DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (14. BÖLÜM)
DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (14. BÖLÜM)
0 Yorum
988
03-09-2021

ORTADOĞU’DA GELİŞEN KADIN HAREKETLERİ

MARGOT BADRAN: Ortadoğu’daki feminist hareketi “Seküler feminizm” ve “İslamcı feminizm” olmak üzere kendi içinde iki gruba ayıran Badran, sanıldığının aksine bu iki feminist hareketin birbirine zıt olmadığını çoğu noktada birbiri ile kesiştiklerini hatta birbirlerini beslediklerini ifade ediyor. Diğer taraftan etkisi ve argümanları bakımından İslamcı feminist hareketi, seküler hareketten daha radikal bulduğunu, İslamcı kadın hareketinin kadın-erkek eşitliği bağlamında Ortadoğu’nun eril yapısının çözülmesine daha önemli katkılar sağladığını iddia ediyor.  İslamcı feminizmin Ortadoğu feminist hareketine en önemli katkısının da, seküler feminizmin yapamadığı  özel alan ve kamusal alan ayrımını ortadan kaldırması olarak tanımlıyor. Ayrıca kitabında Badran, İslamcı feminizmin daha evrensel bir dil üretmesi bakımından da, milliyetçilik ile bağlarını koparmakta güçlük çeken seküler feminizmden daha ileride olduğunu iddia ediyor. Bu noktada çoğu tartışmada gündeme gelen İslamcı feminist kadınların kendilerini “feminist” olarak tanımlamaktan çekinmeleri mevzusuna Badran da değiniyor. Öncelikle Badran, hiçbir hareketin önce tanımlanıp, sonra başlamadığına dikkat çekiyor. Daha sonra da, “bazı hareketler taraftarları tarafından, bazı hareketler de başkaları tarafından tanımlanır; İslamcı feminist hareket de başkaları tarafından tanımlanmış bir harekettir” (s. 325) diye ekliyor. Badran, feminizmin batılı bir hareket olarak görülmesi ve Müslüman toplumun geleneksel yapısında tahribat yaratacağını düşünmeleri nedeniyle Ortadoğu’daki İslamcı kadınların hareketlerini ya da kendilerini “feminist” olarak tanımlamaktan çekindiklerini tespit ediyor. Fakat, bu çekincenin hareketi dışarıdan takip edenler açısından onları “feminist” olarak tanımlamaya engel teşkil etmediğini de ayrıca belirtiyor. Özetle Badran, artık daha tekil bir feminizm değil farklılıklara daha açık hatta daha muhalif bir feminizm tanımı yapmak gerekliliğine inanıyor. Bu anlamda İslamcı feminist kadınların feminizme katkısını çok önemsiyor. Diğer taraftan, İslamcı feminist kadınların hem modernizmi tanımlamak hem de İslam’ı reforme etmek açısından dikkate değer bir hareket olduğuna da işaret ediyor. Bu üç boyutuyla İslamcı feminist hareketin önümüzdeki yıllarda çok daha radikal bir etki yaratacağını öngörüyor.

MARGOT BADRAN’IN İSLAMİ FEMİNİZM KİTABINDAN ALINTI:

Yapılan çalışmaların geneline baktığımızda, entellektüel müslüman kadınların çoğunun Kur’an, bir kısmının da hadisler üzerinde çalışmakta olduğunu görmekteyiz26. Kur’an üzerinde çalışan kadın yazarlar arasında Amina Wadud, Rifat Hassan, Fatima Naseef, Aziza al-Hibri, Shaheen Sardar Ali gibi isimler sayılabilir. Yine Hassan, Hidayet Tuksal gibi yazarlar da hadisin yeniden okunuşuna odaklanmışlardır. Bu kadın yazarların yaptıkları çalışmalarda, klasik metotlarla çağdaş metotları bir araya getirdikleri görülmektedir27. İslamcı feminist söylemin dile getirilişinde kadın gruplarının ve dergilerinin önemli bir yeri vardır. Bu hususu, tarihi tecrübeleri ile İslamcı feminist söylemin gelişimine katkı sağlamış olan Mısır ve İran örneklerinde görmemiz mümkündür. İran’daki Payam-e Hajar, Zanan ve Farzaneh:Journal of Women’s Studies and Research gibi dergiler İslami bir perspektiften kadın haklarını desteklemektedir29. İran’daki İslamcı feminizm tartışmaları, daha çok bu ülkedeki siyasi-sosyal değişim bağlamında yapılmaktadır. Bu tartışmalar 1980’lerde başlamış olsa da, asıl tartışmalar 1990’lara gelindiğinde ortaya çıkmıştır. Najmabadi, 1994’te yaptığı bir konuşmada İslamcı feminizmi, dini ve seküler feministler arasında diyaloga imkan tanıyan bir reform hareketi olarak tanımlamıştır. O, İslamcı feministlerin -özellikle Zanan’ın editör ve yazarlarının- batılı feminizme açık olduğunu da iddia etmiştir. Ona göre İslamcı feministler, kadınların siyasi-sosyal konumunu geliştirme çabalarında seküler feministlerle ortak zemini paylaşmaktadırlar. Zanan’ın editörü olan Sherkat ve diğer yazarlar, yazılarında Kur’an’dan alıntı yapmakta, eşitlik meselesini içtihatla ve İslam hukukunun yeniden yorumlanmasını da kadın haklarıyla birlikte ele almaktadırlar35. Zanan’daki yazıları inceleyen Mir-Hosseini’nin İran’daki toplumsal cinsiyet ve İslamcı feminizm üzerinde daha ciddi bir analiz yaptığı söylenebilir.

 Mir-Hosseini’ye göre;

İran’daki İslamcı devrimin beklenmedik sonucu ulusun toplumsal cinsiyet bilincindeki artış olmuştur. Aynı zamanda, aile hukuku, evlilik, boşanma gibi konular bir muhalefet alanının inşasına hizmet etmiştir. Özellikle İslamcı bir hükümette kadınların konumunun gelişeceğine inanan pek çok Müslüman kadın, patriarkal söylem ve politikalarla hayal kırıklığına uğramıştır. İslam Cumhuriyetinin, kadınları koruma ve şereflendirme sözünü yerine getirmedeki başarısızlığı, İslamcı feminist meydan okumayı ya da Mir-Hossein’in sözleriyle “yerli, yerel olarak üretilmiş feminist bilinçliliği” görünür kılmıştır36. Bu bilinçliliğin yansıdığı çalışmalarda, İslami metinlerin yeniden okunması ön plana çıkmıştır. Sherkat, Behrouzi, Gorji, Sa’dizadeh gibi yazarlar, Ortodoks, literal, kadın düşmanı yorumlara dayanan yasalara ve politikalara meydan okumak amacıyla İslami metinleri yeniden yorumlamışlardır37. İran’daki İslamcı feministler, aile içinde kadının statüsünü geliştirmeye çalışmış ve görüşlerini desteklemek için de yeni teolojik yorumlardan istifade etmişlerdir38.

MISIR;

Ortadogu’daki en güçlü kadın hareketi Mısır’da görülmüstür. Kadın hareketinin bu kadar güçlü olmasının arkasında, vakıf adı verilen toplumsal yardım kurulusları vardır. 20. yüzyıl itibariyle sayıları hızla artan bu kuruluslar örgütlü kadın topluluklarının çekirdegini olusturmustur.122 Mısır’da Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın bagımsızlık gösterileri ile baslamıstır. Bu gösterilerde kadın ve erkekler yan yanadır. 14 Mart 1918’de Hamide Halil, İngiliz kursunu ile sokak gösterisinde can verirken bagımsızlık yolunda Mısır’ın ilk kadın sehidi olmustur.125 1962’de yapılan yasal düzenlemeyle ülkedeki feodal sınıf sistemi resmen yıkılırken kadınların erkekler ile esit olduga, sosyal hayatın düzenlenmesinde ortak rol oynamaları gerektigine vurgu yapılmıstır. Mısır’daki feminist hareket, 1967’de _srail ile savas nedeniyle güç kaybetmeye baslamıstır. Ülkedeki radikal dinciler bu dönemde Mısır’ın _slami sistemden uzaklastıgı için Allah tarafından cezalandırıldıgını savunmaya baslamıstır. Toplumda radikal dini yoruma geri dönüs baslarken, en büyük baskı yine kadınlar üzerinde kurulmustur. Bundan böyle radikal dinci çevreden baslayarak, kadınların örtünme kuralları çerçevesinde eldiven dahi takmaya zorlandıkları görülecektir. Mısırlı kadın hakları savunucuları: Nabawiya Musa, Naima El-’Ayyubi, Malak Hifni Nasif, Huda Sarawi.

Mısırlı ilk feministlerden Huda Sarawi de, İngiliz işgaline açıkça meydan okumustur. Sarawi, 1923 yılında Roma’da düzenlenen Uluslararası Kadın Oy Hakkı Birligi toplantısında yaptığı konusmada ülkesinin gerçeklerini anlatırken, söyle konusmustur; “Eski Mısır’da kadın ve erkek esitti. Bu esitlik Mısır’ın işgale ugramasıyla bozulmustur. Daha sonra İslam’ın kabul edilmesiyle Mısırlı kadınlar yine erkekler ile esit kabul edilmistir. Ancak İngiliz isgali sonucunda kadınlar yine ikinci sınıf vatandas haline getirilmistir”126. 1923'te ünlü bir Mısırlı politikacının eşi olan Hudu Sha'wari yurtdışına yaptığı bir geziden dönüşünde başını örtülü tutmasına karşın peçesini açınca sansasyona neden olmuştu. Ama daha önemlisi, daha iyi bir eğitim, oy kullanma ve aday olma hakkı ve aileye yönelik reformlar için mücadele eden kadın grupları kurarak aynı çizgide ilerledi. İster Mısır'da, ister diğer Müslüman ülkelerde olsun, o zamandan beri aynı çizgide ilerleyen diğer kadınlar gibi o da İslamcı bir feminizm oluşturmaya çalışıyordu.

1911'de Mısırlı bir eylemci olan Ghassem Amin'in Freedom of Women başlıklı kitabı

DORİA SHAFİK (1 9 0 8 -1 9 7 5);

Feminist bir yazar ve kadın hakları ve oy hakkı için verilen mücadelede çok önemli bir rol oynamış bir aktivist olan Doria Shafik, Mısır Tanta’da doğdu. Parlak ve tutkulu bir öğrenci olan Doria, eğitim bursu ile Sorbonne’da felsefe okumak için Paris’e gitmeden önce, Fransız misyoner okullarında eğitim görmüştü. Tezini Mısırlı Kadınlar ve İslam üzerine yazmış, 1940 yılında doktorasını almıştı. Paris’te iken kuzeni ve okul arkadaşı olan Nour al-Din Ragai ile evlenmiş ve iki kızlan olmuştu. Doria, çok genç yaşlarından itibaren Mısırlı kadınların hak mücadelesinde yer almıştı. Fakat bu mücadelede esas aktif rol alması, Mısır’a dönüşüyle birlikte olacaktı. 1945’te Bint al-Nil (Nil’in Kızı) adlı dergiyi kurdu. Bu dergiyi, “Mısırlı ve Arap kadınlann kelimenin gerçek anlamında bilinçlerini yükseltecek olan bir eğitim aracı olarak” görmekteydi. Doria burada, tüm hayatı boyunca uğruna mücadele edeceği davaları savunma imkanına sahip olmuştu: Mısırlı kadınların oy verme ve siyasi kurumlara girebilme haklan, çok eşliliğin kaldırılması ve boşanma hukukunun reforme edilmesi, eşit işe eşit ücret verilmesi, kadınların okuldan uzak tutulmasına son verilmesi. 1948’de bu amaçlar için aktif olarak çalışmak üzere Kadınların Politik Birliği’ni kurmuştu (Bu birlik, daha sonra Bint al-Nil adıyla da anılan bir siyasi partiye dönüşecekti). 19 Şubat 1951 günü, Doria öncülüğünde yaklaşık 1500 kadın, haklannı talep etmek üzere Mısır Parlamentosuna yürümüşlerdi. “Verilmiş özgürlükler, toplumsal yapının yüzeyinde kalmakta; Mısırlı kadınlarınsa, ellerini bağlayan kelepçelerden kurtulmaları gerek. Kadının kendisi dışında kimse ona özgürlük veremez”. Doria, daha sonra bu olay nedeniyle mahkemeye çağrılacak, fakat hakkında herhangi bir yargılama yapılmayacaktı. Ingilizlere karşı başlatılan gerilla savaşı sırasında, silahlı kadın birlikleri örgütleyerek mücadeleye katılacak, ancak şiddet taktiklerinin yarattığı etkiden hayal kırıklığına uğrayacak ve Gandhici protesto yöntemlerine dönecekti. 1954 yılında Doria, Mısır’ın yeni anayasa taslağının hazırlanması için oluşturulan komiteye hiçbir kadının alınmamasına karşı açlık grevi başlatan bir grup kadına öncülük etmişti. Açlık grevi, anayasada kadınların haklarının garanti altına alınacağına dair söz verilmesi üzerine sona erdi. Artık uluslar arası bir üne sahip olan Doria, davasını savunmak amacıyla pek çok yere seyahat edebilme imkanı buldu. 1956’da yeni anayasa, kadınlara erkekler için geçerli olmayan bazı koşullar altında oy verme hakkı tanımıştı. Doria bunun bir ayrımcılık ifadesi olduğunu belirterek mücadelelerinin devam edeceğini açıkladı. 1957 yılında Doria, Nasır yönetiminin bireysel özgürlüklere yönelik artan tehdidini protesto etmek amacıyla ikinci bir açlık grevine başladı. Doria, İsrail güçlerinin Mısır topraklarından çekilmesini de talep ediyordu. Bu eylem, devlet güçleri için bardağı taşıran damla olacaktı: Yayınlan engellendi, basında adının geçmesi yasaklandı ve Kahire’deki apartmanında birkaç yıl süreyle ev hapsinde tutuldu. Hayatının geri kalanını tecrit edilmiş ve depresif bir halde yaşadı. 20 Eylül 1975’te intihar etti.

Melek Hıfni Nasif, 20. yüzyılın başlarında Mısır kadınının gelişimine entelektüel ve politik alanda önemli katkı sunmuş bir feminist. Kadınların eğitimi konusunda söylevler veren ilk Mısırlı kadınlardan olmanın yanısıra, lise eğitimi almasına izin verilen ilk kadınlar arasında da yer almaktaydı. Kahire'de 25 Aralık 1886 yılında doğan Melek Hıfni Nasif, orta sınıftan bir aileye mensuptu. Edebiyat ve kültürel konularla ilgili olan babasının da etkisiyle daha büyüme çağında Arap şiirleri okuyor ve boş zamanlarında yazılar yazıyordu. Babası daha çocukluğundan başlayarak ona Arapçayı ve Arap kültürünü öğretti, onu Mısır'ın öz kültürü ile buluşturdu. İlk Mısırlı feministlerden O dönemde kızların ancak evde özel eğitim almaları mümkünken avukat olan babası onun evinin dışında eğitim almasına izin verdi. Nasif, Kahire'deki Abbas İlkokulu'nun kızlar bölümüne girme şansını yakaladı ve 1901'de okuldan mezun olan ilk grup içinde yer aldı. Onun gibi tanınmış bir şahsiyet olacak olan Nebeviyye Musa ile birlikte bir devlet lisesinde eğitim almalarına izin verilen ilk kızlardandı. Her ikisi de öğretmen okuluna kayıt yaptırdı ve Nasif 1905'de Mısırlı ilk kadın öğretmen olarak mezun oldu. Okuduğu ilk okulda iki yıl öğretmenlik yaptıktan sonra ailesinin evlenmesi için baskı yapması sonucu 1907'de babasının belirlediği, bir Bedevi kabile reisi olan Abd al-Satar al-Basil Paşa ile evlenmek zorunda kaldı. Yasalar evli kadınların öğretmenlik yapmasını yasakladığı için mesleğini bıraktı. Eşinin peşinden çöl ortasındaki Fayyum'a giderek orada zor bir yaşama mahkum oldu. Evlendiği kişinin önceden evli ve bir çocuklu olduğunu öğrendi ve hem bu kumalı yaşamın acı tecrübeleri ve hem de başka kadınlara dair gözlemlerine dayanarak Mısırlı kadınların durumunu incelemeye ve yazıya dökmeye başladı. Bahisatu'l-Badiye takma adıyla Mısır toplumuna dair makaleleri liberal-seküler el-Umme partisinin yayın organı olan 'el-Ceride'de yayımlanmaya başladı. Mısır gazetelerine düzenli olarak yazan ilk ve önemli kadın yazar olan Melek Hıfni Nasif, yirminci yüzyılın ilk Mısırlı feministleri arasında yer aldı. Kadınlarda farkındalık yarattı Nasif'in yaşadığı dönem kadınların statüsü ve Mısır'ın geleceği konusunda entelektüel ve politik tartışmaların yoğun yaşandığı bir dönemdi. Feminist ve ilerici düşünceleri ileri sürenler kadar ulusalcı ve geleneksel düşünceleri savunanlar da yoğun bir tartışma içindeydiler. Melek Hıfni Nasif de bu tartışmalara Mısır'ın geleceğine dair kendi özgün bakış açısı ile katıldı. Gerek gazetede yayınlanan makaleleri gerekse üniversitelerde ve Umma Partisi'nin merkezlerinde sık sık gerçekleştirdiği söylevlerde kadınların örtünmemesi, eğitimi, kızların erken evliliği, kadınların boşanma özgürlüğüne sahip olmaları, eşlerinden gördükleri şiddet konularında düşüncelerini açıklıyor; bu yolla kadınların ilerlemelerine katkı sunuyordu. O dönemki feminist düşünceler ne yazık ki ağırlıkta Batılılaşma ve Avrupai yaşam tarzını olumlamaya dönüktü. Hüda Şaravi gibi bazı feministler kadınların peçelerini atmalarını daha Avrupai, daha özgür bir yaşama doğru ilerleme olarak değerlendiriyorlardı. Nasif bazı yönlerden çağdaşlarıyla aynı düşünceleri paylaşsa da bazı yönlerden de onlardan farklı, kendine has düşüncelere sahipti. Alternatif bir feminist anlayışı vardı. Avrupalılaşmayı İslam ve geleneksellikle harmanlıyor; ancak iki dünyanın kombinasyonu ile kadınların doğru yönde ilerleyebileceğine inanıyordu. Düşüncelerini yazdığı makalelerde dile getiriyordu.

Çok eşliliğe karşı çıktı;

1900'lerin başlarında Mısır'da birçok elit kadın peçelerini açmayı feminizmin sembolü olarak ele alıyordu. Kasım Amin gibi bazı yazarlar kadınların güçlerini ve özgürlüklerini göstermelerinin bir sembolü olarak onların peçelerinden kurtulmalarını savunuyordu. Melek Hıfni Nasif ise, buna karşı çıkıyor ve özgürlüğe bu yolla ulaşılamayacağını söylüyordu. Ona göre, varlıklı birçok kadın peçelerini onun baskısından kurtulmak ya da özgürlük arayışlarından dolayı değil, Avrupa modasına uymak için atıyorlardı. Peçenin uzun zamandır kültürlerinin bir parçası olduğunu ve onu yasaklamanın birçok kadın için rahatsız edici olacağını dile getiriyordu. Kadınları önce onları örtünmeye sonra da birdenbire özgürlükleri için açılmaya çağıran erkeklere karşı ihtiyatlı olmaya çağırıyor; peçe konusundaki düşünceleri ile diğer feministlerden ayrılıyordu. Nasif, Mısır'daki kadınların evlilikteki hakları konusu üzerinde de ağırlıkla duruyordu. Kendi kişisel tecrübesinden de bu konuda çok şey öğrenmişti. Yaşadıklarından yola çıkarak çok eşliliğe şiddetle karşı çıktı. Bir makalesinde çok eşliliği kadının ölümcül düşmanı olarak nitelendiriyordu. Evliliğe bakış açısında büyük değişikliklerin gerektiğini savunuyordu: Çok eşlilik sona ermeli, kadın da erkek de boşanma hakkına sahip olmalı, kadınların evlilik yaşı en az on altıya çıkarılmalıydı. Erken evliliğe şiddetle karşı çıkan Nasif, bunu Mısır'daki evlilik sisteminin en büyük sorunlardan biri olarak değerlendiriyor ve köklü reform yapılmasını savunuyordu.

Kadınlar için eğitim reformunu savundu;

Nasif, eğitim reformunu kadınların birçok sorununun çözümünde anahtar olarak görüyordu. Kızların okula gitme ve okulu bitirme umudundan yoksun bırakılmasını haksızlık olarak değerlendiriyor, bu görüşlerini diğer feministlerle de paylaşıyordu. Ancak eğitim nasıl olursa olsun düşüncesinde de değildi. Mısır'daki misyoner okullarına karşı çıkıyor, en eğitimsiz kızların misyoner okullarından mezun olanlar olduğunu savunuyordu. Halk eğitim sistemi üzerinde daha fazla kontrol kurulması gerektiğini belirtiyor ve Mısır kültür ve tarihi de dahil daha zengin bir eğitim müfredatının gereğini dile getiriyordu. Resmi eğitimin tek başına kadınların sorunlarını çözemeyeceğini savunarak kadınların aynı zamanda Kuran ve şeriat konularında da eğitim alması gerektiğini ileri sürmesi onunla diğer feministler arasındaki mesafeyi daha da açtı. Nasif, aynı zamanda dönemindeki dini uygulamaları da eleştirerek İslamın ilk yıllarında olduğu gibi kadınların da camilerde ibadet edebilmesi gerektiğini savundu. Kadınların harem hayatından bunalıp oyunculuk, dans gibi Batı kültür tarzına ait eğilimler göstermesine karşı çıktı. Kadınların İslami değerler çerçevesinde kendi yolunu bulması gerektiğini belirtiyordu. “Eğer biz Batıyı takip edersek kendi öz medeniyetimizi yıkmış oluruz ve bir millet medeniyetini kaybettiğinde zayıflar ve yok olur” diyordu.

Politik eylemlerde yer aldı;

Melek Hıfni Nasif, çoğu kadının uğradığı haksızlıkların ev içinde yaşandığını savunuyor; bir kadının geleceğinin terbiyede, bir çocuğun büyütülme tarzında yattığını belirtiyordu. Avrupalı anneler ile Mısırlı anneler arasındaki farkları vurgulayarak Mısırlı annelerin kızlarının fiziksel sağlığı ve zihinsel gelişimlerine Avrupalı anneler kadar özen göstermedikleri eleştirisini yapıyordu. Annelerin kızlarına başkalarıyla empati kurmayı öğretmesi gerektiğini söylüyordu. Kızlara daha iyi dini eğitim verilmesi, kadın hemşireler için okullar açılması, kadınların sağlık hizmetine ulaşma olanaklarının artırılması ve hijyen eğitimi verilmesi için eğitimde reform öneriyordu. Nasif, düşünceleri çerçevesinde örgütlenmeler ve politik eylemliliklerde de yer aldı. Başka ülkelerden kadınlarla buluşma perspektifiyle Kadın Eğitim Derneği'ni kurup Mısırlı kadınları diğer Arap ülkelerinin kadınları ve Avrupalılarla bir araya getirdi. Kızıl Haç'la ilişkili bir ilk yardım servisi kurdu. Kendi evinde bir hemşirelik okulu açtı. Kadınlara kendi evlerinde ürettikleri ile kendi paralarını kazanmaları için yardımcı oldu. Yazılarında savunduğu düşünceleri pratikleştirmeye özen gösterdi. 1909'da Kahire'deki Mısır Üniversitesi'nde üst ve orta sınıf kadınların oluşturduğu gruba tarihi konferanslar verdi. Kadınların ev dışında çalışmalarının temel hakları olduğunu ve onlara uygun iş fırsatları hazırlanması gerektiğini savundu.

32 yaşında yaşamını yitirdi;

Nasif'in en dikkate değer çalışmalarından biri, kadınların durumunu iyileştirmek amacıyla Mısır Yasama Meclisi'ne 1911'de on maddelik bir program sunmasıdır. Bu maddelerin bazıları şöyleydi: İlk okul okuma zorunlu olmalıdır; hijyen eğitimini, çocuk bakımını, ilk yardım ve ekonomiyi içermelidir; hemşirelik ve öğretmenlik eğitimi verilmelidir; yüksek öğrenim tüm kadınlara açık olmalıdır. Bütün bu maddelerde yasa çıkarılması talebinde bulunan Nasif, diğer maddelerde ise evlilik yaşı ve peçe gibi kadın hakları konularını ele alıyordu. Meclis bu programı kabul etmediyse de, feminizmi politik bir foruma taşırmada önemli bir örnek oldu.

Melek Hıfni Nasif, 17 Ekim 1918'de bir grip salgını sonucu hastalanarak 32 yaşında vefat etti. Cenaze törenine çok sayıda feminist, Mısır Eğitim Bakanlığı ve birçok hükümet mensubu katıldı. Denemeleri Mart 1919 ile Mart 1920 arasında dokuz bölüm halinde 'el- Muktataf' dergisinde onun anısına yayımlandı. Daha önce de 1909'da, “Al-Nisa'iyyat” adı altında, yaptığı konuşmalar ve yazdığı denemeleri kendisi bir araya getirip yayımlamıştı.

Naval El Saadawi

Mısır’ın ikinci kusak feministleri arasında Kahire Tıp Fakültesi mezunu Naval El Saadawi bulunmaktadır. Saadawi, kadınlarda sünnet ve bekaret sorunlarının yol açtıgı psikolojik travmaları yakından izlemesinin ardından 1971’de “Al Mar’a wa al jins” (Kadın Ve Cinsiyet) adlı kitabı yazmıstır. Kadınların cinsel anlamda sömürülmelerine karsı çıkan yazar bu alandaki büyük bir tabuyu da yıkmıstır. Ancak Nawal El Saadawi, bunun ardından doktorluk mesleginden uzaklastırılmıs, çalısmaları kara listeye alınmıstır 137. 1981’de muhalifler kitleler halinde tutuklanırken, önde gelen feministlerden Safinaz Kazım ile Nawal Al Saadawi de hapse girmistir. Enver Sedat’a düzenlenen suikastten hemen önce yasanan bu gelismeler, ülkede tehlikeli gerilimlerin yasandıgı bir döneme denk gelmektedir. Hüsnü Mübarek’in Sedat’ın ölümünün ardından Devlet Baskanı seçilmesi ile de El Saadawi ve Kazım serbest bırakılmıstır. 1980’lerin basında Saadawi, hem Mısır’da hem de uluslararası kamuoyunda yaygın üne sahip olmustur. Arap Kadınları Dayanısma Birligi’ni kuran Saadawi, birligin sivil toplum kurulusu olarak tanınmasını saglamıstır.140 Aynı zamanda roman ve hikaye de yazan Saadawi, Avrupa ve ABD’de en çok okunan Arap yazarlar arasında yer almaktadır. 1980’de ingilizce olarak yayınlanan daha sonra türkçeye de çevrilen “Havva’nın Örtülü Yüzü” adlı romanı Saadawi’nin Batılı ülkelerde tanınmasında önemli rol oynamıstır.141 Arapça yazdıgı kitaplar simdiye kadar 30’dan fazla dile çevrilen Saadawi toplumsal cinsiyet ayrımcılıgı üzerine çalısmalarını sürdürmektedir. Saadawi’nin 1985 yılında kurdugu Arap Kadınları Dayanısma Birligi, 2005 yılında 7. Uluslararası Konferansı’nı Kahire’de düzenlemistir. Kadınlar esitlik için çalısmalarını sürdürse de bugün Mısır’da hâlâ 1971 Anayasası yürürlüktedir.

FİLİSTİN;

Birinci Dünya Savası’nın ardından Filistin halkı kadını erkegiyle hem ingiliz işgali hem de kutsal topraklara dogru akın eden Yahudi göçü ile mücadele etmek zorunda kalmıstır. Filistinli sehirli kadınlar gösteriler organize edip, örgütlenmeye çalısırken, Filistinli köylü kadınlar ingilizlere karsı silahlı mücadeleye katılmıstır. Bu dönemde ilk ulusalcı kadın örgütü Filistinli Kadınlar Birligi’dir. Filistin direnisinin şiddetlendiği 1929 yılında 200’den fazla Filistinli kadın Kudüs’te ilk Arap Kadınları Kongresi’ni toplamıstır. Bu dönemde Kudüs,Nablus, Hayfa ve Jaffa’da kadın örgütleri kurulmus, bu örgütler, 1930’ların basında kurtulus mücadelesi ile daha da entegre çalısır hale gelmislerdir.148 Halen Dogu Kudüs’teki Filistinli kadınlar israil kanunlarının, Batı Seria’dakiler Ürdün kanunlarının, Gazze’dekiler de Mısır askeri emir ve kanunlarının hükmü altındadır. 1980’lere kadar Filistinli kadınlar vatandaslık hakları için mücadeleyi, Filistin mücadelesi ile birlikte yürütmüstür. 1980’de ise her iki mücadelenin birbirinden ayrılması gerektigi konusulur olmustur. Filistinli Kadın Komiteleri Birligi kadın sorununu ulusal mücadelenin önünde gördügünü açıklamıstır. Birlik, Filistinli kadınların ancak evlerinden çıkıp, toplumsal bir kimlik edindikten sonra Filistin davasında etkin rol oynayabilecegine inanmaktadır. Filistinli kadınların sosyal haklarının tanınması konusundaki en büyük muhalefeti radikal dinci Hamas örgütü yürütmektedir. Medeni Kanunda yapılacak degisiklikler konusunda Hamas, kırmızı çizgiler ortaya koymus, seriat kuralları dısına çıkılamayacagını vurgulamıstır.152

Lûbnan;

Birkaç yıl sonra, Naxira Zain as Din adında Lübnanlı bir kadın yayımladığı bir kitapta 'peçe hem erkekler hem de kadınlar için bir aşağılamadır' görüşüne yer verdi ve kadınlara yönelik baskıların İslam'a sığınılarak haklı çıkarılamayacağını dile getirdi. (Din âlimleri bu kitaba karşı gösterileri teşvik ettiler.) Meyy Ziyade, halil cibranın mektup arkadaşı ve aşık olduğu kadın. Afife Haşim ve Verde'l -Yazıcı'nın çekinerek başlattıkları feminist hareket, Emilie Nasrullah, Baalbekki Leyla, lübnanlı edebiyatçı (Beyrut 1936). Yapıtlarını arapça yazdı. Gelenekçi şii bir ailede yetişti. Romanlarında ataerkil yaşam sistemine karşı çıktı, kadının durumunu ve aile ilişkilerini ele aldı Laure Curayyib, Edvvige Şeybub, insâf ül-A'ver ve Huda Na'mani gibi feministlerle gelişmesini sürdürdü.

CEZAYİR;

1955 yılından itibaren FLN saflarında kadınlar da aktif yer almaya başladılar. Kadınlar dağlarda çetecilere yardım ediyorlardı, ama sorumluluk altına girmiyorlardı. Önce devrimcilerin eşleri, daha sonra dullar ve boşanmış kadınlar katıldı. Daha sonra evli olmayan genç kızlar gönüllü olarak davayı sürdürmüş böylece FLN tüm kadınların desteğini alabilmişti. Hala peçe takan kadınlar kasabah’da ulak olarak kullanılmışlar ama eylemler kentin Avrupa yakasına doğru kayınca peçeleri dikkat çekmeye başlamıştı. Yetkililer peçesiz kadınları araştırmaya başlayınca kadınlar bilinçli siyasal bir adım olarak yeniden peçe takmaya başladılar. Eskiden kentlerde eşlerle, odalıklar arasındaki ayrımın belirtisi olan peçe, önce Cezayirli kadının tutsaklığının simgesine sonra dadevrimci bir araca dönüşmüştü. Kadınların yaşamı mücadele içinde  değişmişti. Ancak cezayirin kurtuluşundan sonra milliyetçilik ve dincilik yükselerek kadınlara yeniden ev hizmetleri, çocuklara islam ahlakını öğretme gibisorumluluklarla sınırladı.

BJAMILA BIUHIREB

(1 9 3 5 )

Cezayirli Cemile-Djamila Bouhired;

Cezayirli kadın direnişçi ve halk kahramanı olan Cemile Fransız işgali olan ülkesinde, halkına karşı Setif katliamı diye bilinen büyük bir katliam gerçekleştirdikten sonra öğrenciyken Cezayir kurtuluş hareketine katılır. Öğrenci hareketinin öncülüğünü ve FLN liderinin yardımcılığını yapan Cemile binlerce Cezayir’ li kadın devrimciden biridir. Ama o ve üç kadın yoldaşı en ünlü kadın bombacılar olarak tanınırlar. Radikal birçok eylem ve ayaklanmanın liderliğini yapmış ve bu eylemlerin birinde tutuklanmıştır. Giyotinle idam edilme kararı alındı ve yüzlerce arkadaşı giyotinle idam edilir. Cemile için yürütülen uluslararası kampanya sonucu onun ve arkadaşlarının infaz kararı durdurulur ve beş yıl sonra serbest bırakılır. Cezaevinde çıktığında O artık halkının kahramanıydı. Cemile Afrika direnişinin sembol ismidir. Djamila Bouhired, Cezayirli bir milliyetçi, Arap bir Müslüman ve feministtir. Sömürge yönetimine karşı mücadele etmiş, esir düşmüş, işkence görmüş, ölüm cezasına çarptırılmış ve daha sonraları serbest bırakılmıştır. Djamila, Cezayir’in başkenti Cezayir- Casbah’ta orta sınıf bir alilenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve Fransız okulunda eğitim görmüştü. Bir öğrenci aktivist iken, Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne (FLN) katılmış, sonraları FLN’nin komutanı Yacef Saadi’nin irtibat görevlisi ve kişisel asistanı olmuştu. 1957 yılında, Cezayir’in uzun ve kanlı bağımsızlık savaşı sırasında, bir dizi silahlı şehir gerillasının saldırısına ve FLN’in genel grev çağnsına karşılık olarak Fransız askerleri, başkent Cezayir’i kontrol altına almışlardı. Peçeli kadınlar, erkeklere göre direniş faaliyetlerini çok daha kolay sürdürebiliyorlardı. Djamila ve diğer kadınlar Casbah’da mitingler düzenleyerek, yedi günlük greve devam edilmesi çağrısında bulundular. Djamila, ateşli bir konuşmacıydı. Yerel Casbah şivesi ile konuşabilmesi ise, onun için bir başka avantajdı. Djamila, 1957’nin Nisan ayında, direnişçilerle Fransız askerleri arasında çıkan bir çatışma sırasında omzundan vuruldu. 30 Eylül 1956’da da yakalandı ve on bir insanın öldüğü, beş kişinin yaralandığı “Süt Barı” sabotajındaki bombayı koymakla suçlandı. Tutuklanmasından sonra, on yedi gün boyun ca işkence görmüştü, isyancı hareketin bir kuryesi olduğunu kabul etti, ancak bombalamalarda yer aldığı iddiasını reddetti.

 Ayrıca Yasef Saadi’nin saklandığı yeri söylemeyi de reddetmişti. Mahkemede Fransız avukat Jacques Verges tarafından savunuldu. Djamila, mahkemeyi masumiyetine inandırmak yerine, bizzat mahkemenin kendisini yargılama hakkına meydan okuyacaktı: “Doğru olan şu ki, ben ülkemi seviyorum ve onu özgür bir ülke olarak görmek istiyorum. Bu, ama sadece bu nedenle, siz bana işkence yaptınız ve beni ölüme mahkum edeceksiniz. Fakat unutmayın ki, bizi öldürdüğünüzde, kendi ülkenizin özgürlük geleneğini de öldürmüş olacaksınız”. Djamila, terörizm ile suçlandı ve ölüm cezasına çarptırıldı: Fakat Verges tarafından başlatılan bir medya kampanyası, kararın dünya çapında kınanmasını sağladı. İdamı durduruldu: Djamila, artık antikolonyal direnişin uluslararası sembolü olmuştu. Cezayir 1962’de bağımsızlığım kazandığında, o da serbest bırakıldı. Ertesi yıl, Arap ülkelerini bir halk kahramanı gibi dolaştı. Jacques Verges ile evlendi ve iki çocukları oldu. Ne yazık ki, kadınların savaşa katılımı, kadınların bağımsız Cezayir’de hak kazanımlanna yol açmamıştı. 1971’deki bir konuşmasında Djamila şöyle diyecekti: “Biz hâlâ, yeni ülkemizi yaratmak için mücadele ediyoruz, tahrip olmuş aileleri yeniden oluşturmak, kimliğimizi bir ulus olarak korumak için. Gelecekte, belki de öyle bir noktaya varacağız ki, erkekler ve kadınlar çok daha dostane bir temelde yaşayacaklar. Umarım öyle olur”. 1981’de, o ve diğer kadınlar, hükümet tarafından önerilen muhafazakar aile yasasına karşı sokaklara döküldüler. Önerilen tasan o sıralarda geri çekildi, fakat hükümet üç yıl sonra benzer bir aile yasasını kabul etti. 1992 yılında Djamila, kadınlan babalannın ya da kocalannın kontrolü altına sokan Aile Yasası’na karşı da gösteriler düzenleyecekti. “Ölüm cezasına çarptırıldığım gün, hayatımın en güzel günüydü. Çünkü dünyadaki en güzel amaç uğruna ölmek üzereydim”.

FİLİSTİN

LEYLA HALID (1944);

Leyla Halid, bir hava korsanından politikacıya dönüşmüş, Filistinli bir özgürlük savaşçısıdır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler tarafından İsrail için ilhak edilen Hayfa’da doğmuştur. İlhak sonrası mücadele sırasında, Leyla’nın ailesi, politik olarak aktif babalarını arkada bırakarak, Lübnan’daki bir mülteci kampına kaçmak zorunda kalmıştır. Leyla, henüz on beş yaşındayken kendisini silahlı mücadeleye adamış ve daha sonra Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) adını alacak olan harekete katılmıştır. Leyla, ilk kez, 1969’da, FHKC’nin İsrail’in Amerika büyükelçisinin içinde olduğunu sandığı Roma-Atina seferli yolcu uçağını kaçırdı. Leyla, ayak basmasının yasak olduğu Hayfa üzerinde uçmasını pilota emretti ve uçağı Şam’a indirdi. Rehin alınmış olmalarına rağmen, yolculardan hiç kimse zarar görmemiştir ve daha sonra uçak havaya uçurulmuştur. Uçak kaçırma eyleminden sonra, Leyla’nın resmi uluslar arası planda yaygınlaşacak ve Leyla istemeden silahlı mücadelenin poster kızı haline gelecektir. Kimliğini gizlemek için, genel anestezi olmadan, çene ve burnunu değiştirmek amacıyla altı plastik cerrahi işlem geçirmiştir. “Kendi varlığımdan daha yüksek ve daha asil bir amacım var, bu öyle bir amaç ki, bütün özel çıkar ve sorunlar ona tabi olmalıdır.”

 Leyla, 1970 yılında, yeni yüzüyle ikinci bir uçak kaçırma görevini üstlenir. O ve bir yoldaşı, Amsterdam’dan kalkan El Al jetinin kokpitine zorla girmeye çalışırlar. Dişleriyle el bombasının- pimini çıkaran Leyla, kaptana içeri girmelerine izin vermesini emreder. Fakat tsrail güvenlik görevlisi, yoldaşını vurduktan sonra Leyla’nın başına bir darbe indirir ve Leyla bilincini kayber. “Uyandığımda bağlıydım ve tekmeleniyordum. Yolcular bağınyordu; bir kadının çığlığım duydum, ‘Kan dökmeyi durdurun’. Fakat biz çok sıkı talimat almıştık: Yolculara zarar vermeyin. Sadece kendinizi savunun. Ben uçağı havaya uçurmak istemedim. Bomba, sadece gözdağı vermek içindi”. Uçak Londra’ya iner ve Leyla yirmi sekiz gün gözaltında tutulur. Daha sonra Başbakan, FHKC’nin elindeki batılı rehineler karşılığında Leyla’yı serbest bırakacaktır. Leyla, bundan sonra da özgürlük için savaşmaya devam etti. Önce bir aktivist olarak Filistin’e döndü ve sonrasında FHKC politikacısı olarak Filistin Ulusal Konseyi’nde görev aldı. Onun politikası hâlâ radikaldi ve İsrail’in 1967’den beri işgal ettiği topraklardan çekilmesini savunuyordu. “Bu bir barış süreci değil. Bu, güçler dengesinin bizim değil, İsrail’in lehine olduğu politik bir süreç. Onların elleri çok güçlü, Filistinlilerin ise güvenecekleri hiçbir şey yok...” Leyla, uluslararası forumlarda düzenli olarak konferanslar vermekte ve Ürdün’de ailesi ile birlikte yaşamaktadır. “Başlangıçta bütün kadınlar, silahlı mücadelede erkeklerle eşit olabileceklerini kanıtlamak zorundaydılar. Bu yüzden biz görünüşümüzle bile erkekler gibi olmak istedik. Artık biz kadınların, erkekleri taklit ederek kendimizi kanıtlamamızın gerekli olduğunu düşünmüyorum. Ben şunu öğrendim ki, bir kadın savaşçı, özgürlük savaşçısı ve politik aktivisit olabilir ve bir kadın aynı zamanda sevebilir, sevilebilir, evlenebilir, çocuk sahibi olabilir ve anne olabilir...Devrim aynı zamanda hayat demektir; hayatın her alanı'.

İRAN;

1 Şubat'tan sonra yavaş yavaş değişimin etkisini gösterdiği İran'da, tarihler 7 Mart'ı gösterdiğinde Humeyni kapanmanın zorunluluğu hakkında açıklamalarda bulundu. Tahran'da bir araya gelen 100.000'i aşkın kadın, başörtüsü takmanın zorunlu hale getirilmesini protesto etti. İlk kuşak İslami Feministlerin 1960'ların politik şartlarından etkilenerek diktatörlüğe karşı İslami aktivizme katılan devrimciler olduğu bir gerçektir. Daha sonra siyasi dini liderlerin savundukları dinsel reformcu fikirleri benimsemişlerdir. Bu kuşağın sosyal ve politik deneyimleri yavaş yavaş bu kadın aktivistleri cinsel ve seksüel ayrımcılık kökenli kısıtlamalar ile yüz yüze getirmiştir. Siyasi protestolar sayesinde, sosyal ve politik alanda kadınların siyasi partilere ve toplumsal hareketlere dahil olması mümkün olmuştur. Protestolar sindirildiği anda kadınlardan evlerine geri dönmeleri beklenmiştir. Ancak, her sindirme sonucunda, toplumsal kimliklerinin ve pozisyonlarının korunması talebini dile getiren bir kadın topluluğunun, artan bir güçle oluşmasına yol açtı. Bu sürecin işleyişini, erken 20. yüzyıl anayasal devrimi sırasında kadınların okullarda ve yayın evlerinde toplumsal yerlerini elde ederlerken görüyoruz. Bu gelişme feminist yazının ortaya çıkmasına öncülük etti. Bu eylem biçimi sonuçta, öncü kadın örgütlerini kucaklayacaktır ve onlar tarafından benimsenecektir. Ancak İranlı Feministler göz önüne alındığında, kadınların siyasi partilerden ve kamu örgütlerinden ayrılmaları, özgün kadın örgütlerinin kurulmasına yol açmıştır ve onlar da halk tabanında mobilize olmaya başlamışlardır.

İslami Feminizmin toplumsal temeli İran'daki kadın hareketinin hassasiyetlerinden ayrı tutulamaz. Bununla birlikte İslami İran Feminist hareketi ve İran Feminizm Hareketi arasındaki gerçek fark dini reformist hareket etkili ideolojik yaklaşımlardan kaynaklanıyor.. Bu hareket İslami Feminist faaliyetlerinin ana ekseni olarak kabul edilebilir ve belirli meselelere yönelik birçok farklı yaklaşıma sahip olması ayırt edici özelliğidir. Söz konusu farklılaşma, çeşitli dini reformist görüşlerden türeyen bir esinlenmeden geliyor. Dini reformizmin islami feminizm üzerindeki belirli esin unsurları;

1.)Dini Reformistler arasındaki temel farklılıklar;

a) Dinin temel unsurlarını (usul-e din) ve kökenlerini düzeltmek.

b) Dinin ikincil unsurlarını (forou-e din) düzeltmek

Fark şu şekilde de açıklanabilir:

(i) Dini reformlara dayalı dini fikirlerin yeniden canlandırılması.

(ii) Dini olan ve olmayanı ayırt etmeye dayanarak dini fikirlerin yeniden canlandırılması

2. Dini Sosyalizmin takipçileri;

Devrim öncesinde Dr. Ali Shariati tarafından formüle edilen bu fikrin aydınlar ve öğrenciler arasında birçok destekçisi vardı. Dini sosyalizm birinci kuşak İslam kadını (devrimci kadınlar) üzerinde de önemli bir etkide bulundu. Dinin ideolojileştirilmesi yöntemiyle, Sharati dine sosyalist bir temel sağladı. Sharati'nin dini görüşü yoğun olarak sosyal bilimlerden etkilenmişti. Ama birinci kuşak kadınları asıl etkileyen, rol modelleri ortaya koyarken kullandığı kategorizasyon yöntemiydi. Fatma ve Zeynep'i (Peygamberin kızı ve torunu) aile yapısı içindeki sosyalist örnekler olarak öne sürdü.

3.Dinamik dini hukuk savunucuları;

Bu düşünce kolunun öne çıkan teorisyeni Ayatollah Morteza Motahari idi. Bu yaklaşım özellikle Kum şehrindeki İlahiyat Fakültesi aydınları arasında taraftar bulmuştu. Motahari'nin tezleri Mola Sadra'nın felsefesine dayanıyordu. Dini bilginin gelenekçi kavrayışını esas alıyor ve projesinde dinin gizli kalmış yönlerini tasvir etmeyi temel alıyordu. Dinin temellerinin değil ikincil unsurlarının yeniden düzenlenmesi taraftarıydı .

Kullandığı yöntemin temeli ijtehad'ı (2) (içtihat - meselelerin islami hukuk uzmanları tarafından bağımsız olarak değerlendirilmesi) zaman ve mekanın gereklerine uygun olarak yeniden düzenlemekti. Zamanın gereklilikleri üzerine tartışmalarında ve dinin temel unsurlarını korumak için şu felsefi yöntemden faydalandı: Geçici olan hayatın anlaşılmasında, değişimin aracılık etmesi. Çağın gereklilikleri ve İslam üzerindeki tezinde Motahari içtihadı, ara bir unsur olarak öne sürmekteydi. İçtihat, dinin temel unsurlarından biri olmakla beraber zaman ve mekanın gerekliliklerine uygun biçimde meselelerin çözümlenmesi için kullanılan dinamik bir süreçtir. Devrimden sonraki ilk 10 yılda Motahari'nin ikinci kuşak İslami Feministler üzerindeki etkisi oldukça belirgindir. Çeşitli alanlarda kadın haklarının ve islami emirlerin akılcı tanımlamasını yaparak çağın gerektirdiklerinin kadın haklarına dair değişimleri zorunlu kıldığını kabul eder.

4. Rasyonel din anlayışının savunucuları;

Bu savın savunucuları geniş bir dini aydın grubundan ibarettir ( bu terim devrimden sonraki ikinci on yıldaki dini reformistleri tanımlamak için kullanılıyor). Bu topluluğun özel projesi dini inanışı rasyonalize etmek ve onu bir zorunluluk olmaktan çıkarıp bir hakka dönüştürmek üzerineydi. Akılcı din anlayışını savunanlar içtihadı dinin ikincil unsurlarından biri olarak kabul eder. Kadın sorunlarının çözümü gereklidir ama tek başına yeterli değildir. Onlar sorunun gerçek çözümünün dinin temel ilkelerinin İçtihadı'nda ve yeni ufuklara ulaşılmasında yattığını düşünürler. Bu grup dinin kadınların durumlarıyla ilgili olan temel yönlerinin kuran zamanındaki iktisadi yeterliliğin ve kültürün bir yansıması olduğunu kabul ederler. Bu görüş Kuran'ın ilahi doğası ve uygunluğundan taviz vermeyen bakış açısından esas itibariyle farklıdır. Bu nedenledir ki rasyonel düşünce öğretisine göre, kadınlarla ilgili birçok dini emir ve hakkın tesadüfi ve değişken olduğunu düşünülür.

Üçüncü kuşak islami feministlerin bu aydın grubunun taraftarı olduğu ileri sürülebilir.İslami  Feminizmin üç kuşağı toplumsal değişim süreci içerisinde dinamik ve devamlılık arz eden bir hareket olarak sorunlarına cevap aramışlardır. İlk kuşak için öncelikli feminist ideolojik eğilim islami sosyalizm olduğu zamanlarda eylemleri duygusaldı. İlk kuşağın sorunsalı kendi hayatlarını, dünya gerçekliğini ve toplumu tanımlama ihtiyacı ile anlamlar üzerineydi. İlk kuşağın tarihi aynı zamanda akılcı olmayan ve duygusal bir tarihti. Bu nedenle Shariati'nin tanıttığı ve öne sürdüğü modeller onların ihtiyaçlarına cevap niteliği taşıyordu. Peygamber ailesi mensubu kutsal kadınlara dayalı olan bu modeller (Kadijeh, Fatma ve Zeynep, peygamberin eşi, kızı ve torunu) kadınların ruhlarında yarı mucizevi ve karizmatik bir inanç oluşturma tasarısının bir parçasıydı. Bu onların mücadele için içsel motivasyonlarını güçlendirmek amacıyla yapılmıştı. Devrimci kadınların karizmatik deneyimi Müslüman kadınların sadece şu temel sorusuna bir cevap verebildi: Ben Kimim? Devrimden sonraki ilk 10 yılda sosyal ve politik şartların değişimi ile bağlantılı olarak ikinci kuşak feministler karizmatik eylemi belirli değerler dizisi üzerine kurulu olan akılcı eyleme dönüştürdüler.

Benim görevim nedir? Bu soru ikinci kuşağın sorusudur. Bu arayış cevabını dinamik dini hukuk ilmi çerçevesinde bulabilmiştir. İkinci kuşak feministlerin görevleri üzerine yoğunlaşması zamanın ve mekanın gerekliliklerine dayalı olarak kadın haklarının yeniden tanımlanmasına yol açtı. Teolojinin ideolojileştirilmesi ve dinin zorunluluklar üzerinden yorumlanması kadının belirli geleneksel rollerinin kutsallaştırılmasına yol açtı. Geleneksel olandan moderne doğru dönüşen bir toplumda kadının gerçek rolü ve görevine verilen ideolojik teolojik cevaplar arasındaki çatışma bazı mücadele alanları açtı. Bu sorunsalın meyveleri üçüncü kuşak islami feministler tarafından toplandı. Ancak üçüncü kuşağın 'Benim haklarım nelerdir?' sorusunu yanıtlayabilmesi için dini aydınların belirli rasyonel arayışlarına katkıda bulunacak akılcı ve stratejik eylemleri kullanması gereklidir. Ancak üçüncü kuşağın mücadele etmesi gereken ideolojik teolojinin savunucuları değil ama rasyonel İslamcılardır. Üçüncü kuşak feministlerin gerçeklik ve insan hakları diyalogları tarafından yönlendirilen akılcı eylemlerle bağlantılı olarak yaşadığı entelektüel değişim islami aydınların henüz yeni fark ettiği bir durumdur.

DERLEME 14.BÖLÜM

YORUM GÖNDER

ZİYARETÇİ YORUMLARI

BENZER KONULAR

KADIN ETRAFINDA GELİŞTİRİLECEK BİLİM, DOĞRU SOSYOLOJİYE ATILMIŞ İLK ADIM  OLACAKTIR

KADIN ETRAFINDA GELİŞTİRİLECEK BİLİM, DOĞRU SOSYOLOJİYE ATILMIŞ İLK ADIM  OLACAKTIR

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (1. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (2.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (3. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (4. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (5.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (6. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (7.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (8.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (9.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (10. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (11. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (12. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (13. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (14. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (15. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (16. BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (GİRİŞ)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (3.BÖLÜM)

KÖLELİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPILARIMIZ (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (4.BÖLÜM)

KÖLELİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPILARIMIZ (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (5.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (6.BÖLÜM)

TOPLUMSAL CİNSİYET (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (7.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (3. BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (4.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (8.BÖLÜM)

TOPLUMSAL CİNSİYET 2.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (9.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (10.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (11.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (12.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE DOĞRU SOSYOLOJİYE ADIM ATMAK

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 14.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 15.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 16.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (17. BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 18.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (19.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (20.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (21.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 22.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 23.BÖLÜM (SON)

KADINLA FELSEFİ İLİŞKİLENMEYİ ERKEK NASIL ELE ALMALIDIR?

JİNEOLOJİ (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (2.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (3.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (4.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ZİHNİYET KODLARINI YIKIYOR

JİNEOLOJİ YAŞAM ALGISIDIR

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (2.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (3.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (4.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (5.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (6.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (7.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (8.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (9.BÖLÜM)

JİNEOLOJÎ ALTERNATİF SUNUYOR

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (1.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (2.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (3.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (4.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (5.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (6.BÖLÜM)

KADIN ENERJİSİNİN ÖZGÜRLÜKLE BAĞI

ÖZ SAVUNMA İLE KADINCA YAŞAMAK

JİNEOLOJÎ KAMPLARI: KOLEKTİF BİLMELERİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜCÜ

DEMOKRATİK MODERNİTENİN BİLİMİ JİNEOLOJİ