci faşist TC sistemiyle ve en fazla da son dönemde somutlaştığı gibi Barzani ailesi tarafından.
Doğru bir Kürtlük tanımını hakim kılamazsak ve yaşamsallaştıramazsak, Barzanilerin Kürtlük tanımı tarafından tecride alınacağımızı bilmiyor değildik. Ve bugün bu çizgi karşısında doğru bilinç oluşturmada yetersiz kaldığımız ortadadır. KDP, dünya egemenliğinin PKK karşıtlığından cesaret aldığı kadar geri ve eski Kürt karakterinin KDP karşısındaki yetersiz duruşundan da cesaret almaktadır. Bu yıl Medya Savunma Alanlarına yönelik geliştirilen operasyonlara paralı Gulan güçleriyle katılması, gerillaları şehit etmesi ve hem Kürt kanı edebiyatı yapıp hem de özgür Kürt’ün kanını dökmesi bundan kaynaklıdır. Şunu bilmekteyiz ki; KDP adı ne olursa olsun tüm paralı mafya kesimleriyle birlikte özgür Kürt’ün mahkemesinde yargılanacaktır.
Tabii böyle bir mahkemeyi kurabilmek için bizim mücadelemizi yükseltmemiz, zafer kazanmamız ve KDP’yi sömürgeci-soykırımcı TC ile hareket etmeye cesaret edemez hale getirmemiz gerekmektedir. Bunu da salt naif ulusal birlik söylemleriyle yapamayız. Bir dönemdir ulusal birlik söylemi, adeta Barzanilere iyi niyet beyanında bulunur gibi bir tutuma dönüşmüştür. Şüphesiz Partimizin bir yaklaşımı vardır ve Parti bunu kamuoyuna sunmuştur da. Ancak partinin dile getirdiği ulusal birliğin olabilmesi için ilkesel ortaklıklar olmalı, bunun için de örneğin KDP gibi bir oluşumun durduğu ihanet çizgisinden dönmesi ve Kürt halkına özeleştiri vermesi gerekmektedir. Ancak böyle birşey olmadığı gibi katlettiği gerillalar hakkında dahi açıklama yapmayan bir ihanetçi grubun karşısına geçip ‘ulusal birlik ulusal birlik’ diyerek ulusal birliğe gelinmeyeceğini de bilmek lazım. Bu durumda aslolan, ulusal birlik söylemini öylesine dile getirmeyi bir tarafa bırakıp demokratik birlik ilkelerini ortaya koymak ve özgür Kürt tanımını tüm Kürdistan halkına kavratmak gerekir. Şüphesiz Kürt halkı KDP’yi tanımaktadır. KDP’nin kendini iktidar kıldığı Başûrê Kurdistan halkı da KDP’yi en iyi tanıyanlardır. Ancak bu tespit yeterli değildir; halkımızın tutumunu örgütlü bir eyleme dönüştürmemiz gerekmektedir. Bu durumu aşamadıkça Türk devletine operasyonlar için cesaret verilmekte, çöküşe geçmiş mafyalar karmaşasındaki Türk devleti adeta sırf KDP’ye dayanarak ayakta durmakta, Hareketimiz tecride alınmaya çalışılmakta ve Önderlik üzerindeki tecrit de sürdürülmektedir.
Bir yıldır, tüm eylemler hamle kapsamında yapılmaktadır. Ve tüm eylemlerde Önderliğin fiziki özgürlüğü ve Önderliğin muhataplığı ortaya konulmaktadır. Bunun karşısında devletin sağırları oynuyor görünmesi, tecridi kıracak yeterli eylemselliği geliştiremeyişimizden kaynaklanmaktadır. Hamle kapsamında çok güçlü halk eylemleri olmuşsa da hamlenin öncülüğünü salt zindan direnişçilerine bırakmak da düşmanın psikolojik özel savaş aracına dönüştürdüğü başka bir konu olmaktadır.
En iyi niyetlimiz bile zafere kilitlenmemenin nedenini koşullarla izah ediyor;
Tüm bunlar temelinde güncelliğini yitirmeyen bir soru karşımızda duruyor: PKK kadro ve sempatizanları Önder Apo duruşunu nasıl ele almalı, düşman karşısında nasıl bir duruş sergilemeli ve düşmanla çok yönlü olarak nasıl bir mücadele yürütmeli?
Cevabı bulmak için yine Önder Apo’ya koşuyoruz. Önder Apo, cezaevlerinin ıslah evi olmadığını, topluma karşı ahlâki ve iradi görevlerin yetkince yerine getirilmesinin de öğrenildiği mekânlar olduğunu belirtir ve şöyle devam eder: “Aynı hususlar dağlara çıkmış özgürlük savaşçıları için de geçerlidir. Özgürlük gerillası olmak, toplumsallığa ilişkin ahlâki ve politik görevlerini en üst düzeyde yerine getirmek demektir; bu bilinç ve ahlâki görev içinde olmak demektir; özgürleşmenin özsavunmaya ilişkin gereklerini yerine getirmek demektir. Özgürlük gerillası olmak bireysel etkinlik kurmak veya iktidar olmak değildir. Bu, artık özgürlük savaşçılığı değil, iktidar savaşçılığı olur. Böyle olanların dağa çıkışı da, (toplumsal alan çalışmaları bağlamında) inişi de ahlâki ve toplumsal değildir. Zaten böyleleri umduklarını bulamayınca kolayca ihanet ederler. Toplumsal görevlerinin gereğini hiçbir alanda yerine getiremezler. Demek istediğim şudur: Toplumsal varlıkları mutlak kölelik içinde olanlar, hatta dağılmayı yaşayanlar için her yer benzer özellikler taşır. İçerisi kötü dışarısı iyi, silahlısı kötü silahsızı iyi gibi yersiz ayrımlar varlık ve özgürlük mücadelesinin asli çabasını değiştirmez. İnsan yaşamı ancak özgür olduğunda anlam taşıdığına göre özgürlüksüz nerede yaşanırsa yaşansın, orası her zaman karanlık bir zindandır.”
Özgürleşemedikçe kendi zindanımızı kendimizle taşıyoruz ve Önder Apo sözkonusu olduğunda ısrarla onun fiziki özgürlüğünden söz ediyoruz. Çünkü o, özgür bir insan ve de özgür insan modelimizdir. Ancak bu durum kimi yanılgılara da yol açabilmektedir. Nadiren de olsa, “Zaten Önderlik özgürdür, zindanda bile olsa o bizden daha özgürdür” diyerek bir yandan bir doğruya işaret ederken bir yandan da yanılgılı bir duyguya yönelim olabiliyor. Önderliğimizin fiziki özgürlüğü sözkonusuyken, Önderliğimiz 70 yaşını geçmişken böyle bir yaklaşımın ortaya çıkması büyük gaflettir. Hem yüzeyselliktir hem de Önderliğe karşı, Önderliğin yoldaşlığına karşı yetersiz yoldaşlığın bile gerisinde olmaktır. Önderlik gerçeğini yüceltir görünerek kendi eylemsizliğini ve mücadelesizliğini örtbas etmektir.
En iyi niyetlilerimizin de sonuç alıcı, zafere kilitlenen bir tarzı yaratmamasını koşulların zorluklarıyla izah etmesi, tam da Önderlik üzerindeki tecridi kıramadığımız için bizi de kapsayan bir tecritle alakalıdır. Bu anlamda Önderlik İmralı zindanını, kendi deyişiyle Kürt olgusunu ve sorununu algılamak ve çözüm olanaklarını kurgulamak açısından tam bir hakikat savaşı alanına dönüştürmüştür. Bizler de içinde bulunduğumuz koşullar ne olursa olsun, koşulların yetersizliğini aşmayı amaç edinmek kadar koşulları da hakikat savaşının meydanına dönüştürmemiz gerekir. Bugün buna en güzel örnek HPG saflarında yürütülen savaş ve genç gerilla yoldaşlarımızın yürüttüğü irade ve zihniyet savaşı, yürek ve beden savaşıdır. Şikeftlerde yürütülen savaşta, iradenin yüceliği ve keskinliği kadar kararlılık, yaratıcılık, düşmanı vurma gücü, kendine güven zirvededir ve verilen mücadele Önderlikle yoldaş olmanın en iyi örneğidir. Xakûrkê ile başlayan, Heftanîn ile devam eden, Garê ile düşmana büyük bir hezimet yaşatarak yeni bir dönemi başlatan ve bugün Avaşîn, Zap ve Metîna’da süren direniş bunun örneğidir.
Tüm PKK kadroları ve sempatizanları, böyle koşulları kendisiyle mücadele etmenin, yanılgılarından kurtulmanın ve zafer çizgisine yaklaşan kişilikler yaratmanın aracına dönüştürebilir. Şüphesiz mesele salt kişisel gelişim değildir. Amaç özgürlük ve zafer kişiliği yaratarak Önderliğin fiziki özgürlüğü başta olmak üzere tüm Kürdistan toplumunun özgürlüğüne giden yola girmek ve koşarak ilerlemektir. Parti ve kadrolar olarak birikimimiz büyüktür; sürekli artan katılımlar, yenilenen bünye, Önderlik fikirleri gibi dünya insanlığının en kıymetli hazinesine sahip olmamız en büyük avantajlarımızdandır. Bu avantajın değerini bilmek en başta bildiği ve yaptığıyla yetinmemeyi gerektirir. Yarım bilmeler, yüzeysel bilmeler, on yıl önceki bilmelere dayanan ve kendini yenilemeyen yaklaşımlar bize kaybettirecek hususlardır. Öyle ki tecrübe denilen şey kazandırmalı ve geleceğe taşımada destek olmalıyken bizde bazen yerinde saymaya vesile olabilmektedir. Apocu militan ve sempatizan, tüm tecrübesine rağmen bir yeni savaşçı ruhuyla kendini inşaya koyulan ve devrimi inşaya girişendir.
Önderlik zindan koşullarına rağmen zaman bana yetmiyor diyorsa, biz ne yapmalıyız?
Devrime girişebilmek için her gün yeni başlangıçlar yapabilmek gerekir. Şunu bilmeliyiz ki; Önder Apo kendi durumunu anlatırken güncel tahlillerin ötesinde sözler bulmayı denedi. Çünkü; verili anlatım sınırları buna yetmiyordu. İsa’nın çarmıha gerilişini anlattı. Yine Prometheus gibi İmralı kayalıklarına çivilendiğini anlattı. O Prometheus ki tanrılardan ateşi çalmıştı ve tanrıların gazabına uğradığından dolayı her gün ciğerlerini kartallar yiyor ve onu ölüm evinin eşiğine getiriyordu. Ancak Prometheus tüm bunlara rağmen tanrılara meydan okuyor, her gece sabaha kadar kendi ciğerini yeniden onarıyor, kendini yeniden yaratıyordu.
Biz öncelikle şunu farketmeli ve hissetmeliyiz. Bizler her birimiz bir dağ başında, bir şehirde, bir mahallede, bir mevzide de olsak, nihayetinde Önderliğin üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi bizzat yaşamaktayız. Hepimiz tecrit altındayız. Ve hepimizin ciğerleri her gün kapitalizm tarafından gagalanmakta, tırtıklanmakta ve kan kaybetmekteyiz. Bir militan, her gün kapitalizmin ondan bir parça kopardığını hisseder ve bunu duyumsarsa, o koparılan parçasını kapitalizme kaptırmamak için Prometheus’a eş değer bir direniş, kendini inşa ve kendini yenileme eylemine girişir. Eğer günlük olarak kendimizi inşa etmiyorsak, kendimizi yenileyip bizden alınanları yeniden yaratıp yerine koymuyorsak ne Prometheus olabiliriz, ne de günlük ölümlerden kurtulabiliriz. Önderliğimiz -ki, biz Önder kabul ediyor ve izinde, ışığında yürüyor, mücadele ediyoruz- her gün kendini yenileme ihtiyacı duyuyorsa, zindan koşullarına rağmen zaman bana yetmiyor diyorsa, bizlerin hangi koşulda olursak olalım, kendimizi her gün yenileme, büyütme, güçlendirme ve sisteme darbe vurur hale getirmemiz gerekiyor. Bunu başaramazsak varolanla yaşamaya, yürümeye devam edebileceğimizi sanmak yanılgı olur. Çünkü kapitalist modernite, mitolojik çağlara taş çıkartırcasına bir insan öğütme aracına dönüştürülmüştür. Modernite, bilim adı koysa da yeni mitolojiler yaratmıştır. Zeus’un yapamadığını bugün kimi teknik araçlar ya da internet oyunları yapabilmektedir. Bugünkü iktidarlar da yozlaşmış mitolojiler yaratmakta, insanların taşa bile dönüşemeyeceği bir laneti ortaya saçmaktadır. Hakikat diye dayatılan şey, iktidarların çürümüş artıklarıdır. Var olanla yetinmek, salt geçmiş tecrübelerimizin yeteceğini düşünmek, üzerine eklememek ya da genç yoldaşlarımızı yeterince bu tecrübeler ışığında eğitmemek bizi günden güne kapitalist modernitenin batağına çeker. Genç yoldaşlarımız açısından da zamanla yarışırcasına kendini kapitalist sistemden kopararak yaratmak, temel görevlerdendir.
Anlamlı yaşam Önderliğin özgürlüğünü sağlamakla mümkündür;
Yaşamın her an’ı etik ilkeler, adil bir bakış açısı ve pratik kadar politik bir tutumla yaşanması şarttır. Bizler gibi yarım asırlık bir özgürlük mücadelesine sahip militanların bu ilkeleri özümseyip kendinde sıradan reflekslere dönüştürmemesi, şüphesiz İmralı sistemi gibi bir sistem karşısında güçlü durmamızı engeller. Çağı zaptetmeye çalışan kapitalist modernite, yozlaşmış bir toplum-insanlık yaratmakta ısrar etmektedir. Ulus devletlerin dağıldığı bir çağdayız ancak yerine demokratik uluslaşmaların geliştirilmemesi için kapitalist modernite sistemi direnç içindedir ve bundan dolayı da dağılan sınırların ötesinde berisinde çete oluşumlar giderek artmaktadır. Bundan dolayı kapitalist sisteme dair her dağılmayı bir olumluluk olarak göremeyiz. Eğer mücadele edip devrimci olanı yerine inşa edemezsek, kapitalist sistem daha kötüsünü yerine getirmektedir. Türkiye’de AKP gibi, Başûrê Kurdistan’da KDP gibi. Bu da toplumumuzun kötü, çirkin, yalan sistemlerin insafına terkedilmesi demektir. Böyle bir durum da Önderlik gerçeğinin çok uzağında hatta karşısında bir konum demektir. Tarihsel olarak da hiçbirimizin kabul edeceği bir duruş değildir. Önderliğimiz, Önderlik gerçeğine bu yanılgılarla katılmanın büyük hayal kırıklığı olacağını, Önderliği doğru kavramanın ve ona katılmanın kişisel değil toplumsal bir sorun olduğunu belirtir.
Önderlik gerçeğini anlamak, Önderliğe yoldaş olmak ve Önderliğin düşüncelerini pratikleştirmek, Önderliğin yaşadığı gibi yaşamak her Önderlik militanının görevidir. Bu, bir özgür yaşam ilkesidir. Ne kadarını başarabilirsek o kadarı da iyidir, diyemeyiz. Bazı konulardaki yetersizlikler bizi Önderliğin yakınında değil, karşısında konumlandırmaktadır. Kadın konusu tam da böyle bir konudur. Kadın Özgürlük Çizgisine yaklaşım konusunda ciddi yetersizliklerimiz vardır. Belli bilinç edinilmiş olsa da onunla yetinme; belli bir dil oluşturmayı, kendini bir düzeyde ifade edebilmeyi değişim için yeterli görme vardır ve bu büyük yanılgıdır. Adeta aile ilişkilerinde şiddetin var olup olmamasını ölçü olarak benimsemek gibidir bu durum. Yine kadın konusu dile geldiğinde ‘saygı duyuyorum’ adı altında ne olduğu belli olmayan bir yaklaşımı dillendirmek de büyük kaçıştır. Zira bizler militanlar topluluğunun bireyleri olarak zaten birbirimize saygı duymaktayız, duymalıyız. Ancak mesele saygı duymak değil, anlam vermek ve bu verdiği anlamla kendine anlam kazandırmaktır.
“Kadınla nasıl yaşanır?” sorusunun cevabını oluşturmak ve bizlere anlatmak için ciltler dolusu kitap yazan Önderliğimizin karşısında bu yaklaşım, adeta bir cüceliği ifade etmektedir. Bugün her erkek arkadaşın ya da sempatizanın kendisine ‘kadınla nasıl yaşanır?’ sorusunu sorması gerekir. Yine Önderliğimizin tüm dünya düşünürlerinden ayrışan yanını oluşturan tespitlerinden biri olan ‘erkeği öldürmek’ belirlemesi üzerine her gün, her an düşünmek, bunun özgür erkekliği yaratmadaki önemini anlamak gerekir; özgürlük için bu şarttır. Bugün, bu düzeyin gerisinde olduğumuz, cins mücadelesi yürütmekle birlikte yeterli zihniyet dönüşümü yapmadığımız, erkekliği öldürme konusunda fazla insaflı davrandığımız kabul edilmelidir. Toplumumuza kapitalist sistemin saldırısı vardır ancak asker-polis erkeklerin Kürdistan’daki genç kadınlar üzerinden saldırısı da vardır. Buna rağmen toplumda bu konularda bir özsavunmanın olmaması, toplumun ahlaki ölçülerindeki düşüşle alakalıdır. Yine aile içi saldırılar, şiddet, tecavüzler artmıştır. Bu durumun yürüttüğümüz kadın özgürlük mücadelesinin, kadının özgürleşmesi, güç ve irade haline getirilmesi ve erkekliğin öldürülmesi konusundaki yetersizliğimizle bağını görmek zorundayız. Bu anlamda, kadın yoldaşların ve kadın sempatizanların da kadın cinsini tarihsel ve toplumsal tanıma, jineoloji biliminin esaslarını öğrenmesi, derin bir bilinç kazanarak toplumsal cinsiyetçilik konusunda mücadeleci olması, kendindeki geri ve geleneksel yanlarla savaşması ve bu özellikleri aşarak özgür kadın kişiliğine ulaşması, erkek egemenliğini reddetmesi ve karşısında bir mücadeleci duruş içinde olması, özgür eş yaşamın gerçek kurucusunun kadın olduğunun bilinci ve sorumluluğuyla hareket etmesi gerekmektedir. Tüm bunların Önderliğin belirttiği, “Benimle felsefe tartışmaları yapacak kadın yoldaşlığı” inşa etme yolunun birer temel taşı olduğu bilinciyle hareket etmeliyiz. Yaşamı doğru yaşamak anlamlıdır. Doğru yaşamak için de yaşamın kurallarının doğru belirlenmesi gerekir. Ahlâklı, estetik ve anlamlı yaşamak, mücadeleyle yaşamak, hedefli olmak, özgürlük amacına doğru ilerlemek yaşamın doğru olabilmesinin şartlarıdır.
Önder Apo Demokratik Uygarlık Manifestosu’nun beşinci cildinin sonunda “İster içeride ister dışarıda, ister ana karnında ister fezanın herhangi bir anında ve mekânında olsun, insan yaşamı ancak toplumsal olarak özgür, eşit (farklılık içinde) ve demokratik yaşanabilir. Bunun dışındaki yaşam biçimleri sapaktır, dolayısıyla hastalıklıdır. Yaşamın doğruya getirilmesi ve sağlıklı kılınması için devrim dahil çeşitli toplumsal söylem ve eylemlerle mücadele edilir. Bunun için de etik, estetik, felsefi ve bilimsel zihniyet ve irade oluşturulur.” demektedir.
Önderlik belirlemeleri bizler için talimattır. Ancak bu belirlemeler, Önder Apo’nun kendisi için ulaştığı anlam düzeyinin sonucudur. Ve bizler Önderlik gerçeğiyle bütünleştiğimiz oranda bizim de gerçeğimiz, düzeyimiz olacaktır. Bizler o düzeye ulaşmadan, o derece mücadele vermeden ve özgürleşmeden, “içerde ya da dışarda, nerde olursak olalım” diyemeyiz. Bizler dışardayız, büyük mücadele olanaklarına sahibiz. Bizim için anlamlı yaşam, hastalıklı olmayan yaşam ancak ve ancak Önderliğin fiziki özgürlüğü için zaferli eylemler gerçekleştirebilmekle mümkündür.
DİLZAR DÎLOK
YORUM GÖNDER