APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (23.BÖLÜM)
DEVRİM YARATICI BİR KİŞİLİK GEREKTİRİR Çözümsüzlüğü Aşan Kişilik Gafleti Aşan Kişiliktir; Çok hamle yaptık. Denilebilir ki, çözümlemeler tarihi bu tip kişiliklerin üzerine gidiş tarihidir; aynı zamanda, sen şusun, çözümlenemez bir durumda değilsin, yapmak istediklerinin anlamı az çok bellidir ve dayattığın şeylerin kime hizmet ettiği anlaşılıyordur biçiminde onu açığa çıkarma tarihidir. Ve bilindiği gibi, PKK'deki ilerlemeler bu çözümlemeler temelinde biraz mesafe kaydetti, savaş gelişti ve bazı görevlere çok sınırla da olsa doğru yaklaşım sergilendi. Kısaca, parti yenilmedi. Aksi halde bu tutumların karşı devrimin cephe saldırısından önce bizi tasfiyeye götüreceği göz ardı edilmemelidir. Özellikle kendi çapımızda yürüttüğümüz mücadele bu yenilgiyi biraz önledi. İyi niyetli olduğu halde yetersiz bir kadronun bunu kavrayamaması, zamanında kendini buna verememesi sanıldığından daha fazla değer kaybına yol açtığı gibi, en tehlikelisi de bu durumunda ısrar etmesi halinde açık bir gafletle ardına kadar bir yenilgiye gitmesi kaçınılmazdır. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya çalışıyoruz ve bunun önünde artık kişisel özelliklerin fazla engel teşkil etmemesi gerektiğini hepinize önemle vurguluyoruz. Birçok örnekte gösterdiğimiz gibi, kişisel özelliklerin üzerine böyle yatmanın sizi imhaya götüreceğini, bunda da sizin asla bir çıkarınızın olmayacağını kanıtladık. Ve zor eğitime gelen, zor dönüşen öncümüz yaşamak istiyorsa, biraz kendisine saygısı varsa bu işlere doğru yaklaşım gücü göstermelidir. Bunun için de örgüt hattına girecek, disipline gelecek, kendini askeri yaşama doğru verecek ve bu konuda keyfiyeti, sübjektivizmi esas alarak değil, her an esas alınması gereken kuralları kendinde egemen kılacak, bunları gözetecek ve partili olmayı böyle bilecektir. Mümkünse bunu yaşamın kendisi haline getirecek ve yaşamını böyle götürürse iyi bir önder olabilecektir. Önderliği böyle kavramalısınız. Çok zor da olsa başka çaremizin olmadığı, ancak böyle yoğunlaşmış bir kişilikle, öncüyle savaşı kazanacağımızı bileceksiniz. Ve bundan kaçmayacak, kendinizi örtbas etmeyecek, ağlamayacak, sağa, sola yatırmayacaksınız. Namusluca, onurluca yaklaşım diyorsanız o da budur. Bunun dışında her şey laf-ı güzaftır. Her şey bunun içindir, tüm yaşam böylesi bir sonuca gitmek içindir. Israrlı tutum biraz gelişmeye yol açtı, aslında beklediğimizin çok gerisinde ve halen tutuculukların, çizgiye gelememelerinin nedenlerini anlamış da değiliz veya anlasak da insan kabul etmekte zorlanıyor. Neden böyle? Neden bu kadar ucuz kaybetme, neden küçük bir dikkat ve duyarlılıkla her şey kurtarılacakken kaybetmeler, neden işlerle bu kadar kaba oynamalar? Buna bir anlam vermek istedik. Niyetlerinizden kuşku duyulmaz, hatta kendinizi bu işe oldukça feda etmek istediğiniz, ama kuru bir fedakarlığın ve cesaretin de yetmediğini çok açıkça hepiniz görüyorsunuz. Bu konuda yaşadığınız bazı yanılgıları artık giderin. Çözümsüzlüğü aşan kişilik; kendini örtbas eden, “yanılgım, gafım yoktur” diyen değil, bunu görebilen, dolayısıyla gafleti aşan kişiliktir. Bunları bazılarının “gaflet, yetmezlik aşılamıyor demeleri üzerine vurguluyorum. Bir tarafına vurdukça, bir tarafını yıktıkça “ben öldüm” diyor. Yenilen senin zayıflığındır, senin oportünizmindir, sen değilsin, bunu onur meselesi yapma. “Vurursan zayıflıklarımızı, gururumuzu yerle bir etmiş olursun, o zaman da bizi ölmüş bil; kaçarız, karşı koyarız” diyerek neredeyse beni tehdit altına alıyorlar. Objektif olarak böyle yapanlar az değil, ama ne kadar haksız oldukları da ortaya çıkıyor. Devrimin yüce amaçları karşısında kaçıyorlar. Burada yiğitlik zayıflıklara sarılarak, onu maskeleyerek kendini başka türlü göstermek değildir; yiğitlik, düşman karşısında dayanma gücü ve devrimin dirayetini göstermektir. Bu tutuma büyük oranda öncülük etmeye çalıştık ve biraz kazanan, kazandıran da bu tutum olmuştur. Umarım artık kadromuz bunu anlar, özellikle gafleti aşar, çok yönlü yetmezliklerini bilince çıkarmaktan da öteye giderir. Ve en önemlisi de savaş yasalarına yüksek bir disiplinle uymayı bilir. Savaşın tarzının, temposunun emrettiği bütün kişilik hususlarına gözünü kırpmadan karşılık verir. Savaş kişiliğinin istediği bütün ölçülere, normlara bağlı kalır ve savaşta parti öncülüğünün öncü düzeyinde kadrolardan istediği ölçülere yüksek bir disiplinle uyum sağlar ve bu şekilde yaşam gücü gösterir. Ben militanım, önderim diyen bundan kaçılamayacağını bilir ve böylece sağlam öncü, sağlam örgüt, dolayısıyla savaşta öncülük ortaya çıkar ve bu da başarıdır. Bunun formülüne uygun olarak yol almaya koyulur, anlaşılması gereken de budur. Kurtuluş için çok yüklenilmesi gereken en temel esaslardan biri budur. Bizim de kadro ve bu işe önderlik eden kişiler olarak esasta sergilememiz gereken tutum bu olmaktadır. Çok önceleri bunu böyle vurguladım. Bütün önemli süreçlerde örgüt ve kadro anlayışının böyle olması gerektiğini, öncü merkez düzeyinin bu işte tam yeterlilik göstermesi gerektiğini söyledim. Ama o çok bilinen keyfi ve kendine göre yorumlarla bu süreçlere nasıl yaklaşıldığını, nelerin kaybedildiğini kendi yaşam pratiğinizden iyi biliyorsunuz. O anlamda özellikle parti tarihinin, tecrübesinin doğru değerlendirilip geçmişte içine düşülen kadro yetersizliklerine düşülmemesi hayatidir ve sanıldığından daha fazla sizin yaşam gerekçenizdir. Bir çırpıda gitmek istemiyorsanız, trajik bir sonla karşılaşmak istemiyorsanız parti tecrübesinden mutlaka yeterli ve doğru sonuçları çıkarmalı, uzun vadeli savaşın kadrosu olmalı, özellikle de örgütlenmenin, örgüt çizgisinin doğru bir uygulayıcısı olmayı esas almalısınız. Devrimin ana doğrultusuna başka türlü giremeyeceğiniz gibi, karşınıza çıkacak görevlere de başarıyla yaklaşamazsınız ve böylece kendinize en büyük kötülüğü yapmış olursunuz. Dolayısıyla, devrimci doğrultuyu seçmeniz doğru olandır. Tutku, heyecan, irade, azim, yine karar çok gereklidir, ama daha da gerekli olan doğru yolda ustaca yürümesini bilmektir. Yaşamak kadar tekniğini iyi ayarlamaktır, bu da tempo ve tarz meselesidir. Bu iş keyfince istediğin gibi yürümekle olmuyor. Önderliğin tarzı, temposu, incelikleri var; bunlar boşuna icat edilmiş veya anadan doğma özellikler değildir. Zafere götürülmek istenen devrimin tabiatından doğmuş özeliklerdir. Büyük bir tecrübenin, amansız bir yaşamın insan bilincini bin defa çelikleştirerek, yoğurarak ortaya çıkardığı hususlardır. Dolayısıyla emredici özellikte olduğu kadar, aynı zamanda yaşamsal özelliklerdir. Bizim açımızdan dava haklı olduktan sonra, esas itibarıyla bir halk karar verdikten ve bu duruma gelindikten sonra artık işlerin zafere doğru yürümesi gerekir. Ve bu konuda birinci dereceden sorumlu olan öncüdür. “Yapamadım, edemedim, tıkandım” demek kabul edilemez ve affedilemez devrim suçlarıdır. Dikkat edilirse davanın haklılığı tartışma götürmediği gibi, halkın karar düzeyi de çok gelişmiştir ve bir öncü için gerekli olabilecek hemen her türlü askeri, siyasi, ideolojik, maddi, manevi olanaklar da vardır. Geriye, bunlarla doğru öncülük etmek kalıyor. Bazıları tam da bu noktada adına ne denilirse denilsin başka bir tarzı dayatıyorlar. Adam kendi küçük burjuvalığını, ağalığını, ihanetini, gafletini, köleliğini konuşturarak yaşamı tehdit ediyor. Burada açık belirteyim; bu iş için müthiş çabaları boşuna harcamadık. Toplumda bu kişiliklere büyük bir kin, öfke duyduğumuz için bu işe sarıldık. Ben kendi partimi bunlara mı yedireceğim, yaşamı böyle tehdit edenlere, yaşamı yenilgiye açık tutan davranışlara mı yedireceğim, bu mümkün değildir. Bu konuda Önderlik tanınmak istenmiyor veya bizim öncü çalışmalarımız objektif olarak yeterince değerlendirilmek istenmiyor. Habire “ben de öncüyüm” diyerek, hatta en çok benim adım kullanılarak “müthiş bağlıyım” adı altında canımıza okuyorlar. Buna aldanacak kadar aptal değilim. Böyle bağlılıklar bizden uzak dursun. Bizim bağlılığımızın doğru yürüyüş bağlılığı olması gerektiği tartışmasızdır. Neyle nasıl bağlı olunur, neyle nasıl yol alınır bilinmek durumunda. Bizim Önderliğimiz çok yaratıcı, çok geçerli bir önderlik olup, savaşta yenilgiyi kabul etmek şurada kalsın, her gün önemli başarılarla yürümek istediği, bunun dışındaki davranışlara değer vermediği gibi bunlara karşı duran bir önderliktir. Kadronun da böyle olması gerekiyor. Bu sadece mecbur olduğumuz ve başka yolumuz olmadığı için değil, büyük bir tutkuyla, verimlilikle sarılmamız gereken tutum, yaklaşım olması gerektiği içindir. Ve biraz anlayış, dürüstlük varsa herkesin gereklerini rahatlıkla yerine getirebileceği bir husustur. Bütün bunlara ne kadar “doğrudur” diyorsanız da, ama pratiğin kendisine baktığımızda her gün doğru tutumların karşısında inanılmaz bir biçimde çok ağır suç düzeyine varan davranışlar eksik olmuyor. Yaşanan her pratik de ters oluyor ve böylece birçok yetersizlik ortaya çıkıyor. Bir daha “anlamadım, çok bağlıydım” demeyin. Ben böyle bağlılıktan anlamam ve bunun gibi bağlılıklara karnım da toktur. İşin gerekleri bellidir; parti olmaya karar vermişiz, asgari düzeyde ilkeler ve tutumlar da nettir. Bunun karşısında lafı dolandırmanıza ve kendinizi maskelemenize gerek yok, doğruya gelin. Bu ağır suçları işleyemezsin, savunamazsın. Gözü kara oynuyorsun, “bastırırım” diyorsun, o zaman hesabını kitabını iyi yap. Bütün bu değerler savaşla kazanılmıştır, ancak savaşla kaybedilir. PKK'lilik adı altında, “Önderliğe bağlıyız” adı altında Önderliği boşa çıkar, ondan sonra da bizden yıkılışına onay iste, hatta çok başarılı olduğunu ispatlamaya ve bunu kandırmaca bir tarzda sunmaya çalış; yetmeyen bir öncülük özelliğini laflamayla, demagojiyle yeterliymiş gibi göstermeye çalış. Yetmeyen bir savaşçılığı etrafını tanınmaz hale getirerek, kendini de dayatarak kanıtlamaya çalış; yerine getirilmeyen bir komutanlık görevini çok çeşitli nedenlerle yutturmaya çalış. Bütün bunların hesabının sorulması gerektiği bir zamandır da demeyeceğiz, hiçbir yerde hiçbir koşulda kimsenin cesaret bile etmemesi gereken bir durum olarak değerlendireceğiz. Akıllı partililerin, öncülerin, komutanların neye, nerede, ne zaman ve nasıl yaklaşılması gerektiğini, bir göreve başarı şansını, yeterli bir çalışmayı her ortama nasıl dayatmaları gerektiğini bilmeleri gerekir de demeyeceğiz, anında uygulamayı sağlamalarını dayatacağız. Böylece devrime adadığınız kişiliğiniz, iyi niyetleriniz, cesaretiniz ve fedakarlığınızın da anlamı ifade edilmiş olur. Devrimci insan hesap kitap adamı olmalıdır, boşa çalışmamalıdır; ne kendisinin, ne yoldaşlarının emeğini, özellikle şehitlerin vasiyetini doğru taktir etmeli ve onu korumalıdır. Her şeyden önce “ben bunun için varım” diyebilmelidir. Bir öncünün öncelikle işi budur, o sağlama alınmadıkça başka bir şey düşünemez. Bütün mücadelesi, özellikle bu değerlerin öncelikle sağlama alınması, korunması, mümkünse geliştirilmesi olmalıdır. Varsa yaratıcı yeteneği onunla zenginleştirmesidir, yenilmez kılmasıdır. Bu temelde öncümüzü bir kez daha sarsarak, yenileyerek, yeniden yaratarak ve savaşın, böylece devrimin bütün görevlerine yeterli hale getirerek; varsa eğitim, tecrübe noksanlığını gidererek hazırlayacağız. Madem ki bu konuda herkes “bir partilinin, bir öncünün vasfına ulaşmak istiyorum, komutan, hatta savaşçı olmak istiyorum” diyor, o halde bunların gereklerine nasıl yönelmesi ve hangi psikoloji gerekiyorsa onu sergilemesi gerektiğini bilmelidir. Bu da tek doğru tutumdur. Hiç olmazsa, özellikle ‟93 savaşım yılını önemli gelişmelerle yaşıyorken ve kazanma imkanları bu kadar açığa çıkmışken yetkin bir kadro olmasını bilelim. Bunun fırsatını iyi yakaladık ve bunu iyi bir noktaya getirdik. Olanaklar hayli gelişkin, o halde yetkin kadro ile bunları büyük bir ordulaşmaya, çok sonuç alıcı bir savaşa dönüştürelim. Halkın siyasal ordusunu, savaşını, öncünün örgütsel savaşımını geliştirelim ve zaferi kazanalım. Bundan başka ne isteyebiliriz, ne bekleyebiliriz? Temel görev, büyük bir yetkinlik, azim ve iradeyle yüklenilip başarılması gereken tutum budur. Güzel olan da, yaşamı çekici kılan da budur. Mecbur olduğumuz kadar, büyük bir coşkuyla sağlayacağımız tutum da budur. Buna itiraz yok, fakat geçmişte olduğu gibi günümüzde de küçümsenmeyecek boyutta bununla çelişen durumlar var. Neden böyle oluyor? Ben mi az anlattım, yoksa siz mi anlayamadınız? Parti tarihinde çokça karşılaştığımız bu hususların örnekleri halen yaşanmaktadır. Yine neden demekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Özellikle geçmişte buna yol açan nedenlerin neler olduğunu ve provokasyonların etkisini ortaya koyduk. Yine kendi yetersizliklerimizin üzerine de gittik, fakat insan biraz daha anlamak istiyor. Bunları neden kendi elimizle yaptık, imkan ve fırsatları neden doğru değerlendirmedik. ‟92 Güney Savaşının dersleri bile hayli öğreticidir. Onun bazı sonuçlarını doğru ele alıp ‟93 kışıyla birlikte yapıya mal etmeseydik, acaba parti ve gerilla diye bir şey kalır mıydı? Hepiniz cehennemlik bir yaşam içinde kalırdınız, ama son durumda kurtaran bizim geliştirdiğimiz birkaç müdahale tarzıdır. Arkadaşları kendi haline bıraksaydık bugün bir şey kalabilir miydi? Benim yürüttüğüm örgütsel hat, yine gerillaya, parti siyasetine ilişkin geliştirilenler olmasaydı, arkadaşlarımızı kendi keyiflerine bıraksaydık; Amed‟in, Botan‟ın nasıl biçileceğini; Güney‟in nasıl teslim alınacağını görürdük. İnsan yaşadığı deneyimlerden büyük dersler çıkarmalı. Ben de buradaydım, ahım şahım çalıştım demiyorum, iyi ayarlamacıyım, adımlarımın dengeli olmasını sağlıyorum, kendimi yitirmedim ve esaslı bir yürüyüşü sürdürdüm. Savaşın bu düzeyde gelişimi benim görevimdir, herkes bu görevi biliyor, ama başaramıyor. Aslında bizim hem çaba, hem de yaklaşım düzeyimiz yeterliydi. Hiç olmazsa sonuçları yenilgiden öte başarıya açık bir duruma ulaşmıştır. Halen bazıları kendi payına düşen görevleri kestiremiyor. Ama her an kendi başına buyruk olmalar gelişebilir. En önemlisi de “biraz gelişme sağladık, üzerine yatalım” anlayışlarının gelişmesidir. Bu da çok açık bir biçimde ortaya konuluyor. “Tehlike var, ama gelişme da var ve bu bizi rahatlatıyor” deniliyor. Bu, kendini rahatlatma, var olanın üstüne yatma ve yeniyi aramama durumudur. Halbuki bu eşittir düşman kuşatması, ikinci gün darbe üstüne darbe yemedir. Onu kurtarmak için kendimden bir şeyler daha mı vermem gerekiyor, benim gücüm artık bunu kaldırır mı, buna tahammül eder mi, Önderlik tarzı bunu affeder mi? Devrimde zaferi esas alan bir kişilik bunu kabul edebilir mi? Ama bizim savaşçıya, öncüye, komutana göre ben on yıl daha çalışıp ona hizmet etmeliyim! Fakat burada onun esas alması gereken Önderlik temposu ve dur durak bilmeyen bir çalışma tarzıdır. Bunun dışında hiçbir seçeneği yoktur. Yapımızın mutlaka bunu anlaması ve savaşı buna göre geliştirmesi gerekiyor. Ama bizim ister yeni, ister eski kadro ve savaşçıda daraltıcı, rahata düşkün, gaflet içinde yaşama durumları söz konusu. Oysa zafer yaklaşımından uzak, yetinmeci, her türlü tutum ve davranışa asla pirim vermemek, ona acımamak gerekiyor. 1993'ün sonuna yaklaşırken zafer hamlesi için ne gerekiyorsa, yalnız hazırlıklar düzeyinde değil, onun bütün eylemsel hamlelerine de yüklenmek gerekiyor. Bu aşamada savaşta durmanın ölüm olduğu, kaybetmeden de öteye kazanmamanın suç teşkil ettiği bir dönemdeyiz. Böylece herkesin, tam kazanamazsa, hatta yerinde sayar ve kazanmayı tırmandıramazsa bunun bir örgüt suçu olarak yargılanacağını bilerek kazandırmaya yüklenmesi gerekir. Zaten böyle dönemlerin devrimci tarzı da budur. Dün böyle olmayabilirdi, ama süreç bugün böyle istiyor. Sonuca gidiyorsun, küçük bir kendini bırakma, rakibinin senin önüne geçerek seni önlemesidir, bu da imhadır. Başbakan, “Biz bir adım onların önünde olacağız” diyor, yani özel savaş devrimci savaşın peşini bırakmıyor, hatta “önünde olacaktır” diyor ve günlük olarak bütün çalışmasını buna göre ayarlıyor ve karşılık veriyor. Eğer bu böyleyse o zaman senin yapacağın; öne geçmişken, inisiyatif sendeyken düşmanının sana ulaşmaması gerekir; bu da tempodur, tarzdır. Yapımıza bırakırsan, gözünün önünde dünya yıkılsa, zaman neymiş, olanak, fırsat neymiş, yapmış, etmiş, gitmiş vb. köylü duyarsızlığı, küçük burjuva lafazanlığıyla tüm bunlar umurunda bile olmaz. Sanki bizim için devrim kazanılmış. Öyle değil, kendini aldatıyorsun, haksızlık ediyorsun. İki ay senin bitiş süren olabilir, idam fermanının uygulandığı ay olabilir, bunu nasıl kendine layık görüyorsun? Bu kadar gafilce nasıl değerlendiriyorsun? Son dönemlerdeki izlenimlerimiz budur. Serbest bıraksan hızla içine girecekleri tutum bu olur. Sıkışınca “sen bize gereklisin” diyorlar. Asıl sen bana sor, sana nasıl gerekliyim veya sana gerekli olabilmek için neler yapıyorum? Madem öncüsün, kadrosun, madem bağlı olmayı gerekli görüyorsun, hatta “çok ihtiyacımız var” diyorsun; o zaman senin ihtiyacına cevap veren kişilik nasıl çalışıyor, nasıl cevap veriyor onu da anlamalısın. Bu ağır bir sübjektivizm veya idealizm değil midir? Hep yaşarsınız, hep ihtiyacınızı giderirsiniz, bunun içinde bilimsellik nerede, diyalektik tarz nerede? Ama beklentiler de bu yönlüdür. Adam köylü; Allah'ına, kaderine inanmış gidiyor, adam küçük burjuva, demagojiye dayanmış gidiyor. Sığıntı veya keyfi yorumlara ardına kadar açık, ona dayanmış gidiyor. İşin temposu, işin müthiş çabası, tekniği, yaratıcılığı umurunda bile değil, “onu yukarıdaki düşünsün, Allah düşünsün!” “Sen bize gereklisin, sana muhtacım” şeklindeki idealizm, demagojik, aptalca durumlar aşılmadan çok feci kaybedersiniz. Sizi kurtaramam diyemem, ama benim öyle bir görevim yok. Şimdiye kadar zor bela idare ettik, çoğu da imha olup gitti. Hataları buradadır ve anlamsız gidiş biçimleri onların kendi eserleridir. Biraz kurtardık demeyeceğim, gelişmeyi biraz buraya getirdik, ama bunda benim durumum, yorumum, halim, tarzım böyledir. Kadro her şeyden önce bilinç öğesidir, örgüt öğesidir, disiplin öğesidir, yani çizgiyi uygulayan bir kişidir. Gerçekleşeni böyle anlar. Yaşam daha da acımasızdır, fakat o acımasızlığı aşmasını bilir. Bunun dışında bir kadro tanımı yapılamaz. Bunun dışında başka bir kadro anlayışı ve tutumu bütünüyle çizgi dışıdır, anlayış dışıdır ve her türlü yenilgiye açıktır. Zormuş, ama bu devrimin doğasında var. Devrim yoğunlaşmayı ve yaratıcı olmayı gerektiriyor. Bunun için de insanın çok yönlü araştırıp, inceleyip, yorumlayıp kendini hazırlaması gerekiyor, kadro böyle olan bir kişidir. Başka yolu yoktur. Bunun dışında bir kadro beklentisi olsa olsa kendini kandıran, her türlü -ki bizde bolca çıkıyor- iflah olmazların, aptalların işidir. Ve tarih boyunca da bunlar hep kaybettirmişlerdir. Kaybetmeyen biraz bizim tutumumuzdur. Onu da birçok öğemiz yetmezlikleriyle, her türlü yaramazlıklarıyla, değme kontranın vermeyeceği zararlı tutum ve davranışlarıyla boşa çıkarmak istiyorlar. O açıdan Önderlik gerçeğini bir kez daha doğru algılamalısınız. Her zaman neye “evet”, neye “hayır” denileceğini mutlaka yaşamın bütün hususlarında anlamalısınız. Ona göre kişilik, gerekirse ona göre yeniden bir oluşum ve yapılanmayı kendinizde, çevrenizde, yani örgüt ortamında sağlamalısınız. Böyle yaklaşım gösterilir, böyle kadro eğitimi yapılır, savaşa böyle çekilir ve bunun sonunda da başarı vardır. Kavramada büyük olamama uygulamada da yeterli olamamayı getirir. Savaştır, en küçük bir yetersizlik karşı tarafın güçlenme zemini haline gelir. Bu da kendini davaya adamak değil, davayı kendine kurban etmedir! Demek ki, kendinizi oldukça teorik eğitecek ve kendinize örgüt disiplinini yedireceksiniz. Bunlar da teorik faaliyetle ilgilidir. Geçmiş yaşam alışkanlıklarınızı, duygularınızı, geleneklerinizi ve her türlü beklentilerinizi katledeceksiniz. Eğer bu beklentilerinizi katlettikten sonra bütünüyle ölmüşseniz Allah rahmet eylesin; geriye diri yanlarınız kalmışsa olanlara parti çizgisinde gerçek bir partili olarak yaşama şansı verdirecek ve onu giderek pratikle besleyeceksiniz. Böylelikle sizden kesinlikle sağlam bir kadro çıkar. Tarih ve güncel somut gerçeklik bunun böyle olduğunu gösteriyor. Bunun başka türlü bir başarı yolu yok, yani devrimde bunun dışında başka bir yolla direnme ve direnmede zafer kazanma yok. Bütün devrimler tarihinin öğrettiği sonuç ve devrimlerde kişiliklerin irade zaferi budur. Kendinizi yanıltmadan, yıllarca yanılgıların trajik kurbanı yapmadan doğru devrimci kararı ve dönüşüm gücünü gösterin. Bunu çok rahatlıkla başarabilirsiniz. HALKLAR ÖNDERİ (23.BÖLÜM) |
YORUM GÖNDER