O PKK’NİN YAŞAYAN RUHUYDU
Agit arkadaşı ilk olarak 1985 yılının Ağustos ayında gördüm. Pusuya düşmüştük. O zaman A. arkadaşın grubunda yer alıyordum. Pervari’ye gitmiştik ve Pervari’de, Masiro suyunun başındaki bir noktada Agit arkadaşı görmüştüm. Fakat ne biz onu, ne de o bizi tanıyordu. Onunla birlikte başka arkadaşlar da vardı. Elbette daha ilk görüşte birçok özelliği hemen dikkatimi çekmişti. Yani arkadaşlarla ilişkisi, hal ve hareketleri, davranışları hepimizin dikkatini çekmişti. Elinde bir M-16 silahı, çantası ve bazı eşyaları vardı. Çok iyi hatırlıyorum; öğle vaktiydi ve hepimiz yemeğe oturmuştuk. Ancak sanırım yemek üzerinde biraz çok kalmamızdan olacak ki, ‘Doymadınız mı?’ demişti. Agit arkadaşın öyle demesi üzerine çok utanmış ve hemen yemekten kalkmıştım. Agit arkadaş benim bu tavrımı fark edince ‘Utandın bu yüzden yemedin değil mi?’ demişti. Evet, gerçekten de utanmıştım.
Daha sonra oradan ayrılarak başka bir noktaya gittik. 1985 yılının Ağustos ayıydı ve merkez toplantısı yapılacağı için herkes bu yeni gittiğimiz noktada toplanmıştı. O toplantıya katılanlardan şu anda hatırladıklarım Abbas ve Agit arkadaşlarla birlikte bir de Kör Cemal’dir. Elbette ismini hatırlayamadığım başka arkadaşlar da toplantı için hazır bulunuyorlardı.
Agit arkadaş yaşamı, tavırları ve her şeyiyle çok doğal bir duruş sergiliyordu. O toplantı sürecinde geçen ve arkadaşın doğallığını ve şakacılığını ifade eden bir anısını kısaca anlatabilirim. O noktada kaldığımız süre içerisinde, köylülerin otlatmak üzere araziye çıkardığı koyunların bir kısmı kaybolmuş ve bu koyunlar bizim bulunduğumuz suyun üzerine gelmişlerdi. Koyunların yanımıza gelmesi üzerine Agit arkadaş ‘Bu koyunları keselim’ diye öneride bulunmuş fakat A. arkadaş ‘Köylülerin koyunlarını izinsiz kesemeyiz’ diyerek Agit arkadaşın bu önerisine karşı çıkmıştı. Fakat Agit arkadaş birkaç kez daha ısrar etmiş ve her seferinde A. arkadaşın engellemesiyle karşılaşmıştı. Bunun üzerine Agit arkadaş, ‘Gidip bu taşın üzerinden sesleneceğim. Eğer üç seslenmeden sonra koyunların sahibi çıkmazsa onları kesebiliriz.’ demişti. Agit arkadaş bu fikrini de İslamiyet’te bulunan, ‘Eğer kaybolan bir şeyin sahibini bulmak için üç kez seslendikten sonra onun sahibi çıkmazsa onu alabilirsin’ şeyine dayandırıyordu. Sonuçta Agit arkadaş taşın üzerine çıkmış ve koyunların sahibinin olup olmadığını öğrenmek için üç kez seslenmişti. Aslında bu onun yaşamdaki ciddi ve olgun duruşu yanında zamanında ve yerinde olmak kaydıyla yaptığı esprilerle ortamı nasıl bir sıcaklığa kavuşturduğunu gösteren bir olaydı.
1986 yılında devlet, Gabar’a bağlı Q. köyüne silah vermişti. Agit arkadaş bu köyün silahlarını almak için bir eylem planlaması yapmış, ancak bu eylemde kimsenin ölmemesi için özellikle uyarıda bulunmuştu. Sadece devletten silah alanların silahlarına el konulacaktı. Bu eylemde Agit arkadaşın taktik ustalığını görmek mümkündü. Eylem köy erkeklerinin hutbeye gittikleri saatte yapılacaktı. Çünkü hutbede oldukları bir saatte eylemi kan dökmeden gerçekleştirmek daha kolay olacaktı. Eylem planlaması bu temelde yapılmıştı. Sisli bir gündü ve yerde hala kar vardı. Köylüleri hutbede yakaladığımızdan, aynı Agit arkadaşın planlamasında olduğu gibi hiç kan dökmeden silahlarını almıştık. Qarneyi köyüne yapılan bu eylemden sonra aynı tarz bir eylem de Z. denilen başka bir çete köyü için planlanmıştı. Yani bu eylemde de hiç kayıp vermeden ve köylülerden kimseyi öldürmeden silahlara el konulacaktı. O köyden bazı arkadaşların da bizimle beraber olması, eylemin daha kolay olacağını düşünmemize neden olmuştu.. Mart ayının 19’uydu. Akşam saatlerinde köylülerin bostandan geldikleri bir saatte pusu atmıştık. Köylüler yaklaştığında ‘Durun ve silahlarınızı bırakın’ diye köylülere seslenmiştik. Fakat köylüler planladığımız gibi davranmamış, ‘Sizin elinizdeki namussa, bizim elimizdeki de namustur.’ diyerek bize ateş açmışlardı. Köylülerin ateş açması üzerine biz de karşılık vermiştik. Çıkan çatışmada biz kayıp vermemiştik fakat köylülerden birkaç kişi vurulmuştu. Bu eylemde Agit arkadaş hazır değildi. Belki o olsaydı köylülerden kimseyi öldürmeden de eylemi gerçekleştirebilirdik.
Eylem yerinden akşam noktaya döndüğümüzde, Agit arkadaş yeni bir eylem planlaması için bizimle bir toplantı yapmıştı. S. ve F. köylerinde düşman askerlerine pusu atılacaktı. Bu eylemi yaklaşan Newroz bayramı ve Mazlum arkadaşın anısına yapacaktık. Agit arkadaş eylem planlamasını anlattıktan sonra ‘Askerlere sabah saat 4–5 arası pusu atacağız. Newroz’u kutlayacağız. Mazlum arkadaşın anısına Newroz’u eylemimizle kutlayacağız. Türk devleti kanımızı döküyor, biz de yarın onların kanını dökeceğiz’ demişti. 20 Mart sabahı saat 4–5 civarıydı. Gün aydınlanmıştı ve Agit arkadaş eylem planını tüm ayrıntılarına kadar hesaplamıştı. Yani önce geçen askerlere taş yuvarlayacak, daha sonra da tarayacaktık. İki grup halinde örgütlendirilmiştik. Harun arkadaşın grubu F. kapısına gitmişti. Benim içinde olduğum Agit arkadaşın grubu ise S. kapısında kalmıştı. F. kapısındaki askerler, beklediğimizden erken görünmüşlerdi. Bizim bulunduğumuz taraftaki askerler ise biraz aşağıda kalmışlardı. Harun arkadaşın grubu askerleri taradığında S. tarafındaki askerler silah seslerinden dolayı yerlerinden çıkmamışlardı. Silah seslerini duyan Agit arkadaş; ‘Hemen gidelim. Fazla kalmamız iyi olmaz, helikopter gelirse indirme yapar.’ demişti. Geri çekilmeyi yaptıktan sonra eylemi yapan Harun arkadaşın grubuyla bir yerde toplanmıştık. Eylemde silah, çanta, radyo vb. malzemeler de alınmıştı.
Agit - Mahsum KorkmazAynı gün yani 20 Mart’ta Gabar’a doğru yola çıkmıştık. Oradan da B. köyüne gidecektik. Meydin sırtlarına gelmiş fakat köyde asker olduğundan girememiştik. Meydin sırtlarında yaklaşık altı gün kalmıştık. Hatırladığım kadarıyla 25 ya da 26 Mart günü arkadaşlar gidip koçerlerden bir torba un, beş kilo yağ, iki kilo tuz ve birkaç kilo da şeker getirmişlerdi. 27 Mart’ta Agit arkadaş ‘Hazırlanın randevuya gideceğiz. Diğer karakolu da kaldırmamız gerekiyor. Bu karakolu kaldırırsak, düşman araziye fazla çıkamaz ve halka da fazla baskı yapamaz.’ demişti. Ben, Y. ve C. arkadaşlar yolu kontrol etmek için görevlendirilmiştik. Biz önden gidip yolu kontrol etmiş ancak etrafta herhangi bir şey görememiştik. Etrafta herhangi bir hareketlilik olmadığından, durumu soran Agit arkadaşa etrafta asker olmadığını bildirmiştik. Önce yolu tanıyan birkaç arkadaş geçmişti. Gelen arkadaşların içinde Şehit Harun ve Şehit Şehmus arkadaşlar da vardı. Bu arkadaşlar yolu kontrol ettikten sonra Agit arkadaşa düşman olduğunu söylemişlerdi. Grubumuz 32 arkadaştan oluşuyordu ve askerlerin olduğu yönden gitmek grubu riske atmak olacaktı. Bu yüzden Agit arkadaş ‘Askerlerin bulunduğu yönden gitmeyelim. Başka bir yerden dönelim.’ demiş, böylelikle karşımıza çıkan beklemediğimiz durum karşısında inisiyatifi elden bırakmamış ve hemen bir alternatif yaratmıştı. Döneceğimiz yer S. köyüne doğruydu. Grup olarak gidip bir yerde bekledik. Burada ateş yakıp birer sigara içtikten sonra herkes karı temizleyip tahtalar üzerinde yerini yapmış ve dinlenmeye başlamıştı. Zaten battaniye, mont vb. eşyalarımız yoktu.
Gece bir buçuk civarında tekrar harekete geçmiştik. Çok güzel bir hava vardı. Yukarıda yıldızlar, yerde donmuş kar geceye ayrı bir güzellik katıyordu. Bir, bir buçuk saat kadar yürüdükten sonra öncüler durmamızı söylemişlerdi. Çünkü yolda izlere rastlamışlardı. Bu durumu netleştirinceye kadar beklememizi söylemişlerdi. Herkes durduğu yerde yorum yapmaya başlamıştı. Bazıları ‘Dünün izleridir.’, bazıları ‘Keklik izleridir.’ diye yorumlar yapıyordu. Agit arkadaş ‘Gürültü yapmayın. Biraz bekleyelim, eğer düşmanın izi ise zaten pusuya düşmüşüz demektir.’ demişti. Bir süre öylece bekledik. Birden kendimizi büyük bir ateş çemberinin içinde bulmuştuk. Atılan bombaların ve patlayan silahların sesleriyle hepimiz kendimizi yerde bulmuştuk. Tüm bu gürültü içerisinde duyduğum tek ses ‘Geri çekilin’ sesiydi. İbrahim arkadaşla bir taşın yanındaydık. Daha sonra izli mermiler atıldı. Metin arkadaş da yaralanmıştı. Geri çekilme yaparak bir yerde toplanmış ve hemen arkadaşları saymaya başlamıştık. Ancak Lezgin ve Agit arkadaşlar yoktu.
Hepimiz onları aramaya koyulmuştuk. İki noktaya da bakmış, ancak onları bulamamıştık. O zaman yaptığımız en büyük ve halen ağırlığını en derinden hissettiğim hata Agit arkadaşın cenazesini almamamızdı. On şehit verme pahasına da olsa, Agit arkadaşın cenazesini mutlaka almalıydık. Cenazesi düşmanın eline geçmemeliydi. Onları bulamadan son noktaya doğru yola çıkmıştık. Çatışma akşama kadar devam etmişti. Akşam olduktan sonra bir tepenin başında durmuştuk. O sırada Siirt yönünden çıkan ona yakın helikopterin, pusuya düştüğümüz yere indirme yaptığını gördük. Gabar’ın köyleri askerlerle dolmuştu. İndirmeler akşama kadar sürmüştü. Her taraf askerler tarafından tutulmuştu. Birçoğumuz artık kurtulabileceğimizi hiç düşünemiyorduk. Akşama kadar mevzide kalmıştık. Yaralı arkadaşlar da vardı ancak onlara verebilecek fazla bir yiyeceğimiz yoktu. Elimizde sadece çok az bir şeker ve suyumuz vardı. Bunlarla da ancak yaralı arkadaşları besleyebiliyorduk.. Akşam saat yedi sıralarında Türk kanalları ‘Apo’nun sağ kolunu öldürdük’ diye bir haber yayınlıyorlardı. Agit arkadaşın şehit düştüğünü böyle öğrenmiştik. O anı anlatmak, yaşadığımız duyguları dile getirmek gerçekten çok zor. Aradan geçen bunca yıla rağmen, hala o anın duyguları bugünkü gibi taze. Bu haber üzerine hiçbirimizde moral kalmamıştı. Dile getirilmesi çok ağır bir atmosferdi o an yaşadıklarımız.
Agit arkadaş adeta yaşayan bir PKK ve Apocu ruhtu. Herkese hayat veriyordu. Onun yanında başarmanın dışında kimse farklı bir şey düşünmezdi. Agit arkadaşı şahadetinden sonra daha iyi anladığımızı, tanıdığımızı söylemek yanlış olur. Çünkü onunla kalan arkadaşlar, onun yaşarken nasıl bir insan, komutan ve savaşçı olduğunu görebilmekte, hissedebilmekteydi.
Ben biraz da Agit arkadaşın insanlara yaklaşımını, yaşam anlayışını anlatmak istiyorum. Agit arkadaş herkesle arkadaş olabiliyordu. Mesela bir çobanla da, bir çocukla da arkadaşlık yapabiliyordu. İnsanları kazanmak onun için her zaman esas olandı. Yani insanlara değer verirdi.
Bizlere sürekli olarak Kemal Pir ve Mazlum arkadaşların örneklerini verirdi. Mazlum ve Kemal Pir arkadaşlarla birlikte kalmıştı. O zamanlar düzenli eğitim görme imkanımız olmadığından, yaşamın her anını bizim için bir eğitim alanına dönüştürmeye çalışırdı. Yemekte, eylemde, yürürken, sürekli bu arkadaşların eylemlerini bize anlatırdı. Yine tarihte adı geçen büyük önderlerden bahsederdi. Mao’dan, Lenin’den bahsederdi. Tabii biz onların kim olduklarını fazla bilmiyorduk.
Agit arkadaşın en belirgin bir özelliği de arkadaşlarla arasına fark koymamasıydı. Yani bir savaşçı nasıl yaşıyorsa, Agit arkadaş da öyle yaşıyordu. Küçük bir örnek verecek olursak, nöbet listelerini sürekli kendisi düzenler, göreve giden arkadaşların yerine çoğu zaman kendisi nöbet tutardı. PKK Merkez Komite üyesiydi ama bir savaşçı gibi yaşıyordu. Agit arkadaşın yaşam tarzına baktığında yerine göre bir komutan, yine yerine göre bir savaşçı olduğunu çok rahatlıkla görebiliyordun. Bizlere okuldaki anılarını anlatır ve yaptığı esprilerle en kötü durumda bile bizlere moral vermeye çalışırdı. O zamanlar bunu yapmak, koşulların zorluğunu unutturmak gerçekten çok önemliydi ve bunu herkes yapamıyordu.
Tekrar geriye gidersek, 1986 Şubat ayında girdiğimiz bir çatışmada, atılan mermilerin hesabını sormuştu. Bazıları yirmi, bazıları otuz mermi atmıştı. O zaman: ‘Siz attığınız mermileri tekrardan kaldırabiliyor musunuz? Bunları halk size veriyor, siz de gidip onları getireceksiniz. PKK’nin deposu yok. Bu nedenle düşmanın üzerinden silah kaldırıp kendi cephanemizi kendimiz yaratacağız.’ diyordu. Yine aynı yıl 15 Şubat’ta yapılan toplantıda hiçbir şeyimiz yoktu. Ne ekmek, ne çay, ne de sigaramız vardı. Agit arkadaş çok sigara içerdi. Fakat kutusunda tek bir sigarası kalmıştı. Toplantıya ara verildiğinde, kutusunda kalan son sigarayı da içmesi için bir arkadaşa vermiş, fakat arkadaş son sigara olduğu için içmemişti. Agit arkadaş ‘Ben içersem kokusu size gelir. Bunun için her biriniz birer yudum alın ki ben de içebileyim’ demiş fakat Agit arkadaşın tüm çabasına rağmen arkadaşlar içmeyince sigarayı tekrar kutusuna koymuştu. Daha sonra gittiğimiz bir köyde her arkadaşa tütün verildikten sonra, o da o kutusuna koyduğu sigarayı içmiş, o zamana kadar sigarasını içmemişti. Yani Agit arkadaş yaşamıyla örnek bir komutandı. Onun yaşamı, ilişkileri sürekli öğreten bir tarzdaydı. Ama bir o kadar da mütevazı bir yaşam öğretmeniydi. Agit arkadaş o süreçte yapılan birçok eylemde bizzat kendisi öncülük yapmıştı. Yani söylediğini uygulayan bir savaş komutanıydı o.
Bu anlamda Agit arkadaşın tarzını bir kez daha anlamak bizim için çok önemlidir. Başkan Apo’nun felsefesinde olmaz diye bir şey yoktu ve Agit arkadaşın da kendisine esas aldığı felsefe buydu. Fakat bugün birçok imkan olmasına rağmen, bunları yeterince değerlendirememekteyiz. Tabii o zamanlar sayının az olması, kontrol ve hakimiyeti kolaylaştırıyordu. Bunun da etkisi olduğunu düşünüyorum.
Agit arkadaşın kadına yaklaşımı da daha o zamanlarda öğreticiydi. Hiçbir zaman kadını küçük ya da yük gibi gören bir yaklaşımı olmadı. O süreçte şehit düşen ve bu vesileyle tekrar andığımız birçok kadın yoldaşımız vardı. Havva, Saadet, Ruken ve Sultan arkadaşlar isimlerini hatırladıklarımdır. Bu arkadaşlar 1985 yılında şehit düştüler. Agit arkadaş onların şahsında gelişen Kürt kadınını görebiliyordu.
Agit arkadaşı anlatmak benim için çok zor olsa da, onunla yaşamış olmak da aynı derecede gurur veriyor. PKK’nin böyle yiğit bir önderi ile yaşamış olmak bizi bugünlere kadar getirmiştir. Çünkü mücadeleyi onlardan öğrendik ve bu, Önderliğe, şehitlere olan bağlılığımızın her zaman yeşeren tohumları olmuştur. Mücadele içerisinde bulunduğumuz süreç boyunca ihanetçilerle de yaşamamıza rağmen, Agit arkadaş ile yaşamış olmanın bize verdiği güçle, ihanetçilerin üzerimizde hiçbir etkisi olmamıştır.
Agit arkadaş partinin yetkilerini herkese vermezdi. Bu konuda görevlendirdiği arkadaşların hepsi, büyük kahramanlıklarla göreve bağlılığın somut örneklerini yaratmışlardır. Hatırlıyorum; o zamanlar ihanetçi Zeki de grubumuzdaydı. Fakat tüm o süre boyunca, Agit arkadaş şehit düşene kadar da Zeki’nin grupta herhangi bir görev aldığını görmedim. Agit arkadaş, hem Merkez Komite üyesiydi, hem de takım komutanımızdı. Agit arkadaşın bizzat görevlendirdiği arkadaşlardan hatırladıklarım şunlardır: Dersimli Kemal arkadaş; 1987 yılında Xani’de şehit düştü. Serhat’lı Cafer arkadaş; 1987 yılında benim yanımda şehit düştü. Harun arkadaş; Amed’in Lice ilçesinde şehit düştü. Dersim’li Sarı Hüseyin arkadaş; Savur’da bir evde yemeğe konan zehirle şehit düştü..
Agit arkadaşın eşyaları Cafer arkadaşın yanındaydı. Bu eşyaların yanında Agit arkadaşa ait olan yazılar da vardı. Fakat bu yazılarla birlikte, diğer eşyaları da yakılmıştı. Bütün eşyaları bir çantanın içindeydi.
15 Nisan 1986’da Gabar’da P.S. denen yerde, Agit arkadaşın anısına yaptığımız bir eylemde çatışmaya girmiştik. Çatışmaya giren grupta on bir arkadaş vardı. Çünkü grup grup dağılmıştık. Bu çatışmada etrafımız kuşatılmıştı. Cafer arkadaş kuşatmadan kurtulmamızın mümkün olmadığını, bu yüzden önce Agit arkadaşın eşyalarının bulunduğu çantayı yakacağını, daha sonra da bombalarımızla intihar edeceğimizi söylemişti. Seyit arkadaş ve ben düşmanın uzak olduğunu, bunun için eşyaları yakmadan ve bombalarımızı patlatmadan önce biraz beklememizin daha iyi olacağını söylemiştik. ‘Çatışırız, daha sonra eğer mermilerimiz biterse, o zaman intihar ederiz.’ demiştik. Fakat Cafer arkadaş eşyaların düşmanın eline geçmesinden çekindiği için çantayı hemen yakmıştı. Biz de bir şans eseri kuşatmadan kurtulmuştuk.
Şehitlerimize karşı borçlu olduğumuzu her an hissederek yaşamak bizim için çok önemli bir sorumluluk ve ağırlık duygusunu ifade ediyor. Onların anısına göre olmayan tek bir günü bile kendimiz için kabul etmememiz, bu anlamda her zaman onun ahlaki ve vicdani hesaplaşması içinde olmamız gerekiyor. Bugün vesilesiyle Agit arkadaş şahsında tüm şehitlerimiz bir kez daha saygıyla anıyorum.
BİR MÜCADELE ARKADAŞI
YORUM GÖNDER