PKK'DE YAŞAMIN TEK ŞARTI DÜŞMANIYLA BOY ÖLÇÜŞTÜRMEDİR
En temel amacımız aldanmadan, aldatmadan ve yapmacıksız olarak, tam bir görev kişiliğinin tüm özelliklerini kazanabilmek ve bunun için gerekli eğitim savaşımını başarıyla verebilmektir. Diğer savaşlarda olduğu gibi eğitim savaşını da oldukça yanılgılı, özden yoksun ve biçime ters olarak, fazla etkili olmayan bir yansıtmayla boşa çıkararak ağır bir yetmezlik içinde geçiriyorsunuz. Halbuki yaşanan süreç çok acımasızdır. Özellikle benim açımdan gündem hem çok önemlidir hem de çok zordur. Buna rağmen biz gerçek bir parti militanı olmanın en büyük çabalarını sergilerken, sizin bu konuda bir öğrenme tutkusunu bile özlü geliştiremeyişiniz belki de kendinize yapabileceğiniz en ciddi saygısızlık ve yetersizliktir; büyük bir militanlaşma şansını bir kez daha kaçırmaktır. Şu çok açıktır: Bu mücadeleye adım atmak, ölümüne bir savaşa karar vermek ve yaşamda bir özgürlük tarzını kesinlikle esas almak demektir. Her günkü çabalarınız savaş kararlılığı kadar kişiliğinizde özgür yaşam imkânını da gerçekleştirirse, bununla kendinizi kazanabilirsiniz. Tabii bu, parti ve halk kişiliğini kazanmaktır ve daha da somut olarak, düşmanıyla savaşmak kadar yaşamını özgürleştirmektir. Bunun sorgulamasını kendi kendinize yapacaksınız. “Ben neyim, gelişmenin neresindeyim ve ne kadar başarılı olabilirim?” sorularına cevap vereceksiniz. Yaşama bu kadar yenilgili ruh haliyle yaklaşmak, bu kadar iddiasız olmak, çaresizliğiniz ve üretken olmayışınız ortada olduğu halde, bu kişilikle salınıp durmaktan nasıl utanmıyor, nasıl bundan sıkılmıyorsunuz? Bu nedenlerle yaşadığınız örnekler çok feci bir kayıpla karşılaşacağınızı gösteriyor. Hala bu yaşama nasıl cesaret ettiğinize, yaşadığınız acı kayıplara rağmen, bunlardan ders çıkarmadan ve korkmadan böyle rahat rahat sallanıp durduğunuza hayret ediyorum. Bu böyle olamaz. Sizi tanıyorum, yetişme tarzınız benim yabancısı olduğum bir durum değildir. Sizlerde esasında tüm temel insani değerlere bir yabancılaşma var. Yine düşmanın son derece iddiasız kıldığı bir kişiliğiniz var; onun da üstünü örten oldukça hafif, hiçbir içeriği olmayan yalandan ibaret bir yaşam felsefesi de demeyeceğim, düşüncesizlik ve boş şeylerle avunma durumunuz söz konusudur. Düşmanın sizde yarattığı düzey budur. Bu düzeyi halen korumanın ne anlamı var? Üzerinizdeki iki üç katlı bu kiri atmadan kendinizi nasıl yaşatacaksınız? Beyninizde herhangi üretken bir düşünce yoktur. İradeniz herhangi bir koparıcılığa ve keskinliğe sahip değildir. Yaşamınız konusunda bile fazla ciddi değilsiniz. Sizin en büyük silahınız, gaflet ve cehaletle yaşamda birilerinin başına bela olmaktır. Toplumdaki hastalıkları sadıkane bir biçimde partiye yansıtıyor, hastalıkları içimize taşıyorsunuz. Artık buna bir dur demeniz gerekiyor. Ben bütün bu yaptıklarıma rağmen halen kendimi tam anlamıyla beğenemiyorum; Tabii eğitimsizliğiniz çok ileri boyutlardadır. Kendinizden oldukça vazgeçirilmiş ve yaşama duyarsız kılınmışsınız. Halen bu acı durumu yaşıyorsunuz. Acaba bizim aramızda bu durumunuzu aşabilecek misiniz? Aşamazsanız, bu parti sizi taşıyamaz. Ben kendimi her gün ölçüp biçiyorum. Ancak sizleri bu halinizle nasıl taşıyacağımı kara kara düşünmekten kendimi alamıyorum. Dünyanın yükünü kaldırıyorum, ama sizin bu geriliklerinizi kaldırmak pek akıl kârı değildir. Bu rahatlığınız, en temel değerlere karşı sıradan davranışınız nasıl gerçekleşiyor? Bir önemli görevin üzerine gidiş tarzınız nasıl bu kadar yanlışlıklarla dolu ve iddiasız olabiliyor? Hedefiniz nedir, nereye varmak istiyorsunuz? İnsan kendini nasıl bu kadar muğlak bırakabilir? Bu kadar zavallılığı nasıl bir karakter haline getirmişsiniz? Bu soruları kendinize sorun ve kendinizi tanımlayın. Sizi kim alacak, kime yarayacaksınız? Kendinize ne kadar yararlı olabileceksiniz? Durumunuz böyle oldukça, bu değerlerin üzerinde nasıl söz sahibi olacaksınız? Bunlar çok önemlidir. Hele bir kadro için mutlak halledilmesi gereken bir kişilik sorunudur. Sizler yıllardan beri böyle alıştırılmışsınız. Ancak bunlar kötü alışkanlıklardır. Ben bütün bu yaptıklarıma rağmen halen kendimi tam anlamıyla beğenemiyorum. Daha etkili olabilmek için kendime zar ağlatıyorum. Bu yaşıma ve bütün zorluklara rağmen, keskinleştirme savaşım daha da müthiştir. Kişiliğin onuru budur. Fazla etkili olamadığınız ve başaramadığınız ortadayken, kendinizi nasıl kabulleniyorsunuz? Bu noktada hayretler içindeyim. Örgüt üzerinde durmak, önünüzde bir iş varsa onun üzerinde durmak sizin için bir çare olabilir. Böyle yarım yamalak duruş şekli, tam bir kendine işkence etme tarzıdır. Hiç olmazsa yapamıyorum deyin. Bir konuyu yeterince anlamadan, hakkında yapılması gerekeni kesinleştirmeden durulur mu? Şimdi sizin durumunuz budur. Bu durumunuzun kararsızlıkla izahı da mümkün değildir. İşte son olarak saflarımızda ortaya çıkan, anlaşılması ve inanılması çok güç olan bu durumlar ve kişiliklere baktığınızda, onlarda, o aynada kendinizi görebilirsiniz. Örneğin bu son kurbağa kişiliğini (Şemdin Sakık) değerlendirdiğimizde, tam bir ucube yaratık olduğu ortaya çıkıyor. Eminim ki, şimdi sorgulamada siyasal görüşmeye yattığını sanıyor. Ancak milyonda bir bile şansı yoktur. Orada büyük adam olduğunu sanıyor. Siyasal bir anlayışla bazı işleri çevirmek istediğine dair kendini kandırarak mezara kadar taşıyacak. Çılgınlık, gaflet ve düşkünlük buradadır. İşin acı tarafı şu ki, bu aynada kendinizi de görmeniz gerekir. “Ben politikada neyim, nasıl ayakta duruyorum?” Sorularını kendinize sorarak durumunuzu tespit etmeniz zor değildir. Bir yandan kendinde bir güç olduğunu sanıyor, ama diğer yandan düşman kavramına bile açıklık getirmiş değildir. Aslında bunu bilmiyor da değildir, kişiliği öyle şekillenmiştir. Tabii burada sizin de çok dikkat etmeniz gereken bir özelliğimiz var: Biz bu tür kişilikleri düşmanla çatıştırırız. Orada iki düşman birbiriyle çatışıyor. Çok korkunç bir güç dengesizliği içinde, korkunç bir sonla noktalanacak bir rezaleti ve bir sefaleti onlara yaşatacağız. Bizim yöntemimizde bu var. Sağ kalsa da en çirkinidir, vahşice gitse de en kötüsüdür. Bu iki ucu pislik içinde bir değnek ve içinden çıkılamaz bir durumdur. Bu örnekten kendi duruşunuzla yaşamanın, direnmenin ve düşmanla mücadelenin başarılı olamayacağı biçiminde bir sonuca varmanız gerekir. Bu tarzınızla politikacılık da, gerillacılık da yapsanız olmuyor. Bunun bu tarzla olmadığı çok açık olarak ortaya çıktı. Bunu ben icat etmedim, ben sadece açığa çıkardım. Bir oyunu, bir kiri, bir balonu ortaya çıkardım. Sizler bunun neresinde olduğunuzu tespit etmek durumundasınız. Hiç olmazsa yaşanılacaksa da, ölünecekse de bir anlamı olsun. Bu olmadan çok tehlikelisiniz. Ondan sonra vahim bir sona giderseniz, size aşağılık, alçak diyeceğiz; belki söyleyecek bir kelime bile bulamayacağız. Çünkü bu tablo karşısında insanın düşünmemesi, düşünüp de silkinmemesi büyük bir gariplik, büyük bir düşkünlüktür. Yeniden doğuş, anadan doğmaktan daha çarpıcı bir biçimde yaşama doğuşu gerektirir; Kim size böyle gerillacılık yapın dedi? Kim size böyle politika yapın, böyle yaşayın veya bu halinizle kendinizi bir şey sanın dedi? Kim size böyle komutanlık yapın dedi? Ben söylemedim. Kendi kendinize “İşte böyle komutan olunur, böyle politika yapılır, böyle örgüt tanınmaz, işte partiyle böyle oynanır”, sözüm ona “Böyle yaşanır” dediniz. İşte sonuç budur, gelin de işin içinden çıkın. Böyle yüzlercesi daha var. Yarın öbür gün çoğunuzun başına da aynı şey gelebilir. Bu, yerinde olmayan ölümler için de geçerlidir. Kim size böyle ölün diyor? Kendiniz bunu uyduruyorsunuz. Bir de bir şey yapmadan, şu anda sözüm ona gerilla içinde veya parti adına yaşıyor ve mücadele ediyorlar. Kim size böyle mücadele edilebilir diyor? Cahillik, gaflet, bir türlü terbiye edilmemiş davranışlar ve bir de fazla gelişmemiş bir beyniniz var. Sonuç, hiçbir halkın başına gelmedik, yine hiçbir kişinin başına kolay kolay gelmeyecek olaylar ve Kürt tarihindeki sonu kötü olan durumlardır. Yeniden doğuş, anadan doğmaktan daha çarpıcı bir biçimde yaşama doğuşu gerektirir. Bu olmazsa, haliniz ortadadır. En büyük silahınız, “ben ağlarım” oluyor; biraz üzerinize gittiğimde de “duygularım var” diyorsunuz. Artık gerçeklere göre hareket etmeniz gerekir. Sizin bu söylemlerinizin askerlikle ve siyasetle ne ilişkisi var? Peki, bu kadar gafletle askerlik ve devrim gibi büyük bir gerçekçilikle yürütülen bir alana siz nasıl girebilirsiniz? İşte gerisi beni Allah yerine koymanız oluyor. Böyle duygulara, bu yalanlara, bu körlüklere neden sığınıyorsunuz? Onun yerine kendi kişiliğinize, saygınlığınıza ve bilinç denilen olaya sığının. Saygıdeğer bazı duygularınız varsa onlara anlam verin; bu temelde bu rezaleti, bu zavallılığı üzerinizden atın. İnsan halinize bakınca üzülüyor: Bunlara ne oldu, başlarına neler gelmiş demekten kendini alamıyor. Devrimci militan hiç böyle olur mu? Devrimci militan böyle ölür mü? Ben de halen çok az olanaklarla yürüyorum. Ne kolay ölüm, ne de kolay yaşam var. Sırat köprüsünde bir yürüyüş gerekiyor ve bu da anlamlıdır. Hiç olmazsa biz halen düşmanı uğraştırıyor ve bir yaşam imkânını yaratıyoruz. Şimdi siz bundan da oldukça ters sonuçlar çıkarıyorsunuz. Tabii burada derin bir iddiasızlık ve belki de farkında olmadığınız, ama çoktan kötü yenilmiş bir kişilik var. Bu yenilmiş kişilikle nasıl yaşayabiliyorsunuz? Yenilmiş kişilik şudur: Bu kişilik bir tartışmaya doğru giremez, bir kararı doğru veremez, bir örgüt yönetimini doğru sahiplenemez, bir yanlışlığın üzerine gidemez ve mutlak yapılması gereken bir işi göremez. Dikkat edin: Sizin de örgüt içindeki duruşunuzun toplamı bu yetersizliklerden ibarettir. Ondan sonra da ucuz duygulara sığınıyorsunuz. Bu böyle olmuyor. Her türlü şeyi yapabilecek en aşağılık kişilikler var ve insan bunların bazılarından korkuyor. İşte teslim olmuş, itirafçı olmuş ve hainlik yapıyor. Herhalde dürüst insanlarsınız ve bunlara karşı sizin de öfkeniz var. Eğer öyleyse, o zaman öfkenizin hakkını verin; öfkenize göre yapmanız gereken işin bilincini ve gücünü ortaya çıkarın. Bu işler başka türlü olmaz. Siz sosyalist emeğin ne olduğunu ve onunla nasıl birleşeceğinizi bilmiyorsunuz; Bütün bunları şunun için söylüyorum: Madem saflarımıza geldiniz, o halde bu işi esastan öğrenin. Sizin zorluklarınız kesinlikle benimkinden fazla değildir. Ben, kendime tanımadığım öğrenme imkânlarını size veriyorum. Gençsiniz, bu genç yaşta hepinizden enerji fışkırır. O zaman bu donukluk, bu kuru kişilik nedir? Bu özellikleri kötü yetiştiğiniz lümpen, serseri ve hiçbir yüce değerin aşılanmadığı ortamlardan aldınız. Bunu üzerinizden atın. Sülaleniz güçlü olsaydı, imhacı güce karşı bu kadar aşağılık bir tutum içinde olmazdı. Demek ki, geldiğiniz kurumlardan nefret edeceksiniz. Çünkü size hiçbir sağlam değer aşılamamışlardır. Bununla kişileri, ana babalarınızı kastetmiyorum, elbette onlar da birer çaresizler. Bu kuruma, bu kurumun öldürücü geleneğine; yani sizi uyuşturan, kurutan ve sizi en temel değerler karşısında çaresiz bırakan ne varsa ona karşı durun. Bu çok açıktır. Ancak siz halen oralı bile olmuyorsunuz. Ben burada kendime de öfke duyuyorum ve hala neden bu kişilerle yürüyorum diye soruyorum. Kendimi zor tutuyorum, böyle kişiler benim arkadaşım olamaz, diyorum. Kendimi nasıl savunacağım konusunda öfkemi zor tutuyorum. Sizlere şundan dolayı sabrettim: Çünkü düşman sizinle oynuyor, ancak siz bunun farkında değilsiniz. Oynaşmaktan başka elinden bir şey gelmeyen hafif kızlar vardır ya, durumunuz siyasal anlamda onlara benziyor. Ancak kişiliğiniz buna dört dörtlük zemin sunuyor. Ondan sonra da kabadayılık temelinde adam olmayı taslıyorsunuz. Adam olmanın ölçütü, bir işe sağlam anlam vermek, kolay yenilmeden ve kolay ölmeden bir yerlerden bir yerlere ilerlemektir. Bu olmadan hangi namustan ve onurdan bahsedebilirsiniz? Doğru iki söz söyleyemiyorsunuz. İşiniz gücünüz benim bile kafamı karıştırmak oluyor. Bu ölü halinizle, kurutuculuğunuzla ve doyurucu olmayan yaklaşımlarınızla benimle oynamak istiyorsunuz. Üzerinize gittiğimizde ise, zavallı durumlara düşüyor veya en tehlikelisi de ya “Sen Allah’sın” ya da “En büyük despotsun” diyorsunuz. Kişilikleriniz hep aynı iki kelimeyi söylüyor: Allah’a bağlanır gibi bağlanmak, ancak umduğunu bulamayınca da beni en büyük despot yerine koymak. Neden insanca yaklaşamıyorsunuz? Neden bir emek savaşçısı olarak, bir emek ve değer paylaşanı olarak, anlayışla ve belli ölçülerle birlikte iş yapmak isteyen bir kişi olarak bu işlere gelmiyorsunuz? Çünkü siz yaramazsınız. Çünkü siz sosyalist emeğin ne olduğunu ve onunla nasıl birleşeceğinizi bilmiyorsunuz; buna kapalısınız. Yani ya birileri sizi feodalce veya kapitalistçe sömürecek ya da siz birisine öyle yapacaksınız. Sizin kültürünüzün kökeninde bu var. Komutanlığınız da öyledir. Kimin despot ve kimin tanrıya yalvarmacı olduğu ortaya çıkıyor. Neden emekle bir şeyler yaratamıyorsunuz, hatta neden kendi emeğinize sahip çıkamıyorsunuz? Örneğin adam yirmi yıldır parti adı altında sözde bütün gençliğini harcamıştır; ama bakıyorsunuz ki, iki günde kaçıyor veya kendini yere atıyor. Bu işe on-yirmi yılınızı vermediniz mi? Nasıl oluyor da bir gün içinde kendinizden kaçıyorsunuz? Bunda dehşet verici bir yan var, kendisine müthiş saygısızlık var. Bu yıllar senin yıllarındı, bu can senin canındı. Sen kendi beyninle ve yüreğinle yürüdün. İşte burada bir ucubelik var. Bu adam kendini tanıyamamıştır, kendisinden kaçıyor. Bu büyük bir trajedi, büyük bir çılgınlık değil mi? Peki, biz bu kişiliklere ne diyeceğiz? İnsan kendisinden neden bu kadar kaçsın? Neden kendisinden böyle nefret etsin, neden kendine bu kadar düşmanlık yapsın? Unutmayın ki, bunların içindesiniz. Demek ki, bu noktada büyük bir yanılgı olduğunu görecek ve “Saygısızlık var, kendimi düzeltmem gerekiyor” diyeceksiniz. Bir defa bu ağlama sanatını terk edeceksiniz. Ağlama, işte sizin bu davranış tarzlarınızdır. Ağlama yalnız gözyaşlarından ibaret değildir, gözyaşı sadece gözlerden dökülür. Bir de dilden dökülen, yüzden okunan, beyinden ve bütün o davranışlarınızdan dökülen ağlamalar var. Gözyaşıyla ağlama o kadar tehlikeli değildir. Bir işe hakkını verememeniz, sağlam bir duruşa hakim olamayışınız ağlamadır. Net bir karar gücüne sahip olamayışınız sızlanmadır. Sizi kandırmışlar; adam diye, erkek diye isim takmışlar, hepsi o kadar. Ama içeriğinde hiçbir şey yoktur. Bu yüzden ben bunu en erken yaşımda fark ettim ve hiçbir zaman bu kişiliği beğenmedim, bu kişilikten kaçtım. Halen de öyleyim. Çok tehlikeli bir kişilik olma gerçeğiniz söz konusudur. Bu gerçeğe kuşkuyla ve endişeyle baka baka kendimi yeniden yapılandırmaya çalıştım. Ben olsam bu kişiliği tokmağın altına alır, günde kırk defa döver, adam ederim. Yoksa bu kişiliği taşımam. Kendi halinize üzüleceğiniz yerde, kendinizi adam edin. Siz bir ajan değil, gerçekten ben bu işe varım diyerek ortaya atılan kişilersiniz. Bir ajan olsaydınız, art niyetlidir, onun için kendisini saklıyor derdim. Ama durumunuz o kadar kötü ki, bir ajandan daha tehlikeli durumdasınız. Bu açıdan da yaşam hakkını kullanamazsınız. Bu halinizle hiçbir yaşam hakkını kullanamayacağınız PKK de gerçeğin özüdür. PKK olayında yaşamın tek şartı, bu anlamda düşmanıyla boy ölçüştürme şartıdır. Dikkat edin: Ben savaşırım ve ölürüm şartı değildir, sıradan bir mücadele veririm ve yaşarım şartı da değildir; düşmanla boy ölçüşürüm ve düşmanı yenebilirim şartıdır. Bu şarta ulaşamazsanız, ciddiye alınmanız da mümkün olamaz. Önderlik halkın ve bütün değerlerin bileşkesidir; En temel uğraşımız kendini çözmek ve en tehlikeli düşmanı yenmektir. Bunu sağlayıncaya kadar başınızı kaldıramazsınız. İkiyüzlülük etmeniz, yalancılık yapmanız da artık eskisi gibi mümkün değildir. Ya yeneceksiniz, ya yeneceksiniz. Bunun başka yolu, sağı solu yoktur. Örneğin TC Ankara’da şu tartışmayı yürütüyor: “Bunları teslim alalım mı, almayalım mı? PKK’nin kadroları ve militanları için bizim bu yöntemimiz doğru mudur, değil midir?” diye soruyorlar. Şemdin’i yanlarına almışlar; “Bunu almak doğru mu oldu, yanlış mı?” diye sorguluyorlar. Bir de “Onun gibileri daha var. Acaba bu tarzımız onlar için iyi midir, kötü müdür” diyorlar. Kişiliğinizdeki bu teslim olma özelliklerine güvenerek politika oluşturmaya çalışıyorlar. Peki, düşman gerçeğinin neresindesiniz? Bir düşman ki, zaaflarınıza teslim olmayı dayatıyor. “Bıraksak ve orada örgütü uğraştırsa mı daha iyidir, yoksa Ankara’ya getirip ibret olsun diye ceza mı verelim?” diye tartışıyorlar. Bir düşmanın hakkınızda verebileceği en kötü karar budur. Kaldı ki, başka şeyler de söyleniyor. Bazıları daha çok bizim eğilimimizi kastederek, “Bambaşka şeyler de olabilir. Bunlar yenmeyi de, yenilmeyi de en az bizim kadar iyi değerlendiren bir konuma da gelmişlerdir. Ne anlama geldiğini de bilenlerdir” diyorlar. Böyle son derece tehlikeli bir tartışma sürüp gidiyor ve bizim de bu konuda mutlaka netleşmemiz gerekir. Parti okulu bir savaş okuludur, siyaset okuludur ve mutlak bazı ölçüleri var. Biz şimdiye kadar sizi zorlamadık. Belki yanlış oldu, ama sert yöntemlerle ve sizi azarlayarak öğrenme işi herhalde olmaz. Öğrenmenin zorunlulukları, öğrenmenin gereklilikleri böyledir ve bunları anlayacaksınız. Anlamazsanız dediğim gibi olur. Bu iyi bir gidiş mi? Sizi bir kontra gibi içimizde tutmaları mı iyidir, yoksa sizi alıp ibreti alemlik etmeleri mi? Hiçbiri iyi değildir. Her ikisi de çok kötüdür. Ama sizin tarzınız ikisinden birisine götürüyor. Kalmanız da, gitmeniz de beladır. Bu durumu aşmanız gerekir. Benim söylediklerim çok açıktır. Ya da bu çelişkiye inanmıyorsanız, başka bir deyişle, "Aslında düşman diye bir şey yok, biz kandırıldık" biçiminde mutlak teslimiyet veya düşmanla aynılaşma durumundaysanız, bunu da açıkça söylemeniz gerekiyor. Çünkü ortada heder oluyorsunuz. "Peki, bu zorluklara neden o kadar katlanıyorsun?" derler adama. Demek ki, sizlerde çok tehlikeli bir muğlaklık var. Yıllardan beridir bu muğlaklık sizi tanınmaz hale getirmiştir. Bu muğlaklığı aşın! Yani bu durumunuz, yırtık pırtık elbise de demeyeceğim, urlarla kaplı bir yapıya benziyor. Bu urları kesip atın! Acı da versin, ama hiç olmazsa kalan yanlarınız sağlığına kavuşabilir. Tabii, “Bütün bunların benimle ne ilişkisi var?” diyeceksiniz. Ben artık yaramaz ve yetmez olanların arkadaşı olmak istemem. Zaten olmuyorum da, siyaset icabı sizi biraz idare ediyorum. Çünkü düşman sizin üzerinizde oynuyor ve sizin şahsınızda beni parçalamak istiyor. Buna karşılık ben de düşmana hizmet edebilecek yönelimlerle üzerinize gelmem. Yıllardır ben bu kurbağa kişiliğini taktik icabı idare ettim. O da sizin gibi kendine göre savaşçılık, komutanlık, siyaset yapmak istiyordu. Gidişatının iyi olmadığını biliyorduk. Böyle çok kişiyi tanıyoruz. İstediğimiz noktada ve istediğimiz biçimde, bize zarar vermemesini sağlayarak, en etkisiz duruma getirmek hem hakkımız hem de görevimizdir. Sizin için de bunlar böyledir. Sallapati ve zararlı yürüyüşleriniz olursa, sizi de idare ederim. Kirli bir kişiliğe elimizi bulaştırmayız, o düşmandan gelmiştir, düşmana gitsin. Demek ki PKK’de ölçüler çok hassastır. Eğer bunları öğrenmezseniz, siz de oraya havale edilirsiniz. Yani bir hatalı kişilik, bir kirli kişilik saflardan da kötü gider. Dikkat etmezseniz, iyileri de kendi kötülükleriyle götürürler. Çok iyi birileri de olabilirsiniz; ancak dikkat etmezseniz, bu tür kişiliklerin olumsuz düşman özellikleri sizi de olumsuz etkileyebilir. Dolayısıyla beni ilgilendirmez demeye hiç imkânınız yoktur. Sizin katılımınızda bütün bunlar hassas örgüt kişiliği biçiminde yanıt bulmak zorundadır. Bulmazsa, o zaman beni oyalamaya çalışırsınız, ama yanılırsınız. Bir de parti kendi ölçülerini ısrarla ihlal edenleri ve ölçülerine ulaşmayanları fazla taşımaz. PKK, mutlak bazı ilkeler ve onların kişilikte vücut bulmasıyla yürüyen bir savaş aracı ve mücadelenin öncü gücüdür. Bu aracı çok iyi tanıyın. Sizin en büyük hatanız, bu aracı tanımamak ve bu araçtaki yerinizi doğru belirlememek temelinde olmuştur. Bu hatayı giderin. Dağda özellikle çok ilkelce yürüttüğünüz sözde savaşçılık, beraberinde böyle bir komutayı getirmiştir. Bu, bir halk için en büyük felakettir. Bizim aldığımız bazı tedbirler olmasaydı, bütün belirtiler çok vahim sonuçların açığa çıkacağını gösteriyordu. Adam, “Serhat’tan Dersim’e, oradan Toros’a ve Güney’e kadar tüm cepheleri bizzat dolaştım. Bütün gerillacıların yüzüne baktım. Gördüm ki, hepsinin yüzünde bu savaşı kaldıramazlar, yürütemezler ifadesi var. ‘95 yılında bunların suratlarına baktıktan sonra, bu gerillalarla, bu kişiliklerle bu savaşın başarılamayacağına dair kararım kesinleşti” diyor. İşte sözde en akıllısı, “Bunların olmazlık teorisini oluşturup düşmanıma bir koz olarak ileri süreyim” diyor. Bu aynen böyledir. Ancak bu noktada halledemediği bir şey var ki, o da sizin pek ciddiye almadığınız benim çabalarımdır. Bunlar başlangıçtan günümüze kadar kendine göre bu işleri yürüten çabalardır. Bunlara Önderlik çabaları mı dersiniz, bir bireyin veya bir partinin direnişi mi dersiniz, bir halkın savaşımı mı dersiniz, ne derseniz deyin, ancak bizim belli bir özgünlüğü olan çabalarımızdır. Sizin yüzünüzde yenilgilik okunabilir, ama bizde o yoktur. Önderlik gerçeği, son tahlilde milyonlarca halk ve bütün değerlerin bileşkesi demektir. Siz bir aşamanın ordusunun kaybetmiş bir parçası olabilirsiniz. Ama bu bütün bir ordunun böyle olduğu anlamına gelmediği gibi, Önderlikte birleşen ordunun kaybedeceği anlamına da gelmez. Kaba yaklaşım yüzünden bunu değerlendiremediği için, hata üstüne hata, yanlış üstüne yanlış yapıyor. Temelsiz kişilik zaten bunlara yatkındır. Sonuç, işte böylesi bir şok olur. Ne yaptı? Son nefesini verene kadar bütün Kürt kişiliklerinde bu böyledir: İp boynuna geçtiği zaman bile başına ne geldiğini bilmez. Son kurşunu yediğinde bile nasıl öldüğünü bilmez. Bunlar kötü gidişlerdir, acıdır. “Ben kolay ölmem, kolay yaşayamam” diyeceksiniz; Ben bunlara düşmemek için bu tarzı icat ettim. Bu ölüm tarzından hem korkuyorum, hem de böyle olmaz diyorum ve sonuç olarak değişik bir Önderlik tarzı gelişiyor. Sizin tarzınızda bu yoktur. Bu ölüm de, bu yaşam da beni böyle bulmayacak diyorum. Kısaca düşman ölümüme de, yaşamıma da ulaşamayacaktır; gerçekleştirebilirsem, yaşamı da ölümü de bu temelde kendi tercih ettiğim biçimde kucaklayacağım. Bütün çabalarımız bunun içindir. Bu konu önemsiz değildir. Çünkü her şey bunda gizlidir. Bir halkın tüm iradesi darağacında böyle boğulmuştur. Sizler kurşunu çok trajik bir biçimde yiyorsunuz. Bu durumu nasıl normal karşılayalım, nasıl kabullenelim? Bunu ben icat etmiyorum, bu bir gerçekliktir. Belki siz bunun dehşetini fark etmiyorsunuz. Ama bu halen beni uyutmayan bir gerçekliktir. Bu temeldeki ölümlerden müthiş kaçacaksınız demiyorum, onu imkânsız kılacaksınız. Ama bu, gafletle olmaz; ancak müthiş bir yenme tarzına ulaşmakla olur. Bizden aldığınız gücü heba etmekle olmaz; ancak bizden alabileceğiniz gerçek kişilikle olur. Önderlik cesaret verdi, Önderlik güç veriyor adı altında bu gücü heba etmek, çabalarımızın özüne terstir. Daha çok militan kişilik özellikleriyle silahlanarak, “Ben kolay ölmem, kolay yaşayamam” ve bir de “Yengisiz duramam” diyeceksiniz. Bizim eğitimimizin en temel öğretisi budur. Yine anlamadığınızı söylerseniz, tek bir sözünüze, tek bir davranışınıza bile ciddiyetle yaklaşmayacağız ve bizden saygı beklemeyeceksiniz. Çünkü artık kendi kişiliğinizde bu düşmanı, bu hakareti taşımamalısınız. Bir de bu sizi hiç yüceltmiyor; gerisi teslim olmak, gerisi toplumun içinde bulunduğu durumu kabullenmek oluyor. Kendinizi bir parça ekmeğe yatırsanız, onu da bulamazsınız. Bunun alternatifi yoktur. Onun için söylüyorum: Ya yeneceksiniz, ya yeneceksiniz. Ya böyle olacaksınız, ya böyle olacaksınız. Bu işin başka alternatifi yoktur. İşte diğerlerinin alternatif adına denediği şeyler de, en aşağılık ihanetten ve teslimiyetten başka bir şey değildir. Bütün bunlara rağmen kişiliğinizdeki korkuları atabilecek misiniz? Korkulu kişiler olmaktan çıkacak mısınız? Yılların ördüğü bu kişilik kalıplarınız yıkılacak mı? Bunu yıkmak için irade ve arzu oluşmuş mu? Biz akıllıları yönetmek istiyoruz. Şimdiye kadar bize her gelişinizde hepinize en yüksek sözleri, en çarpıcı cevapları verdik; ama sizden sağlam bir cevap alamadık. Diğer yandan ne kadar adam olduğunuza dair korkunç bir kompleksiniz var. Sahte kişilikle kendinizi hem de delicesine adam sanıyorsunuz. Bu olmaz. Ben bir ağa gibi sert bir yumruk atmıyorsam, beni güçsüz mü sanacaksınız? Bunlar doğru şeyler değildir. Bu, modern siyasal otorite ve modern güç olayına yakışmıyor. Siyaset, talim etme sanatıdır. Eskiden atları talim etmeye siyaset denirdi. Daha sonra şimdiki anlamda siyasete ulaşılmıştır. Siyasal terbiye, atı seyislerle talim etmeye kadar götürebilir. Bana göre bunun devri geçmiştir. Feodallerin bir talim tarzı vardır. Örneğin, feodallerin köylülere uyguladıkları yöntemler bilinir. Ortaçağı bilirsiniz, bu çağda kazan kaynatıp içine insanları atarlardı. İnsanları ateşe atar, çırılçıplak dikenlerin üzerinde bırakır, kamçıyla vura vura dikenleri her tarafına batırarak terbiye ederlerdi. Feodal otorite böyle oluşur. Faşizmin otoritesi de vardı, faşistler insanları fırınlarda yaktılar. Sosyalizmde bunlar olmuyor. Gerçi reel sosyalizm de böylesi uygulamalar yaptı, ama yıkıldı. Demek ki, bunlar uygun yöntemler değildir. Bizim yöntemimiz, esas itibarıyla ikna yöntemi olmak zorundadır. Oysa siz, bu yöntemi almış olduğunuz kültürden dolayı en rahat alay edilecek tarz olarak yorumluyorsunuz. “Dinlesem de olur, dinlemesem de. Gereğini yapsam da olur, yapmasam da” diyorsunuz. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Bunun karşılığını nasıl ödeyeceğinizi biliyor musunuz? İşte bu şok olma durumuna düşmekle bedelini ödersiniz. Bu sonucun suçlusu kendim olmak istemiyorum. Özgürlük arayışınız şiddetliyse onu elde edersiniz; Bu savaşın şiddeti bütün savaşlardan daha yoğundur. İçindeki yargılama, sorgulama, suç ve ceza hiçbir mahkemede ve hiçbir savaşta rastlamayacağınız kadar amansızdır. Eğer bunu kavramazsanız, bizim bu genel siyasetimiz içinde perişan olursunuz. TC’den kurtulmaya çalışırsınız PKK’ye, PKK’den kurtulmaya çalışırsınız TC’ye gidersiniz. Sonuçta iki şey arasında dövülen bir yayığa dönersiniz; darbeyi bir oradan, bir buradan yersiniz. Üçüncü bir yol var mı? Bazı adamlar sözüm ona üçüncü bir yol olduğunu söylüyorlar. Öyle bir yol yoktur. İşte bu şok olan kişiliğin yolu da sözde orta yoldur. Kendini yaşatacak bir parça ekmeği yoktur. “Bütün Kürtleri birleştireceğim” diyor. Sanırım şimdi de MİT’e “Türkleri ve Kürtleri birleştireceğim” diyordur. İşte bu şok kişiliğidir. Kazana oturmuş, kazanda yakılacak, ama yine de böyle şeyler söylüyor. Tabii bunlar çok ibret verici durumlar ve bu durumlara düşmemek gerekir. Herkes yiğitlik meydanına giremez. Ben bu meydanda sağlam söz söyleyebilmek için kendimi on yaşından beri eğitiyorum. Küçük çocuk gruplarını toplayabilmek için o yaşımda avcılık yapıyordum. Birkaç kelime öğrendiğimde onlara öğretiyordum, hatta dualarla onlara namaz kıldırıyordum. Bunların hepsi ilk örgütlenme şekilleridir. Bir çare bulmak istiyordum. O zamanki arayışımı bile hatırlıyorum: Bir örgüt, bir çocuk ilişkisi için duvarların üzerinden atlayıp çocuğu bulmaya çalışırdım. Tüm işim gücüm bu çocukların peşinden koşmaktı. Bu teorik arayış, bu örgüt hep bu çabalarımın sonucudur. Şimdi size bakıyorum: Hazineyi önünüze versek, zaferi altın tepside sunsak bile yine burnunuzu çeviriyorsunuz. Sizin bu kişiliklerinizle ne komutan, ne militan, ne de başka bir şey olunur. Sağlam bir önderlik, bir militan, çocukluğundan beri şiddetli bir arayış içerisinde olan kişi demektir. Neyi arar? Kendisine gerekli olanı arar. Nedir kendine gerekli olan? Örneğin özgürlüktür. Özgürlük nedir? Özgürlük, kendi öz iradesiyle yaşayabilmektir. Nedir o irade, toplumda ne olur? Toplumun özgürlük iradesi olur. O nedir? Bir toprak parçası üzerinde ekonomik, siyasal ve düşünsel faaliyet, güç olma faaliyetidir. Neye karşı? Doğaya karşı, bir zorba güce karşı. Özgürlük böyle tarif edilir. Özgürlük arayışınız şiddetliyse onu elde edersiniz. İlgisiz, kuru, hatta kendi başına bela olan bir kişilikten hayır gelir mi? Sizin durumunuz, benim en erkenden hatırladığım bir köylümüzün özdeyişindeki gibidir. Oğlu İsmail’e, “İsmail, oğlum, kesinlikle öne girme, ama fazla arkada da kalma, orta yerde kendine yer bul” diyordu. Sonuçta ise İsmail asla adam olamadı. Çok ilginç, sizin felsefeniz de budur. Öncü böyle olmaz, öncü tanımı çok farklıdır. Orta yolcu olan bir kişi hiçbir yere varamaz. Büyük hatalar içerisinde büyümüşsünüz. Bu kalıplarınızı sadece bir konuşmayla kırmam imkânsızdır. Kişiliğinize vura vura sizi böyle duyarsız ve tepkisiz hale getirmişler. Altın tepside bazı zafer değerlerini sunsak, yine burnunuzu çeviriyorsunuz. Yaşam diye sizi böyle alıştırmışlar. Siyaset yapın diyorum; siz ise hamal Haso işi yapıyorsunuz. Temel özellikleri edinin diyorum; “Yok, bana göre değil” diyorsunuz. Bir ahbap çavuşluk, fazla nitelikli olmayan, fazla bir yükseliş değeri olmayan bazı küçük duygular ve küçük yaşam belirtileri bile size yeterdir. Büyük işleri kendinize bir hakaret gibi görüyor, çakılıp kalıyorsunuz. Bu tutumlarınızla da bu partide dikiş tutturamazsınız. Kendinizi dağlarda daha kötü duruma düşürmüşsünüz. “Bizi bu dağlarda kim görür?” diyorsunuz. Her tür ilkelleştirici duygular ve düşüncesizlikler her yanınızı kaplamıştır. Ta ki düşman gelip uykuda vuruncaya kadar böyle yaşıyorsunuz. Böyle olmak için dağa çıkamazsınız. Biz iradenin zaferini kesinleştirdik; Bizde insana güvenmek esastır. Ben insana güvendim ve hata etmedim. En büyük değer insandır diyerek, doğru bir ölçüyle bu işe başladım. Hatta herkes “Silah olmazsa, dostlar olmazsa bu işi yürütmek mümkün mü? Sınıf temeli de, halk temeli de yok” diyordu. Peki, bütün bunlara karşı benim silahım neydi? İnsanda ısrar, en başta da kendimde ısrar benim esas silahımdı. Sonuçta insanda ısrar ederek bu işlerin yürüyeceği açığa çıkmış oluyor. Bizim teorimize göre, Leninist teori de artık kaba sosyalizm oluyor. Çünkü Leninist devrim teorisine göre sınıfın objektif ve sübjektif durumu olgunlaşıp bir araya gelsin ki, devrim olsun. Tabii bizim teorimize göre ne sınıfın böyle objektivitesi, ne de bilinç düzeyi gereklidir. Hatta bizim teorimiz, tek bir kişi olsa bile, buna dayanarak büyük bir devrim yapılabilir teorisidir. Yani tek bir kişi bile olsa, insanda ısrar teorisidir ve bu teori bende doğrulandı. Leninizm’in doğduğu ülkede yıkılış oldu, ama bende en önemli başarı gerçekleşti. Ben derken, yalnız kendimi kastetmiyorum. Bu, bende sizi de çalıştırdı. Yani insanda ısrarı, insanı çalıştırmayı ve insanı esas almayı geliştirdik. En büyük teknik insandır diyerek, hep insan üzerinde eğitimi derinleştirdik; insanı çözmeye, insanı yeniden örgütlemeye ve bir anlamda yeniden yaratmaya çalıştık. Sonuçta bu işlerin gelişebileceğini gördük. Demek ki, bu tarzda işin özüne insanı koymak, hatta bir tane insan bile olsa onun üzerinde çok çalışmak, onu çok derin çözmek ve onu her gün yeniden örgütlemek en büyük devrime yol açabilir. Bunun ispatı, bizde gerçekleşenlerdir. Şimdi bu hiç mi objektif koşullarla bağlantılı değildir? Elbette bağlantıları vardır. Bana göre ortaçağda da olsa, böyle bir kişilikte ısrar orada da devrim yapardı. Belirleyici olan objektif şartlar değil, bilinçteki ve dolayısıyla iradedeki gelişmedir. Bundan yola çıkarak, her biriniz bir zafer kişiliği olabilirsiniz. Hatta her biriniz bir devrim bile yapabilirsiniz. Bizim teorimize göre, her kişinin bir devrim yapma hakkı, görevi ve gücü vardır. Nasıl? Kendisini işleyecektir. Bizim toplum gerçekliğimizde bu çok daha önemlidir. Çünkü bu toplumun objektivitesine göre fazla dostları, fazla bir sosyal zemini yoktur. Nesi var? Sizin gibi insanları var. Sizin gibi insanların ele alınıp çözümlenerek ve yeniden yaratılarak bir devrim yapması gereği var. İşte tarih bunu doğruladı. Tarihte bunun örnekleri çoktur; ama günümüzün sığ, kaba materyalist teorisini daha da ilerleterek, bir kez daha tarih boyunca yapılanı kanıtladık. Yani iradenin zaferini kesinleştirdik. Siz bundan kaçamazsınız. Çünkü bu ispatlanmış bir olaydır ve bir de bizim için tek yaşam yolu budur. Bizim ortamımızda irade keskinliği ile birlikte yenme kişiliğini öğreneceksiniz. Böylece partimizin sağlam bir militanı haline gelmiş olacaksınız. İlişkilerde zorlayıcı olmayacaksınız. Günlük ilişkilerde kimse kendini dayatmayacaktır. Özellikle olumsuz ve zedeleyici olabilecek ne varsa onu içinizde tutacaksınız. Hayırlı, anlamlı ve güzel olan bazı davranışlarınız, duygularınız ve düşünceleriniz varsa onları paylaşacaksınız. Ham, yetersiz ve fazla işe yaramayan özelliklerinizi gün yüzüne çıkarmayacaksınız. Yansıtacağınız her duygu, düşünce ve davranış mutlaka yanınızdakine bir şeyler verecek özde ve içerikte olacaktır. Etkili birey herkese bir şeyler verendir; Diken gibi birbirinize battığınız ve birçoğunuzun yerinde olmayan bazı kelimelerle gündemi saptırdığı bir gerçektir. Özellikle yönetim inisiyatifini kullanmak durumunda olanların bir güne kötü başlangıcı, yüzlerce kişinin emeğini boşa çıkarır, bizim emeğimizi de boşa çıkarır. Onun her kelimesi, her adım atışı genel yapıya hizmet etme sınırında olmak zorundadır. Gelişmeleri takip ederek ne gerekiyorsa buna en üst düzeyde cevap vermeyi bilmek, yönetimin özüdür. Yönetici, herkese ilerleme temelinde, herkese gerekli olan temelinde bir şeylere köprüyse, bir şeylere vasıtaysa, o iyi bir hizmetkârdır, yöneticidir. Gerisi yanlıştır ve kabul görmez. Bizim ortamımızda bir köylünün veya bir işçinin patronu karşısındaki durumu söz konusu değildir. Yine lider bir şey söyler, partililer de onu aval aval dinler biçiminde bir durum yoktur. En önemli komuta kişiliği olarak en faal, en derin düşünceli, keskin kararlı ve çabalı kişi durumundayım. Militan savaşçılar ise bunu en çarpıcı, en ayakta olan ve en savaşçı bir biçimde paylaşan kişiler durumundadır. Yapı ve yönetim tarzını kendinize uyarlayacaksınız. Ne her şeyi öndere yükleyip köylüler gibi işin altından sıyrılacaksınız, ne de Önderliği inkâr edeceksiniz. Önderlik genel beyindir, genel bakandır, genel iradedir ve bu çok hassastır. Önderlik herkese irade, herkese düşüncedir. Ama bu, diğerlerinin düşüncesi ve iradesi olmayacaktır demek değildir. Tam tersine, Önderlik herkesin eksik olan iradesini ve beynini bütünleştirendir. Sizler de düşünce ve iradede eksik yanlarınızı Önderlikle paylaşmak ve bütünleştirmek için bir büyük eğitim seferberliği içerisindesiniz. Bizim ortamımızda her şey iradeli ve bilinçli gerçekleştirilir. Kimseye hiçbir konuda dayatma olmaz. Paylaşım ve katılım olur, ama bu da üstün bir disiplinle yürütülür. Burada en etkili birey, herkese bir şeyler veren bireydir. En etkili söz, herkesin sözü olandır. Bunun doruk ifadesi, herkesin “Tam yüreğimdekini ve beynimdekini ifade ediyor” dediği noktadır. Böyle bir özelliği olmayan bir kişi ben bile olsam susması ve iyi olanın öne çıkması gerekir. Komutanlık yürüyüşü kesinlikle bu çerçevededir. Yönetimin özü de, herkesin sesi olma ve herkesin beklentilerine cevap olmadır. Kurtuluş aşamasındayız. Ancak sizler büyük oranda amatörlük temelinde yaklaşıyorsunuz. Fakat bu durumun hızla aşılmaya çalışıldığı da bir gerçektir. Akıllı olanlar bunu daha da rayına oturtur ve bir katkıda bulunurlar. Sizler de baharın özgürleştirici, diriltici ve canlandırıcı gerçekliği gibi, ne kadar candan düşmüş ve buz bağlamış yanlarınız varsa canlandırabilir ve aydınlatabilirsiniz. Gerçek bir baharlaşmayı kendinizde gerçekleştirebilirsiniz. Biz baştan beri hep bu temelde başardık ve buraya geldik. Büyük yoldaşlıkları ve belki de hiçbir hareketin tarihinde görülmemiş bütün kahramanlıkları bu anlayışla gerçekleştirdik. Halihazırda da bu büyük gerçekle yaşama gücünü gösteriyoruz. Tarih kanıtlamıştır ki, en yenilmez olan, başarıya en yakın olan ve en güzel olan da bu yürüyüştür. HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (Rêber Apo’nun 18 Nisan 1998 tarihli çözümlemesi)
|
YORUM GÖNDER