SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (54.BÖLÜM)
A FEODAL ÇAĞIN İDEOLOJİK KİMLİGİ
En sınırlı toplumdan en gelişkinine kadar, toplumun zihinsel düzeyi ve tasarımlarının bir ifadesi olan ideolojik kimlik, vazgeçilmez bir olgudur. Ekonomik ağırlıklı toplum tanımlamaları bu anlamda büyük yetersizlikler içermektedir. Toplumbilimde ideolojik kimliğin rolü çözümlenmiş olmaktan uzaktır. Tarihin kapsamlı gözlemlenmesi, toplumsal birimlerin kuruluş ve çözülüş süreçlerinde yeni ideolojik kimlik oluşturmanın ve eski kimliğin dağılmasının belirleyici role sahip olduğunu göstermektedir.
Hem toplumsal geçmişin hafızası hem de gelecek ütopyanın tasarımları olarak ideolojik kimlikler, toplumun beyni olarak rol oynamaktadır. Kaba bir benzetmeyle, el ve ayak nasıl ki ekonomiyle yakından bağlantılı ise, beynin esas işlevi de zihni tasarımdır. Her canlı varlıkta beyin yaşamın yönetim gücü iken, organlar daha çok yaşamın işçi gücüdürler. Değişik bir biçimde de olsa toplumsallık bir varlık olarak şekillenince, beyin sorunu ortaya çıkar. Bunun adına ideolojik varlık kazanma demek doğru bir tanımlamadır. Toplumsal oluşumda beynin oluşumunu bir üstyapı kurumlaşması olarak değerlendirirken, üretim araçlarının temel rol oynadığı ekonomik kurumlaşma, altyapı, el ve ayak olarak değerlendirilmektedir. Başat olanın, öncelik taşıyanın ideolojik üstyapı olması bu nedenledir.
Bu değerlendirme şüphesiz genel doğal düzenin toplumlar için de geçerli olduğuna dayanan felsefi anlayıştan kaynaklanmaktadır. Toplumbilimin gelişen çözümleme düzeyi, bu anlayışın doğruluğuna ilişkin güçlü kanıtlar vermektedir. Bu temel yöntemsel anlayış doğrultusunda sınıflı toplumun ilk ve en gelişkin biçimi olarak köleci uygarlığı değerlendirirken, Sümer örneğine önemli bir yer verdik. Sümer toplumunun tarihte bilinen ilk örnek olma özelliği yanında, birçok belgeyi de geride yazılı olarak bırakması, onun çözümlemelerde temel alınmasını gerektirmektedir. Vazgeçilmezliği keyfi değil, bu nedenledir. Uygarlıksal doğuşun bir çok toplumsal alt ve üstyapı kurumsallaşmasında, evrensel bir etki düzeyini temsil etmektedir. Sümer özgünlüğü, sınıfsal toplumun temel ideolojik kimliği olarak yarattığı mitolojik örtülerle, tüm uygarlıkların temelinde yatmaktadır.
Başka örneklerin çıkması bu evren selliği bozmamaktadır. Tersine, bu modelin güçlü ve temel bir değer olduğuna kanıt teşkil etmektedir. Nasıl ki sermaye birikimi çözümlenmeden kapitalist toplumun bilimsel izahı tam yapılamazsa; Sümer ideolojisi, mitologyası çözümlenmeden de tüm uygarlıkların, başta ideolojik kimlikleri olmak üzere üstyapı kurumlarının bilimsel izahı yapılamaz. Vazgeçilmezliği buradadır.Aslını çözemezseniz, piçini çözmekle hiçbir doğruya varamazsınız. Aslından yola çıkarak, piçleşmeyi, yozlaşmayı veya dönüşmüş ürünlerini tanımlamak mümkündür. Fakat tersinden giderek aslı bulmak zordur ve böyle bir yol tuzaklarla doludur ve yanlışa sevk eder. Dünya felsefe ve edebiyatında piçleşmiş, dönüşmüş örnekler sınırsız bir anlatımla verilmekte, ama orijinaller sanki yokmuş gibi unutulmakta veya çözümlenme gereği duyulmamaktadır. Dinler tarihi açışından bu durum daha vahimdir. Hemen tüm büyük dinler kaynağını Sümer mitologyasında buldukları halde, aslına küfür yağdırmayı, inkar etmeyi en büyük ideolojik saptırma olarak yaşamaktan geri durmamışlardır. Bu tarihsel saptırmalar, kutsamalar ve tanrısal buyruklar adı altında adeta ideolojik metalar olarak sunuma sokulmuş, böylece büyük haksız kazançlar elde edilmiştir. Tarihin bu anlamda en büyük ideolojik sömürüsünden bahsetmek gerekir.
Tabii Sümerlerin de, ideolojik parçaları aynı aşırma yöntemleriyle yanı başlarındaki neolitik ideolojiden aldıkları kanıtlanmaktadır. Burada önemli olan, ideolojiler arasındaki savaşları doğru ve gerçek çi değerlendirmektir. Birbirinden alıp vermeyen sistem yoktur. Ama tarihçiye düşen, gerçekte olduğu gibi, “Kim, kimden, neyi, nasıl, hangi amaçla aldı, nasıl kullandı?” gibi temel sorulara doğru yanıtlar vermektir. Genel tarih yazımında bunun yeterince yapıldığını ve ideolojiler tarihinin bilimsel bir ifadeye kavuştuğunu söylemek çok zordur. Tarih biliminin önündeki en temel görevi bu çerçevede belirlemek büyük önem taşımaktadır. Sümer Rahip Devletinden Feodal uygarlığın doğuşunu tanımlayabilmek için ideolojik çerçeveye öncelik tanımamız, bu kısa değerlendirmeden da anlaşılabileceği gibi yerindedir. Bu çok karmaşık konuda böyle bir yerindelik, yöntem tutturmada ve uygulamada büyük kolaylık sağlayacaktır.
Tarihin ortaçağlarına kulak kabartanlara sürekli Allah, Musa, İsa, Muhammed adlarının çınlatılması, bu kavramların ideolojik kimliğe ilişkin niteliğini çözmeyi şart kılmaktadır. Nedir Allah? Muhammed, İsa, Musa’nın en büyük oldukları elçi peygamberlerin anlamı nedir? Toplumsal mantıkta, logosta bunlar neye karşılık gelmektedirler? Bu birkaç isme ve kavrama anlam vermeden tarih anlatmak, şimdiye kadar hep uygulanagelen bir yöntem olmuştur. Ama halen din adına yaşanılan cinnetler, aslında çözümlenmenin tam yapılmadığını veya yapılsa da gereklerinin hayat bulmadığını ifade etmektedir. Bu yapılmadan, halen birçok ülkede büyük sorun teşkil eden laiklik konusunda da fazla ilerleme kaydedilemez. Yaşanan birçok vahim olay bu tespiti doğrulamaktadır. Bizim büyük bir Ortadoğu Renaissance’ından bahsetmemiz de bu nedenledir. Mümkün olduğunca tekrardan kaçınarak belirtmek gerekirse, toplumsal biçimlenmenin ilk örnekleri olan klanlardaki toplumsal ideolojinin, ruhçuluk (animizm), tabuculuk gibi daha çok kutsallık arz eden, anlaşılması güç, ancak hissedilen bir mana gücüne dayandığı bilinmektedir.
Toplumsallık bir olgu haline gelince ortaya çıkan güç ve enerji anlam bulmaya çalışmakta, fakat ilkel zihniyet durumu bunu ancak ruhçuluk ve tabuculuk gibi tasarımlarla kimlik ve izaha kavuşturmaya çalışmaktadır. Doğan olgu çok önemlidir; yaşamın mutlak bağlı olduğu koşul olmaktadır; bu hissedilmektedir, ama bilimsel izaha kavuşması için daha binlerce yıllık bir pratiğe gereksinim olacaktır. İnsanlığın çocukluk aşamasında en kolay tasarım yolu, çocuklar gibi her varlığın kendisi gibi canlı olduğunu hissetmek, arzular ve duygulara sahip olduğunu sanmaktır. İlk toplumsallaşma gerçekten çocuk gibi bir zihniyet ve ruh yapısına sahiptir. Psikoloji çocukla ilk toplumu karşılaştırdığında çarpıcı benzerlikler bulmaktadır. Genetik bilimi, toplumbilim alanının birçok noktasında da açıklayıcı olabilmektedir. Özce, klan ideolojisinin çocukça aşamasında animizmi (ruhçuluğu) ve tabuculuğu (kutsal anlam) doğurması anlaşılırdır. Toplumsal olgu kutsallık içeren bir ruhsal varlık olarak kavramlaştırılmakta, kimliğe kavuşmaktadır.Totem klanın kimliğinin simgesi olmaktadır. Totemin kimliği, kendi farkına varan, gücünü tanıyan toplumun bu manevi, zihni hissedişinin sembolü olarak anlam bulmaktadır.
Daha sonra gelişecek olan tapınak ve tanrının taslağı durumundadır. Totemle klan güç bulmaktadır, benliğinin farkına varmaktadır. Kendini itiraftır. Varlık nasıl adlandırmasız olamazsa, klan da öyle adlandırmasız olamıyor. Adlandırma biçimden de daha karmaşık bir kavramdır. Toplumsal oluşumun içerdiği her şeyin tanımına denk geliyor. Totem aslında toplumsal olgunun dile getirilmiş simgesi, soyadı gibidir. Basit bir kabile putçuluğu değildir. Toteme saygı ve bağlılık, klan üyelerinin kendilerine saygı ve bağlılığı anlamına gelir. İlkel din, böylelikle topluluğun temel ideolojik ifadesi olurken, onu sembolize eden eşya, hayvan bir kutsallık ve dokunulmazlık kazandığında, mensubu olunan toplumun kendisi yüceltilmiş, güçlendirilmiş oluyor. Totem kimliğinde ideoloji, temsil ettiği topluluğu ayakta tutan anlam gücü oluyor. Şüphesiz çok zor koşullar altında yaşamını sürdüren klanın tecrübe ve kazanımları, içerilmiş değerler olarak anlam kazanırken, tabu ve kutsallık arz etmeleri de anlaşılmaktadır.
Totemin varlığında geçmişin acıları, sevinçleri, zorlukları, emeği gizlenmektedir. Sembolize edilen, toplumun tüm geçmiş varlığı ve gelecek umududur. Bu tanımlamaya göre dinin doğuşu; ilk ideolojik biçimlenme olarak klanın, kabilenin manevi bir tasarımı, zihni ve ruhi şekillenmesinin ilk örneği (arketip) olmaktadır. Din, toplumun maddi varlığının manevi alandaki yansımasının ilk biçimidir. Toplumlar tarihindeki en uzun süreli ve önde gelen konumu bu özelliğinden ileri gelmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER