PKK’NİN KURULUŞU ŞOVENİZMDEN KOPUŞTUR (9.BÖLÜM)
Önderlik Türkiye solunda 1970’lerin başındaki yaklaşımı ciddiye aldı ve önemsedi. Hala da onları dile getiriyor ve kendisinin bir düşünce gücü haline gelmesinde o çabaların veya tutumların, sözlerin ciddi bir etkiye sahip olduğunu ifade ediyor.
Mahir Çayan’ın İstanbul’daki konferansta Kürt sorunu üzerine söylediklerini temel bir ilke olarak aldığını savunmada da belirtiyor.
Deniz Gezmişlerin idam sehpasında “Türk ve Kürt halklarının bağımsızlığı ve kardeşliği için mücadele” sloganını haykırmalarını ciddi bir talimat olarak aldığını belirtiyor.
Yine İbrahim Kaypakkaya’nın Kürt sorununa ilişkin yazılarını, içeriği konusunda eleştirileri olsa da daha o dönemde Kürt sorununu bu kadar önemsemesini, hakkında düşünce üretecek kadar yoğunlaşmasını çok önemli bulduğunu belirtiyor.
Bunlar önemli çıkışlar, doğru çıkışlardı. Giderek TC sınırları içerisindeki toplumsal gerçekliği somutuna uygun, doğru temelde değerlendirmeye varacak çıkışlardı. Fakat sonrası öyle olmadı. 1974’ten sonraki gelişmeler bunu derinleştirerek olması gereken çizgiye getirmedi. Tam tersine biraz da 12 Mart darbesinin baskı ve işkencesinin yarattığı ürküntüyle, Kürt sorunundan kaçan, sorunu çarpıtmaya çalışan eğilimler, yaklaşımlar çok fazla oldu.
Doğu Perinçek grubu herkesten önce hemen Kürt sorununa ilişkin bir broşür yayınladı. Sözde Kürt sorununu ortaya koydu ama özde içini boşaltmayı öngören bir yaklaşımı ortaya koydu. Bir provokasyon gibiydi.
Onun dışında ciddi bir yaklaşım, Kürt sorununu çözümleyen, analiz eden Kürt sorununa çözüm öneren, Kürt halkının özgürlükçü demokratik mücadele tutumunun gelişmesini esas alan bir yaklaşım olmadı. Bu konuda özellikle DEV YOL ve onun etrafındaki gruplaşma çok tutucu ve gerici davrandı. Dolayısıyla PKK ile bu gruplar arasında 1974-’78 yıllarında sert bir ideolojik mücadele yaşandı. Bunun sonu silahlı çatışmalara kadar gitti.
Bu nedenle şehitler de verdik. Sadece bu tartışmalar sonucunda ortaya çıkan çatışmalarda verdiğimiz şehitler vardır. İdeolojik mücadele o düzeyde sert geçti. Bu sadece bir söylem mücadelesi değildi. Dönemin temel mücadele biçimiydi. Kimin ne kadar etkili olacağıyla bağlıydı. Dolayısıyla bu ideolojik mücadele kavgalara, çatışmalara vesile oldu.
Bunda sorumlu sadece PKK değildir. PKK gerçekleri ortaya koydu ve onları ölümüne savundu. Asla taviz vermedi. Onun için de her türlü şoven, sosyal şoven eğilimle yüz yüze geldi, karşı karşıya kaldı, tehlikeli bulundu. Saldırıya maruz kaldı. Saldırılar karşısında da direndi. Ürkmedi, korkmadı, geri çekilmedi ve taviz vermedi.
PKK’nin esas duruşu odur. Yanlış tabii ki diğerleriydi. Kürt, Kürdistan inkar ediliyordu, inkarcılığın etkisi çok fazlaydı. Türkiye’de Kürdistan’dan uzak, Kürt gerçeğinden uzak bir aydın gençlik oluşturulmuştu. Gerçekten de Kürt’ü, Kürt gerçeğini bilmeyen, tanımayan Türkiye’yi homojen bir toplummuş gibi Türk milleti olarak bilen bir toplum oluşturulmuştu.
Okullarda bu öğretilmişti. Bunun dışındaki her şey yasaklanmıştı. Kürt olmayan, Kürdistan’ı görmeyenin Kürt’ten gerçekten haberi yoktu. Ne olduğunu bilmiyordu. Böyle bir durum vardı. Türkiye gençliğinde ve toplumunda yasakla ve asimilasyonist, şovenist eğitimle böyle bir bilinç, bellek oluşturulmuştu. Tabii bunu çarpıtanlar da vardı. Bilmeyen, tanımayanlar yanında ideolojik-siyasi bakımdan çarpıtanlar, özünü boşaltanlar da az değildi. Bu nedenle bırakalım Kürt sorununu, Kürt olgusu ve gerçeğini kabul edenler yoktu. Reddediliyordu, resmi ideoloji esas alınıyordu, “herkes Türk milletidir” deniliyordu.
“Kürt, Kürdistan” denilince “o da nedir? Yenilir mi, içilir mi?” diye alay edenler çoktu.
Dolayısıyla daha sol sosyalist harekete bile Kürt, Kürdistan gerçeğini kabul ettirmek için ideolojik mücadele yanında, silahlı çatışmaya girmek bile gerekli oldu. Halbuki 1970-‘71’de Mahirler, Denizler, İbrahimler bu gerçeği dile getiriyorlardı. Onun da çok gerisine düşülmüştü. 12 Mart darbesinin tasfiye ettiği önemli bir nokta burasıdır.
Böylece PKK bu akımı eleştirdi. Sosyal şovenizm olarak tanımladı, sert eleştirdi, tartışmalara ve çatışmalara girildi. Bu sosyal şoven akıma karşı yoğun bir ideolojik ve politik mücadele verildi. Türkiye’den kopuşun önemli bir nedeni burasıdır. Sosyal şovenizmden kopuş oldu. Ondan kopamazsa ve aktif bir şekilde mücadele edemeseydi PKK var olamaz, gelişme kaydedemez, mevcut gerçekleri açığa çıkaramazdı.
O akım içerisinde PKK mücadelesiyle birlikte giderek değişiklikler oluştu. En başta Kurtuluşçular görüş oluşturdular. Kürdistan’ı ve Kürdistan’ın sömürge olduğunu ilk kabul eden Türkiye sol hareketi onlar oldu. Dolayısıyla onlarla ilişkilerimiz hep yakın, dostane oldu.
PKK etkisiyle kendilerini Türkiye ve Kuzey Kürdistan örgütü olarak tanımladılar. Fakat “Kürtler ayrı örgütlenmemeliler, Kürt-Türk birlikte bir örgüt içerisinde yer almalıyız” dediler ve kendi örgütlerini de ona göre kurdular. Onun dışında Kürt sorununa, Kürdistan gerçeğine daha yakın, olumlu yaklaştılar. Güçleri olduğu, dayanışma içinde oldukları müddetçe PKK ile dostluk ilişkileri içinde oldular.
1980 öncesinde de öyleydi. Darbe ardından bazı liderler cephe kurmak için Suriye’ye gelip Önderlikle görüştüler. Fakat onlar biraz pasifisttiler. Şiddete dayalı mücadele yöntemlerini öngöremiyorlardı. Dolayısıyla PKK ile ortak mücadele platformlarında birleşemiyorlardı. Ancak destekleyici oluyorlardı.
Başka örgütlerde vardı. Sözde Mahir Çayan geleneğinden geldiklerini söylüyorlardı. Öyle olduklarını iddia ediyorlardı.
Bunlar 12 Eylül karşısında kurşun bile sıkmadılar. Mahir Çayan’ın kemiklerini sızlattılar. İlk kurşun sıkan ve şehit düşen Mahir Çayan’ın kendisi oldu. Mahir Çayan adına her türlü pasifizmi, oportünizmi geliştirdiler. Yaptıklarının tabii ki Mahir Çayan çizgisiyle bir alakası yoktur. Çizgiye ihanet ettiler. Çizgiyi sürdürmediler. Hadi 1980 öncesindeki duruma bir şey demeyelim, 12 Eylül darbesi sonrası yapmaları gereken oydu.
Yine böyle bir mücadele yürütmeleri için PKK elinden geleni yaptı. Ortak cepheye çağırdı, Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi kurdu, yönetimlerini dışarı çıkarmak için uğraştı. Gelmediler, hepsi hapse düştü. Geride kalanları kendi gücümüzle Lübnan’a götürdük. Elimizle kamp verdik, askeri eğitim verdik. “Haydi, savaşa gidelim” dediğimiz zaman, döndüler Avrupa’ya gittiler. Ondan sonra da kalkıp devlete karşı savaşıyor diye de Önderliği ve PKK’yi eleştirmeye kalktılar.
Bir tane Taner Akçam vardır. Kenan Evren’den daha fazla faşizmin, 12 Eylül darbesinin başarısına hizmet etti. Devleti korudu, sol devrimci hareketin tasfiyesinde rol oynadı. Kenan Evren tasfiye etmedi, Taner Akçam tasfiye etti. Taner Akçam daha o zamandan ADYÖD’ün yönetiminde olanlardandı. O Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğrencisiydi. 1974’te ADYÖD yönetiminde yer almıştı. Tutuklanmıştı, 1977’de cezaevinden kaçtı. Yurtdışına çıkardılar, yönetim olarak Avrupa’da yaşıyordu.
Ama 12 Eylül karşısında Türkiye sol ve sosyalist hareketinin yenilmesine, silah sıkmadan yenilip tasfiye olmasına neden olan birinci kişidir. Onun için Almanlar profesör yaptılar.
Şimdi her tarafta dolaştırıyorlar, PKK karşıtlığı mücadelesini o gün bugündür sürdürüyor. Çünkü onun gerçek yüzünü, kime hizmet ettiğini en iyi PKK gösteriyor. PKK olmasa kendisini Lenin diye ortalıkta dolaştıracak, en büyük sosyalist lider diye tanıtacak.
Ama PKK maskesini düşürüyor. Bunun üzerine de sonuna kadar PKK karşıtlığı yapıyor. Yeminli PKK düşmanı olmuş. İşi PKK’ye karşı savaşmak oluyor. Onların geldiği nokta da o oldu. Kabul etmediler.
“Kürtler güçlenecekler, Kürt inisiyatifi artacak” diye ittifak bile yapmıyorlar. Hala Türkiye solunun bu kadar siyaset dışı kalması, etkisiz kalması, Türkiye’de solun çöküp AKP’nin bu kadar kitle desteği kazanmasından birinci derecede bu anlayış sorumludur. Bu anlayışı öyle hafif sanmayın.
Aydınlar, bürokrasi içerisinde taraftarları çok, gençlik hareketi, sol hareketi hala onlar tasfiye ediyorlar. Türkiye solu hala o teslimiyetçi, oportünist çizgiyi eleştirip aşamadı. Ciddi bir eleştiri geliştiremedi. Geliştirememesi büyük bir eksikliktir. Bir boyutu budur. Türkiye solunda egemen düşünce böyle oldu.
Dolayısıyla bu süreç, sosyal şovenizmin açığa çıkarılması, eleştirilmesi, geriletilmesi, sosyal şovenizme karşı sert bir ideolojik mücadelenin verilmesi süreci oldu. Bu mücadele hem sosyal şovenizmi teşhir etti, geriletti hem de PKK’nin o ortamdan kopmasının vesilesi oldu. Kopardı, onlarla birlikte yürünemedi.
PKK, Türkiye toplumundan, Türkiye sol ve sosyalist hareketinden, demokrasisinden kopmadı, sosyal şovenizmden koptu. Bunun iyi bilinmesi lazım.
Aslında 1970 direnişini Kürdistan’da devam ettirdi. Hala Önderlik o söz, o çizgi üzerine yürüyor. PKK’nin Kürdistan’daki mücadelesi, 1970-‘72 direnişini Kürdistan’da yenilgiye uğratmadan devam ettiren, takip ettiren bir direniş oldu. Önder Apo, 1973’teki önderler katledilince izlerini sürdürmek üzere attığı adımı bugüne kadar sürdürüyor. Böyle bir süreklilik, devamlılık var.
Yenilgi Türkiye cephesinde oldu. Kürdistan’da PKK yenilgiyi önledi.
DERLEME (PKK TARİHİ DERSİNDEN)
YORUM GÖNDER