JİNEOLOJİ (4.BÖLÜM)
Kadının sömürgeleştirilme ve direniş tarihi; Aslında Önderliğin birinci, ikinci cinsel kırılmalar olarak tanımladığı bu süreç hala da tüm boyutları çözümlenmiş değildir. Sorun sadece tanımlanması değil Önderliği en son görüşme notunda ifade ettiği o dokuz katmanın nasıl oluşturulduğunu incelmemiz gerekiyor. Önderlik bunu “Kadının kölelik tarihi yazılmadı, özgürlük tarihi de yazılmayı bekliyor” diyerek dile getirdi. Tanınmaz hale gelen gerçeklik olarak kadının sömürgeleştirilmesi uzun, kanlı ve direnişlerle geçen bir süreci ifade eder. Kürt toplumunda yaşamın tükenişini en çok kadın olgusu etrafında gözlemlemek mümkündür. Yaşam ve kadın adını gerçekçi olarak birleştiren bir toplumsal kültürde (jin, jiyan, can, şen, cihan hep aynı kökten çıkar ki yaşam ve kadın gerçekliğini ifade eder) kadında yaşamın tüketilişi, toplumsal tüketilişin de temel göstergesidir. Tanrıça kültürüne yol açmış kadın etrafında uygarlığın temelini kurmuş bir kültürden geriye kalan kadınla yaşam konusunda kocaman bir körlük ve güdülere teslim olmuş düşkünlüktür.
Tarih; Kadın tarihi kaynakları çok ve çeşitlidir. Bunlardan bazıları politik ve yasal tarihçisinin kullandığı ve resmi tarihe ait olanlar, kontratlar, adli olaylar vb. dir. Bazıları kültür tarihçisinin kullandığı; edebiyat, sanat alanına ait olan kaynaklardır. Diğer kaynaklar da sosyo- ekonomi tarihçisi tarafından kullanılan tarif kitapları, ev kadınları için kılavuz tarzında olan kaynaklardır. (pa “Kadınların tarihi, baskı altına alınışlarının tarihi olduğu kadar, bu baskılara ve eve kapatılmalarına direnmiş olmalarının da tarihidir” (Michel, 1993:159). Tarih yeniden yazılabilir ve bu bakış açısından çocuk doğumunu, cinsellik, aile yapısı vb ni etkileyen büyük dönüm noktalarına göre kadın tarihi yeniden yazılmalı ve dönemlere ayrılmalıdır (Kelly, 1984: 3-4). Tarih konusu ele alınırken antropoloji ve arkeoloji de kadın bakış açısı ile ele alınmasına ihtiyaç olan alanlardır. Çünkü bunlara dayalı olarak ortaya çıkan tarihsel verilerde de çok fazla erkek söylemi ve damgası vardir.
Arkeoloji zaten başlangıçta batılı Yahudi’lerin ağırlıkta olduğu günümüze kadar da bu ağırlıklarını korudukları bir alan. Bu nedenle “tanrılar kadınken” kitabının girişinde çok güzel bir örnek verilmişti. Örneğin kadın tanrıça geleneğinin gereği olan bir ayini “fahişelik” olarak tanımlayıp çevirebiliyorlar. Şimdi göbeklitepe hakkında yapılan yorumlarda da bu izleri görmek mümkün. Antropoloji’de de benzer bir yaklaşım var. zaten antropoloji bilim olarak da çok sakat bir mantıkla kurumlaşmış. Uygar Avrupa halklarını sosyal bilimler ve tarih incelerken, bir zamanlar uygarlık kurup şimdi geri kalan Osmanlı, İran, mısır, çin gibi uygarlıkları oryantalist araştırmalara dahil eden batı sosyal bilimi ilkel kabileleri de antropolojiye bırakmıştır. Bura da çok eril bir bakış açısı hakim. Örneğin; 1970- 1980 yıllarına dek araştırmacıların çoğu cinsiyete dayalı bu işbölümünü hiyerarşi (üst — alt) ilişkileri çerçevesinde düşündüler. Onlara göre toplu bir eylem olan avcılık erkeklerin zekasını geliştirirken, bireysel olarak yapılan toplayıcılık kadınları bir tür alt-kültüre hapsetmekteydi.
Fransa'da Edgar Morin ve Serge Moscovici, ABD'de Robin Fox ve Lionel Tiger, uygarlaştırıcı avcılığı göklere çıkardılar: 'İnsan yaşamının tümünü ilgilendiren bir olgu...(olan avcılık), insanın insanla ve çevreyle, erkeğin kadınla, yetişkinin gençle olan ilişkisini altüst edecekti.' Edgar Morin, avcıya, en uyanık hayvanlarla boy ölçüşmesini sağlayan dikkat, inatçılık, mücadelecilik, cesaret, kurnazlık gibi duyusal algıları yorumlama yeteneklerini ve göz boyama, aldatma, tuzak kurma36 gibi stratejik becerileri kazandırmakla savana avcılığının erkeğin duyularını ve zekasını bilediğini söylemekte haklıdır. Avlandıkları sırada erkeklere işbirliği yapmanın, alışveriş etmenin ve bölüşmenin kurallarını öğrettiği ölçüde avlanmanın güçlü bir toplumsallaşma faktörü olduğundan kuşku edilemez. Avcılar, aralarında dayanışma, dostluk ve belirli bir eşitlik duygusu geliştirmişlerdir. Çocuklara bakma sorumluluğu ve bireysel toplayıcılık yükü omuzlarında olduğu için ava katılamadıklarından, kadınların, 'toplumsal ve kültürel bakımdan ergin olmadıklarına hükmedilmiştir.
Daha yavaş, daha zayıf, daha uyumsuz ya da aylık döngülerinden dolayı uyum yetenekleri daha değişken olan, ayrıca cinsel nesne olarak grubun iç dengesini tehdit eder nitelikte görülen, üstüne üstlük, aralarında birleşmek için herhangi bir nedenleri de bulunmayan kadınların, daha güçlü, daha zeki, daha cesur erkeklere boyun eğmeye mahkum olmalarına şaşırmamak gerekirdi. Ne var ki, çoğunluğu kadın olan birçok antropolog ve primatolog, yeni bir usavurma yöntemi geliştirerek tarihöncesi kadınlarının düşünsel ve toplumsal bakımdan erkeklerden daha geri oldukları iddiasını çürüttü. Adrienne Zihlman kadınların toplayıcılığına bambaşka bir yorum getirmektedir. Ona göre toplayıcılık tehlikeli bir uğraştı ve erkeklerin fiziki gücüne sahip olmayan kadınların zekalarını geliştirmelerini ve büyük enerji harcamalarını gerektiriyordu. Besleyici bitkileri hızlı ve verimli şekilde toplayabilmek için, alet kullanmayı öğrenmeleri ve zehirli bitkilerin yarattığı tehlikeye karşı uyanık olmaları gerekiyordu. Kadınların ayrıca, çocuklarının gereksinimleri sürekli şekilde karşılamaya hazır olmaları, bunun için sürekli bir dikkat harcamaları gerekliydi: Çocukları korumak, beslemek, eğlendirmek, hayata hazırlamak onların işiydi. (D. Johanson'un dediği gibi küçüklerle uğraşabilmesi için insan dişisinin zeka düzeyinin çok yüksek olması gerekiyordu...) Söylenenlerin aksine, kadın cinsinin, insanlığın toplumsallaşması sürecine katkıları hiç de erkeklerinkinden az değildi. Katkıları farklıydı ama en az erkeklerinki kadar önemliydi. İnsanın toplumsallaşabilmesinin ilk kaynağı, annenin görece uzun bir süre çocuğa sağladığı bakımdır. Çocuklara toplum hayatının temel kurallarını, dili, sevgiyi öğretenler annelerdir. Dayanışma ve zeka yalnız erkeklere özgü değildir.
Bu insani nitelikleri her iki cins, kendi yolundan geliştirmiştir. Edgar Morin'in 'elinde silah, dimdik duran erkek' ve 'çocuğun üzerine eğilmiş kadın'la ilgili şiirsel imgesi görecelidir. Paleolitik sanatı yalnızca zafer kazanmış avcıyı göstermez. Onun yanısıra, yaralı, dizleri üzerine çökmüş, yenilmiş erkeği de resmeder. Buna karşılık kadını boyun eğme ya da aşağılanma durumunda eğilmiş gösteren hiçbir resim yoktur. Kadın heykelcikleri, erkeğe göre aşağı bir statüyle bağdaşması mümkün olmayan, güç ve kendine güven izlenimi vermektedir.
HAZIRLAYAN: DORŞİN
YORUM GÖNDER