SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (40.BÖLÜM)
I- KÖLECİ UYGARLIĞIN ÇÖKÜSÜ
Genelde toplumu, özelde sınıflı toplumu, kendi içinde sistemli bütünlük içeren dönemlere ayrıştırmak, özü gereği doğru ve gerekli olmakla birlikte, olgulara yaklaşım yöntemlerine bağlı olarak önemli sakıncaları beraberinde getirmektedir. Ayrımların hangi temel ölçülere göre yapılması gerektiği tartışmalıdır. Birçok farklı öğe esas alınarak çeşitli, hatta çelişkili ayrıştırmalar yapmak mümkündür. Ama yine de doğada her şeyin bağlı olduğu tez-antitez-sentez biçimindeki diyalektik yasayı, toplum sistemini özgünlüğünü çok duyarlı biçimde göz önüne getirerek uygulamak, vazgeçilmez bir çözümleme yöntemidir. Köleci uygarlığın doğuşuna ilişkin yaklaşımlar hayli tartışmalıdır ve öyle olmak durumundadır da. Toplumsal gelişmenin ne kadar zorunlu bir aşaması olduğu, gerekip gerekmediği kadar, nasıl biçimlendiğine dair görüşler oldukça farklıdır. Neolitik dönemin insanları, nasıl oldu da gelişme vaat eden, oldukça yaratıcı ve esasta toplumsal eşitlik ve özgürlük düzeyinin geçerli olduğu, kendini kanıtlamış bir düzeni köleci çarklara terk ettiler?
Bu temel soru, toplumbilimin önemli birikimlerine rağmen tam cevabını bulmaktan uzaktır. Sömürüyü temel alan kaba sınıfsal yaklaşımın “Egemenler zor ve hile ile köleci ilişkileri yarattılar” biçimindeki hakim görüşü, “Peki, egemenler nasıl ortaya çıktı?” sorusu karşısında zorlanmaktadır. Diğer hakim sömürücü sınıfın yaklaşımı olan, “Uygarlığın gelişmesi için sınıflaşma şarttır” biçimindeki genellemesi de, “Uygarlığa götürecek bir sistem neden aleyhine ezici sonuçlar verecek bu tür gelişmeye yol açsın?” sorusu karşısın_da zorlanmaktadır.İki tür ana yaklaşıma dayalı olarak geliştirilen tüm görüşlerin ve hatta bilimsel tezlerin iflas ettiği söylenemezse de, önemli bir çıkmazı yaşadığı kesindir. Özellikle bilimsellik iddiaları hayli güçlü, bireysel liberalizm temelindeki kapitalizme özgü sistemlerle, toplumu esas alan sosyalizme özgü sistemleştirmelerin çözümleyici değerlerinin, toplum gerçekliğinde ağırlaşan sorunlar karşısında ciddi bir yetersizliği yaşadıkları kesindir. Her ne kadar “Bilimsel gelişmeler de çelişik ve problemli olmak durumundadır” denilse de, varolan bunalımın içerdiği tehlike ve hastalıklar, ancak insanı en tehlikeli “canavar” olarak izah etmekle mümkündür ki, bu da kendimizi, insanlığı inkar anlamına gelmektedir. Bu tehlikeli eğilimin kökenleri için, belki toplumun oluşum dönemlerine, hatta tüm doğa ilişkilerine kadar uzanarak izahlar bulmak mümkündür.
Özellikle sınıfsallığın derinleşmesine dayalı uygarlıksal gelişme yaklaşımları ister çocuksu mitolojik, ister çok ciddi dinsel, ister felsefi ve hatta bilimsellik adına izahlar getirsinler, bunlar asla insanlığın yaşadığı ağır çelişkiselliği kabul ettirecek düzeyde olamazlar. Akla, vicdana sahip olduğu iddiasındaki insanlık, bu çelişkiselliği normal, yaşanması zorunlu maddi süreçler olarak göremez. Bu yönlü değerlendirmelerin kendisi, toplumun bilinç ve özgürlük düzeyinin tamamen inkarı anlamına gelir ki, insanlığın mevcut hali buna imkan vermemektedir.
İnsanlığın, hiçbir döneminde, ister yüce kutsallık, ister tam bilimsellik iddialarıyla sunulsun, bu biçimdeki görüş, inanç ve teorilerdeki ideolojik dogmatizme teslim olmadığı, belki de gerçekliğin tek doğru ifadesi olduğu içindir ki, ancak bu temelde genel bir kabul, doğruya en yakın ifade tarzı olacaktır. Sonuç olarak şunu vurgulamaya çalışıyorum: İnsanlık ve onun toplumsallığı gerçeklik, adalet ve sevgi boyutunda genel kabul gören bir tanıma ulaşmaktan henüz uzaktır. Bu boyutlarda bir tanım da her zaman gerekli olduğu gibi, bu gereklilik günümüzde de öneminden bir şey yitirmeksizin çözümlenmeyi beklemektedir.
Bu çözümleme, vazgeçilmez bir bilimsel görevdir ve takınılması zorunlu olan bir ahlaki tutumu içermelidir. Bu çözümlemeye ilişkin yaklaşımımı bu ikili tarzı, yani bilimsellik değeri ile kesin birliktelik içinde olan, olması gereken ahlaki tutumu sorgulayarak sürdürmeye çalışacağım. Benim için bu husus vazgeçilmezdir ve değeri ilkesel olduğu kadar, pratik önem içeren temel bir yöntemdir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER