SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (47.BÖLÜM)
Hz. İbrahim’in Kenan ve oradan Mısır’a doğru göç öyküsü, bizzat kendisinden ziyade geleneğin hareket yönünü göstermektedir. Dicle-Fırat havzasıyla Nil havzası arasındaki uygarlıklar arasında, giderek gelişen tarihi mal ve fikir alışverişini dile getirmektedir. Ortam bu yönlü hareketliliğe büyük imkanlar sunmaktadır. Bölgenin kervanlarla uygarlık kervanına katılımını yansıtmaktadır. Birçok kabile ve birçok İbrahim söz konusudur. Gelenek, bunu tek akım olarak belirginleştirmekle yolu, yeni şeriatı (yasayı) dillendirmektedir. Tahminen M.Ö 1700-1300 arasındaki bu akış, Musa’nın Mısır çıkışıyla yeni bir aşama kaydedecektir. Fakat arada İbrahim döneminde Kudüs çevresinde bir yoğunlaşma ve dönüşüm yaşanmaktadır. Deniz kenarında Fenike uygarlaşmasının iç kesimlere yönelik bu yönü giderek gelişmektedir. Kudüs, Urfa gibi ikinci önemli değişim ve dönüşüm merkezidir. İbrahim’in şahsında bu süreçte etkilenme gözlemlenmektedir. İlahın nitelik değişimi, aileden ziyade tüm kabilelerin ilahı haline gelmesi, aynı zamanda bölgede etkili olmayı, yerleşmeyi, bir emirlik halinde güçlenmeyi ve tanınmayı ifade etmektedir. İbrani kabilelerinin daha önceki yerellere karşı kimlik savaşımı, yarı askeri ve siyasi bir güç haline gelmelerine yol açmaktadır.
Bu arada İsmail’in kurbanlık olmaktan kurtarılması, bölgede çok yaygın uygulanan, Baal’e (büyük bölgesel tanrı) çocuk kurban sunulmasına karşı çıkmayı ifade etmektedir. Burada da daha geri, insan biçimli çok tanrılı geleneğe uymama, reddetme tutumuyla dinsel farklılık yaratılıyor. Bu, dönüşümün diğer bir halkasıdır. Kabileler bu farklılık temelinde, yerel içinde kendilerini erimekten koruyorlar. Hacer öyküsü ise, kısmen erimeyi dile getiriyor. Yusuf ve babası Yakub’un Mısır seferi, kabilenin hareketliliğini yansıtmaktadır. Aynı zamanda cariyelerin de ticaretin konusu olduğu, Sara öyküsünden anlaşılmaktadır. Mısır’da sarayda bazı küçük hizmet memurlukları elde etmekle birlikte, yarı köle konumunu aşamıyorlar. Muhtemelen hanedanlar arası çatışmada yenik tarafta yer almalarından ötürü, aşırı cezalandırılmaktan korkarak ve kabilelerin halen güçlü olan bağımsız yaşam özlemlerine yanıt olarak, Musa önderlikli çıkış gerçekleştirilmektedir. Tahminen 25 bin kişilik 12 kabileden oluştuğu sanılan bu çıkış da, İbrahim’in Urfa çıkışı kadar anlam yüklüdür. Bu sayıda insanın çölden geçirilişi ve yönetimi, muazzam bir ideolojik ikna ve pratik örgütçülük gerektirir. Musa’yı yaratan bu çöl yürüyüşüdür. Büyük anlayışsızlıklar karşısında “On Emir” düzeniyle yanıtlanan ilahi çıkış sürdürülmektedir.
Daha önce Kenan illerinin genel tanrılarından biri olan “El” , İbrahim’le “Elohim”e dönüştürülürken, Musa ile “Yehova” (Tanrı O’dur) adıyla millileştiriliyor. Adeta evlendirilircesine İsrail (İsrail =Tanrıyla güreşen) kavminin (kabilelerin birliği kavmi oluşturmaktadır) tanrısı olarak yeniden kimlik kazanmaktadır. Dağda tanrıyla konuşma, eski bir şaman geleneğinin kalıntısı olup yaygın yaşanmaktadır. Birçok peygambersel çıkış, bu geleneği kullanacaktır. On Emir düzeni, yeni sosyal ve ideolojik düzenlemeyi ve Musa’nın önderliğini, yasa-şeriat haline getirmeyi amaçlamaktadır. Siyasi ve kavmi niteliği gelişmiş İbrani kabileleri bundan sonra tarih sahnesinde, ellerinde ve sandukalarında On Emir’le başlayan Tevrat (“töre” Tevrat’tan gelmektedir), şeriat-yasa sahibi bir kavim olarak tanınacaklardır. Tahminen M.Ö 1250’lerde yaşanan Musa yürüyüşünden sonra, daha alt düzeyde bir önder kadrolar (Hakimler) dönemi geçiriliyor. Bunu ilk başlatan da Musa’nın ünlü komutanı Yeşu’dur. Yeşu, kavmin bugünkü Filistin’e yerleşmesini sağlıyor. Kahin misyonlu rahipler, burada da krallaşmaya gidişin öncüleri konumundadırlar. Küçük bir Sümer-Mısır modeli yaratılmaya çalışılıyor. Kısmi bir yerelleşmeye dönüşme olsa da, kahin geleneği kesinlikle Mısır ve Sümer yansımasıdır. Samuel adlı rahip M.Ö 1000’lere doğru rahip devletçiği gerçekleştirmeye çalışırken, politik kesimin temsilcisi Saul’le çekişme halindedir. Ortadan sivrilen ve oldukça kişisel yetenek ve tecrübe sahibi çoban ve demirci kökenli Davut, ilk İsrail Krallığını M.Ö 1010’da gerçekleştiriyor. Böylelikle krallık dönemi açılıyor. Süleyman’la doruğa çıkarken, daha sonra geriliyor.
M.Ö 700’lerde Asur hakimiyetine giriyorlar. Birçok rahip ve peygamber, Babil hükümdarı Nabukadnasar döneminde tümüyle Kudüs’ten alınıp Babil’e sürülüyorlar (M.Ö 585). Babil bu dönemden kısa bir süre sonra Pers egemenliğine geçecektir. Perslerin bilinen her kültüre saygı ve öz yerlerinde çalışma politikalarından yararlanıyorlar ve tekrar Kudüs dönemi başlıyor. Babil saraylarında öğrenilen okur yazarlık ve memurluk oldukça etkiliyor. Yazarlar dönemi diye başlayan bu yeni aşamada, Ezra adlı, Babil’de kendini iyi yetiştirmiş bir yazarın öncülüğü önemli rol oynamaktadır. Kitab-ı Mukaddes (kutsal kitap) ilk defa yazıya geçiriliyor. Hagadol adlı bir ilk siyasi meclisle, bu aşama yeni bir kimlik kazanıyor. Perslerden, özellikle Zerdüşt geleneğinden oldukça etkilenme söz konusudur. Ferisiler adlı Pers yanlısı bir parti oluşuyor. Bu ilk önemli siyasi bölünme oluyor; sınıfsal bölünme gelişiyor. İskender’den sonra Grek hakimiyetiyle karşılaşıyorlar. Antioklar denilen bu dönemde, bu sefer Grek etkisine kapılıyorlar. Grek yanlısı ve daha çok aristokrat nitelikte olan Sadukiler adlı yeni bir işbirlikçi parti-mezhep şekilleniyor. Dini inançları Grek sistemine bağlı olan daha zayıf bir kesim oluyor. Grekçe ikinci bir Kitab-ı Mukaddes (Septuaganint) dönemi başlatılıyor. 72 kabileden seçilen bir kesim, İskenderiye’deki Grek krallığının yanında yerleşip orada güç ediniyorlar. Orada Makabiler denilen bir kesim, M.Ö 200’lerde bir direniş dönemi başlatıyor. Çok şiddetli geçen bu dönemde bir milli kimlik kazanma ve bağımsızlaşma sağlanıyor.
Daha sonraki Roma’nın (M.Ö 63) üstünlük döneminde, Roma yanlısı bir Yahudi Krallığı halinde işbirlikçi bir Roma eyaleti olarak düzenleniyorlar. Üst tabaka sıkı Roma işbirlikçisiyken, yoksulların Esseniler adlı hareketi gelişme sağlıyor. Bu hareketin Yahya adlı önemli bir vaizinin öldürülmesiyle, İsa’nın isyan dönemi baş gösteriyor. Tarihin bir sıfır noktası olarak başlangıç anlamı verdiği bu çıkış, oldukça ilginçtir ve bilimsel yaklaşmayı çok önemli kılmaktadır. Kişi olarak varlığıyla kıyaslandığında, İsa adına düzenlenen hareketin tarihte gittikçe büyüyen bir etkiye yol açması; genelde İbrani kültürel ortamı, özgünlüğünde ise herkese açık kolektif bir yoksullar hareketi olarak gelişmesiyle bağlantılıdır. Aslında İsa ismi altında tarihsel bir eğilim kanal bulmuş olmaktadır. İsa’nın Roma Valisi Platus’a karşıt özel bir tavrı yoktur. Hatta dünyevi iktidarın “Sezar’ın hakkı” olduğundan bahsetmektedir. Şiddetle karşısında olduğu, resmi Yahudi kahinlik kurumudur. İsa, kahinliğin olumlu özünü çoktan yitirdiğinden emindir. Maddi çıkar bağları ve yoksullar dünyasıyla çelişkisini iyi görmekte ve tavır koymaktadır. Daha da önemlisi, tek tanrılı inancı katı bir şovenizmle yalnız Yahudilere özgü sayması, etrafta kaynayan yeni insanlık dünyasıyla açık bir çelişkiye işaret etmektedir. Kabile ve kavim üstünlük anlayışı, yeni sosyal gelişmelerin etnik kökeni dışına taşmasını engellemektedir. Daha çok öne çıkan aynı etnik kökene mensup olma değil, aynı maddi koşulların ortaya çıkardığı sosyal gruplara mensup olma olgusudur. Esinlendiği Esseniler böyle bir gruptur. Yahudi toplumunun sınıf temelinde daha derin bir parçalanmasıyla, Yahudi ideolojisi de parçalanacaktır.
Hz. İbrahim ve Musa daha çok kabilelerin kavimsel birliğine büyük önem verir ve buna göre ideoloji ve eylem şekillendirirken, İsa geleneği kavimsel birliği ikinci planda tutarak, hatta karşısında yer alarak bir ilki gerçekleştirmektedir. O, kendi tanrısını evrenselleştirmektedir. Yahudi söylemi yoktur. Esas olan, acı içindeki insanların kurtuluşudur. Bu yönüyle Budha’ya oldukça yaklaşmaktadır. Bununla birlikte İbranilerin yoksul kesimine iktidar yolunu açmak istediği objektif bir gerçekliktir. Hareketini siyasal ve askeri olarak değil; inanç, ahlak temeline dayalı bir sosyal hareket olarak yaymaktadır. Yakalandığında, Petrus’un kılıcı kullanmasına bizzat karşı çıkmıştır. Kahinlerin peygamber geleneğine ihanet ettikleri ve kendisinin beklenen Mesih (Kurtarıcı) olduğunu kabul ettirmek onun en önemli iddialarıdır. Halbuki Kudüs’te sırtını Roma Valisi’ne dayamış, oldukça güçlü ve zengin bir kahinlik kurumu vardır. Yani kahinlik çoktan beri dünyevi, maddi, siyasi bir güçtür. Kahinler eski saf dinin görevlileri olmaktan çıkmışlardır. Dini anlayış olarak Sümer’in etkisi daha görülmektedir. Baba, oğul ve Ruh-ül Kudüs, aslında üçlü tanrı anlayışının bir kalıntısıdır. Kökeni Enki-Tiamat-Marduk geleneğine kadar eskiye uzatılabilir. Anne Meryem tanrıça, Tiamat (daha önce İştar) kültünün çok zayıflamış bir yansımasıdır.
Ancak ruhuna üflenerek Tanrı’nın Oğlu’nu doğurmaktadır. (Sümerlerde baba tanrı, tanrıça ana ve oğul tanrı kavramları daha gerilerinde tanrıça-oğul-eş kültürüne dayanmaktadır.) Açık ki, İsa adına eski mitoloji ile Yehova inancının bir karması söz konusudur. Daha da önemlisi, kendinden önceki dinsel akımlardan farklı olarak insan acılarına ağırlık vermesidir. Bunda Roma köleciliğinin doruk noktasına vardırdığı maddi koşulların rolü esastır. Roma’da M.Ö ’70’lerde Spartaküs ’ün isyanı, acıların isyana dönüşebileceğini kanıtlamıştır. Yahudi eyaleti, kültür birikimi ve isyan geleneği açısından da böylesi bir sürece önderlik edebilecek tüm koşullara sahiptir. İsa’nın çok planlı ve örgütçü olduğu söylenemez; daha çok inançlı ve sağlam bir ahlaka sahip bir insan görünümündedir. İnançların da samimidir ve pratik yaşamını tümüyle buna adamış bir kişidir. İnsanlığı saran lanete karşı sonuna kadar adanması, tanrının “sözü” olmasının ayrılmaz bir gereğidir. Siyaset ve taktik düşünecek, yapacak konumda değildir. Aslında en zayıf gözüken bu yönü, tarihe en güçlü geçmesine yol açacak yanıdır. Bu özelliğiyle İsa gerçekten dönemin o olmadan da yaratmak zorunda kalacağı önderliği temsil etmektedir. Bu nedenle de İsa kendini yetiştirmiş bir önderlikten, bir peygamberden ziyade, oluşturulmuş ve yakıştırılmış bir önder peygamberdir. Bütün acı ve yoksulluk çekenlerin özlemleriyle, lanetlilerin öfkesini sırtlamış bir kurtarıcı haline getiriliyor. Beklenen Mesih (Kurtarıcı) oluyor. Tarihin maddi koşulları, birikimleri olmadan, hiçbir kişilik özel marifetleriyle önderlik yükümlenemez. Aynı yakıştırmalar belli başlı tüm önderlikler için geçerlidir. Büyük ihtimalle doğru olan şudur: Çarmıha gerilme gerçek İsa’yı yaratıyor. Çarmıh olmasaydı, İsevilik muhtemelen o dönemin çok yaygın olan mistik tarikatlarından birisi olup sönecekti. Şu halde ortamın özgün kültür yapısı, yoksulların mistik tarikatlar dönemi, hepsinin altında Roma köleciliğinin olgunlaştırdığı maddi sosyal gerçekler dünyası, kendi büyük peygamberini İsa’nın şahsında yaratmış oluyor. Küçük bir gruptan (zorbela bir araya gelebilen 12 havari, birisi hain) büyük bir insanlık hareketi doğuyor. Şüphesiz bunda İbrani kültürünü de derinden etkilemiş Grek kültürünün derin ve birleşik bir etkisi vardır.
Diğer yandan katkı kültürleri de ön açmışlardır. Zerdüşt’ün yeni ahlakıyla Stoacıların doğal inanç ve yaşamları, İbrani kültürünün sağlam peygambersel özüyle birleşerek İseviliğe yol açmıştır. Bu anlamda sınıfsal, ahlaki ve inanç yönüyle bir sentez olarak, köleci sisteme karşı en büyük hareket sayılmalıdır. Hızla her kavim arasında yayılması, bu evrensel özellikleriyle yakın dan bağlantılıdır. Çok zengin ve güçlü inanç, ahlaki öz, çok güçlü bir sosyal harekete yol açıyor. Hıristiyanlık dinini böyle tanımlamak gerçeğe daha yakın düşmektedir. Hareketin yaklaşık üç yüz yıllık gizli direniş öyküsü, aynı zamanda Roma uygarlık çınarının da çözülüş öyküsüdür. Sayısız aziz ve azizeyi kurban vermiştir. Ama köleci sistemin en büyük temsilini çözmeyi de başarmıştır. İnsan acılarına sahip çıkması, barışçıl çalışma tarzı, kolektif manastır yaşam düzeni, insanlığın en güçlü ve köklü bir ahlaki yapıya kavuşmasında pay sahibidir. Hıristiyanlık teolojisi başlangıçta ikinci plandaydı. Sonradan ve skolastik dönemde siyasal ve maddi bir güç haline gelindikten sonra, papalık dünyası tarafından ön plana çıkarılmıştır. İsa’da esas olan inanç değil ahlaki tutumdur. Maddi değil manevi güçtür. Daha sonra Doğu Roma İmparatorluğu’yla başlayan resmileştir me dönemi, yozlaşmanın da başlangıcıdır. İktidar savaşımında ideolojik bir araç olarak kullanılması, çok büyük bir bölünmeyi yaşamasına yol açmıştır. Batı Roma yıkıldıktan sonra, Hıristiyanlığın kendisi bir imparatorluk (papalar) gücü haline gelmiştir. Ortaçağın en büyük kurucu ve koruyucu gücü olarak, bu dönemdeki gelişiminin de üzerinde önemle durmak gerekir. Görüldüğü gibi Hıristiyanlığın doğuş ve gelişmesi, köleci sistemin çürüme ve çözülüşünün hem sonucu, hem hızlandırıcısı konumundadır. İbrani gelenek, Esseniler ve İsa’ya yol açmakla ortaçağa güçlü bir etkide bulunmuş oluyor.
Milliyetçi Yahudilik ise M.S ’70’lerde bir defa daha dünyaya savrulacak ve her tarafta Yahudi grupları sistem çökertme ve yenisini kurma işinde çok özel bir yetenek kazanarak günümüze kadar etkili olmayı bileceklerdir. Başlangıçta ticaretle büyüyen Yahudi kabileciliği, daha sonra kavimleşerek bu geleneği güçlendirmiştir. Ticaret yalnız mal alışverişinin değil, fikir alışverişinin de temel aracı olarak, Yahudi kavminde büyük temsilini geliştirerek sürdürecektir. Bu işte uzmanlaşan Yahudi kültürü, kendi kavmini büyük zorluklara uğratırken, kazandığı deneyimlerle adeta tüm uygarlıkların ajan gücü olma ustalığını kazanmıştır. Sümer, Babil ve Asur’u anlamış, Hz. İbrahim’e ve onun dinine yol açmıştır. Mısır’ı çözmüş, Musa’nın özgür hamlesine ve kavim dinine sahip olmuştur. Dinin anlam ve önemini bu tecrübesiyle en iyi bilen kavim durumuna gelmeyi bilmiştir. Bildiği oranda Sümer ve Mısır kölelik sistemlerinden ticari olarak yararlandığı gibi, fikir ve inançlarını kendine mal ederek özgünleşmesini başarabilmiştir. Babil ve Perslerden okuma yazmayı öğrenerek, ilk yazılı Kitab-ı Mukaddes’e sahip olabilmiştir. Grek ve Roma’dan daha önce Fenikelilerden öğrenerek, kültür yükselmesini en üst seviyeye çıkarabilmiştir. Tabii bu kadar ticaret ve fikir aktarma, büyük çelişkileri toplama ve dağıtma anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla en büyük felaketleri de bizzat kendi başına kendisi davet etmiştir. İsa’ya yol açmakla Roma’nın çözülüşünü hazırlarken, kendisi dünyanın dört bir tarafına savrulmuştur. Her tarafta dünyaya öğretmeye çalışırken, üstün kavim şovenizmiyle sürekli kendi katliamına yol açmıştır.
Arabistan’da Hz. Muhammed ve İslam’ın doğuşunda temel kültür rolündeyken, en büyük darbeyi İslam’dan yemiştir. Ortaçağın yaratıcı en temel güçlerinden iken, kendini ortaçağın katliamlarına en çok uğrayan kavim durumuna düşürmüştür. Kapitalizm çağını hazırlayan temel sermaye gücü ve fikir hareketlerinde başı çeken sınıf ve aydın güçlerinin başında yer alırken, kapitalizmin ve daha sonra pay sahibi olduğu marksizmin en çok darbe ve katliamlarına da uğramaktan kurtulamayan güç, kavim ve kültür kökenidir İbranilik.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER