APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (15.BÖLÜM)
POLİTİKA USTALIKLI TAVIR İÇİNDE OLMAYI GEREKTİRİR
Politika için boşuna “siyaset meydanı” dememişler. Politikanın diğer bir adı da idam meydanıdır. Eskiden siyaset meydanları açılırken, diğer bir ucunda da darağaçları vardı. Siyasette idam çok yaygındı. Siyasete adım atan, bir gözüyle de sürekli katlin sallanan direğinde kendini görmelidir ve bu işe öyle atılmalıdır. Ben de öyle gördüm. Benim yüreğim darağacına veya zindana, o sizin yaşadığınız işkencelere fazla dayanmaz, bu konuda da inanılmaz bir çelişkiyi yaşarım. Hem siyasete adım atıyorum hem de onun darağacında sallanma dehşetini duyuyorum. Bu diyalektik birliktelik beni müthiş bir çalışmaya; o sehpaya, sizin kolay gidiş dediğiniz olaya boynumun takılmaması için inanılmaz bir süratle çalışmalarımda pratik tempoyu göstermeye götürdü. Siyaset idam meydanıdır. Tarihimizde bütün isyanların önde gelenlerinin boyunlarının çok kısa süre sonra ipe geçirilerek Diyarbakır‟da, Elazığ‟da sahnelendiğini bilmeyenimiz yoktur. Hele başka hakların katliamlarına bakın; bu konuda sehpaların öyküsü korkunçtur. Bunun dışında kör kuyulara, mağaralara, akarsu yataklarına doldurulmak; bütün bunlar isyana kalkıştığınızda, siyasete başladığınızda sizin bir an bile gözünüzü esirgemeyeceğiniz, bakmaktan geri durmayacağınız hayat sahnesi olarak yerini almalıdır.
Sanıyorum bir de bunu inkar ediyor veya gördüğünüzde dayanamayıp düşüyorsunuz. İdam ve darağacından korkmayın, ama onun her an sallandığını da göz ardı etmeyin. Bu ikisini bir arada tutturursanız siyaset yapabilir ve en küçük bir hatayı bile yapmama gereğini kendinize kabul ettirebilirsiniz. Tabii bunun için yaşama büyük saygı duymak ve yaşamın darağacında boğulmamasına çok dikkat etmek gerekiyor. Yaşamın zindanda çürümemesine, yaşamın dağ başında çürümemesine dair büyük duyarlılık gerekiyor. Dağdaki adam da kendini çürütmekle ve ölüme terk etmekle aslında idamı çoktan benimsemiş oluyor. Bütün bunlar PKK olayında tehlikelidir ve sonuç vermez. Belki çoğunuz, “bu iş bize göre değil” diyebilirsiniz. Hatta ben tam değerlendiremiyorum, siz tehlikeleri benden daha fazla yaşadınız, bir çokları gibi zindan yaşayamam, beni öldürseniz de sizin gibi dağda yaşayamam, ama buna rağmen tehlikelerin büyüklüğünü iliklerime kadar duyuyorum. Bu tehlikeler beni müthiş bir tarz inceliğine, müthiş bir tempoya götürüyor. Beni yönlendiren başka temel etkenler nedir, yücelerdeki sesler midir? Evet, halkımızın dayanılmaz acıları da bunda rol oynuyor. Yine bireysel olarak başarılı olmanın tutkuları da rol oynar. Ama esasta düşmanın dayattığı katliamın tehlikesini kendim için de, halk için de boşa çıkarmakla uğraştım. Çünkü en büyük tehlike, katliam tehlikesidir. Bunu boşa çıkaramayan hiçbir şeyi engelleyemez ve yaşamın hiçbir değerine saygılı olamaz.
Benim siyaset yapmam, katliamı durdurma hareketidir. PKK Önderlik gerçeğini mi anlamak istiyorsunuz, bunun adı çok kapsamlı bir katliamın nasıl durdurulacağıdır; ideolojik, örgütsel, eylemsel ve ruhsal katliamı durdurmadır. Başka türlü beni anlamak ve benimle birlikte yol almak da mümkün değildir. Çünkü bilimsel tespite göre geçerli olan rejimin adı, katliam rejimidir. Bunlar benim vahilerim değil. Bilimsel alanda objektif değerlendirmeyi esas alanlar da bunu tespit ediyor. Biraz toplumsal bilimleri, siyasal bilimleri ve ruh bilimini esas alanlar bunu kabul ediyor. O halde, eğer bu işte iddialıysanız, katliam sürecinin durdurucu, önleyici ve giderek kurtarıcı devrimcileri ve militanları olmayı peşinen kabul edeceksiniz. Eğer bu kabul ediş doğruysa, o zaman çalışma tarzınızın ve temponuzun nasıl seyretmek durumunda olduğunu da kararlaştırmalısınız. Hiç birinizin yükü benimki kadar ağır olamaz, ama bende en küçük bir şikayet ve yapamam-edemem havası da yoktur. Her an bıçak sırtında, sırat köprüsünde yürüyorum. Politika yapmanın sırat köprüsünden geçmekten ibaret olduğunu dost-düşman herkes biliyor. Ama buna rağmen, ağlamadansızlamadan yolumda yürüyorum. Belki bu ahım-şahım bir yürüyüş değil, ama yine de oldukça etkileyici bir yürüyüştür. Ne kadar beğenmeseniz de, şu anda herkesin çalışmasını az-çok belirleyen benim yürüyüşümdür. Günlük yaşamın sadece Kürdistan gerçeğinde değil, bölge gerçeğinde, hatta uluslararası gerçeklikte de en etkileyici ve karşısında duranların sonuna kadar tedbir aldıkları kişiyim. Buna rağmen bana bu dayanma gücünü veren nedir? Benim de amaçlara bağlılığım, çalışma tarzıma ve yaşama bağlılığım var. Bazı iddialarım ve tutkularım var. Bunları gerçekçi değerlendiriyorum ve bu beni ayakta tutuyor. Bunun için kendimi çok iyi ayarladım.
Örneğin duygu ve düşüncelerimi, en önemlisi de emeğimi ve çabamı çok incelikli, ölçüsünü iyi ayarlayan bir düzeye getirdim. Örneğin, burada bir küp su olduğunu ve bu suyla bir yıl geçineceksin denildiğini varsayalım. Tabii bunu kimse söylememiştir, ama ben hissederim. Bu suyu ben bir yıl idare edeceğim, onu hissetmem, bilmem gerekiyor. Çünkü bilmezlik beni susuzluktan boğulmaya götürecek. Bu yetmez, bir de bu suyun nasıl kullanılacağı sorunu var. Çok susamış birisiyim diyelim, bu suyu bir kaldırışta içmem gerekebilir ve bu sadece bir-iki günü kurtarabilir, bir böyle değerlendiriş olacak. Dayanamadım, sizin gibi suyu gördüm ve kendimi kontrol edemeyerek kafama dikip suyu sonuna kadar içtim... Sizin eylemcilik tarzınız bana bunu anlatıyor. Kanınızı veriş tarzınız veya bir parti değerini özümseyiş tarzınız buna benziyor. Oysa benim için faklıdır. Onunla nasıl bir yıl idare edebileceğim? Öncelikle onu kabul etmem gerekir, irademin bunu kabul etmesi gerekiyor. Bu yetmiyor, bir de damla damla taktiğini kullanmam gerekiyor. Midemi tam kurutmayacak, yani ölüm sınırında olmayacak tarzda, bu sınırı düşmeyecek kadar damla konduracağım, ama aynı zamanda zamana yayacağım, hatta bunu damlaların büyüklüğünü de belirleyerek yapacağım. Damlanın çapı bir santim olursa beni altı ay idare eder, yarım santim olursa bir yıl idare eder, o zaman yarım santimi esas alıp damlayı yutacağım. Diyeceksiniz ki, “yaşamın böyle incelikleri mi olur, kim buna tahammül eder?” İşte bu sizin tarzınızdır. Benim tarzıma göre ise bu duruma müthiş tahammül edilir, hatta bundan zevk alınır. Ben yaşamı böyle ele alıyorum. Benim yaşam felsefem böyledir. Size hazır bir ülkeyi versek, eminim ki kısa bir sürede onu peşkeş çekersiniz. Veya mideniz o kadar kurumuş, kendinizi kötü şeylerle, içkiyle o kadar uyuşturmuşsunuz ki, sizi sağlığınıza kavuşturacak bir ilacı bile alamazsınız. İmkanlar az değil, kendinizi besleyecek değerler fazlasıyla var. Fakat bunları kullanma tarzınız felaketle sonuçlanıyor. Bu felaketler sizin oldukça hastalıklı kişiliklerinizden kaynaklanıyor.
Doğru dürüst kim kan dökmeyi biliyor, doğru dürüst kim acılarla savaşıyor, doğru dürüst kim hasret gidermenin yollarını biliyor? Bunların hepsi çok tehlikeli ve bitirici tarzda oluyor. Ve bu da kaybetmedir. Anlayamadığım diğer bir nokta da şu; şimdiye kadar politikayı neden bu temelde anlayamadınız? Önderlik diyorsunuz, uğruna böyle zorluklara katlanıyorsunuz, ama onun özünün bu olduğunu neden kavramaya yanaşmıyorsunuz? “Ölüme varız, ama doğru tarzına yokuz” diyorsunuz, bu ne biçim anlayış, ne biçim kişiliktir, şaşıyorum. Bu çelişkiyi çözmek gerekir. Kendi kendini dağıtarak, kendi kendini çeşitli kılıflara, tutum ve davranışlara iterek bu çelişki çözümlenemez. Bu, tam bir ustalıkla savaş işine; ideolojik savaş, politik savaş, örgüsel savaş, ruhsal savaş, en son askeri savaşa bağlanmayla olur. Özellikle askeri savaşa girdin mi, müthiş olacaksın. Askeri savaşa gidecek militan, benim deyişimle tam bir fırtına gibidir, hatta fırtına tanrısı gibidir. Başka türlü savaş meydanına inilmemelidir. Bunu savaş kurdu, savaş tilkisi, savaş aslanı, savaş şahini gibi kelimelerle bazen size örneklendirmek istiyoruz. Doğru dürüst iki kelime konuşamıyor, doğru dürüst bir örgütsel sorunu halledemiyor, doğru dürüst siyasi duyarlılıktan haberi yok, ama “eylem adamıymış”, “silah kullanıyormuş”, benim aklım bunu almıyor. Bizim atalarımız tarih boyunca hep bu tarzda isyan ettiler, bir çok halk da böyle yaptı, ancak hepsi feci bir biçimde katledildiler. Bizim tarihimiz bu konuda çok çarpıcı örneklerle doludur. Önderlerimiz, yürekler acısı bir biçimde ya teslim oldular ya darağacında can verdiler ya da kaçıp bir daha bu sorunla asla ilgilenmediler.
Biz ilk defa bunu çözüyor ve doğruyu vermeye çalışıyoruz. Bu çok gerekli. Çünkü bunu yapmazsak, istediğin kadar serhıldan yap, istediğin kadar gerillacılık yap, istediğin kadar çeşitli alanlarda faaliyetlerde bulun, bütün bu işler hiçbir anlam ifade etmez, er-geç hepsi yenilmeye mahkumdur. Bunu ben değil, yaşam gerçeği, düşmanın egemenlik kurma tarzı yapıyor. Ben ise bunu çözmeye ve aşmaya çalışıyorum. Bıkmadan usanmadan bu işin peşindeyiz. Yine siz bir konuyu bile doğru özümsemeye güç yetiremiyorsanız, o zaman nerede kaldı önderlik, militanlık, komutanlık. Çoğunuz ya sağ ya sol sapmayla kendini aldatarak; ya üstten uçuşacağını, ya dipten kıvırtacağını sanarak bu sorunları aşacağınızı sanıyorsunuz. Bunların hepsi kandırmacadır ve böyle olmaz. Üzüldüğüm nokta budur. Mücadeleye binlerce kişiyi hazırladım, ancak bütün özverilerime rağmen hiç birisi benim tarzımı yakalayamadı. Bu konuda ne bahaneler ileri sürerseniz sürün, halen en temel sorun budur. Eğer beni esas alıyorsanız veya “bu Önderlik gerçeğiyle bu iş olacaktır” diyorsanız, artık bunun lafazanlık düzeyini aşıp özüne inme gücünü göstermeniz, böyle bir gücü sergilemeniz gerekir. Dikkat ederseniz, lokum gibi politika yapma imkanını sunuyorum ancak karşımdakiler fazla anlayışa gelemiyor. Örneğin, milyonların huzurunda diğer sol güçlere de bunu söyledik, fakat fanatikler gibi kendi takımını bana dayatmayı marifet biliyorlar. Aklıma gelen, bunlara artık politik fanatikler demek oldu. Nasıl Fenerbahçe, Beşiktaş fanatikleri varsa, bunlar da Türkiye‟de sol politik fanatiklerdir. Bununla takım kurtarılmaz. Bir sporda bile fanatizmle başarı sağlanmaz. Kaldı ki, her türlü fanatizm tehlikelidir. Bunu biraz kendi gerçeğinizde de görmeniz gerekir.
Fanatikçe kendine sevdalanarak anlama işini bile sağlayamazsınız. Benim bildiğim politika, kesin ve doğruya çok yakın anlamayı ve son derece soğukkanlı olmak kadar, ustalıklı tavır içinde olmayı şart kılar. Her zaman tetikte olmayı ve kendini çok sağlam bir üslupla ifade etmeyi şart kılar. Bu dar, adına duygusallık dediğiniz yüzeysel yaklaşımın, sübjektivizmin hiçbir biçimi sizi sağlıklı bir politik görüş açısına ulaştıramaz. Politika sanatının zor olduğunu herkes söyler. Bize de bu sanat gereklidir. Ve bu sanatın zorluklarını bilerek yaklaşım göstereceğiz. Politikanın gereklerini dışlamakla fazla bir iş yapamazsınız. Geldiğiniz düzen okulları var. Bunlar sizi baştan çıkaran ihanet okullarıdır. Orada halkların özgür politikası değil, kölelik öğretilir. Orada her türlü kusurlu davranış, çirkinlik tarzı olarak, tavır olarak yansıtılır ve benimsetilir. Diliniz bile kekemedir, size hitap diye bir şey vermezler. Zaten bunun için her şeyiniz bana batıyor. Çünkü biliyorum ki, bütün duygu ve davranışlarınız düşman okullarında şekillenmiş. Ben de kendimi düşmana karşı mücadeleye ve halkların çıkarlarına göre şekillendirdiğim için, aleyhte olan her şey bana batar ve bunu hemen anlarım. Yine doğru olanı da hızla kavrar ve özümserim. Önderlik bir de bunun duyargasıdır, bunun hassas zeminidir. Bir kişilik ki, düşman etkilerini anı anına anlamıyor, acı duymuyor, tepkisini geliştirmiyor, doğru olanı da anı anına duymuyor ve özümsemiyorsa, o yalandır, o duyarsızdır.
Dolayısıyla Önder militan olamaz. Size bu konuda kendi deneyimlerimden de örnek veriyorum. Eğer içinizde ciddi bir biçimde “Başkan gibi olmak istiyorum” diyen varsa, size bravo derim. İçinizde böyle kişiler varsa, her gün onların hizmetindeyim, hiç sıkılmadan onlara hizmet ederim. Ama artık kendimi kandırılmış gibi hissediyor veya sizin kendinizi kandırdığınızı ve zorluklarınızı görüyorum ki, kendi adıma değil, sizler adına zorlanmamak, öfkelenmemek mümkün değil. Tutumlarınızda müthiş bir tekrar var ve bunun inadı, bahaneleri çok yaygın. Bu kadar ciltler dolusu kitabı, neredeyse her ay bir kitap yazdırmayı istemezdim. Eskiden hiç düşünmüyordum, hatta bir manifesto bile bana yeterli geliyordu, ama şimdi bakıyorum ki, halen de yeterli değil. Hiçbir hareketin önderliği böyle yazmadı ve böyle konuşmadı. Ama ben kendimi buna mecbur hissediyorum. Çünkü siz, adeta bırak bu iş nereden koparsa kopsun, biterse bitsin diyorsunuz. Bende ise bu iş böyle bitmemeli inadı var. İşte bu, büyük çekişmeye ve benim özgün tarzıma yol açtı. Sonuçta ne siz benden kolay kurtulabilirsiniz, ne de ben sizden. Ben kendimi az-çok yürüteceğim, ancak sizin kendinizi yürütmeniz çok zor. Kaçarsınız bir türlü, dayanamazsanız bir türlü, savaşırsanız bir türlü, savaşmazsanız bir türlü. Çünkü siz işin gereklerine anlam vermediniz. Öğretiyi ve uygulamayı tüm ciddiyetiyle esas almadınız. Sizin en temel çelişkiniz buydu. Açık söyleyeyim; benim de bir sabrım var, ben bildiğinizin de çok dışında iş yapma ustasıyım. Sıradan işlere hassasiyetim kadar, tarihi işlerden kutsal işlere kadar hepsiyle ilgilenirim. Kendimi böyle bir kişilik olarak şekillendirdim. İnsan ilişkilerinde çok özgün bir durumdayım ve yaşadıkça alt edilmem imkansızdır. Benim sanatımın en anlamazı etkileme, yine en iflah olmazı da adam etme gücü var. Yine bu konuda insan etkilenmesi de çok gelişmiş. Tabii siz bu sanatın kenarından bile geçmiyorsunuz.
Fakat Önderlik böyledir. Zavallı köylü babamın bile tenezzül etmediği, yapmadığı, aklından bile geçirmediği bütün işlerin ustasıydım. Her el attığım işte en iyisini ortaya çıkarıyordum. Bu kapsamı şimdi politika ve savaş tarzı haline getirdim. Nedir bu içerik, nedir bu olup bitenler? İşte bunlar sizin en fazla öğrenmeniz gereken hususlardır. Çünkü Önderlik öğretisi PKK Önderlik öğretisidir; PKK bu anlamda ordu öğretisidir. “Başka kitaplar da böyleydi, ben de bir şeyler öğrenmiştim, çabaladım ve aslında savaşçılıkta da kendimi yaşattım” demeniz, hiçbir şeyi ifade etmez. Çünkü bütün bunlar denenmiş ve hepsi de yenilmiştir. Bu ülkede halen yenilmeyen ve iş yapan sadece benim tarzımdır. Bunu yalnız sizlere değil, sol ve İslami güçlere de söylüyorum. Hepsi de bu temelde yararlanmaya çalışıyorlar. Düşman bile bu temelde kendini yeniden şekillendirmek istiyor. Bunu yapmak hakkıdır ve yapar da. O zaman sizlerin de kendinizi aşarak, savaş içinde bizimle birlikte yol almayı bilmeniz, yine buna güç yetirmeniz gerekiyor. Yine bizde zorakilik yoktur, gönüllülük esastır, ama bu her türlü zorakilerden daha zor bir katılımdır. Çünkü moral ve manevi değeri çok yüksektir. Belki zorla kabul edilebilir, zorla kendinizi kandırabilirsiniz, ama bizim büyük moral ve manevi değerlerimizle çelişmek, ona karşı durmak veya onun gereklerini yerine getirmemek, bu işten hiçbir şey anlamamaktır. Bu da sonuçta savaş olduğu için kendini kandırmak, en kötüsü de kaybetmektir. Zaten zorlamayla da bir şey öğretemeyiz. Bu öğretme işi tutkuyla olur. Ben bu işle ne kadar ilgiliysem, siz genç olduğunuz için daha fazla tutkulu, azimli ve istekli yaklaşacaksanız.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (28 Haziran 1996)
YORUM GÖNDER